Bu sebeple âlimlerimiz demişlerdir ki: Kabirlerin üzerlerine mescit inşa etmek caiz değildir.[1] Kabre veya kabre yakın/komşu olan kimselere herhangi bir şey adamak da caiz değildir. Adak olarak sunulan bu şey ister dirhem, ister zeytinyağı, ister mum, isterse de hayvan veya bunların dışında ki herhangi bir şey olsun fark etmez. Hepsi masiyet olan nezir (adak) cinsindendir. Sahîh’de sabit olduğu üzere Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
«مَنْ نَذَرَ أَنْ يُطِيعَ اللهَ فَلْيُطِعْهُ وَمَنْ نَذَرَ أَنْ يَعْصِيَ اللهَ فَلَا يَعْصِهِ.»
“Her kim Allâh’a itaat etmeyi adarsa, O’na itaat etsin! Her kim de Allâh’a isyan etmeyi adarsa, sakın O’na isyan etmesin!”[2]
Âlimler; “Bu tür bir adağı adayan kimsenin yemin kefaretini ödemesi gerekir mi?” diye iki vecih üzerine ihtilaf etmişlerdir…
Bu sebeple selef imamlarından hiçbir kimse “Namazın kabirlerin yanında veya türbelerde kılınması müstehaptır veya faziletlidir… Burada kılınan namaz veya yapılan dua diğer yerlerde kılınan namazlardan ve yapılan dualardan daha faziletlidir...” gibi bir şey söylememiştir. Bilakis onlar, bu sözlerin aksine, namazın mescitlerde ve evlerde kılınmasının, -ister peygamberlerin kabri, isterse de salihlerin kabri olsun fark etmez-, kabirlerin -ki buraların “türbe” diye isimlendirilmesi veya isimlendirilmemesi de durumu değiştirmez- yanında kılınmasından daha faziletli olduğu hususunda hepsi ittifak etmiştir.
Şüphesiz Allâh Azze ve Celle ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem birçok şeyin türbelerde değil mescitlerde yapılmasını meşru kılmış-lardır.
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا.﴾
“Allâh’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını men eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir?” (el-Bakara 2/114)
Allâh Azze ve Celle bu ayeti kerimede, (“Mescid” lafzı yerine) “Meşhed/Türbe” lafzını kullanmamaktadır.
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿وَأَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ.﴾
“Mescitlerde itikafda olduğunuz halde…” (el-Bakara 2/187)
Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu âyeti kerimede de “Meşhed/Türbe” lafzını kullanmamıştır…
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ.﴾
“De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her mescitte yüzleri-nizi (O’na) çevirin…” (el-A’râf 7/29)
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللهِ مَنْ آمَنَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللهَ فَعَسَى أُولٰئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ.﴾
“Allâh’ın mescitlerini, ancak Allâh’a ve Ahiret Günü’ne iman eden, namazı (dosdoğru) kılan, zekâtı veren ve ancak Allâh’tan korkan kimseler imar edebilir. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (et-Tevbe 9/18)
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللهِ أَحَدًا.﴾
“Şüphesiz mescitler bütünüyle Allâh’ındır. O halde Allâh ile beraber başka birine ibadet etmeyin.” (el-Cinn 72/18)
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
»صَلَاةُ الرَّجُلِ فِي الْمَسْجِدِ تَفْضُلُ عَلَى صَلَاتِهِ فِي بَيْتِهِ وَسُوقِهِ بِخَمْسِ وَعِشْرِينَ ضِعْفًا«.
“Bir adamın mescitte kılmış olduğu namaz, evinde ve çarşısında kıldığı namazdan, yirmi beş kat daha faziletlidir.”[3]
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem yine şöyle buyurmaktadır:
»مَنْ بَنَى لِلّٰهِ مَسْجِدًا بَنَى اللهُ لَهُ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ«.
“Her kim Allâh için bir mescit bina ederse, Allâh da onun için cennette bir ev bina eder.”[4]
Kabirlere gelince, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in kabirleri mescit edinmekten nehy ettiği ve bu fiili yapan kimselere lanet ettiğine dair rivayetler varit olmuştur. Bu hususu Buhârî’nin Sahihi’nde, Taberânî’nin [Taberî’nin][5] ve başkalarının tefsirlerinde, Vesîme’nin[6] Kasas’ul Enbiyâ’da (Peygamberlerin Kıssaları’nda) ve diğerlerinin zikrettiği gibi, sahabe ve tabiinden de birçok kimse Allâhu Teâlâ’nın şu kavli üzerine şöyle açıklamaları zikretmişlerdir:
﴿وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا.﴾
“Dediler ki: “İlahlarınızı sakın bırakmayın! Vedd’i, Su-vâ’yı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i sakın bırakmayın!” (Nûh 71/23)
Dediler ki: Bu isimler Nûh Aleyh’is Selâm’ın kavminde bulunan bazı salih kimselere aitti. Bu kimseler ölünce arkalarından halk onların kabirlerinde (Allâh’a) ibadet etmeye başladı. Bu halde uzun bir müddet geçirdiler. Sonra onların timsallerini (resim ve heykellerini) put edindiler.[7] İşte onların kabirlerinde itikâf, yani ibadet etmeleri, onlara el sürmeleri, bu yerleri öpmeleri, onların yanında, oralarda dua etmeleri veya buna benzer şeyler, Allâh’a şirk koşma-nın ve putlara ibadetin aslını oluşturmaktadır.
Bu sebepledir ki Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
»اَللّٰهُمَّ لَا تَجْعَلْ قَبْرِي وَثَنًا يُعْبَدُ «.
“Allâh’ım kabrimi kendisine ibadet edilen bir put kılma!”[8]
Âlimler; her kim Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in kabrini veya diğer peygamber ve sahabeden, Ehli Beyt’ten ve bun-ların dışındaki kimselerden oluşan salih kimselerin kabirlerini ziyaret ederse, o kimsenin o kabri elleriyle mesh etmemesi/ovalamaması ve orayı öpmemesi gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Aksi-ne dünyada “Hacer’ul Esved” dışında öpülmesi meşru kılınmış hiç bir cansız nesne yoktur.
Sahîhayn’da Ömer Radiyallâhu Anh’ın (Hacer’ul Esved’e hitaben) şöyle dediği sabittir:
»وَاللهِ إِنِّي لَأَعْلَمُ أَنَّكَ حَجَرٌ لَا تَضُرُّ وَلَا تَنْفَعُ، وَلَوْلَا أَنِّي رَأَيْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ يُقَبِّلُكَ مَا قَبَّلْتُكَ«.
“Allâh’a yemin olsun ki; kesinlikle biliyorum ki sen ne zarar verebilme ne de fayda verebilme yeteneğine sahip olmayan bir taşsın. Şayet Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’i seni öperken görmeseydim, seni öpmezdim.”[9]
Bundan dolayı âlimlerin ittifakı ile bir kimsenin beytin (Kabe’nin) iki rüknünü -ki bu iki rükün Hacer’ul Esved’e yakın olan taraftır-, Kabe’nin duvarını, Makâm-ı İbrâhîm’i, Beyt’ul Makdis’in taşını, ne de peygamber ve salihlerden olan bir kimsenin kabrini öpmesi veya selamlaması Sünnet değildir.
Hatta fakihler; efendimiz Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in minberinin mevcud olduğu zamanlar, minberin üzerine elleri koyma hususunda tartışmışlardır. İmam Mâlik Rahimehullâh ve başkaları bunu bidat olduğu için kerih görmüştür. Zikredildiğine göre İmam Mâlik, Atâ[10]’yı söz konusu bu fiili yaparken gördüğü için ondan ilim almamıştır.[11] İmam Ahmed Rahimehullâh ve başkaları, İbnu Ömer Radiyallâhu Anhumâ bu şekilde yaptığından dolayı bu fiilin yapılmasına izin/ruhsat vermişlerdir.[12]
Fakat Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in kabrine el sürme ve öpme fiiline gelince; âlimlerin hepsi bunu kerih görüp, yasaklamışlardır.[13] Çünkü onlar, Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in maksadının “Şirke uzanan yolları kesmek, Tevhidi tahkik etmek ve dîni âlemlerin Rabbi olan Allâh’a has kılmak” olduğunu biliyorlardı.
Bu da Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’den veya salih bir kimseden, hayatta iken istemek ile ölümünden sonra ve gıyabında olması durumunda istemenin arasındaki farkı ortaya çıkarmak-tadır. Onlar hayatta oldukları vakit hali hazır durumunda hiçbir kimse onlara ibadet etmez. Zira peygamberler Allâh’ın salatı üzer-lerine olsun ve salihler hayatta oldukları esnada, bir kimse onların huzurlarında onları Allâh’a ortak koşsa, bu kimseyi bu hal üzere bırakmazlardı. Bilakis işlediği bu şirk fiilinden onu nehy ederler ve bundan dolayı onu cezaya maruz bırakırlardı. Bundan dolayı Mesih Aleyh’is Selâm (âyeti kerimede geçtiği üzere) şöyle buyurmuştur:
﴿مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلَّا مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ.﴾
“Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a ibadet edin!” Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin.” (el-Mâ’ide 5/117)
“Bir adam Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’e, “Allâh’ın ve senin dilediğin şey…” dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
»أَجَعَلْتَنِي لِلّٰهِ نِدًّا مَا شَاءَ اللهُ وَحْدَهُ«.
“Beni Allâh’a denk mi tutuyorsun? Bir tek Allâh’ın dilediği şey (de!)”[14]
Yine Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
»لَا تَقُولُوا مَا شَاءَ اللهُ وَشَاءَ مُحَمَّدٌ وَلٰكِنْ قُولُوا مَا شَاءَ اللهُ ثُمَّ شَاءَ مُحَمَّدٌ«.
“Allâh’ın ve Muhammed’in dilediği şey demeyin! Yalnız sadece Allâh’ın dilediği, sonra Muhammed’in dilediği şey deyin!”[15]
Küçük kız çocuğu “Aramızda yarını bilen bir Allâh’ın elçisi var.” dediği zaman Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ona şöyle dedi:
»دَعِي هٰذَا قُولِي بِالَّذِي كُنْتِ تَقُولِينَ«.
“Bu söylediğini terk et! Demin söylemiş olduklarını söyle!”[16]
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem yine şöyle buyurdu:
»لَا تُطْرُونِي كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارَى ابْنَ مَرْيَمَ؛ إِنَّمَا أَنَا عَبْدٌ فَقُولُوا عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ«.
“Beni, Hristiyanların Meryem oğlunu (Îsâ’yı) övdüğü gibi övmeyin! Ben sadece bir kulum. Öyleyse benim için Allâh’ın kulu ve Rasûl’ü deyin!”[17]
(Rasûlullâh bir vakit namazda oturduğu), arkasındakilerinde kıyam halinde safa durdukları bir sırada şöyle buyurdu:
»لَا تُعَظِّمُونِي كَمَا تُعَظِّمُ الْأَعَاجِمُ بَعْضُهُمْ بَعْضًا«.
“Beni, Acemlerin birbirlerini tazim ettikleri gibi tazim etmeyin!”[18]
Enes Radiyallâhu Anh der ki: “Ashab hiçbir kimseyi Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’den daha çok sevmedikleri halde, onlar Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’i gördükleri zaman onun için ayağa kalkmıyorlardı. Çünkü onlar bunun Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem tarafından kerih görüldüğünü biliyorlardı.”[19]
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Muâz Radiyallâhu Anh kendisine secde ettiği zaman onu bundan nehy ederek şöyle buyurdu:
»إِنَّهُ لَا يَصْلُحُ السُّجُودُ إِلَّا لِلّٰهِ وَلَوْ كُنْتُ آمِرًا أَحَدًا أَنْ يَسْجُدَ لِأَحَدٍ لَأَمَرْتُ الْمَرْأَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا منْ عِظَمِ حَقِّهِ عَلَيْهَا«.
“Muhakkak ki secdelerin yalnız Allâh’a yapılması uy-gundur. Şayet birinin birine secde etmesini emredecek olsaydım, kocanın eşinin üzerindeki büyük hakkından do-layı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”[20]
Aynı şekilde, Alî Radiyallâhu Anh hakkında aşırılığa giden ve onun ilahlığına itikad eden zındıklar getirilince Alî Radiyallâhu Anh hepsinin ateşe atılmasını emretti.[21] İşte bu, Allâh’ın peygamberleri ve dostlarının halidir.
Kendisi hakkında aşırı gidilmesini ve de hak etmediği biçimde tazim edilmesini ise ancak Firavun benzeri kişiler gibi, gayeleri yeryüzünde üstünlük kurmak ve fesat çıkarmak peşinde koşan kimseler ve de yine gayeleri yeryüzünde üstünlük kurmak, peygamberleri ve salihleri kullanarak fesat ve fitne çıkarmak, onları rabbler edinmek, gıyaplarında ve ölümlerinde hâsıl olan hususlardan dolayı -Mesih ve Uzeyr’i (ibadet hususunda Allâh’a) ortak kılan kimseler gibi- onları (ibadet hususunda Allâh’a) ortak kılmak olan dalalet ehli şeyhler gibi insanlar tasvip ederler.
İşte bu, Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’den ve salih kişilerden hayatlarında ve hazır bulunurlarken bir şey istemek ile bunların ölü ve gaipte oldukları halde onlardan bir şey istemenin arasındaki farkı açıklayan hususlardandır. Sahabenin, Tabiin’in, Etbâ’ut Tabiin’in asrında ümmetin selefi arasında hiç kimse pey-gamberlerin kabirlerinde namaz kılmıyor ve dua etmiyor, onlardan bir şey istemiyor ve onlardan istigasede (yardım talebinde) bulun-muyordu. Bunu ne peygamberlerin gıyabında ne de onların kabirleri başında yapmıyorlardı. Aynı şekilde orada itikâfa da çekilmiyor-lardı.
Soru sahibinin bahsettiği şekilde, kişinin ölüden veya gaipte olan bir kimseden istigasede bulunması en büyük şirk cinsindendir. Kişi musibetler esnasında ölü veya gaipte olan söz konusu bu kişiden istigase de bulunur ve tıpkı ondan zararın giderilmesini, menfaatin elde edilmesini isteyen bir kimse gibi ona şöyle seslenir: “Ey falan efendim!” İşte bu Hristiyanların Îsâ Mesîh Aleyh’is Selâm’ın, annesi, hahamları ve rahipleri ile olan halleridir.
Şu bilinen bir gerçektir ki; Allâh Azze ve Celle katında mahlûkatın en hayırlısı ve en şereflisi Nebimiz Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’dir ve insanların Nebimizin kadrini ve hakkını bilme yönünden en âlim olanları da onun ashabı Radiyallâhu Anhum’dur. Bununla beraber sahâbîler Rasûlullâh için ne gıyabında ne de ölü-münden sonra bu tarz şeylere kalkışmadılar. Bu müşrikler, şirk-lerine yalan ilave etmektedirler. Şüphesiz yalan, şirkin ayrılmaz bir parçasıdır.
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ ۞ حُنَفَاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ.﴾
“Artık putların pisliğinden kaçının, Zûr’dan (yalandan) kaçının. O’na ortak koşmayan hanif kimseler (olun).” (el-Hacc 22/30-31)
Nebi Sallallâhu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem de iki veya üç kez şöyle buyurdu:
»عُدِلَتْ شَهَادَةُ الزُّورِ الْإِشْرَاكَ بِاللهِ«.
“Zur’a (yalana) şahitlik, Allâh’a ortak koşmaya eşittir.”[22]
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ.﴾
“Buzağıyı (ilah) edinenlere mutlaka (ahirette) Rabble-ri’nden bir gazap, dünya hayatında ise bir zillet erişecek-tir. İşte Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” (el-A’râf 7/152)
Halîl (İbrâhîm) Aleyh’is Selâm ise şöyle demiştir:
﴿أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللهِ تُرِيدُونَ ۞ فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ.﴾
“Allâh’ın dışında uydurma ilahlar mı istiyorsunuz? O hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?” (es-Sâffât 37/86-87)
Onların yalanlarından birisi de, bu tarz kimselerden olan bir kimsenin şeyhinden naklettiği şu tarz şeylerdir: “Şayet mürit batıda şeyhi de doğu tarafında olsa, şeyh (müridi ile kendisi arasındaki) perdeyi kaldırır ve onu kendi yanına alır. Şayet şeyh bunu yapamayacaksa, o zaman şeyh değildir!”
Şeytanlar bazen; tıpkı Arapların putları ve de yıldızlara ve yıldızların tılsımlarına ibadet edenler hakkında cereyan eden şirk ve sihirden kaynaklanan hadiselerde bu kimseleri azgınlığa düşürdüğü gibi bunları da azgınlığa düşürür. Tıpkı Tatar, Hindistan, Sudan ve bunlar dışındaki yerlerdeki müşrik kesimlerde cereyan eden şeytanların aldatması, onlarla konuşmaları ve buna benzer hadiselerde olduğu gibi.
Bunların çoğunda, bahsi geçen şeylerden bir türü cereyan etmektedir ki bu türden hadiseler özellikle de ıslık sesi duyma ve el çırpma (alkış) esnasında görülebilmektedir. İşte bu şeytanlar bazen bu tarz kimselerin üzerlerine inerler ve saralı olan kimseye yaptığı gibi onları azgınlık, sinirlenme ve alışılmadık şekilde bağırma çağırma cihetinden musibete uğratırlar. Bununla birlikte onun ve orada bulunan kimselerin akıl erdiremeyeceği şeyleri ona konuşturur. Bu (gibi) sapıkların hakkında vuku bulmasına imkân sağladıkları diğer şeyler de böyledir…