Bismillahirrahmanirrahim,
Geçtiğimiz günlerde mail yoluyla elimize ulaştırılan bir dosyada alimlerin kitaplarında tahrif yapıldığını iddia eden malum şebekenin İbn Teymiyye (rh.a)’ın bir eseriyle alakalı yeni rasgeldiğimiz bir iddiasına şahit olduk. Şimdi sözkonusu iddiacı Şeyhulislam’ın eserlerinde tahrif yapıldığını isbatlamadan (!) önce bir mukaddime yayınlamış ve şöyle demiştir:
“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Şeyhulislam İbni Teymiyye'nin eserlerinde vuku bulan tahriflerden ikinci örnek
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah c.c. içindir. Salat selam efendimiz Muhammed'in s.a.v. ve ailesinin ve ashabının ve yolları üzerinde gidenlerin üzerine olsun. Allah'ın gazabı, onların düşmanlarının üzerine olsun. Bundan sonra:
Öncelerde, Şeyhulislam İbni Teymiyye'nin eserlerinde yapılan bir tahrifi isbat etmiştim. Ardından Şeyhulislamın Bekri'ye reddiyesinin günümüzde güvenilir bir nushası olmadığını isbat ettim.
Bu risalemde ise Allah'ın izni ile Şeyhulislamın eserlerinden birisinde vuku bulan bir tahrifi ortaya çıkaracağım.
Çok ilginçtir, İslam düşmanları yüz yıllardır alimlerimizin sözlerini değiştirmeye çalışmışlar. Bizlerin bilmesi gereken ise şudur: Kafir'ler ve onların yandaşları olup kendilerini islamiyete nisbet eden Munafıklar, İslamiyeti karşıdan gelen bir güç ile bitiremeyeceklerini ve yenemiyeceklerini anlamışlar.
Peki ne yapmışlar? Yapabileceleri tek şey ortadadır. O da: İslam ümmetini güdenlere bakmak. İslam ümmetini kimler güder?
İslam ümmetini ilim ehli güder.
O zaman şunu düşünmüşler: Bizler bu İslam dinini ancak alimleri yenerek yok edebiliriz. Peki alimleri nasıl yenebiliriz?
Ebetteki karşıdan gelen bir güçle değil, yine alttan altta onları rezil etmeliyiz diye düşünmüşler.
Bu planlamayı yaparkende iki hedef belirlemişler:
Bir: Eski alimlerin eserlerinde oynanacak oyun.
Bu oyun da iki yönden olacak: Hem alimlerin sözleri tahrif edilip değiştirilecek. Hemde onların maksadları farklı anlatılacak.
Misal verelim: Şeyhulislam ibni Teymiyye sabah akşam kabire tapanların küfründen bahsetmiş, onların tekfirinin gerekli olduğunu söylemiştir. Kafir'ler ise, birkaç nakil kitaplarına sokup, Şeyhin kalan bütün sözlerini yanlış açıklatmışlardır.
Sonuç olarak şu ortaya çıkmıştır: Demek ki Şeyhulislam bazen kabire tapanlar hakkında sert konuşsada, kendisi onları tekfir etmiyor! Hatta birkaç tanesi hariç hiç kimseyi muayyen olarak tekfir etmiyor! Hatta onların en ilimli adamları için cahil diyor, alim olan kişi cahilliğinden dolayı tekfir edilmezmiş diyor!
İşte bu sapık inançların hepsi eski alimlerin eserlerine sokulan tahriflerden meydana gelmiştir.
Elbetteki Şeyhulislamın eserlerine açıktan şirk ifadeleri gibi, kabre tapanları hiç tekfir etmeme sözleri gibi şeyler sokuşturmamışlardır. Yalnız sadece manayı bulandıracak ve farklı yönlere çekilebilecek bir çok söz sokuşturmuşlardır.
Çünkü direk Şeyhulislamın vb. sözlerine şirk soksalar, bunu bir çok kişi anlıyabilir. En azından Şeyhulislamı artık kimse takip etmez. Ama eğer alttan alta ve yavaş yavaş hafif mana aydırıcı sözler sokuşturullursa, uzun zaman içinde bir İslam itikadını yerle bir edebilirler! İşte Kafir'ler böyle düşümüşlerdir.
İki: İslam düşmanlarının kullandıkları ikinci yöntem ise şudur: Bu tahrifleri ve oyunları oynadıktan sonra, ortaya Arabistan, Kuveyt ve Mısır gibi Müslümanların bulunduğu topraklara birkaç tane istihparattan eleman sokmak. Bu istihparat elemanlarıda kendilerini alimlermiş gibi gösterecekler. Bundan sonra bu adamlar eski alimlerin eserlerinde tahrif edilen sözleri ele alıp alimlerin farlı düşündüklerini, aslında onların böyle bütün kafirleri tekfir etmediklerini açıklamaya gayret gösterecekler.
Bundan sonra artık insanlarda şu anlayış ortaya çıkar: Evet, demek ki bizler kafirlerle savaşamayız. Çünkü o kafirler belki Müslümandır! Arabistan hükümeti mesela, hükümetin başkanı gibi bazıları küfür işlese bile küfrün şartları varmış! Küfrü sadece alimler yaparmış! Ben kimim ki onlar hakkında konuşayım! Onlarla savaşılır kimse diyemez!
İşte Kafir'ler bu gibi küfri sözleri insanların içine yerleştirirler. Maalesef bir çok ilim talebeside bunlara kanar ve dinden okun yaydan çıktığı gibi çıkar.
İşte bu sapkın fikirler Muasır Murcie dediğimiz Kafir fırkayı doğurmuştur.
Bilindiği gibi bu Muasır Murcielerin bir kısmı, Türkiye'de ilimli gibi gezinen birkaç cahilden oluşmaktadır. Bu cahiller şöyle derler: Adam kemalist olsun, Şeriata inanmasın, bizler bunları tekfir etmeyiz. Çünkü cehalet mazerettir! Çünkü Tekfir'in şartları vardır!
Eğer onlara cahil olmadıklarını isbat edersen, bu durumda derler ki: Tevil vardır. Tevil ile adam böyle dedi, bu nedenle Kafir değillerdir.
İşte böyle, en sonunda görürüz ki bu adamlara göre Şeriatı değiştirmek, Şeriatın olmadığına inanmak zaten küfür değilmiş. İster bunu itiraf etsinler, ister etmesinler. Yaptıkları şeyler, inançlarının bu olduğunu ortaya koyar.
İşte benim bu risalem, özellikle bu gibi küfri sözleri söyleyen Kafir'lere bir hediyem olsun. Umulur ki tövbe ederler ve İslam dinine girerler.”
Görüldüğü gibi iddiacı alimlerin kitaplarına hükümetlere bağlı istihbarat elemanları tarafından operasyon düzenlendiğini ileri sürerek kitapların tahrifine dair iddialarını da bu komplo teorisi üzerine inşa etmiştir. Tağuti sistemlerin alimlerin kitaplarına çok kolay bir şekilde müdahele edebildiğini ve yaptığı tahrifatı herkese yutturabildiğini ileri süren bu şahıs sıradan bir cahil olsa çok kale almayacaktık lakin bu kimse kendisine ilim talebesi süsü veren ve sözde yazma nüshalara vs vakıf olduğunu iddia eden birisi olduğu için kısaca da olsa bu kişinin iddialarını ele almak istedik. Zira aklı başında olan ve ilim dünyasına aşinalığı olan insanlar kitaplara kolay kolay sokuşturma yapılamayacağını, kitap tahrif etmenin zannedildiği gibi basit bir iş olmadığını bilirler, fakat ömründe belki eline doğru dürüst kitap almamış cahiller bu tarz iddiaları büyük bir ilmi hakikatmiş gibi benimseyebilmektedir. Halbuki piyasadaki bütün ilmi kitapların yazma nüshaları mevcuttur ve kitaplarda yapılacak en ufak bir oynama dahi işin ehli tarafından çok kolay tesbit edilebilir ve tahrifatı yapan kişi de rezil olur gider, böyle bir skandala konu olmayı da kimse arzu etmez.
Ayrıca alimlerin kitaplarının çoğunun tahrif edildiğini ve böylece ilmin ortadan kalktığını, ümmetin karanlığa gömüldüğünü ve asırlarca sapıklık üzere ittifak ettiğini iddia eden herkes ilmin çekilip alınmak suretiyle ortadan kalkmayacağını, ümmetin de dalalet üzere birleşmeyeceğini ifade eden sahih hadisleri yalanlamakla karşı karşıyadır. Üstelik cahillerin iddia ettiği gibi halef ulemasının kitapları tahrif edildiyse selef ulemasının ve hatta hadis kitaplarının tahrif edilmesinin önünde de hiçbir engel yoktur, bu insanlar tahrifi neden sadece halef alimlerin eserlerine tahsis ederler bunun hiçbir mantığı yoktur. Neden İbn Teymiye’nin Muhammed bin Abdulvehhab’ın kitapları çok kolay tahrif ediliyor da Buhari ve Muslim tahrif edilemiyor? Buna engel olan şey nedir? Açıkça görülüyor ki bu kişilerin iddiaları saplantıdan ve vehimden ibarettir. Allahu Teala Kitabı ve Sünneti nasıl muhafaza ettiyse, icmayı da muhafaza edecek ve bütün bu şeri delillerden meydana gelen İslam ilmi hiçbir zaman yok olmayacaktır. Alimlerin kitaplarına müdahele etmeye kalkanlar olsa da bu açığa çıkar ve asla ilmin gizlenmesine sebeb olacak bir raddeye varmaz. Velev ki bir müddet ilmin perdelendiğini dahi düşünecek olsak Allahın her yüz senede bir göndereceği müceddidler vasıtasıyla ilmin üzerindeki örtü kalkacaktır. O yüzden kitaplar tahrif edilmiştir şeklindeki saplantılarla ümmetin ilmi mirasından yüz çevirenler bizzat ilme ihanet etmektedirler. Tahrif iddiaları insanları dinin kaynakları hakkında hatta açıktan dile getirilmese de –haşa- bizzat Kuran hakkında dahi şüpheye sevkedecek çok tehlikeli iddialardır, bu iş böyle şakaya gelmez. Herkes gönlünü ferah tutsun, Allah dinini koruyacaktır, “Zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz” (Hicr: 9) ayeti –diğer nasslar ışığında düşünüldüğünde- sadece Kuranın değil Allah ve Rasulunden gelen bütün ilmin korunacağına dair bir teminat olarak anlaşılması gerekir. Tahrif iddialarının dinin temeline vuracağı darbeler hakkında esasen ayrıntılı durmak gerekmektedir, lakin biz burada sadece işaret etmekle yetiniyoruz.
Şunu da not etmek gerekir ki hiçbir tahrife uğramamış olan Allahın kitabını dahi olmadık tevillerle çarpıtan belamların kitap tahrif etmeye ihtiyaçları yoktur çünkü tıpkı ayetleri tahrif etmeye gerek kalmadan nasıl çarpıtarak anlatıyorlarsa aynı metodu alimlerin sözlerine tatbik edip onları da tahrife gerek kalmadan çarpıtarak yorumlamaları mümkündür, nitekim bunun örneklerine de sıkça raslıyoruz. Kısacası bu tahrif iddiaları alimlerin birtakım sözlerini açıklamaktan aciz kalmış birtakım okumuş cahillerin şek şüphe içinde ortaya atmış oldukları, tamamen asılsız birtakım senaryolar üzerine kurulu vehimlerden ibarettir. Bir kitapta tahrifat varsa bunu ancak ehil kimseler ilmi metodlarla ortaya çıkartır; zanlara ve hayallere dayanarak şu kitap tahrif edilmiştir demek yalanın bir şubesidir halbuki Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Bilmediğin şeyin ardına düşme, zira kulak, göz ve gönül hepsi bundan sorumludur” (İsra: 36)
Şimdi bu girizgahtan sonra iddiacının İbn Teymiye’nin bir kitabında vuku bulduğunu iddia ettiği tahrifle alakalı sözlerini ele alacağız:
“Şeyhulislamın tahrif edildiğini iddia ettiğimiz sözün tahrifliğinin isbatı
Şeyhulislamın ufak bir risalesi vardır. Bu risalesini yazmasının sebebide ona bir soru yöneltilmesidir. Soru da kabir ziyaretleri, kabirdekinden yardım isteme ile alakalıdır. ''Ziyaretul Kubur vel İstincadi Bil Mekbur'' diye bilinmektedir. Yani: Kabir ziyareti ve kabirdekinden yardım dilemek.
Şeyhulislam bu eserinde çok güzel bir şekilde, Şirk işleyenin ve Allah'tan başkasına dua edenin Kafir olacağını isbat etmiştir.
Ama maalesef bu risaleside, Şeyhulislamın tahrife uğrayan onlarca eserinden birisidir.
Tahrife uğrayan sözünü tahrif edildiği şekli ile zikredelim:
Şeyhulislam İbni Teymiyye r.h. şöyle demiştir:
Eğer Melek'leri ve Peygamberleri Rab'ler edinenler Kafir oluyorlarsa, o zaman onlar dışındaki Şeyhleri(hocaları) ve başkalarını Rab'ler edinenler ne olur?
(Yani Şeyhulislamın kasd ettiği şudur: Nasıl ki Melek'ler ve Peygamberler gibi büyüklere dua etmek kişiyi Muayyen olarak dinden çıkarır, halbuki bunlar Allah katında yüce kişiler oldukları halde onları Rab'ler edinen dinden çıkar. O zaman bu kişilerden seviye ve makam olarak daha az seviyelerde olan hocalardan ve Şeyhlerden yardım dileyen nasıl Muayyen olarak Kafir olmasın ki? Hocaya dua eden, Peygambere dua edenden çok daha önce kafir olur zaten.)
Bu sözün açıklanması ise şu şekildedir: Şüphesiz ki kulun istediği şey, eğer sadece Allah'tan istenilmesi gereken şeylerden ise, nasıl ki hastasını Adem oğlundan veya hayvanlardan iyileştirmesini istemesi, veya her hangi bir cihetten olmaksızın borcunun giderilmesini(Allah dışında başkasından) istemesi, veya Ailesini iyileştirmesini istemesi, Dünya ve Ahiret belalarını gidermesini istemesi, düşmanını yenmesini istemesi, kalbini hidayet etmeyi istemesi, günahlarının affolunmasını istemesi, Cennet'e sokmasını veya Cehennemden kurtarmasını istemesi, Kuran'ı ve İlmi öğrenmeyi istemesi, veya kalbini ıslah etmesini istemesi, ahlakını düzletmesini istemesi, nefsini tezkiye etmeyi istemesi ve benzeri şeyler, işte bunların hepsi sadece Allah'tan istenmesi gereken şeylerdendir. Bunlardan hiç biri ne bir Melek'e, nede bir Peygambere, nede bir hocaya söylenmemesi gerekir. İster hayatta olsun, ister ölü olsun. ( Onlara şöyle diyemez: ) Benim günahlarımı affeyle, veya beni düşmanlarıma karşı zafere ihsan et, veya benim hastama şifa ver, veya bana afiyet ver, veya aileme veya bineğime afiyet ver. Ve benzeri şeyler(i yapmaması gerekmektedir).
İşte kim bunları bir yaratıktan isterse,kim olursa olsun, o kişi rabbin'e karşı Müşrik olmuş olur.
Bunun bu şirki Melek'lere ve Peygamberlere ibadet eden, onların resimlerini kendileri gibi çizen Müşriklerin yaptıklarındandır.
Yine onların bu yaptığı, Haristiyanların Mesih'e (İsa'ya s.a.v.) ve annesine yaptıkları dua gibidir…
(Mecmuul Fetava 27.clt. 67-68.s. / Bu risale Ziyaretul Kubur adı altında mustakil bir risale olarak da basılmıştır 9-10.s. yine aynı şekilde burada da tahrif edilmiş hali ile bulunmaktadır)
Derim ki: Allah'a şükürler olsun, Allah c.c. Kafir'lerin gözlerini öyle kör etmiş ki, bizler Allah'ın izni ile onların tahrif ettikleri bu sözden bir çok bilgi çıkarabileceğiz. Hatta sırf bu nakillerden cehaletin mazeret olmadığı, Şirk işleyenin kafir olacağını ortaya koyabiliriz. İnşalah bu faydaları tahrifi isbat ettikten sonra zikredeceğiz.
Tahrif edilen sözü zikredelim
Şeyhulislamın çevirdiğimiz geçmiş sözünün şurasından devam edelim:
İşte kim bunları bir yaratıktan isterse,kim olursa olsun, o kişi rabbin'e karşı Müşrik olmuş olur.
''''''Tövbe ettirilmesi gerekir. Eğer etmezse Had ile öldürülür.''''''
Bunun bu şirki Melek'lere ve Peygamberlere ibadet eden, onların resimlerini kendileri gibi çizen Müşriklerin yaptıklarındandır.
Yine onların bu yaptığı, Haristiyanların Mesih'e (İsa'ya s.a.v.) ve annesine yaptıkları dua gibidir…
Derim ki: İşte sözün şu kısmı maalesef tahrif edilmiştir. Basılı nushada zikredilmemiştir: ''''''Tövbe ettirilmesi gerekir. Eğer etmezse Had ile öldürülür.''''''
İddiacının sözleri burada sona erdi. İşin bu noktasında iddiacı sözünü delillendirmek için internet ortamında kolayca ulaşılabilecek olan ve benim de internet ortamından elde ettiğim “Ziyaretul Kubur” adlı eserin yazma nüshasından ilgili yerin fotoğrafını asmıştır. Gerçekten söylediği gibi yazma nüshada “İşte kim bunları bir yaratıktan isterse,kim olursa olsun, o kişi rabbin'e karşı Müşrik olmuş olur.” İfadesinden sonra '''Tövbe ettirilmesi gerekir. Eğer etmezse Had ile öldürülür.'' Sözü geçmektedir. Bu ifade ise bizim de ulaşabildiğimiz kadarıyla basılı nüshalarda mevcut değildir. İşte bu durum sözkonusu iddiacıya iyi bir malzeme olmuş ve avami tabirle “mal bulmuş mağribi gibi” bu işe dört elle sarılmıştır. Bu surette daha önce ikna edici surette ispat edemediği tahrif iddiasını işte bu sefer hem de yazma nüsha üzerinden ispatlamıştır!! Ancak burada iddiacının ya gözden kaçırdığı ya da kasıtlı olarak göz ardı ettiği bir husus vardır: Sözkonusu ifade belamların tahrif ettiği! Basılı nüshada birkaç sayfa sonrasında yer almaktadır. (Alıntılar sözkonusu kitabın Riyad’daki Daru Taybe tarafından yapılan baskısından aktartılmıştır) Şimdi ilgili kitabın 18. Sayfasına bakalım:
(إحداها) : أن يسأله حاجته مثل أن يسأله أن يزيل مرضه، أو مرض دوابه، أو يقضي دينه، أو ينتقم له من عدوه، أو يعافي نفسه وأهله ودوابه، ونحو ذلك مما لا يقدر عليه إلا الله عز وجل: فهذا شرك صريح، يجب أن يستتاب صاحبه فإن تاب وإلا قتل.
“Birincisi: Bu kabirde bulunan kimseden ihtiyacının giderilmesini talep etmektir. Kabirde bulunan kimseden kendisinde veya hayvanındaki hastalığı gidermesini, borcunu ödemesi hususunda yardım etmesini, düşmanından kendisi için intikam almasını, kendisine, ehline ve hayvanına afiyet vermesini ve bunlara benzer yalnız Allah Azze ve Celle’nin kadir olabileceği şeyleri istemesi gibi… Bu sahibinden tevbe talep edilmesini, şayet tevbe etmez ise öldürülmesini gerektiren açık bir şirktir.”
Açıkça görüldüğü gibi aynı meseleden, aynı şirk türünden bahsedildikten sonra tahrif edilmiş (!) ibarede geçmeyen “Bunun sahibinden tevbe talep edilir, şayet tevbe etmez ise öldürülür” ifadesi ne hikmetse burada geçmektedir! Ne dersiniz acaba birinci ifadeyi tahrif edenler burayı gözden mi kaçırdılar yoksa tahrif etmeyi unuttular mı?
Devam edelim. Aynı tahrif edilmiş (!) kitabın 62. Sayfasında şöyle diyor:
مثل تفسير بعضهم أن " الغوث " هو الذي يكون مدد الخلائق بواسطته في نصرهم ورزقهم، حتى يقول: إن مدد الملائكة وحيتان البحر بواسطته. فهذا من جنس قول النصارى في المسيح عليه السلام، والغالية في علي رضي الله عنه، وهذا كفر صريح يستتاب منه صاحبه، فإن تاب وإلا قتل
“Örnek olarak bazılarının “Gavs” hakkında ki izahını verebiliriz. “Gavs; Kendi vasıtasıyla yaratılmışların yardımlarına ve rızıklarına yetişen yardımcıdır.” Hatta derler ki: “Meleklerin yardımı ve deniz balıklarının yaşamaları onunu vasıtası iledir.” İşte bu söz Nasara’nın Mesih (aleyhisselam) hakkında ki ve Ali (radiyallahu anh) hakkında aşırıya giden kimselerin sözlemiş oldukları sözlerin türündendir. Bu sahibinden tevbe talep edilmesini, şayet tevbe etmez ise öldürülmesini gerektiren açık bir küfürdür.”
Şimdi eğer iddiacının ileri sürdüğü gibi kitabın 10. Sayfasından '''Tövbe ettirilmesi gerekir. Eğer etmezse Had ile öldürülür.'' İfadesini “Demek ki Şeyhulislam bazen kabire tapanlar hakkında sert konuşsada, kendisi onları tekfir etmiyor! Hatta birkaç tanesi hariç hiç kimseyi muayyen olarak tekfir etmiyor!” dedirtebilmek amacıyla çıkartan yayıncılar acep neden aynı istigase şirkiyle alakalı ileriki sayfalarda geçen aynı ''Tövbe ettirilmesi gerekir. Eğer etmezse Had ile öldürülür.'' İfadesini çıkartmamışlardır? Madem maksat muayyen tekfirin önüne geçmekse 10. Sayfada ilgili ibareyi çıkartan zihniyetin ileriki sayfalardaki aynı ibareyi de çıkartması gerekiyordu, çünkü söz aynı söz; konu aynı konu! İşte bu basit misaller dahi Kabir ziyaretleri kitabıyla alakalı tahrif iddiasının ne kadar içi boş olduğunu ortaya koymaktadır.
Yazma nüshada geçen lafzın konuyla alakalı ilk ibarede neden geçmediğine gelince; Sözkonusu kitabın ilmi bir tahkikle basılmış bir nüshası elimizde olmadığı için bu konuda net bir şey söyleme imkanımız yoktur. Kitabın yazma nüshası sadece internette dolaşan malum nüshadan mı ibarettir, başka nüshalar da var mıdır bu konuda da bilgimiz yoktur. Biz birileri gibi sırf kafamızdaki önyargıları isbat etmek için hiçbir doğru dürüst araştırmaya dayanmadan sırf internetten download edilmiş mahtut nüsha resimlerine dayanarak peşin hükümler verecek değiliz. Bu ibarenin geçmemesinin bir çok sebebi olabilir:
- Yayıncının ihmali veya unutmasından kaynaklanabilir.
- Yayıncı internette dolaşan nüshanın haricinde farklı bir nüshayı esas almış olabilir ilh…
Bu ihtimaller arasında kasıtlı bir tahrif ihtimali en zayıf olanıdır. Bunun sebeblerini yukarda izah ettik. Ayrıca bu ifadeyi tahrif eden kimse aynı kitabın içindeki benzeri iki ifadeye neden dokunmamıştır; bunun bir açıklaması yoktur. Üstelik iddiacının bahsettiği Muasır Mürcie belamları kabirperestlerin tekfirinin önüne geçmek için neden bu kadar uğraş versinler ki? Bilakis bugün Suud yönetiminin baş belamları her gün kabirperestlerin kafir, müşrik olduğu hatta cehaletlerinin mazeret olmadığı yönünde beyanatlar yapıp kitaplar yazmaktadırlar. Suud’un en tehlikeli belamlarından Abdulaziz bin Baz, şirkte cehaletin özür olmadığını isbat amaçlı yazılan “el-Kavl’ul Mufid” adlı kitaba takdim yazmıştır. Aynı zihniyette olan İbn Cibrin Ferrac’ın aynı konudaki meşhur Cehalet kitabına takrizde bulunmuştur. Yine Suud hükümetinin baş destekçilerinden Salih bin Fevzan cehaletin mazeret olmadığını güya ispatlamaya çalışan Arid’ul Cehl kitabına mukaddime yazmıştır. Bu kitapların hepsi Türkçede mevcuttur. Bunlar, Suud belamlarının en önde gelenleridir ve hatta Suud’da cehaletin mazeret olduğunu açıktan savunanlar azınlıktadır desek belki abartı yapmış olmayız. Suud hükümeti de kendi menfaatlerine halel gelmediği müddetçe bu tür şeylere ses çıkarmaz hatta bazen siyasi amaçlarla tekfir söylemlerine destek olduğu dahi söylenebilir. Bu uzun bir bahistir lakin herhalükarda Suud ve diğer tağuti hükümetlerin tekfir fikrine mani olmak için alimlerin kitaplarını tahrif ettiği iddiası dini de dünyayı da tanımayan; ilimden de siyasetten de haberi olmayan birtakım çoluk çocuğun peşine düştüğü son derece kof iddialardır ve bu kişiler şu yazıda bahsettiğimiz misalde de görüleceği üzere böyle iddialarla ancak kendilerini gülünç duruma düşürmek ve bilakis güya karşı oldukları Muasır Mürcie’yi avam nazarında biraz daha kuvvetlendirmekten başka hiçbir şey elde edemezler. Bizim bu tahrif konusu üzerinde ısrarla durma sebebimiz ise böyle mesnedsiz iddialarla alimlerin kitaplarına gölge düşürülüp ilmin kaynağı hakkında insanların zihinlerine şüphe ekilmesinin önüne geçmektir.
Velhamdulillahi Rabbil alemin.