Âlimler der ki: Her kim, (İslam'ın şartı olan) beş ibadetten birinin vucubiyetini inkâr eder veya onlardan birisi hakkında; "bu Sünnet'tir, vacip değildir" der veya ekmeğin ve onun benzeri (helalliğinde icma olan) bir şeyin helalliğini veyahut da içkinin ve onun benzeri (haramlığında icma olan) bir şeyin haramlığını inkâr ederse veya bu hususta şüphe ederse, -eğer ki o şahısla benzer durumda olan kişilerin (müslümanların arasında veya İslam diyarında yetişenler gibi) bu hususlarda bir cehaletleri yoksa- kâfir olur. Eğer, o şahısla benzer durumda olan kişilerin, bu hususlarda (İslam'a yeni girmiş olmaktan vb. sebeblerden dolayı) cehaleti varsa, ona bunlar öğretilir. Şayet öğretildikten sonra ısrar ederse kâfir olur ve öldürülür.[1]
Âlimler bu hususta; "ta ki ona hak apaçık bir şekilde ortaya çıkarılıp o da inad ederse kâfir olur" dememişlerdir. Ayrıca bizler; 'Ben bunun hak olduğunu biliyorum ve buna rağmen ona bağlanmıyorum ve onu kabul etmiyorum!' diyene kadar o kimsenin inatçı olduğunu bilemeyiz. Zaten böyle bir kimse neredeyse yok gibidir. Her mezhepten âlimler, sayamayacağımız kadar; sahibini küfre sokacak sözler, fiiller ve i'tikadlar zikretmişler ve bunların hiçbirisini inatçı kimse ile kayıtlamamışlardır. Te'vil ile hatalı içtihat ederek, mukallid olarak veya cahil olarak küfür işleyenin mazur olacağını iddia eden kimse, hiç şüphesiz Kitab'a, Sünnet'e ve İcma'ya muhalefet etmiştir.[2] Bununla beraber bu kimsenin bunun (dinin aslını ihlal edenlerin tekfiri meselesinin) aslını nakzetmesi (bozması) kaçınılmazdır. (Bu meselenin) aslını reddederse; tıpkı Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in risaletinde şüphe edenin tekfirinde duraksayanlar ve benzerlerinde olduğu gibi, hiç şüphe yok ki kâfir olur.
DİPNOT
[1] Eba Butayn'ın naklettiği bu ibarenin benzerleri bilhassa Hanbeli fıkhına dair bazı kitapların mürted bablarında yer almaktadır. Bu hususlardaki cehaletin ancak küfür diyarında vb. yerlerde ilim elde etme imkanına sahip olmayan kişilere has olduğuna dair parantez içi açıklama ve diğer parantez içi ilaveler de Hanbeli mezhebine ait fıkıh kitapları olan Keşşaf'ul Kina (6/173) ve Şerhu Munteha'l İradat (3/395)'ten ve Menar'us Sebil, (2/405) ve benzerlerinden iktibas edilmiştir. Ayrıca; er-Ravd'ul Murbi, Metalibu Ul'in Nuha ve diğer Hanbeli kitaplarının mürted bablarına bakılabilir.
Şüphesiz ki bu zikredilen cehalet, ancak tevhidin ve imanın haricindeki farzlar ile şirkin ve küfrün haricindeki haramlarla alakalı sözkonusu olabilir. Tevhid hakkındaki cehalet ise, ister küfür diyarında ister İslam diyarında olsun; kişiye hüccet ulaşmış veyahut da ulaşmamış olsun asla mazeret addedilmez ve bu kimse kâfir sayılır. Kendisine davet ulaşmamış olan kişilerin Allah hakkındaki cehaletinin küfür sayılacağı konusunda Mervezi (v. 294H), "Ta'zimu Kadr'is Salat" adlı eserinde hadis ve sünnet ehlinden bir cema'atin şöyle dediğini nakletmektedir:
"Allah'u Te'ala'ya dair ilim, iman; O'nun hakkındaki cehalet ise küfür demektir. Bunun gibi farzlara dair bilgi, imandır; ancak bunlar hakkında farz kılınışlarından önceki cehalet ise küfür demek değildir.
Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı; Allah'u Te'ala, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah'u Te'ala'ya imanlarını ikrar ettiler ve lakin bunun akabinde kendilerine farz kılınan hususları bilemediler. Buna rağmen gelecek olan farzlara dair bu cehaletleri, küfür olmadı. Akabinde Allah'u Te'ala onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Mamafih onu inkâr eden ise Allah'u Te'ala'nın haberini yalanladığı için, kâfir oldu. Şayet Allah'u Te'ala'dan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu cehaleti sebebiyle yine kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah'u Te'ala'ya dair bilgisizlik (cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra." (Mervezi, Tazim'u Kadr'is Salat, 2/520)
[2] Allame İbn'ul Kayyım, Tarik'ul Hicreteyn adlı eserinde, mükelleflerin ahiretteki tabakalarını anlattığı yerde 17. Tabaka başlığı altında cehalet ile küfür ve şirk işleyenlerin tekfiri hakkındaki icmayı şu şekilde nakletmektedir:
"Bu tabakayı, kâfirlerin cahil ve mukallitleri, tabileri ve onlarla beraber hareket eden eşekleri oluşturur. Bunlar önderlerine tabi olarak şöyle derler: "Biz babalarımızı bir din üzere bulduk ve bizde onların izinden gidenleriz." Fakat bununla beraber bunlar Müslümanları kendi hallerine bırakmış ve onlara savaş açmamışlardır.
Örneğin, Müslümanlara karşı savaşanların kadınları, hizmetçileri ve onların yaptığı gibi Allah'ın nurunu söndürmeye, dinini yıkmaya ve kelimesini kökünden söküp atmaya çalışmayan tabileri gibi. İşte bunlar hayvanlar gibidirler.
Muhakkak ki İslam ümmeti, bunların, kendi lider ve önderlerini taklid eden cahiller olsalar dahi kâfir oldukları hususunda ittifak etmiştir. Ancak bid'at ehli olan birinden şöyle bir görüş hikaye edilmiştir: "Bunların ateşe gireceklerine hükmedilemez. Zira bunlar, davetin ulaşmadığı kimseler konumundadırlar." (Burada bahsedilen bid'atçi, Mu'tezile'nin imamlarından Cahız'dır. Onun bu görüşü hakkında daha önce bilgi verilmişti.)
Şüphesiz ki bu görüş, sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelmiş olan müslümanların imamlarından hiç kimsenin iddia etmediği bir görüştür. Ancak bu, İslam'da sonradan çıkartılmış olan kelam ehlinden bazılarının görüşüdür. Halbuki Peygamber efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahih bir hadiste şöyle buyururlar:
"Muhakkak ki her doğan çocuk, fıtrat (dini İslam) üzere doğar. Daha sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi yaparlar." (Buhari, 4775, 6599-6600; Müslim, 2658-2659; Ebu Davud, 4714; Tirmizi, 2287; Malik, Muvatta, 575)
Görüldüğü gibi bu hadisi şerifte, onu fıtrat dininden Yahudiliğe, Hristiyanlığa ve Mecusiliğe nakledenin onun anne babası olduğu belirtilmiştir. Burada çocuğu yetiştiren anne babası ve onların üzerinde bulundukları dini ortamdan başkası göz önüne alınmış değildir.
Yine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ki cennete, ancak Müslüman olan nefis(ler/insanlar) girecektir." (Buhari, 3062; Müslim, 221)
Hiç şüphe yok ki bu mukallid, Müslüman değildir. Halbuki o akıl sahibi bir mükelleftir. Akıl sahibi olan mükellefler ise; ya Müslüman veya kâfir olmak zorundadırlar, bunlar için üçüncü bir seçenek yoktur. Davetin ulaşmadığı kimselere gelince, bu durumda bunlar zaten mükellef değillerdir. Bunların hükmü, çocuk iken ölenlerle delilerin hükmü gibidir ki, daha önce bu konudan bahsetmiştik.
İslam: Allah'ı birlemek, sadece O'na ibadet etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'a ve Rasulü'ne iman etmek, Rasul'ün getirdiklerinde ona tabi olmaktır. Kul bunu yapmadığı sürece müslüman olamaz. Eğer inatçı ve zorba bir kâfir değilse de, en azından cahil bir kâfirdir.
Netice olarak bu tabaka ehli, inatçı olmayan cahil kâfirlerdir. Şüphesiz ki bunların inatçı olmamaları, kâfir olmaktan onları kurtarmaz. Çünkü kâfir, Allah'ın birliğini inkâr eden ve Rasulü yalanlayan kimselerdir. Bu bazen inatçı olmaktan kaynaklanır, bazen de cehaletten ve inat ehlini taklid etmekten kaynaklanır. İşte bu ikinci kısımdakiler, her ne kadar inatçı olmasalar da inatçı olanlara tabi olmuşlardır.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde Allah'u Te'ala, kendi geçmiş ataları olan kâfirleri taklid edenlerin azap edileceklerini, tabi olanların tabi oldukları kimselerle beraber cehennemde olacaklarını ve orada tartışacaklarını haber vermektedir. Tabi olanlar şöyle diyecekler:
"...Ey Rabb'imiz, işte bunlar bizi saptırdı, onlara ateşten bir kat daha azab ver. (Allah ) buyurur ki: Her biri için bir kat (azab) vardır. Fakat siz (onu) bilmezsiniz." (A'raf 7/38)" (Geniş bilgi için bkz; Tarik'ul Hicreteyn "İki Hicret Yolu", 17. Tabaka, 411 vd.)