Tevhide Davet

MÜRTEDE MEKTUP | ŞEYH MUHAMMED BİN ABDİL VEHHÂB RAHİMEHULLÂH

Başlatan Tevhîd Müdafaası, 27.05.2024, 00:55

« önceki - sonraki »

Et-Tevvab, Fehm’us Selef ve 9 Ziyaretçiler konuyu incelemekte.

Tevhîd Müdafaası


بيان غلط من زعم أن من عبد الأوثان لا يكفر بعينه

Mürtede Mektup
-Putperestlerin Muayyen Olarak Tekfir Edilmeyeceğini Zannedenin Hatasının Açıklanması-1


Şeyh'ul İslam Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh

Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb'ın, Ahmed bin Abd'il Kerîm denilen (Ahsâ diye de bilinen) Hasâ beldesinden bir adama gönderdiği bir mektubu bulunmaktadır. Bu adam tevhidi biliyordu ve müşrikleri tekfir ediyordu. Sonradan Şeyh Takiyy'ud Dîn'in (İbnu Teymiyye'nin) kelamında bazı ibareler gördü, bu ibarelerden de Şeyh Rahimehullâh'ın kastetmediği bazı şeyler anladığı için bu hususta şüpheye düştü.

Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh bu mektupta şöyle dedi:

Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın adıyla.

Muhammed bin Abdilvehhâb'tan Ahmed bin Abd'il Kerîm'e,

Gönderilmiş elçilere selam olsun. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allâh'a mahsustur.

Bundan sonra;

Mektubun ulaştı. Orada zikrettiğin meseleyi anlatıyor, bir müşkülün olduğundan bahsediyor ve onun izalesini istiyorsun. Sonra senden bir mektup daha geldi, Şeyh'in (İbnu Teymiyye'nin) kelâmına denk geldiğinden ve müşkülünü izale ettiğinden bahsetmişsin. Allâh'tan dileğimiz seni İslâm dinine iletmesidir.

Şeyh'in (İbnu Teymiyye'nin) kelâmı hangi meseleye delâlet ediyor? Şeyh'in kelâmı, Lât ve Uzzâ'ya ibadet edenlerden daha çok putlara ibadet eden, tıpkı Ebû Cehil'in sövdüğü gibi (hak olduğuna) şahit olduktan sonra Rasûl'ün dinine söven kimsenin muayyen olarak tekfir edilmeyeceğine mi delâlet ediyor?

Bilakis, bu ibâreler başkaları bir yana İbnu Feyrûz'un, Sâlih bin Abdillâh'ın ve onların benzerlerinin2 İslâm dininden çıkaran açık bir küfür ile tekfir edileceği hakkında gayet sarih ve açıktır. Bu husus zikrettiğin İbn'ul Kayyim'in ve Şeyh'in -müşkülünü izale ettiğini söylediğin- sözlerinde; Yûsuf ve benzerlerinin kabirleri üzerindeki putlara tapanların, darlıklarda ve rahatlıkta onlara dua edenlerin, ikrar ettikten sonra Rasûl'ün dinine sövenlerin ve bunu (bu amellerin şirk olduğunu) ikrar ettikten sonra, putlara ibadeti din edinenlerin küfürleri hakkında açıktır.

Bu söylediğim sözlerde bir mücâzefe (demagoji, laf kalabalığı) yoktur. Bilakis, bu hususta onların aleyhine sen de şahitlik edersin! Lâkin Allâh bir kalbi kör ederse onun için bir çıkış yolu yoktur. Ancak ben senin hakkında Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden korkarım:

"Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar." (el-Munâfikûn, 63/3)

Sana gelen bu şüphe aslında elindeki bir lokma etten ibarettir. Sen, müşriklerin diyarını terk ettiğin zaman, senin ve ailenin yiyeceğini kaybedeceğinden korkuyorsun. Böylece Allâh'ın rızkından şüphe ediyorsun. Bunun yanı sıra kötü arkadaşlar da âdetleri olduğu üzere seni yoldan çıkarttılar.

Sen, -Allâh'a sığınırız- derece derece düşüyorsun! Önce şüphe, ardından şirk beldesi(ne gitmek) ve onlara dostluk göstermek, arkalarında namaz kılmakla işe başlayıp, müşriklere yağcılık yaparak Müslümanlardan beri oldun. Sonra İbnu Gannâm ve başkalarının yanına savruldun ve onları -İbrâhîm'in milletinden teberri edip ikrah olmaksızın sırf korku ve müdara sebebiyle- müşriklere tabi olduğuna dair kendi aleyhine şahit kıldın. Allâhu Teâlâ'nın Ammâr bin Yâsir ve benzerleri hakkında buyruğu senin gözünden kaçmış:

"Herkim kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allâh'ı inkâr ederse..."

Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kadar:

"Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerindendir." (en-Nahl, 16/106-107)3

Allâh, ancak ikrah altında olup da kalbi imanla dolu olanları kalplerinin imanla dolu olması şartıyla istisna kılmıştır. İkrah akide üzerinden olmaz, aksine kavil ve fiil üzerinden olur. Burada açık bir şekilde ifade etmiştir ki herkim küfrü gerektiren bir şeyi söyler yahut işlerse, zikredilen şart ile ikrah altında kalan kişi dışında küfre girmiş olur. Bunun sebebi ise dünyayı seçmesidir, akide sebebiyle değildir.

Kendin hakkında bir düşün! Seni Ammâr Radiyallâhu Anh gibi ikrah altında tutup kılıca arzettiler mi yoksa etmediler mi? Bir düşün; bunun sebebi akidesinin değişmesinden mi yoksa dünyayı tercih etmesinden mi kaynaklanır?

Senin için tek bir mertebe kaldı ki o da senin, Nebî'lerin dinini İbnu Rafî'in sövdüğü gibi açıkça sövmen ve Aydarûs'a, Ebû Hadîde'ye ve benzerlerine ibadet etmeye geri dönmüş olmandır. Ancak işler, kalpleri çevirenin elindedir.

Sana nasihat edeceğim ilk şey, şu husus üzerinde düşünmendir: Üzerinde bulunduğunuz şirkin, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Mekke ehlini nehyetme sadedinde zuhur ettiği şirk midir? Yoksa Mekke ehlinin şirki başka bir şirk olup sizinkinden daha mı şiddetlidir? Yoksa sizin şirkiniz Mekke ehlinin şirkinden daha şiddetli midir?

Bu meseleye hâkim olduğunda ve yanınızdakilerin çoğunun, ayetleri ve öncekilerden ve sonrakilerden olan ilim ehlinin sözlerini işitmiş, bunu ikrar edip "Şahitlik ederim ki bu haktır ve biz bunu İbnu Abd'il Vehhâb'tan önce de biliyorduk" demiş, bütün bunlardan sonra da hak olduğuna şahitlik ettikleri şeye açıkça sövmüş ve şirkin ve tabilerinin güzel olduklarını ve şirk ehlinden uzaklaşmamak gerektiğini açıkça söylemiş bulunduklarını anladığında bir düşün; bu [müşkül] bir mesele midir yoksa bu ilim ehlinin riddet bablarında zikrettikleri apaçık riddet meselesi midir? Lakin şaşılacak şey senin zikrettiğin delillerdir, sanki bunlar, işitmeyen ve görmeyen birisinden gelmiştir.

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve ondan sonrakilerin münafıkları tekfir etmeyi ve onları öldürmeyi terk etmeleri hakkındaki istidlaline gelince; akıl sahibi olan avam havas herkes bilir ki şayet onlar putlara ibadet etmek ve Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in kendisiyle geldiği tevhide sövmek babından tek bir kelime veya tek bir fiil ortaya koymuş olsalardı, muhakkak ki en şiddetli şekilde öldürülürlerdi.

Eğer sen yanınızda bulunanların, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dini olduğuna şahitlik ettiğin dine ittiba ettiklerini izhar ettiklerini, şirkten hem sözlü hem de fiili olarak teberri ettiklerini, yüz ifadelerine veya dil sürçmelerine yansıyan gizli düşüncelerden başka bir şey kalmadığını, geçmiş dinlerinden tövbe ettiklerini, tağutları öldürdüklerini, ibadet edilen evleri yıktıklarını iddia ediyorsan, bunu bana söyle.

Şayet sen Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in karşı çıktığı şirkin bundan daha büyük olduğunu iddia ediyorsan, yine bunu bana söyle.

Eğer sen, bir insan İslam'ı izhar ettikten sonra, putlara ibadet ettiğini izhar etse ve bunun dinin ta kendisi olduğunu iddia etse, nebîlerin dinine sövmeyi izhar ederek ve onu Ârız ehlinin4 dini olarak isimlendirirse, dini Allâh'a has kılan bir kimsenin öldürülmesine, yakılmasına ve malının helal olmasına dair fetva verse bile kafir olmadığını iddia ediyorsan işte bu senin meselendir ve bunu ikrar ettin. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in zamanından günümüze kadar ümmetin, milletin ehlinden hiç kimseyi öldürmediklerini ve hiç kimseyi tekfir etmediklerini zikrettin.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini hatırlamadın mı:

"Andolsun, eğer münafıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar (tuttukları yoldan) vazgeçmezlerse..." (el-Ahzâb, 33/60)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kadar:

"Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler." (el-Ahzâb, 33/61)5

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini hatırla:

"Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak hem de kavimlerinden emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar fitneye (küfre) her döndürüldüklerinde ona atılırlar." (en-Nisâ, 4/91)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kadar:

"Onları yakalayın ve öldürün." (en-Nisâ, 4/91) Ayetin sonuna kadar.6

Allâhu Teâlâ'nın nebîler hakkında batıl itikada sahip olanlarla alakalı kavlini hatırla:

"Size Müslüman olduktan sonra, hiç kafir olmayı emreder mi?" (Âl-i İmrân, 3/80)

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sahih olarak rivayet edilen bir adamı beraberinde bir sancakla beraber babasının hanımıyla evlenen bir adamı öldürmeye ve malını almaya göndermesini hatırla! Bu iki şeyden hangisi daha büyüktür? Babanın hanımıyla evlenmek mi yoksa öğrendikten sonra nebîlerin dinine sövmek mi? Haberi getireni Allâhu Teâlâ yalanlayana kadar, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in, zekâtı vermedikleri söylenince Benî Mustalik ile savaşmaya niyetlenmesini hatırla!

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bu ümmetin ibadete en düşkünleri, en çok çabalayanları (olan Hâricîler) hakkında şöyle dediğini hatırla:

"Eğer onlara ulaşırsam Âd'ın öldürüldüğü gibi onları öldürürüm. Siz onlara nerede rast gelirseniz öldürün! Çünkü bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyamet gününde ecir vardır."7

Sıddık'ın ve ashabının zekâtı vermeyenlere karşı savaşmalarını ve onların çocuklarını esir almalarını ve mallarını ganimet almalarını hatırla!

Museylime'nin nübüvvetini ikrar sadedinde bir söz söylediklerinde Küfe mescidinin ehli hakkında sahabenin öldürülmeleri, küfürleri ve riddetleri hakkındaki icma etmelerini hatırla!

Ne var ki sahabe, tövbe ettikleri zaman onların tövbelerinin kabul edilip edilmeyeceği hakkında ihtilaf etmiştir. Bu mesele Buhârî'de ve şerhinde Kefalet kitabında geçmektedir.

Allâhu Teâlâ'nın,

"İman edip, salih amel işleyenlere daha önce tattıklarından dolayı bir günah yoktur." (el-Mâ'ide, 5/93)

Kavlini delil getirerek -Bedir ehlinden olmasına rağmen- içkinin seçkin kimseler için helal olduğunu zanneden kişi hakkında Ömer Radiyallâhu Anh, fetva istediğinde sahabenin icmasını hatırla!

Sahabe, bu kişilerin Abd'ul Kâdir hakkında sahip oldukları itikadın aynısını Alî hakkında sahip olan kimselerin küfürleri, riddetleri ve onlara karşı savaşılması hakkında icma etmiştir. Alî bin Ebî Tâlib Radiyallâhu Anh, onları diri diri yakmıştır. İbnu Abbâs ise ona yakma meselesinde muhalefet ederek onların kılıçla öldürülmeleri gerektiğini söyledi. Bu böyledir, hâlbuki bu kişiler ilk asırdandı ve ilmi sahabeden alan kimselerdi.

Tabiinden ve başkalarından ilim ehlinin Ca'd Bin Dirhem'in öldürülmesi hakkındaki icmasını hatırla!

İbn'ul Kayyım Rahimehullâh şöyle demiştir:

"Her sünnet sahibi, bu kurban için şükretti. Kardeşim, ne güzel bir kurbandı o!"8

Eğer biz âlimlerin, İslam iddiasında bulunmasına rağmen tekfir ettikleri, riddetine ve öldürülmesine dair fetva verdikleri kimseleri saymaya kalkarsak, söz uzardı. Ancak son vuku bulan olaylardan biri de Mısır'ın kralları Benî Ubeyd'in ve onların taifesinin vakıasıdır. Onlar kendilerinin Ehli Beyt'ten olduklarını iddia eder, cumayı kılar ve cemaatle namaz kılar, kadılar ve müftüler tayin ederlerdi. Âlimler onların küfürleri, riddetleri, onlarla savaşma, onların ülkesinin Dâr'ul Harp olması ve -ahalisi ikrah altında olsa ve onlara buğzetse bile- onlarla savaşmanın vacip olması hususunda icma etmişlerdir.

Riddet hakkında (Haccâvî'nin) İknâ'da ve (Mansûr el-Buhûtî'nin) şerhinde geçen sözlerini hatırla! Nasıl da sizin yanınızda mevcut olan birçok çeşit riddeti zikrettiler! Sonra Mansûr (el-Buhûtî) şöyle dedi: "Bu fırkalar sayesinde bela yayıldı ve tevhid ehlinin akidesinden birçok şeyi ifsat ettiler. Allâh'tan af ve âfiyet dileriz." Bu kelimesi kelimesine Mansûr'un lafzıdır.9

Mansûr daha sonra onlardan birisinin öldürülmesinden ve malının hükmünden bahsetti. Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ashabı olan sahabe zamanından, Mansûr'un zamanına kadar, bu kimselerin muayyen olarak değil de sadece nevi olarak tekfir edildiğini söyleyen oldu mu?



1- Er-Rasâil'uş Şahsiyye, 33. Mektup, sf. 216-225; ed-Durar'us Seniyye, 10/63-74; İbnu Gannâm, Ravdet'ul Efkâr, sf. 431-440.

2- Burada zikredilen kişiler, ilme mensup olup tevhid davetine muhalif olan bazı kimselerdir.

3- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Herkim kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allâh'ı inkâr ederse, kalbini küfre açarsa işte Allâh'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap da vardır. Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerindendir." (en-Nahl, 16/106-107)

4- Ârız, Dir'iyye ve Riyad'ı da içerisine alan Suudi Arabistan'da bulunan bir bölgenin ismidir.

5- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve Medine'de kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar (tuttukları yoldan) vazgeçmezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik edeceğiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler." (el-Ahzâb, 33/60-61)

6- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak hem de kavimlerinden emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar fitneye (küfre) her döndürüldüklerinde ona atılırlar. Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik." (en-Nisâ, 4/91)

7- Benzer lafızlarla Buhârî, Hadis no: 3611, 7432; Muslim, Hadis no: 1064, 1066.

8- İbn'ul Kayyim, el-Kâfiyet'uş Şâfiye [Nûniyye], Dâr'u Atâ'ât'il İlim, 1/62 no: 52. Konu ile alakalı beyitler şu şekildedir:

"Bu yüzden Ca'd'ı kurban etti, Hâlid el-Kasrî, kurbanların boğazlandığı günde.

Ca'd şöyle dediğinde, İbrâhîm asla Halîl'i değildir, Mûsa da konuşulan ve yakın olan değildir.

Her sünnet sahibi, bu kurban için şükretti. Kardeşim, ne güzel bir kurbandı o!"

9- Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


Sana karmaşık bir hâle getirdikleri Şeyh'in ibâresine gelince; bu söz, tüm bunlardan daha katıdır. Eğer biz de bunu söylesek meşhur olan birçok şahsı muayyen olarak tekfir ederdik. Zira o; söz konusu yerde açık bir şekilde, muayyen kimsenin ancak hüccetin ikamesinden sonra tekfir edileceğini söylemiştir.

Kendisine hüccet ikame olunan muayyen kişi tekfir ediliyorsa, o zaman malum olduğu üzere hüccetin ikamesinin manası, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmını Ebû Bekir Radiyallâhu Anh'ın fehmettiği gibi kişinin fehmetmesi değildir. Bilakis, Allâh'ın ve Rasûlü'nün kelâmı ona ulaştığında ve özür olacak unsurlardan da soyutlandığında bu kimse kâfirdir. Tıpkı tüm kâfirlere Kurân ile hüccetin ikame olunması gibi, oysa bununla beraber Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Onların kalpleri üzerine, anlamamaları için örtüler koyduk." (el-En'âm, 6/25)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu kavliyle:

"Allâh katında canlıların en kötüsü akletmeyen sağır ve dilsiz kimselerdir." (el-Enfâl, 8/22)

Şeyh'in sözleri riddet ve şirkle değil bilakis -ister usul isterse de furûyla alâkalı olsun- cüz'i meselelerle alâkalı olduğunda ve şu husus bilindiğinde: Onlar, kitaplarında sıfatlarla alakalı meseleleri veya Kuran meselesini veya İstiva meselesini veya bunlardan başka meseleler hakkında selefin mezhebini zikrederler, bunu Allâh'ın ve Rasûlü'nün emrettiğini ve bu mezhep üzerine Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve ashabının adım adım üzerinde ilerlediği görüş olduğunu zikrederler sonra da Eş'arî'nin ve başkalarının mezhebini anlatıp Eş'arî'nin mezhebini tercih edip ona muhalefet edene söverler...

İşte, eğer onların büyük çoğunluğuna hüccetin ikame edilmediğini farz etsek dahi en azından iki mezhebi; Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve beraberindekilerin mezhebini ve Eş'arî ve yanındakilerin mezhebini nakleden bu muayyen kişiye hüccet kaim olmuştur. İşte Şeyh bu tarz kimseler hakkında demiştir ki selef, nev'ini tekfir eder. Muayyene gelince, şayet hakkı bilir ve muhalefet ederse muayyen olarak küfre girer, aksi takdirde kâfir olmazlar.

Ben sana Şeyh'in kelamından bunu doğrulayacak bazı şeyler zikredeceğim, umulur ki, eğer Allâh sana hidayet bahşederse bundan faydalanırsın ve hüccet sana tekrar tekrar ikame edilmiş olur, aksi takdirde, hüccet zaten sana ve senden başkalarına bundan önce de ikame edilmişti.

İktidâ'us Sirât'il Mustakîm adlı eserinde Şeyh Rahimehullâh, Allâh'ın şu kavli hakkında şöyle demektedir:

"Allâh'tan başkası adına kurban edilenler." (el-Mâ'ide, 5/3)

"Bu ayetin zahiri, Allâh'tan başkası adına kesilmiş şeylerin haram olmasıdır. İster o şeyin ismi anılsın ister anılmasın fark etmez. Bu şekilde kesilen bir hayvanın eti, et elde etmek için kesilip de üzerine Mesih ve benzerinin adının anıldığı hayvanın haramlığından daha zahirdir. Çünkü Allâh'a ibadet etmek ve O'na kurban kesmek, işlerin başında Allâh'ın adıyla yardım ummaktan daha azimdir. Yine Allâh'tan başkasına kurban keserek ortak koşmak, Allâh'tan başkasının isminden yardım ummaktan daha azimdir.

Buna göre kişi Allâh'tan başkasına yaklaşmak için kurban kesecek olursa, velev ki bu ümmetin münafıklarından bir taifenin yaptığı gibi kurban keserken besmele çekse bile, bu kurbanın eti mubah olmaz. Eğer bu kişiler mürtetse, kestikleri hiçbir hâlde mubah değildir. Ancak bu durumda bu kurbanda iki mâni bir araya gelmiş olur. Mekke'de ve başka yerlerde yapılan cahillerin cinlere kurban kesmesi de bu kapsamdandır." Şeyh'in kelimesi kelimesine sözleri sona erdi.10

Şeyh'in, Allâh'tan başkası için kurban kesen ve kesme esnasında Allâh'ın adını anan kimsenin mürted olup sırf yemek için bile kesmiş olsa kestiğinin haram olduğuna dair kelamına bir bak! Ancak bu kesilen hayvan iki yönden haram olur; bu kurbanın Allâh'tan başkası için kesilmiş olması cihetinden haramdır ve yine bunun mürtedin kestiği bir hayvan olmasından dolayı haramdır. İşte bütün bunlar, zikrettiğim şu hususu açıklar: Münafıklar, nifaklarını izhâr ettiklerinde mürted olurlar. Bu durumda Şeyh'in hiç kimseyi muayyen olarak tekfir etmediğini ona nispet etmenle bunun arası ne kadar da uzaktır!

Yine Şeyh Rahimehullâh kelamcılar ve onların benzeri kimseler hakkında onların imamlarından riddetin ve küfrün çeşitlerinin sadır olduğunu zikrettiği yerde şöyle demiştir:

"Bu, eğer hafi olan meselelerde olursa şöyle denilebilir: Terk edeni küfre sokacak olan hüccet, ikame edilmediğinden dolayı hata etmiştir ve sapmıştır. Fakat bu, onların bazı gruplarından; müşriklerin, Yahudi ve Hristiyanların bile Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bununla gönderildiğini ve muhaliflerini tekfir ettiğini bildikleri zahir meselelerde olmaktadır. Mesela; Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bir olan ve ortağı bulunmayan Allâh'a ibadeti emretmesi, Allâhu Teâlâ'nın dışında meleklere, nebîlere ve başkalarına ibadet edilmesini yasaklaması gibi... Zira bunlar İslam'ın en belirgin şiarlarıdır.

Sonra onların liderlerinden birçoğunun bu durumlara düştüklerini ve böylece mürted olduklarını görürsün. Onlardan birçoğu, bazen çok açık bir şekilde İslam'dan irtidat eder, sonra bazen de kalbindeki hastalık ve nifakla beraber geri İslam'a döner. Onların bu husustaki hikayeleri meşhurdur.

İbnu Kuteybe bunların bir kısmını Muhtelef'ul Hadîs isimli eserinin başında zikretti. Bundan daha ciddi olanı ise onların bazılarının riddet hakkında eser tasnif etmeleridir, el-Fahr er-Râzî'nin gezegenlere ibadet hakkında kitap tasnif etmesi gibi. Müslümanların ittifakıyla bu, İslam'dan riddettir."11 Bunlar, kelimesi kelimesine Şeyh'in lafızlarıdır.

Şeyh Rahimehullâh'ın, hafi meseleler ile bizim kendisi hakkında konuştuğumuz muayyen kişinin küfrünü ayıran sözlerine bir bak! Onların liderlerini, falan kişi ve filan kişi şeklinde muayyen olarak tekfir etmesini ve onların riddetinin apaçık bir riddet olmasını düşün! Şeyh'in, sizin âlimlerinizin indindeki dört imamdan olmasına rağmen el-Fahr'ur Râzî'nin İslâm'dan irtidat etmesine dair icmayı ortaya koyması üzerinde düşün! Şimdi bunlar, Şeyh'in sözlerinden anladığın muayyen kişinin tekfir edilmeyeceği hususuna münasip midir? Bu kişi Abd'ul Kâdir'e rahatlıkta ve darlıkta dua etse de tekfir edilmez mi? Velev ki Abdullâh bin Avn'ı sevse ve onun dininin güzel olduğunu iddia etse, yanı sıra Ebû Hadîde'ye ibadet etse de tekfir edilmez mi? Senin biraz tevhide iltifat ettiğini gördüğünde, kendisine en yakın insanlardan bile olsan ve onların şirkleri ve küfürlerinden bazılarında onlara muvafakat etmene rağmen sana buğzedip seni iğrenç görse de tekfir edilmez mi?

Yine Şeyh kelamcılara ve onlara benzeyenlere karşı olan reddiyesinde şöyle demiştir:

"Bu kişiler zekâ ve kıvraklığa sahip olsalar da züht ve ahlak sahibi olsalar da bu, yalnız Allâh'a iman olmadıkça mutluluğu gerektirmez. Zekanın kuvvetli oluşu bedenin güçlü olması gibidir. Rey ve ilim ehlinin konumu ise krallık ve yönetme konumudur.

Bunların hiçbiri Allâh'a tek ve ortağı olmaksızın ibadet edene kadar ve O'nun dışındakileri değil de yalnızca O'nu ilah edinene kadar onlara fayda vermez. Bu, La İlahe İllallâh kavlinin manasıdır. Bu onların hikmetinde bulunmaz; onların hikmetinde Allâh'a ibadet etmenin emredilmesi ve mahlûkata ibadet etmekten nehyedilmesi bulunmamaktadır.

Bilakis âlemdeki tüm şirk onların türünden kişilerin görüşlerine dayanarak icat edilmiştir. Onlar şirki emredenler ve yapanlardır. Onlardan şirki emretmeyenler ise şirkten nehyetmez. Bilakis hem şirk ehlini hem şirk işlemeyenleri onaylarlar. Muvahhidleri herhangi bir sebepten dolayı tercih etseler de onların haricindeki müşriklerden de tercih ettikleri olur. Bazen de her ikisine birden karşı çıkarlar. Bunu iyi düşün, çünkü bu gerçekten çok faydalıdır!

Öncesinde İslâm dininde olup şirkten nehyetmeyen ve bununla beraber tevhidi gerekli gören kimseler de bunun gibidir. [Dahası onlar, şirki hoş görür ve onu emrederler. Tevhid iddiasında bulunduklarında] onların tevhidleri, ibadet ve amelden ibaret olmayıp sadece kavli bir tevhidden ibarettir. Rasûllerin getirdiği tevhidde ise dini tamamıyla Allâh'a has kılarak ve ortağı olmadan yalnızca O'na ibadet ederek birlemek kaçınılmazdır. Bu ise onların bilmediği bir şeydir.

Onların iddiasında bulunduğu tevhid de ancak Allâh'ın isim ve sıfatlarının hakikatini tatil etmektir. Şayet kelamda muvahhit olsalardı -ki bu da Allâh'ı, Rasûllerinin Kendisini vasfettiği şeylerle vasfetmektir-, amelsiz tevhide sahip olurlardı, ancak bu da kurtuluş için yeterli değildir. Aksine, yalnızca Allâh'a ibadet etmek ve başkasını değil O'nu ilah edinmek kaçınılmazdır. Bu ise La İlahe İllallâh kavlinin manasıdır. Bunlar nasıl muvahhid olabilirler ki, oysa onlar sözlerinde ta'tîl ve inkâr edenlerdir [ve muvahhid] ve ihlas sahibi değillerdir." Şeyh'in sözleri burada sona erdi.12

Şeyh Rahimehullâh'ın sözlerini düşün ve Şeyh'in sözlerini, şeytanın seni sevk ettiği kötü anlayışa arzet! Bu öyle fasit bir anlayıştır ki, sen onunla Allâh'ı, Rasûlü'nü ve ümmetin icmâsını yalanladın ve bu yüzden tağutlara ibâdete taraf oldun.

Bunu anladıysan ne âlâ, aksi takdirde sana nasihatim, hidayeti elinde tutana dua ve niyazı çoğaltmandır. Zira tehlike büyüktür. Ateşte ebedi olarak kalmak, apaçık riddetin cezasıdır. Karşılığında bir tümen veya yarım tümen para alacağın bir lokma et için asla değmez!

Bizim yanımızda öyle insanlar var ki, aileleriyle yanlarında bir mal olmaksızın geliyorlar ve ne aç kalıyorlar ne de dileniyorlar. Allâhu Teâlâ bu mesele hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki Ben'im arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak Bana kulluk edin." (el-Ankebût, 29/56)

[Nihayet Allâh şöyle buyurdu:]

"Nice canlılar var ki, rızıklarını kendileri elde edemezler. Allâh onları da rızıklandırır, sizi de. Semî (işiten) ve Alîm (bilen) O'dur." (el-Ankebût, 29/60)13

Vallâhu Alem!



10- İbnu Teymiyye, İktidâ'us Sirât'il Mustakîm, 2/64-65.

11- Benzer lafızlarla İbnu Teymiyye, el-İntisâr Li Ehl'il Eser, sf. 77-79.

12- Benzer lafızlarla İbnu Teymiyye, el-İntisâr li Ehl'il Eser, sf. 295-299.

13- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki Ben'im arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak Bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir. Nice canlılar var ki, rızıklarını kendileri elde edemezler. Allâh onları da rızıklandırır, sizi de. Semî (işiten) ve Alîm (bilen) O'dur." (el-Ankebût, 29/56-60)
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)