İkinci nakle gelince; bu sözler Ebu Ya’la (rh.a)’a aittir ve o, bunları nakletmiş olduğu şu hadis ile alakalı olarak zikretmiştir:
وَذَكَرَ أَبُو بَكْرٍ الْخَلالُ فِي سُنَنِهِ، قَالَ: أنا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِيِّ بْنِ مُحَمَّدٍ الْوَرَّاقُ، قَالَ: نا إِبْرَاهِيمُ بْنُ هَانِئٍ، قَالَ: نا أَحْمَدُ بْنُ عِيسَى، وَقَالَ لَهُ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ: حَدَّثَهُمْ بِهِ فِي مَنْزِلِ عَمِّهِ، قَالَ: نا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ، قَالَ: أَخْبَرَنِي عَمْرُو بْنُ الْحَارِثِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي هِلالٍ، أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ عُثْمَانَ حَدَّثَهُ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ عَامِرٍ، عَنْ أُمِّ الطُّفَيْلِ، امْرَأَةِ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ، أَنَّهَا قَالَتْ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ، صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، يَذْكُرُ: " أَنَّهُ رَأَى رَبَّهُ فِي الْمَنَامِ فِي صُورَةِ شَابٍّ مُوفَّرٍ، رِجْلاهُ فِي خُضْرٍ، عَلَيْهِ نَعْلانِ مِنْ ذَهَبٍ، عَلَى وَجْهِهِ فَرَاشٌ مِنْ ذَهَبٍ "
Hallal, Sünen’inde zikrederek şöyle demiştir: (Hadisin Hallal’a kadar ulaşan senedini zikrettikten sonra) Ubeyy bin Ka’b’ın hanımı Ummu Tufeyl (radiyallahu anh) dedi ki: Ben, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i “Rabbini uykuda kusursuz bir genç suretinde, ayakları üzerinde altından bir sergi (veya yatak) olan bir yeşilliğin üzerinde, ayaklarında altından bir ayakkabı olduğu halde gördüğünü” anlatırken dinledim.” (İbtal’ut Tevilat, 1/136)
Ebu Ya’la, az ilerisinde Mühenna’dan rivayetle İmam Ahmed’e bu hadis sorulduğunda yüzünün değiştiğini ve şöyle dediğini nakletmiştir:
هَذَا حديث منكر، وَقَالَ: لا نعرف هَذَا رجل مجهول يعني مروان
Bu, münker bir hadistir. Yine şöyle dedi: Biz bunu tanımıyoruz, meçhul birisidir. Bununla ravi Mervan’ı kasdetmiştir.
Bu hadisi Taberani, el-Mu’cem’ul Kebir, 25/143’de rivayet etmiştir. Darakutni ise “Ru’yetullah” adlı eserinde (no: 286) tahric etmiş ve ardından Ebu Zur’a er-Razi’den isnaddaki bütün ricalin tanınmış kimseler olduğunu nakletmiştir. Beyheki ise el-Esma ve’s Sifat’ta (no: 942) rivayet etmiş ve ardından şöyle demiştir:
وَهَذَا شَبِيهٌ بِمَا رُوِيَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا وَهُوَ حِكَايَةٌ عَنْ رُؤْيَا رَآهَا فِي الْمَنَامِ. قَالَ أَهْلُ النَّظَرِ: رُؤْيَا النَّوْمِ قَدْ يَكُونُ وَهُمًا يَجْعَلُهُ اللَّهُ تَعَالَى دَلَالَةً لِلرَّائِي عَلَى أَمَرٍ سَالِفٍ أَوْ آنِفٍ عَلَى طَرِيقِ التَّعْبِيرِ
“Bu, İbn Abbas (ra)’dan rivayet edilen hadisin bir benzeridir ve Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) uykuda gördüğü bir rüyadan haber vermektedir. Nazar ehli şöyle demiştir: Uykuda görülen rüya, Allahu Teala’nın onu gören kimseye yaşanmış veyahut da yaşanacak olan bir hadiseye dair tabir cihetinden vehmettirdiği bir şey olabilir.”
Osman bin Said ed-Darimi de bu rivayetleri zikrederek bu türden hadisleri şiddetle inkar etmiş, bununla beraber şu açıklamayı da yapmıştır:
وَإِنَّمَا هَذِهِ الرُّؤْيَةُ كَانَتْ فِي الْمَنَامِ، وَفِي الْمَنَام يُمكن رُؤْيَةُ اللَّهِ تَعَالَى عَلَى كُلِّ حَال وَفِي كل صُورَة.
“Bu, ancak uykuda görülen bir rüyadır. Uykuda Allahu Teala’nın her hal ve her surette görülmesi mümkündür.” (er-Reddu ale’l Merisi, 2/738)
Ardından bunun, ilim ehlinin bu hadise yaptığı açıklama olduğunu zikretmiştir. Şeyhulislam İbn Teymiye de Darimi’nin bu sözlerini onaylayarak nakletmiş ve kendisi de bu hadiste zikredilenlerin rüya olduğunu ifade etmiş ve de bunu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allahu Teala’yı baş gözüyle görmediğine delil olarak getirmiştir. Tafsilatı Beyanu Telbis’il Cehmiye adlı eserinin 7. Cildinde uzun bir şekilde yer almaktadır.
Yani bu, neticede bir rüyadır. Rüya ise –vahiy eseri olduğunun kesin olarak bilinmesi müstesna- şeri delil teşkil etmez. Rüyada görülen şeylerden yola çıkılarak Allahu Teala’ya bir sıfat nisbet edilemez. Alimlerden bir çoğu “rüyamda Allah’ı gördüm” gibi ifadelere cevaz vermişler ve buna dair selef ve haleften bir çok rüya nakletmişlerdir. Bununla beraber rüyada görülen şeklin kesinlikle Rabb Teala’nın kendisi olmadığı bilinmelidir. Kadı İyaz (rh.a) bu hususta şöyle demektedir:
ولم يختلف العلماء فى جواز صحة رؤية الله فى المنام، وإذا رئى على صفة لا تليق بجلاله من صفات الأجسام للتحقيق أن ذات المرئى غير ذات الله
“Alimler, Allahu Teala’nın rüyada görülmesinin sıhhatine cevaz verme hususunda ihtilaf etmemişlerdir. O, celaline layık olmayan bir biçimde cisimlerin sıfatlarından bir sıfatla görüldüğü takdirde hakikatte bu görülen şey Allah’ın zatından başka bir şeydir.” (İkmal’ul Mu’lim, 7/220)
Kadı Ebu Ya’la da gerek Ummu Tufeyl hadisinin gerekse buna benzeyen İbn Abbas hadisinin rüya olduğunu kabul etmiştir. (age, 1/143) Ancak buna rağmen peygamberlerin rüyalarının vahiy eseri ve sadık rüyalar olması hasebiyle bu rüyalarda geçen bütün sıfatların Allah’a nisbet edileceğini ileri sürmüştür. Yukarda da beyan ettiğimiz veçhile böyle bir zorunluluk sözkonusu değildir. Bununla beraber hadisten anlaşılan mana, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allahu Teala’yı bir firaş yani yatak, sergi gibi bir şeyin üzerinde gördüğüdür. Bu hadisi bir sıfat hadisi olarak değerlendirsek bile yatağın Allaha ait bir sıfat olarak değerlendirilmesi muhaldir. Çünkü Allahu Teala nasıl Arşın üzerindeyse, bazı hadislerde Kürsi’nin üzerinde oturmakla vasfediliyorsa burada da serginin üzerinde olmakla vasfedilmektedir. Yani buradan yola çıkarak Allah Subhanehu’ya bir sıfat nisbet edilecekse ancak “yatağın üzerinde olmak” sıfatı nisbet edilebilir. Tıpkı “Arşın üzerinde olmak” sıfatı nisbet edildiği gibi. Yoksa Onun “yatak veya sergi” diye bir sıfatı yoktur, “Arş” veya “Kürsi” diye bir sıfatı olmadığı gibi. Arş ve Kürsi mahluk olduğu gibi “Firaş” yani yatak veya sergi de mahluktur. Mahluk olan bir şeyin de Allah’ın sıfatı olması sözkonusu değildir. Zaten Allah'ın sıfatı olan bir şey asla Ondan ayrı düşünülemez ve ayrılmaz. Ben, Kadı Ebu Ya’la’nın ifadelerini incelediğimde yatağı Allah’ın bir sıfatı olarak değerlendirdiğine dair açık bir sözüne raslamadım. Bu hadiste zikredilen şeylerin Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ait sıfatlar olduğunu ileri sürenleri reddetmektedir. Yani bazıları hadisi tevil ederek “Ben Rabbimi gördüm, o sırada da ben bir genç suretinde yatağın üzerinde idim ilh..” şeklinde hadisi tevil etmektedirler ki bu gerçekten zorlama bir yorumdur. Hadiste bahsedilen vasıflar Allaha aittir. Lakin Allaha ait olan vasıf, yatak değildir, yatağın üzerinde bulunmaktır! İnsan, bilhassa Rabbi hakkında konuşurken ne konuştuğuna dikkat etmelidir. Ben, Allahu Teala’nın yatak, ayakkabı veya hadisin bazı rivayetlerinde bahsedilen yeşil elbise gibi sıfatları olduğunu söyleyen kim vardır bilmiyorum. Dediğimiz gibi Kadı Ebu Ya’la’nın da bilhassa yatak gibi Ondan ayrı olduğu belli olan bir şeyi Ona ait bir sıfat olarak kabul etmesi makul görülmemektedir. O yüzden onun yatak hakkındaki sözlerini sıfatlar bahsi hakkında söylenmiş bir söz olarak kabul etmek de zordur. Lakin, Allah’ın sıfatlarının gerçek mahiyetini bilmediğimiz gibi Arş ve Kürsi de –mahluk olmalarına rağmen- gerçek mahiyetlerini bilmiyoruz, aynı şekilde bu yatağın mahiyetini de bilmiyoruz. El-Kadi, böyle bir mana kasdetmiş olabilir. Velev ki bir an için onun yatağı Allahın bir sıfatı olarak kabul ettiği farzedilse bile bu zikrettiğiniz sözünden onun tefvid ehli olduğu manası çıkmaz. Zira şöyle demektedir:
فأما الفراش فقال أَبُو بكر عبد العزيز:
نا أَحْمَد، قَالَ: سألت ثعلب عن قوله: " فراش من ذهب "، قَالَ: الفراش ما تطاير من كل شيء رقيق فهو فراش فهذا حد الفراش فِي الشاهد، فأما الفراش المذكور فِي الخبر فلا نعقل معناه كغيره من الصفات
“Firaş”a gelince, Ebubekr Abdulaziz dedi ki: Ahmed bize haber vererek dedi ki: Ben, Sa’leb’e “Altından bir firaş” kavlinin manasını sorduğumda şöyle dedi: Firaş, serilen her ince serginin adıdır. İşte bu dilde firaşın tanımıdır. Haberde bahsedilen firaşa gelince, tıpkı diğer sıfatlarda olduğu gibi bunun da manasını akledemeyiz.” (İbtal’ut Tevilat, 1/149)
El-Kadı benzer bir sözü Allahu Teala’nın işitme ve görme sıfatları hakkında da sarfetmektedir:
بل نثبت ذلك كما أثبتنا الوجه واليدين والسمع والبصر وإن لم نعقل معناه
“…Bilakis biz, bunu isbat ederiz; tıpkı yüz, iki el, işitme ve görme sıfatlarını –manasını akledemediğimiz halde- isbat ettiğimiz gibi…” (Age 1/ 218)
Halbuki kendisi başka yerde bu işitme ve görmenin manasını açıklamaktadır:
وإنما المراد تحقيق السمع والبصر الذي في إثباته المقصود أن الله عز وجل يرى المرئيات برؤيته ويسمع المسموعات بسمعه
“…Burada maksad, işitme ve görme sıfatlarının tahkikidir ki bunları isbat etmekteki maksad şudur: Allah Azze ve Celle görülen şeyleri görme sıfatı ile görür, işitilen şeyleri de işitme sıfatıyla işitir…” (Age 2/ 338)
Eğer onun işitme ve görme sıfatlarının manası akledilemez derken kasdı, bunların manası hiçbir şekilde bilinmez demek olsaydı, bu sıfatların manasını izah etmeye çalışmazdı. Onun bu eserinde sıfatlarla alakalı kullandığı “manası akledilemez” sözünden murad, keyfiyetinin bilinmeyeceğidir yoksa tefvid ehlinin iddia ettiği gibi bunların dildeki anlamları da bilinemez demek değildir. Kaldı ki tevfizciler dahi işitme ve görme gibi sıfatları tevfiz etmezler, bilakis bunların manalarını izah ederler. Onlar sadece el, yüz, göz vb “zahiri teşbih ifade eden” diye vasfettikleri haberi sıfatları tefvid eder yani manasını Allaha havale ederler. Mufavvida’nın dahi yapmadığı bu işi Ebu Ya’la’ya nisbet etmek batıldır. Ebu Ya’la’nın manası akledilemez dediği halde işitme ve görme sıfatlarını tefvid etmediği böylece sabit olduğuna göre bunun dışındaki sıfatlar hakkında kullandığı “manası akledilemez” ifadesinin tefvid manasına gelmediği, bilakis keyfiyeti anlaşılamaz manasında olduğu böylece ortaya çıkmış olmaktadır.
Görüldüğü üzere Kadı Ebu Ya’la’nın sıfatlar konusunda genel bir usul olarak tefvid inancını benimsediği iddiası batıldır. Bununla beraber o, bir çok itikadi meselede olduğu gibi sıfatlar bahsinde de Cehmiye’den etkilenmiş, sıfatların bir çoğunu kabul ettiği halde bazılarında tefvid veya tevile yakın sözler yahut da selefin kullanmadığı birtakım ıstılahlar kullanmıştır. Bu hususta Şeyhulislam İbn Teymiye (rh.a) şöyle demektedir:
ونوع ثالث سمعوا الأحاديث والآثار وعظموا مذهب السلف وشاركوا المتكلمين الجهمية في بعض أصولهم الباقية ولم يكن لهم من الخبرة بالقرآن والحديث والآثار ما لأئمة السنة والحديث لا من جهة المعرفة والتمييز بين صحيحها وضعيفها ولا من جهة الفهم لمعانيها وقد ظنوا صحة بعض الأصول العقلية للنفاة الجهمية ورأوا ما بينهما من التعارض
وهذا حال أبي بكر بن فورك والقاضي أبي يعلى وابن عقيل وأمثالهم ولهذا كان هؤلاء تارة يختارون طريقة أهل التأويل، كما فعله ابن فورك وأمثاله في الكلام على مشكل الآثار.
وتارة يفوضون معانيها، ويقولون: تجري على ظواهرها، كما فعله القاضي أبو يعلى وأمثاله في ذلك.
وتارة يختلف اجتهادهم، فيرجحون هذا تارة وهذا تارة، كحال ابن عقيل وأمثاله.
وهؤلاء قد يدخلون في الأحاديث المشكلة ما هو كذب موضوع، ولا يعرفون أنه موضوع، وما له لفظ يدفع الإشكال، مثل أن يكون رؤيا منام، فيظنونه كان في اليقظة ليلة المعراج.
“Üçüncü türden olan kimseler ise hadisleri ve eserleri işitmişler, selefin mezhebini tazim etmişler, bununla beraber geri kalan bazı hususlarda Cehmiye kelamcılarına ortak olmuşlardır. Bunların Kur’an hakkında ve de hadis ve sünnet imamlarına ait hadis ve eserler hakkında ne bilgi bakımından ve sahihini zayıfından ayırd etme bakımından; ne de manalarını kavrama bakımından bir uzmanlıkları yoktur. Onlar, sıfat inkarcısı Cehmiye’ye ait bazı akli esasları doğru zannetmişler ve bu ikisi (yani akli esaslar ve nakiller) arasında çelişki olduğunu düşünmüşlerdir. Ebubekr bin Furek, Kadı Ebu Ya’la, İbn Akil ve benzerlerinin durumu bu şekildedir.
Bundan dolayı bunlar, bazen tevil ehlinin yolunu tercih ederler, nitekim İbn Furek ve benzerleri müşkil rivayetler hususunda konuşurken böyle hareket etmişlerdir.
Bazen de bunların manasını tefvid edip buna rağmen ‘bunlar zahirleri üzere kabul edilir’ derler. Nitekim Kadı Ebu Ya’la ve benzerleri de böyle yapmıştır.
Bazen de içtihadları değişir, bazen bunu bazen ötekini tercih ederler. Nitekim İbn Akil ve benzerlerinin hali de böyledir.
Bunlar bazen de uydurma olduğunu bilmeksizin yalan ve uydurma olan veyahut da işkali çözecek bir lafız ihtiva eden hadislere dalarlar. Mesela uykuda görülen bir rüya olması gibi. Onlar ise bunun Miraç gecesi uyanıkken gerçekleşen bir şey olduğunu zannederler.” (Der’ut Tearuz, 7/34-35)
Şeyh (rh.a) böylece Kadı Ebu Ya’la’nın yukarda zikrettiğimiz hadisten sıfat manası çıkarmasının tamamen bir yanılgıdan ibaret olduğunu ifade etmektedir. Çünkü sözkonusu hadis gerçek hayatta olan değil, rüyada olan bir şeyden bahsetmektedir. Ayrıca el-Kadi’nin sıfatları zahiri üzere kabul etmekle beraber bazı durumlarda tefvize başvurduğuna da işaret etmektedir. O, böylece çelişkiye düşmektedir. Bununla beraber Ebu Ya’la’nın akidesinde aslolan şey tefvid değil, sıfatları zahiri üzere icra etmektir. Çünkü selefin ve de onun bağlı olduğu Hanbelilerin usulü bu şekildedir. El-Kadi bunu esas edinmiş, lakin bazı yerlerde tefvid ve tevile başvurarak çelişkiye düşmüştür. O ve diğerlerinin yaşadığı bu çelişkiler ise selefin mezhebi konusundaki yetersiz bilgiden yahut da kelamcıların görüşlerinden etkilenmekten kaynaklanmaktadır. Ebu Ya’la’nın bazı konularda tefvize başvurmasından yola çıkarak Hanbelilerin genelinin böyle düşündüğünü ileri sürmek ise zaten aslı olmayan bir iddia olur. Ebu Ya’la’nın sözleri ancak kendisini bağlar, başkasını değil… İbn Teymiye’den önceki Hanbeli alimlerinin kitapları ve görüşleri ortadadır. Hiç kimse onların tefvid akidesi hususunda ittifak ettiklerini isbat edemez. Velev ki bu isbat edilse bile bu ancak onların selefe muhalefet ederek düştükleri bir hatadan ibaret olur Vallahu a’lem.