Şarkın Âlimi İmam Ebu'l Me'âlî Abd'ul Melik bin Abdillâh el-Cuveynî eş-Şâfi'î'nin Görüşünün ZikriEr-Risâlet'un Nizâmiyye adlı kitabında şöyle dedi:"Bu zahir nasslar hakkında ulemanın izledikleri yollar farklıdır.Bazıları bunları tevil etme görüşünü benimsemiş ve Kitap'taki ayetler ile sahih sünnetler hususunda bu yolu izlemiştir.Selef imamları ise, tevilden uzak durmak ve zahir nassları geldikleri şekil üzere kabul etmek, anlamlarını ise Aziz ve Celil olan Rabb'e havale etmek yolunu izlemiştir.[277]Bizim din [278] olarak kendisinden razı olduğumuz ve Allâh'a kendisiyle itaat ettiğimiz akide ise ümmetin selefine ve bu husustaki kat'i sem'î delile tabi olmaktır. Ayrıca ümmetin icması da peşinden gidilmesi gereken bir hüccettir.Şayet bu zahiri nassları tevil etmek uygun yahut kaçınılmaz bir şey olsaydı, selefin bununla ilgilenmeleri, onların şeriatın fer'î hükümleriyle ilgilenmelerinden daha fazla olması gerekirdi. Sahabe ve tabiin çağı, tevilden uzak durmak esasına uyarak bittiğine göre, o hâlde kendisine uyulması gereken vecih budur. Bu durumda; istivâ ayeti, Allâh'ın gelişi ayeti ve Allâh'ın şu buyruğu da buna tabidir:﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾
"İki elimle yarattığıma..." (Sâd, 38/75)" [279] İmam Ebu'l Feth Muhammed bin Alî dedi ki: İmam Ebu'l Me'âlî el-Cuveynî'nin yanına ölüm hastalığında ziyaret amacıyla gittik. Bize şöyle dedi: "Daha önce Selef-i Salih'in söylediklerine muhalif olarak söylediğim her görüşten döndüğüme ve Nişabur'daki kocakarıların vefat ettikleri hâl [280] üzere öldüğüme sizi şahit tutuyorum!" [281] İmâm'ul Harameyn 478 H senesinde 60 yaşında vefat etti.Kendisinden zekâ fışkıran, usul ve furu ilimlerinde ilim deryalarından biriydi.
[277] Selefin mezhebi, sıfatların keyfiyetini Allâh'a havale etmek olsa da selef, sıfatların manalarını zahirleri üzere hamlederek kabul etmiştir. Selefin mezhebinin sıfatların manalarını Allâh'a havale etme yönünde olduğu iddiası ise doğru değildir. Zira bu görüş, Kuran'da ve sünnette birçok anlamsız ifadenin yer aldığını ve bu ifadelerin anlamlarının peygamberler tarafından dahi bilinmediğini, dolayısıyla peygamberlerin tebliğ ettikleri ayetlerin anlamlarından bihaber olduklarını gerektirmektedir. Nitekim Şeyh'ul İslam İbnu Teymiyye Rahimehullâh, sıfatların manalarını Allâh'a havale eden tefvîd ehli (havaleciler) hakkında şöyle demiştir:
"Onların büyüklerinin; "Bu müşkül ve müteşabih nassların manalarını ancak Allâh bilir. Allâh'ın kastettiği mana, onların zahirinden başka bir şeye sarf edilmesidir" sözlerine gelince: Onların bu görüşlerine göre nebîler ve rasûller, Allâh'ın kendilerine indirdiği nassların anlamlarını bilmemektedir, ayrıca melekler ve İslâm'ı ilk önce kabul edenler de (muhâcirler ve ensar da) bunların anlamlarını bilmemektedir. Bu durumda Allâh'ın Kuran'da kendi nefsini vasfettiği şeylerin hepsi yahut da Allâh'ın kendi nefsini vasfettiği şeylerin çoğunun anlamını nebîler bilmemektedir. Bilakis onlar, manalarını anlamadıkları sözler söylüyorlardı.
Bir gruba göre kaderi isbat eden nasslar da böyledir. Yine bir gruba göre emri, nehyi, mükâfatı ve cezayı isbat eden nasslar da böyledir. Bir gruba göre de dirilişi isbat eden nasslar da böyledir.
Bu görüşlerin Kuran'ı ve nebîleri kötülemek olduğu malumdur. Çünkü Allâh Kuran'ı indirmiş ve onun insanlar için hidayet ve beyan olduğunu bildirmiştir. O, Rasûl'e apaçık tebliği ulaştırmasını ve insanlara, onlar için indirileni açıklamasını emretmiştir. Allâh insanlara Kuran'ı düşünmelerini ve anlamalarını emretmiştir.
Bu durumda Kuran'da bulunan en şerefli şeyin manasını -ki Kuran'da bulunan en şerefli şey Rabbin kendi sıfatları hakkında haber verdiği şeylerdir yahut O'nun, her şeyin yaratıcısı olduğuna ve her şeyi bildiğine dair verdiği haberdir yahut da O'nun emrettiği ve nehyettiği, mükafatı ve cezayı vadettiğine dair verdiği haberdir veyahut O'nun Kıyamet gününe dair verdiği haberdir- hiç kimse bilmez, onları akletmez ve tefekkür edemez. Ayrıca Rasûl, kendilerine inen şeyleri insanlara açıklamamış olur ve apaçık tebliği ulaştırmamış olur.
Bu durumda her mülhid ve bidatçı şöyle der: "İşin hakikatinde hak, benim düşüncem ve aklımla bildiğimdir. Nasslar içinde bunu nakzedecek bir şey de yoktur, çünkü o nasslar müşkül ve müteşabihtir ve onların manalarını kimse bilmez. Kimsenin anlamını bilmediği şeylerle de istidlalde bulunmak caiz değildir."
Böylece bu sözler, nebîler açısından hidayet ve beyan kapısını kapatacak, nebîlere zıt olanların kapılarını ise açacaktır ve onlar şöyle diyecektir: "Hidayet ve beyan, bizim yolumuzdadır ve nebîlerin yolunda değildir! Çünkü biz, ne dediğimizi biliyor ve onu aklî delillerle açıklıyoruz. Nebîler ise muratlarını açıklamak bir yana ne dediklerini bile bilmiyorlar!"
Böylelikle kendilerini sünnete ve selefe tabi olduklarını iddia eden tefvîd ehlinin görüşünün, bidatçıların ve mülhidlerin görüşleri arasında yer alan daha şerli görüşlerden biri olduğu ortaya çıktı." (İbnu Teymiyye, Der'u Te'âruz'il Akli ve'n Nakl, 1/204-205)
[278] Diğer nüshada "din," ibaresi yerine "görüş" ibaresi geçmektedir.
[279] Yakın lafızlarla Cuveynî, el-Akîdet'un Nizâmiyye, thk. Muhammed ez-Zebîdî, sf. 165-168.[280] İmam Zehebî Rahimehullâh, bu söze talik düşerek şöyle demiştir:
"Bu, bazı imamların "Üstünüze düşen, kocakarıların dinine tabi olmaktır," sözünün anlamıdır. Yani, kocakarılar, İslam fıtratı üzere Allâh'a iman etmekte ve kelam ilminin ne olduğuna dair bilgileri bulunmamaktadır." (Zehebî, el-Uluvv, sf. 258, no: 580).
[281] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 258, no: 580.