Ashabı yanında meşhur olan Ebû Hanîfe'nin, "Rabbim semada mıdır, yerde midir bilmiyorum" diyerek duraksayan kimseyi tekfir etmesi hakkındaki bu sözleri üzerinde bir düşünesin! Peki, "ne semadadır ne de yerdedir" diyerek nefyederek inkâr eden kişinin hükmü nicedir? Ebû Hanîfe, bu kişinin küfrüne Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğuyla ihticac etmiştir:
﴿الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)
Allâh'ın göklerin üstünde Arş'ın üzerinde olduğunu açıklamıştır ve "Arşı göklerinin üstündedir" demiştir. Bununla, Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğunun,
﴿عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)
Allâh'ın Arş'ın üzerinde olduğu anlamına geldiğini açıkladı. Sonra Ebû Hanife, Arş'ın gökte mi yoksa yerde mi olduğu konusunda duraksayan kimsenin de küfrünü ilâve ederek şöyle dedi: "Çünkü Allâh'ın semada olduğunu inkâr etti. Allâhu Teâlâ, yüceler yücesindedir ve O'na dua edilirken yukarıya doğru edilir, aşağıya doğru değil."
Ebû Hanîfe'den sonraki Ebû Yûsuf ve Muhammed gibi ashabı da aynı görüştedir. Nitekim kendilerinden rivayet edilenleri aktardık.
Hişâm bin Ubeydillâh da aynı görüştedir. Nitekim İbnu Ebî Hâtim'in ve Şeyh'ul İslam'ın isnatlarıyla rivayet ettiklerine göre, Muhammed İbn'ul Hasen'in arkadaşı ve Rey kadısı Hişâm bin Ubeydillâh, bir adamı Cehmîlikten dolayı hapsetmişti. Adam tövbe etti. Bunun üzerine imtihan edilmesi için Hişâm'ın yanına getirdiler. Hişâm, "Tövbe ettiği için Allâh'a hamdolsun" dedi. Hişâm onu imtihan ederek şöyle dedi: "Allâh'ın, arşının üzerinde olup mahlûkatından ayrı olduğuna şehadet ediyor musun?" Adam şöyle dedi: "Allâh'ın arşının üzerinde olduğuna şehadet ederim ama mahlûkatından ayrı olması nedir bilmiyorum." Bunun üzerine Hişâm şöyle dedi: "Bunu hapse geri götürün, çünkü tövbe etmemiş."[155]
Tahâvî'nin sözleri de ileride gelecek İnşallâhu Teâla.
El-Fikh'ul Ekber'de Ebû Hanîfe'den yine şöyle nakledilir: "Allâh Subhânehu ve Teâlâ mahlukatın sıfatları ile nitelendirilemez. O'nun eli, O'nun kudretidir veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kader ve İ'tizâl ehlinin görüşüdür. Lakin O'nun eli, keyfiyetine dalınmaksızın O'nun sıfatıdır." [156]
El-Fikh'ul Ekber'de şöyle dedi:
﴿يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ﴾
"Allâh'ın eli onların ellerinin üzerindedir." (el-Fetih 48/10)
"Mahlukatının elleri gibi değildir. Allâh Celle ve Alâ, ellerin yaratıcısıdır. Allâh'ın yüzü mahlukatının yüzleri gibi değildir. Allâh bütün yüzlerin yaratıcısıdır. Allâh'ın nefsi mahlukatının nefisleri gibi değildir. Allâh nefislerin yaratıcısıdır.
﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ﴾
"Benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (eş-Şûrâ, 42/11) [157]
Yine el-Fikh'ul Ekber'de şöyle dedi: "Allâhu Teâlâ'nın keyfiyetsiz olarak eli, yüzü ve nefsi vardır. Allâhu Teâlâ bunu Kuran'da zikretmiştir. O'nun gazabı, rızası, kazası ve kudreti keyfiyetine dalınmaksızın O'nun sıfatlarındandır. O'nun gazabı O'nun cezalandırmasıdır, rızası da sevabıdır denilemez." [158]
[Harfi harfine yapılan] alıntı sona erdi.
[155] İbnu Teymiyye, Beyânu Telbîs'il Cehmiyye, 3/697-698, 3/32-34.
[156] Yakın lafızlarla el-Fikh'ul Ekber, sf. 27, 159.
[157] Yakın lafızlarla el-Fikh'ul Ekber, sf. 159-161.
[158] Yakın lafızlarla el-Fikh'ul Ekber, sf. 159.