Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb Rahimehullâh'ın Bu Mesele Hakkındaki Risâlesi
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb Allâh Ruhunu Arındırsın; ilk başlarda -fitneye kapılmadan önce- sâlihlerden birisi olan Ahsa'nın sahibi (yöneticisi) Ahmed bin Abdilkerîm'e yazmış olduğu risâlede -ki biz bu risâleden, reddiye verdiğimiz kişinin, bu risâlenin sahibiyle (veya görüşleriyle) benzerliğinden dolayı birkaç mesele zikredeceğiz- şöyle demiştir.
Risâlenin metni şöyledir:
"Muhammed bin Abdilvehhâb'tan Ahmed bin Abdilkerîm'e! Selâm gönderilmiş elçileredir. Hamd da âlemlerin Rabbi olan Allâh'adır. Bundan sonra;
Mektubun ulaştı. Orada zikrettiğin meseleyi anlatıyor, sana gelen işkâlden (şüpheden) bahsediyor ve onun izâlesini istiyorsun. Sonra senden bir mektup daha geldi, Şeyh'ul İslâm'ın (İbnu Teymiyye'nin) kelâmını araştırıp bulduğundan ve senden şüpheyi izâle ettiğinden bahsetmişsin. Allâh'tan dileğimiz seni İslâm dînine iletmesidir.
Şeyh'in (İbnu Teymiyye'nin) kelâmı hangi meseleye delâlet ediyor? Şeyh'in kelâmı, Lat ve Uzza'ya ibâdet edenler gibi putlara ibâdet eden, tıpkı Ebu Cehil'in sövdüğü gibi (hak olduğuna) şahit olduktan sonra Rasûl'ün dînine söven kimsenin muayyen olarak tekfîr edilmeyeceğine mi delâlet ediyor?
Bilakis, bu ibâreler başkaları bir yana İbnu Feyruz'un1 Sâlih bin Abdillâh'ın ve onların benzerlerinin İslâm dîninden çıkaran açık bir küfür ile tekfîr edileceği hakkında gâyet sarih ve açıktır. Bu husûs İbn'ul Kayyim'in ve Şeyh'in -senden şüpheyi kaldırdığını söylediğin- sözlerinde; Yûsuf ve benzerlerinin kabirleri üzerindeki putlara tapanların, darlıklarda ve rahatlıkta onlara du'â edenlerin, ikrâr ettikten ve şahit olduktan sonra Rasûl'ün dînine sövenlerin ve bunu (bu amellerin şirk olduğunu) ikrâr ettikten sonra, putlara ibâdeti dîn edinenlerin küfürleri hakkında açıktır.
Bu söylediğim sözlerde bir mücâzefe (demagoji, laf kalabalığı) yoktur. Bilakis bunları sen de doğruluyorsun. Lâkin Allâh bir kalbi kör ederse onun için bir çıkış yolu yoktur. Ancak ben senin hakkında Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden korkarım:
﴿ذٰلِكَ بِأَنَّهُمْ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ﴾
"Bu, onların önce imân edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar." (el-Münâfikûn 63/3)
Sana gelen bu şüphe aslında elindeki bir lokma etten ibârettir. Sen, müşriklerin diyârını terk ettiğin zaman, senin ve ailenin (yiyeceğini) kaybedeceğinden korkuyorsun. Böylece Allâh'ın rızkından şüphe ediyorsun. Bunun yanı sıra kötü arkadaşlar da (âdetleri olduğu üzere seni yoldan çıkarttılar). Sen, -Allâh'a sığınırız- derece derece düşüyorsun! Önce şüphe, ardından şirk beldesi(ne gitmek) ve onlara dostluk göstermek, arkalarında namaz kılmak(la işe başlayıp, müşriklere yağcılık yaparak Müslümanlardan beri oldun)..."
(Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ'nın sözü burada sona erdi.
Şimdi Şeyh Rahimehullâh'ın, ismi geçen (İbnu Feyruz gibi) âlimlerin tekfîri ve Yûsuf'un kabri üzerindeki puta ibâdet edenlerin küfrü ile alâkalı sözleri üzerinde düşün! Bu husûs aynı zamanda İbn'ul Kayyim Rahimehullâh'ın sözlerinde ve sözkonusu risâlenin sahibinden (Muhammed bin Abdilvehhâb'dan yukarıda) hikâye edilen sözlerde de gâyet açıktır.
Şeyh Rahimehullâh bu adama, münâfıklarla alâkalı âyetle hükmetmiştir. Muhakkak ki bu, genel bir hükümdür. Aynı şekilde bugün, Necd bölgesinden kendilerini dîne ve ilme nispet edenlerin çoğunun hâllerini bir düşün! Onlar ki, müşriklerin beldelerine gider ve orada bir müddet ikâmet ederler. Onlardan ilim talep eder ve onlarla oturup kalkarlar. Sonra Müslümanların yanına geri döndüklerinde kendilerine "Allâhu Teâlâ'dan kork ve Rabbine bu yaptıklarından dolayı tövbe et!" denilince kendisine bunu söyleyen kimseyle alay eder ve şöyle derler: "İlim talep etmekten dolayı mı tövbe edeyim?"
Sonra sahip olduğu kötü i'tikâdının ve kibrinin gerektirdikleri, sözlerinde ve fiillerinde ortaya çıkar ki bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü o, müşriklerle içli dışlı olarak Allâh'a ve Rasûlü'ne isyan etmiş ve cezasını görmüştür. Lâkin asıl tuhaf olan, Dîn ve Tevhîd Ehli'nin müşriklerle muvahhidlerin arasını birleştirmek isteyen bu tip kimseleri içlerine almalarıdır. Hâlbuki Allâhu Teâlâ, onların arasını hem Yüce Kitâbı'nda, hem de Nebîsi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dili ile ayırmıştır.
Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ daha sonra o risâlesinde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sonra irtidâd eden birçok kimsenin olduğunu, meselâ Ebû Bekir Radıyallâhu Anh zamanında zekâtı vermekten imtina ettiklerinden dolayı riddetine hükmettikleri kimseler gibi... Yine Alî Radıyallâhu Anh'ın ashâbı(ndan onu ilah edinenler), Kûfe'deki (Museyleme'nin peygamberlik iddiasını tasdik eden) Mescit Ehli, Benu Ubeyd el-Kaddah (Mısır ve Afrika'ya hükmeden Fatimi devleti) vs... Tüm bunların muayyen olarak riddetine hükmetmişlerdir.
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb Rahimehullâh bunları zikrettikten sonra şöyle demiştir:
"Sana karmaşık bir hâle getirdikleri Şeyh'ul İslâm İbnu Teymiyye'nin ibâresine gelince; o, tüm bunlardan daha katıdır. Eğer biz de bunu söylesek meşhûr olan birçok şahsı muayyen olarak tekfîr ederdik. Zîrâ o; söz konusu yerde açık bir şekilde, muayyen kimsenin ancak hüccetin ikâmesinden sonra tekfîr edileceğini açıklamıştır. Kendisine hüccet ikâme olunan muayyen kişi ise tekfîr edilir.
Mâlum olduğu üzere hüccetin ikâmesinin manası, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmını Ebû Bekir es-Sıddık Radıyallâhu Anh'ın anladığı gibi anlaması değildir. Bilakis, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmı ulaştığında ve özür olacak unsurlardan da soyutlandığında bu kimse kâfirdir. Tıpkı tüm kâfirlere Kur'ân ile hüccetin ikâme olunması gibi. Bununla beraber Allâhu Teâlâ şöyle de buyurmaktadır:
﴿إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ﴾
"Onların kalpleri üzerine, anlamamaları için örtüler koyduk." (el-Kehf 18/57; el-En'âm 6/25)
﴿إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِنْدَ اللهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ﴾
"Allâh katında canlıların en kötüsü akletmeyen sağır ve dilsiz kimselerdir." (el-Enfâl 8/22)
Kaldı ki Şeyh Rahimehullâh'ın (hüccet ikâmesiyle alâkalı) sözleri riddet ve şirkle değil bilakis (ister usûl isterse de furûyla alâkalı olsun) cüz'î meselelerle alâkalıdır."
Sonra Şeyh Rahimehullâh dedi ki: "İşte bütün bunlar münâfıkların nifâklarını izhâr ettiklerinde mürted olduklarını apaçık gösterir. Bu durumda onun hiç kimseyi muayyen olarak tekfîr etmediğini ona nispet etmen nerededir? Aynı şekilde bunu, kelâmcılar ve onların benzeri kimseler hakkında onların imâmlarından riddete ve küfre düştükleri çeşitli konuları zikrettiği yerde açıklamıştır."2
Şeyh'ul İslâm İbnu Teymiyye Rahimehullâhu Teâlâ şöyle demiştir:
"Bu, eğer hâfi olan meselelerde olursa şöyle denilebilir: Terkedeni küfre sokacak olan hüccet, ikâme edilmediğinden dolayı hata etmiştir ve sapmıştır. Fakat bu (küfür), onların bazı gruplarından; müşriklerin, Yahûdî ve Hristiyanların bile Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bununla gönderildiğini ve muhâliflerini tekfîr ettiğini bildikleri zâhir (açık) meselelerde olmaktadır. Meselâ; bir olan ve ortağı bulunmayan Allâh'a ibâdeti emretmesi, Allâhu Teâlâ'nın dışında meleklere, nebîlere ve başkalarına ibâdet edilmesini yasaklaması gibi... Zîrâ bunlar İslâm'ın en belirgin şiarlarıdır. Sonra onların liderlerinden birçoğunun bu durumlara düştüklerini ve böylece mürted olduklarını görürsün. Onlardan birçoğunun bazen çok açık bir şekilde İslâm'dan irtidat ettiklerini görürüz."
İbnu Teymiyye Rahimehullâh şöyle devam etmiştir: "Bundan daha açık olanı şudur ki, bunlar arasından riddet(i gerektiren şeyler) husûsunda eser verenler de çıkmıştır. Nitekim (Fahruddîn) er-Razi, yıldızlara ibâdet konusunda bir kitap yazmıştır.3- Elbette böyle bir davranış, Müslümanların ittifâkıyla İslâm'dan riddettir (irtidat etmektir)."
Bunlar, harfi harfine Şeyh Rahimehullâh'ın lafızlarıdır. Şeyh Rahimehullâh'ın, hâfi meseleler ile bizim kendisi hakkında konuştuğumuz muayyen küfrü (tekfîri) ayıran sözlerini düşün!
Onların liderlerini, falan kişi filan kişi şeklinde muayyen olarak tekfîr etmesini ve onların riddetinin apaçık bir riddet olmasını düşün! Şeyh'in, Şafii imâmlarının büyüklerinden birisi olmasına rağmen Fahr'ur Razi'nin İslâm'dan irtidatına dâir icmâyı ortaya koymasını düşün!4
Şimdi onun bu sözlerinin "Bir kimse, velev ki Abdulkâdir'e rahatlıkta ve darlıkta du'â etse de Abdullâh bin Avf'ı sevse (veya ona meyletse) de ve Ebû Hadîde'ye ibâdet ettiği hâlde onun dîninin güzel olduğunu iddia etse de tekfîr edilmez" şeklinde anlaşılması doğru olur mu?
Yine Şeyh'ul İslâm (İbnu Teymiyye, kelâmcılara ve onlara benzeyenlere karşı olan reddiyesinde) şöyle demiştir:
"Bilakis âlemdeki bütün şirkler onların türünden kişilerin görüşlerine dayanarak icat edilmiştir. Onlar şirki emredenler ve yapanlardır. Onlardan şirki emretmeyenler ise şirkten nehyetmez. Bilakis hem tevhîdi hem şirki bir arada kabul ederler. Eğer muvahhidleri herhangi bir sebepten dolayı tercih ederlerse onların haricindeki müşriklerden de tercih ettikleri olur. Bazen de her ikisine birden karşı çıkarlar. Bunu iyi düşün, çünkü bu gerçekten çok faydalıdır.
Öncesinde İslâm dîninde olup şirkten nehyetmeyen ve bununla beraber tevhîdi gerekli gören kimseler de bunun gibidir. Bilakis, onlar tevhîd iddiasında bulundukları hâlde şirke cevaz verir ve onu emrederler. Onların tevhîdleri, ameldeki bir tevhîd değil sadece kavlî (sözdeki) bir tevhîdden ibarettir."
(Şeyh İbnu Teymiyye) Rahimehullâh'ın sözü burada sona erdi.
Şeyh Rahimehullâh'ın sözlerini düşün ve şeytanın bununla seni kötü bir anlayışa sevk ettiği (kandırdığı) şeyi, Şeyh'in sözlerine arzet! Bu öyle fasit bir anlayıştır ki, sen onunla Allâh'ı, Rasûlü'nü ve ümmetin icmâsını yalanladın ve bu yüzden tağutlara ibâdete taraf oldun. Bunu anladıysan ne âlâ, aksi takdirde Allâh'tan sana kendi eliyle hidâyet bahşetmesi için du'â ve niyazı çoğaltmandan başka sana denecek bir şey yoktur. Zîrâ tehlike büyüktür. Ateşte ebedi olarak kalmak, apaçık riddetin cezasıdır. Bir tümen veya yarım tümen paraya aldığın bir lokma et için asla değmez! Bizim yanımızda öyle insanlar var ki, aileleriyle (yanlarında bir mal olmaksızın) geliyorlar ve (aç kalmıyorlar) dilenmiyorlar.
Allâhu Teâlâ bu mesele hakkında şöyle buyurmaktadır:
﴿يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ﴾
"Ey imân eden kullarım! Şüphesiz ki Ben'im arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak Bana kulluk edin." (el-Ankebût 29/56);
﴿وَكَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ﴾
"Nice canlılar var ki, rızıklarını kendileri elde edemezler. Allâh onları da rızıklandırır, sizi de. Semî (işiten) ve Alîm (bilen) O'dur." (el-Ankebût 29/60)
Şeyh'in (Muhammed bin Abdilvehhâb'ın) mezkûr risâlesinden bazı yerleri özetlenerek harfi harfine aktarılan sözleri burada sona erdi.
"Tarih"ten5 bu risâleye mürâcaat et, zîrâ onda gerçekten çok faydalar vardır.
Burada kast olunan, hüccetin Rasûl ve Kur'ân ile ikâme edilmiş olmasıdır. Rasûlü işiten ve Kur'ân'ın ulaştığı herkese hüccet ikâme olmuştur. Bu, Şeyh'ul İslâm (İbnu Abdilvehhâb)'ın kelâmında şu sözleri sarfettiği esnâda açık olarak belirtilmiştir:
"Ma'lûm olduğu üzere hüccetin ikâmesinin manası, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmını Ebu Bekir es-Sıddık Radıyallâhu Anh'ın anladığı gibi anlaması değildir. Bilakis, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmı ulaştığında ve özür olacak unsurlardan da soyutlandığında bu kimse kâfirdir. Tıpkı tüm kâfirlere Kur'ân ile hüccetin ikâme olunması gibi. Bununla beraber Allâhu Teâlâ şöyle de buyurmuştur:
﴿إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا﴾
"Onların kalpleri üzerine, onu anlamamaları için örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk." (el-Kehf 18/57; el-En'âm 6/25)
Şimdi Şeyh Rahimehullâh'ın sözlerini düşün, düşünceni toparla ve Allâh'tan hidâyet dile!
İşte bu üç yerde Şeyh Rahimehullâh (der ki:) "Her kime Kur'ân ulaştıysa ve onu işittiyse onu anlamasa bile, o kimseye Kur'ân ile beraber hüccet kâim olmuştur."
Allâh'a hamd olsun ki Kur'ân'ı işiten her Müslüman bu husûsa imân eder. Lâkin şeytanlar insanların çoğunu Allâh'ın fıtratından -ki Allâh kullarını bu hâl üzere yaratmıştır- alıp götürdüler. Sonra Şeyh'ul İslâm'ın onların küfürlerine hükmetmesi hakkındaki sözlerini düşün!
Şeyh Rahimehullâh "Kendilerine ta'rif edilinceye kadar tekfîr edilmezler veya onlar müşrik olarak adlandırılmazlar" dedi mi? Bilakis, onların yaptıkları, Şeyh'ul İslâm'ın sözüne işarette bulunduğumuz yerdeki gibi şirktir. Sonra (Muhammed bin Abdilvehhâb'ın), Şeyh'ul İslâm'dan (İbnu Teymiyye'den) naklettiği, kelâmcılar ve onlara benzeyenler hakkındaki sözlerini düşün!
"Bu, eğer kapalı olan meselelerde olursa şöyle denilebilir: Terkedeni küfre sokacak olan hüccet ikâme edilmediğinden dolayı -ta ki ona ta'rif edilene kadar- hata etmiştir ve sapmıştır. Fakat bu durum, açık meselelerde vuku bulmaktadır."
Şeyh'ul İslâm Rahimehullâh devamında şöyle diyor:
"Hatta Yahûdîler, Hristiyanlar ve müşrikler bile Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bununla gönderildiğini ve muhâliflerini tekfîr ettiğini bilmektedirler. Meselâ, bir olan ve ortağı bulunmayan Allâh'a ibâdeti emretmesi, Allâh'ın dışında nebîlere ve meleklere ibâdet edilmesini yasaklaması gibi. Sonra onların liderlerinden birçoğunun bu durumlara düştüklerini ve böylece mürted olduklarını görürsün."
Şeyh (İshâk) Rahimehullâh devamında şöyle diyor:
"Sonra Şeyh (Muhammed)'in Şeyh'ul İslâm Rahimehullâh'ın sözleri hakkındaki "Şeyh'in, hâfi meseleler ile bizim üzerinde olduğumuz muayyen küfrü (tekfîri) ayıran sözlerini düşün! Onların liderlerini muayyen olarak tekfîr etmesini düşün!" lafızları üzerinde de -Şeyh Rahimehullâh'ın dediği gibi- dur ve düşün!"
Bu kadar alıntı, bu şüphelerin reddedilmesi için yeterlidir.
Şeyh'ul İslâm, Allâh Ruhunu Arındırsın (tevhîde dâir) bu meseleleri (onların iddiasının aksine) Yahûdî ve Hristiyanların bile İslâm dîninden olduğunu bildikleri açık meselelerden kılmıştır. Ne var ki sana bahsettiğimiz kişi, buna karşı kör olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki o, bunları okuyup kabûl ettiği hâlde kendisi ile bunu insanların yaşadığı vakıaya tatbik etmesi arasına bazı engeller girmiştir. Bunun da sebebleri vardır ki insanın kendisi hakkında eğrilikten ve değişmekten korkmaması bu sebeblerden birisidir. Selef ise bu durumdan korkmuştur. Ne var ki, bazen insanın hevâsı, onu hakkı öğrenmekten ve nasslara dayanarak o hakkı anlamasından alıkoyuyor.
Nitekim Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb Rahimehullâhu Teâlâ da "Tarih" sahibinin zikretmiş olduğu bazı risâlelerinde buna değinmiş ve şöyle demiştir:
"Bunlardan bir tanesi de şudur: Dînin aslına dâir mesele bazı talebelere tam bir sene takrir ettirilir, o da onu öğrenir ve (zihninde) tasavvur eder. Fakat vakıada yaşandığı zaman onu fehm edemez."
Dur ve düşün! Yine bu misallerden bir tanesi de Veşm bölgesi âlimlerinden bazıları ile alâkalı zikrettiği şu husûstur: Bu kimse Şeyh Muhammed Rahimehullâh ile yaptığı bazı yazışmalarında tevhîdi ikrâr eder ve ardından Şeyh'e bu surette hakka isâbet edip etmediğini sorar. Şeyh Rahimehullâh ise ona cevâben şöyle der:
"Tevhîdi kabûl etmen haktır ve bu husûsta da isâbet ettin. Lâkin asıl hüner öğrendikten sonra amel etmektedir. Zîrâ sen, sizin beldenize bazı dîn düşmanları tarafından bu dîne ve ehline dil uzatmayı ihtiva eden mektuplar ulaştırıldığında onlarla birlikte hareket ettin ve onlardan uzaklaşmadığın gibi onlardan ayrılmadın da!" Şeyh Rahimehullâh'ın sözü bu şekilde veya buna yakındır.
İşte bunu düşün, bundan kurtulabilirsen büyük bir işten kurtulmuş olursun!
Ayrıca Şeyh Rahimehullâh'ın risâlenin sahibi (Ahmed bin Abdulkerîm) hakkında, "Eğer ki münâfıklar, tağutlara ibâdete taraftar olurlarsa..." şeklinde hükmü indirmesini sonra onun riddetine hükmetmesini bir düşün! Şeyh'in bu şahıstan naklettiği şeylerin en önemlilerinden bir tanesi de onun muayyen tekfîrde tevakkuf etmesi ve onu hicretten alıkoyan en büyük şeyin elindeki bir lokma et ve fakirlik korkusu olmasıdır. Sonra bir de bizim bahsettiğimiz kimseler ve müşriklerin yanlarına gidip onların yanında okumaları, iddialarına göre onlardan ilim almaları gibi husûslarda onlar gibi olanlara bir bak! Bütün bunlar, onların kabûl ettiği ve onlar hakkında ma'lûm olan şeylerdir. İşte bunlar böylece müşriklere dostluk göstermek ve onlara meyletmekle itham olunurlar.
Musibetlerden bir tanesi de şudur ki; bu türden birisi (müşriklerin yanından) dönüp Müslümanların yanına geldiğinde ona müşriklere gitmeden önce izzeti ikram yönünden nasıl muâmele ediyorlarsa, o şekilde muâmele etmeye devam ediyorlar. Hâlbuki onlardan bazen müşriklerin beldelerini övmek, Müslümanları ve ülkelerini beğenmeme gibi ancak kötü düşünceli kimselerden zuhûr edecek davranışlar zuhûr etmektedir ki onlar bu hâlleri üzere kalmaktadırlar (bundan vazgeçmemektedirler). Onların bu davranışlarını reddedenler ise çok azdır. Bir kimsenin bunların bu tarz fiillerinden dolayı dînden çıkıp sapmasından endişe etmesine gelince; ben hiç kimsenin bunu umursadığını zannetmiyorum! Sanki kendisinden riddet vb. şeyler sudûr eden kimselerle alâkalı verilen şer'î hükümler bu yapılanlarla çelişmiyormuş gibi (hiç kimse bunları önemsememektedir!)
Dipnotlar:
1- İbnu Feyruz'un ismi, Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb'ın dö-neminde yaşamış olan Hanbelî Mezhebi'ne müntesip ilim ehli ara-sında geçmektedir. 1216H tarihinde vefât etmiştir. Necd bölgesindeki tevhîd davetine muhâlefeti ile tanınan İbnu Humeyd "es-Suhûb'ul Vabile" adlı Hanbelî tabâkatına dâir eserinde (sf 969 ve devamı) ondan övgü ile bahsetmektedir. Zîrâ İbnu Feyruz da İbnu Humeyd gibi sahîh akîdenin yayılmasına karşı mücâdele etmiş ve hatta sözkonusu kitapta zikredildiğine göre dönemin Osmanlı Padişahı Birinci Abdulhamîd ile tevhîd davetine karşı yardım isteme bâbında yazışmaları olmuştur. Tevhîd ehli Ahsa'ya hâkim olduğunda diğer müşrikler gibi o da burayı terk ederek Basra'ya yerleşmiş ve orada ölmüştür. İleride Şeyh İshâk'ın da zikredeceği gibi bu şahıs ve benzerleri ilim ve takvâ ehli olarak tanınmalarına rağmen Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb'ın bu kimseleri muayyen olarak tekfîr etmesine dikkat edilmelidir.
2- Bu ifadeler için bkz: Mecmû'ul Fetâvâ, 4/54-56; Türkçesi için bkz, İbnu Teymiyye Külliyatı, 4/59-61.
Kelâm ve re'y ehlinin imâmlarının nifâk, riddet ve küfre düştüklerine dâir açıklamalar için; İbnu Teymiyye'nin Mecmû'ul Fetâvâ isimli ese-rinin dördüncü cildinde ve aynı eserin Türkçe'ye "İbn Teymiyye Külliyatı" ismiyle çevrilen tercümesinin dördüncü cildinde özellikle "Kelâmcılarla Hadîs Ehline Başka Açıdan Bakış" ve "Kelâm ve Hadîs Ehli Arasında Bir Karşılaştırma" başlıklı bölümlere ayrıca İbnu Kuteybe'nin Türkçe'ye de tercüme edilmiş olan "Te'vilu Muhtelif'il Hadîs" isimli eserinin baş tarafına mürâcaat edilebilir.
3- Kitabın orijinal adı
"اَلسِّرُّ الْمَكْتُومُ فِي دَعْوَةِ الْكَوَاكِبِ وَالنُّجُومِ وَالسِّحْرِ وَالطَّلَاسِمِ وَالْعَزَائِمِ" (Gezegenlere, Yıldızlara Du'â Etmek ve Sihir, Tılsım ve Rukyeler Hakkında Gizli Sır)" olarak zikredilmektedir. (İbnu Teymiyye, Der'u Tearuz'il Akli ve'n Nakl, 1/111) Kitabın isminin baş tarafı "es-Sirr'ul Mektum" olmakla beraber ismin devamı hakkında farklı şeyler nakle-dilmektedir.
İbnu Kesir, el-Bakara 2/102. âyetin tefsirinde ve Zehebi, Mizan'ul İ'tidal'de (3/340) bu eseri ona nispet etmekte lâkin bundan tevbe etmiş olabileceğini dile getirmektedir. İbnu Haldun da onun bu ese-rinden bahsedenler arasındadır. (İbnu Haldun, Mukaddime, 1154)
Subki gibi bazıları eserin ona aidiyetini reddetmektedirler. (bkz; Subki, Tabâkat'uş Şafiiyyin, 8/ 87)
Hacı Halife (Kâtip Çelebi)'nin Keşf'uz Zunûn'da bildirdiğine göre bu kitaba "اِنْقِضَاضُ الْبَازِي فِي انْفِضَاضِ الرّازيِّ" Zeynuddîn el-Malâtî (v. 788H) tarafından bir reddiye yazılmıştır. (Hacı Halife, Keşf'uz Zunûn, 2/989) Doğrusunu Allâh bilir.
4- Razi'nin icmâ ile tekfîr edilmesinin sebebi yıldızlara ibâdeti teşvik etmesidir. Ancak öyle zannediyoruz ki o, sonradan bu görüşünden dönmüştür. Nitekim Şeyh'ul İslâm İbnu Teymiyye Rahimehullâh yuka-rıdaki sözün devamında şöyle demektedir: "Her ne kadar sonradan İslâm'a dönmüş olsa da..." (sözün tamamı için bkz. Mecmû'ul Fetâvâ, 18/53-58; Türkçesi için bkz, İbn Teymiyye Külliyatı, 4/61)
İbnu Teymiyye Rahimehullâh'ın bu ifadesi, Razi'nin yıldızlara ibâdet fikrinden döndüğüne işaret etmektedir. Bu açık şirklerden tevbe etmiş olsa da Fahr'ur Razi'nin çeşitli i'tikâdî meselelerde Ehli Sünnet'e mu-hâlif (sıfatların inkârı vb.) birçok görüşü mevcuttur. Şeyh'ul İslâm'ın aynı yerde işaret ettiği gibi böyle kimseler her ne kadar İslâm'a dön-müş olsalar da bir kısmı çeşitli kalbî hastalıkları ve nifâk türünden şey-leri barındırmaya devam etmektedirler. Vallâhu â'lem. Bu husûsta taf-si¬latlı bilgi için bkz. İbnu Teymiyye, Der'u Tearuz'il Akli ve'n Nakl, 1/111, 1/311 ve İbnu Teymiyye, Mecmû'ul Fetâvâ, 13/180.
5- "Tarih"ten kasıd Şeyh Muhammed'in öğrencilerinden Hüseyn bin Gannam Rahimehullâh'ın "Tarihu Necd" adlı eseridir. Zîrâ bu mektup, sözkonusu eserde 344-350. sayfalar arasında "21. Risâle" başlığı altında yer almaktadır. Mektup ayrıca "er-Rasail'uş Şahsiyye", "33. Mektup", sf 216-225 ve "ed-Durar'us Seniyye", 10/64-74 sayfaları arasında zikredilmiştir.
Er-Rasail'uş Şahsiyye'de bu mektubun girişinde muhakkikler tara-fından şu takdim yazısı eklenmiştir:
"Bu risâle Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb'ın Ahsa bölgesinden bir adama cevap olarak gönderdiği risâlesidir. Bu kimse Ahmed bin Abdilkerîm'dir. Önceleri tevhidi bilen ve müşrikleri tekfîr eden bir kim-seydi. Sonra kendisine bu mesele hakkında, Şeyh'ul İslâm Takiyyuddîn'in (İbnu Teymiyye'nin) sözleri arasında gördüğü bazı ibâreler sebebiyle ve onları Şeyh Rahimehullâh'ın kast ettiği mananın dışında anlamasın-dan dolayı şüphe arız oldu."