Tevhide Davet

ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ'L AKÎDET'İS SELEFİYYE | ŞEYH HAMAD BİN NÂSIR

Başlatan İ'tisam, 23.01.2023, 21:47

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 13 Ziyaretçiler konuyu incelemekte.

İ'tisam


Kullâbiyye Taifesinin İmamı, İmam Ebû Muhammed Abdullâh bin Sa'îd bin Kullâb'ın Görüşünün Zikri

Allâh'ın sıfatlarını, yukarıda olmasını ve arşının üzerinde olmasını kabul etme hususunda ve Cehmiyye'nin görüşünü inkâr etme hususunda insanların en önde gelenlerindendi. O, ihtiyari fiillerin, Rabbin zatı ile kaim olduğunu inkâr edenlerden ve Kuran, (Allâh'ın) zatı ile kaim olarak bir manadır ve de o dört mana üzeredir diyenlerden, bilinen ilk kişidir.[220]

Ebu'l Abbâs el-Kalânisî ve Ebu'l Hasan el-Eş'arî ona destek oldular ancak Ebu'l Hasan el-Eş'arî, bazı şeylerde ona muhalefet etti. Lakin Eş'arî, İnşallahu Teâlâ, lafızlarıyla birlikte nakledilecek olan sözlerinde olduğu gibi, Allâh'ın sıfatlarını, yukarıda olmasını ve arşının üzerinde olmasını kabul etme hususunda İbnu Kullâb'ın yolu üzeredir.

İbnu Fûrak, İbnu Kullâb'ın sözlerini derlediği el-Mucerrad isimli kitabında onun şöyle dediğini nakleder:

"Allâh'ın âlemin içinde veya dışında olmadığını söyleyen, aklın da naklin de dışına çıkmış, düpedüz Allâh'ın varlığını nefyetmiştir. Çünkü ona, Allâh'ı yok olmakla vasıflandır denilse, bundan fazlasını söyleyemez. Böyle diyen kişi, Allâh'ın verdiği haberleri de reddetmiş ve ne bir nassın ne de aklın caiz gördüğü bir şeyi söylemiştir." [221]

İbnu Kullâb sonra şöyle dedi: "Allâh indinde mahlukatın en seçkini ve yaratıkların en iyisi olan Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Allâh'ın nerede olduğunu mahlukat arasında en iyi bilendir ve o, Allâh'ın gökte olduğunu söyleyenin bu sözünü tasvip edip onun mümin olduğuna şehâdet etmiştir, ancak Cehm bin Safvân ve ashabı, Allâh hakkında nerede sorusunun sorulmasını caiz görmüyor ve nerede olduğunu söylemenin mümkün olmadığını söylüyorlar." [222]

İbnu Kullâb şöyle dedi: "Eğer bu bir hata olsaydı, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buna karşı çıkma hususunda daha fazla hak sahibiydi ve bunu söyleyen cariyeye şöyle demesi gerekirdi: "Böyle deme! Bu sözünle Allâh'ın sınırlı olduğunu ve bir yerde olup başka yerde olmadığını vehmettiriyorsun. Ancak Allâh her yerdedir diyesin, zira dediğin yanlıştır, doğrusu ise budur!"

Ne var ki, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem böyle bir şey demedi ve cariyenin bu sözünün ne anlama geldiğini ve onun imandan olduğunu, dahası, onun kendisini söyleyenin imanını gerektiren bir şey olduğunu bilmesine rağmen bunu caiz gördü. Bu sebepledir ki bu sözü söylediği zaman Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem o cariyenin imanına şahitlik etti.

Kitap bunu söylemiş ve buna şahitlik etmişken, en açık ve en vurgulanmış biçimde fıtratın bünyesine ve insanların bilgilerine yerleştirilmişken, hak nasıl bunun aksi olabilir ki?

Zira Arap olsun, acem olsun; hatta mümin veya kâfir olsun, her kime "Rabbin nerededir?" diyerek O'nun hakkında sorsan, mutlaka: "Semadadır," karşılığını alırsın. Dili varsa, bunu açık açık söyler, eğer dili yoksa eliyle ima eder veya gözüyle işaret eder, ama hiçbir zaman başka yerlere işaret etmez.

Aklına dua geldiğinde ellerini göğe kaldırmayan bir kişiyi görmedik. Cehmiyye dışında da kendisine Rabbi hakkında sorulduğunda -onların dediği gibi- "Her mekândadır," diyen başka kimseyi de bulamadık. Bunun yanı sıra, onlar, insanların en faziletlisi olduklarını iddia ediyorlar. Buna göre akıllar yitirilmiş ve rivayetler sakıt olmuş ama Cehm ve onunla beraber olan elli kişi hidayet bulmuş! Fitnelerin saptırmalarından Allâh'a sığınırız."

Sözleri burada bitti. [223]


[220] İbnu Teymiyye Rahimehullâh'ın vasf ettiği şekliyle, sünnet ve bidat ehlinden akıl sahiplerinin cumhuru nezdinde fasitliği zorunlu olarak bilinen İbn Kullâb'ın bu görüşü, ehlisünnete muhaliftir. Geniş izahat için bkz. Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 12/162-234; İbnu Ebi'l İzz el-Hanefî, Şerh'ul Akîdet'it Tahâviyye, Mu'esseset'ur Risâle, 1/172-174; Ahmed bin Îsâ, Tevdîh'ul Mekâsid, 1/266-268.

[221] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 433.

[222] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 435.

[223] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 435-436.

İ'tisam


Eş'ariyye Taifesinin İmamı, Eserler Sahibi, İmam Ebu'l Hasan el-Eş'arî'nin Görüşünün Zikri
 
İhtilâf'ul Musallîn ve Makâlât'ul İslâmiyyîn ismini verdiği kitabında, Haricîler, Rafizîler, Cehmiyye ve diğer fırkaları zikretti, nihayetinde şöyle dedi:

"Sünnet Ehlinin ve Hadis Ashabının Görüşünün Zikri

Onların görüşünün özeti şöyledir: Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini, Allâh'tan geleni ve sika ravilerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den naklettiklerini kabul ederler ve bunlardan hiçbir şeyi reddetmezler. Allâh Arşın üzerindedir. Nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma." (Sâd, 38/75)

Yine şöyle buyurduğu gibi:

﴿‌بَلْ ‌يَدَاهُ ‌مَبْسُوطَتَانِ﴾

"Bilakis, O'nun iki eli de açıktır." (el-Mâ'ide, 5/64)

Mu'tezile ve Hâricîlerin iddia ettiği gibi, Allâhu Teâlâ'nın isimleri, Kendisi'nden başkadır denilemez. Allâh'ın ilminin olduğunu ikrar etmişlerdir ve Mu'tezile'nin nefyettiği gibi, Allâh'tan bunları nefyetmezler. Yine şöyle derler: Kuran, Allâh'ın kelamıdır ve mahluk değildir.

Onlar, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den gelen hadisleri tasdik ederler:

«إن الله ينزل إلى سماء الدنيا، فيقول: هل من مستغفر»

"Şüphesiz Allâh, dünya semasına iner ve bağışlanma isteyen var mı der."[224]

Nitekim hadiste geçtiği gibi.

Kıyamet günü Allâh'ın geleceğini ikrar ederler. Nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿‌وَجَاءَ ‌رَبُّكَ ‌وَالْمَلَكُ ‌صَفًّا ‌صَفًّا﴾

"Melekler sıra sıra olduğu zaman Rabbin geldiği vakit." (el-Fecr, 89/22)

Yine Allâh'ın dilediği şekilde kullarına yakınlaştığını ikrar ederler." [225]

Nihayet şöyle dedi: "İşte bunlar onların (inanılmasını) emrettikleri, kullandıkları ve rivayet ettikleri kanaatlerin özetidir. Onların görüşlerinden nakletmiş olduğumuz her şeyi biz de kabul ediyor ve benimsiyoruz. Muvaffakiyetimiz ancak Allâh'tandır." [226]

Bu zikredilen kitabında, el-Bârî Teâlâ, Diğer Mekânların Dışında Belirli Bir Mekânda Mıdır babında istivâdan bahsederek dedi ki:

"Bu hususta on yedi görüş üzere ihtilaf edilmiştir. Bu görüşlerden biri şudur: Sünnet ehli ve hadis ashabı der ki: Allâh cisim değildir, diğer şeylere benzemez ve O, arşa istivâ etmiştir. Nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Bizler görüş ile Allâh'ın önüne geçmeyiz, aksine deriz ki: Keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir ve O'nun iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma." (Sâd, 38/75)

Hadiste geldiği gibi O, dünya semasına nüzul eder." [227]

Sonra dedi ki: "Mutezile, arşına istivâ etti, istilâ etti manasındadır dedi." [228]

"Eli de nimet olarak tevil ettiler. Allâhu Teâlâ'nın:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Kavlini de ilmimizle şeklinde tevil ettiler." [229]


[224] İbnu Ebî Şeybe, Musannef, Dâru Kunûzi İşbîliyâ, Hadis no: 31534; yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 758.
[225] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/226-228.
[226] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/229.
[227] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.
[228] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.
[229] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/173.

İ'tisam


Ebu'l Hasan el-Eş'arî, Cumel'ul Makâlât kitabında şöyle dedi:

"Bu anlatılanlar, hadis ashabı ve ehlisünnetin görüşlerinin özetidir:

Hadis ashabı ve ehlisünnetin görüşünün özeti şudur: Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, rasullerini, Allâh'tan geleni ve güvenilir ravilerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den naklettiklerini kabul etmektir. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmezler. Allâh birdir, yektir, tektir ve Sameddir. Ne eş edinmiştir ne de çocuğu vardır. Allâh arşının üzerindedir, nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma..." (Sâd, 38/75)

Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿‌بَلْ ‌يَدَاهُ ‌مَبْسُوطَتَانِ﴾

"Bilakis, O'nun iki eli de açıktır." (el-Mâ'ide, 5/64)

Yine keyfiyetsiz olarak iki gözü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Yine yüzü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿‌وَيَبْقَى ‌وَجْهُ ‌رَبِّكَ ‌ذُو ‌الْجَلَالِ ‌وَالْإِكْرَامِ﴾

"Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır." (er-Rahmân, 55/27)

Kuran, Allâh'ın kelamıdır ve mahlûk değildir. Vakıf (Kuran'ın yaratılmış olup olmadığı hususunda duraksama) ve lafız (bizim Kuran'ı telaffuz edişimizin mahlûk olup olmadığı) hakkında söylenecek şey ise şudur: Her kim vakfı (bu hususta duraklamayı) veya lafzı(n mahluk olduğunu) savunursa, onların nezdinde o kimse bidatçidir. Kuran'ın lafzı (telâffuzu) için ne yaratılmıştır denir ne de yaratılmamıştır denir.[230]

Yine onlar, dolunay gecesinde ayın görüldüğü gibi, kıyamet gününde Allâh'ın gözlerle görüleceğini ikrar ederler. Müminler Allâh'ı [gözleriyle] görür ama kâfirler O'nu göremez. Çünkü onlar, Allâh'tan perdelenmiştirler." [231]

Sonra onların geri kalan sözlerini nakletti.

Yine bu kitapta dedi ki: "Mutezile şöyle der: Allâh'ın arşa istivâ etmesi, istilâ etmesi anlamındadır." [232]

İşte bunlar, onun sözleridir.

Yine bu kitabında dedi ki: "Mutezile, Allâhu Teâlâ'nın;

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Kavli hakkında dedi ki: İstila etti manasındadır." [233]

Dedi ki: "Elin manasını nimet olarak tevil ettiler ve Allâhu Teâlâ'nın;

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Kavlini, ilmimizle şeklinde tevil ettiler." [234]

Eş'arî Rahimehullâh, istivâyı istila olarak tevil etmeyi sadece Mutezile ve Cehmiyye'den nakletti. Bu görüşün aksini sarihçe ifade edip bunun ehlisünnetin görüşüne muhalif olduğunu beyan etti.


[230] İmam Ahmed bin Hanbel Rahimehullâh şöyle dedi:
"Kim, 'Benim Kuran okuyuşum mahlûk değildir' derse bidatçidir. Yine kim, 'Benim Kuran okuyuşum mahlûktur' derse Cehmî'dir." (Zehebî, Siyeru A'lâm'in Nubelâ, 11/288)

[231] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/226-227.

[232] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.

[233] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/131.

[234] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/173.

İ'tisam


Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne isimli kitabındaki İstivâ Babı'nda ise şöyle dedi: "Şayet şöyle denilecek olursa: İstiva hakkında görüşünüz nedir? Ona şöyle denilir: Şüphesiz Allâh arşının üzerine istivâ etmiştir. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine şöyle buyurdu:

﴿إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ

"Güzel sözler O'na yükselir." (Fâtır, 35/10)

Yine şöyle buyurdu:

﴿بَلْ رَفَعَهُ اللهُ إِلَيْهِ

"Bilakis Allâh onu, kendi katına kaldırmıştır." (en-Nisâ, 4/158)

Firavun'dan naklederek şöyle buyurdu:

﴿يَاهَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ۞ أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا

"Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın İlâhı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum..." (Gâfir, 40/36-37)

Firavun, Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın "Allâh semaların üstündedir" sözünü yalanladı.

Allâh Azze ve Celle yine şöyle buyurmaktadır:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ﴾

"Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır." (el-Mulk, 67/16)

Semavatın üzerinde arş bulunmaktadır, arş da semavatın üzerinde olduğu için şöyle buyurdu:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Zira Allâh, semanın üstündeki arşa istivâ etmiştir. Her yukarıda olan semadır. Arş da semaların en yukarısıdır. Allâh, şöyle buyurduğunda:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Bundan bütün gökleri kastetmemektedir, göklerin en yukarısı olan arşı kastetmektedir."[235]

Dedi ki: "Görüyoruz ki; bütün Müslümanlar dua ederken ellerini semaya doğru kaldırıyorlar. Çünkü Allâh, göklerin yukarısında olan arşın üzerine istivâ etmiştir. Eğer Allâh, arşın üzerinde olmasaydı, Müslümanlar ellerini arşa doğru kaldırmazlardı.

Mu'tezile, Cehmiyye ve Harûriyye'den bazıları, istivâ kelimesinin istilâ etti, mâlik oldu ve kahretti anlamında olduğunu ve Allâhu Teâlâ'nın her yerde olduğunu söylerler. Allâh'ın arş üzerinde oluşunu inkâr ettiler. İstivayı kudretle açıklarlar. Eğer dedikleri gibi olsaydı, arş ile yedinci arz arasında bir fark olmazdı. Çünkü Allâh her şeye kadirdir. Aynı şekilde eğer Allâh'ın arşa istivâsı, istilâ anlamında olsaydı, o zaman "O her şeyin üzerine istivâ etmiştir" denilmesi de caiz olurdu. Müslümanlardan hiç kimse "Allâh helalara ve tuvaletlere istivâ etmiştir" demeyi caiz görmez. Böylelikle, arşın üzerine istivâ etmenin, istila etmek olarak açıklanmasının batıl olduğu ortaya çıkmıştır." [236]

Daha sonra bunun dışında Kitaptan, sünnetten ve aklî deliller zikretti.

El-İbâne kitabı, Ebu'l Hasan'ın en meşhur eserlerinden birisidir. Bu eseri Hâfız İbnu Asâkir şöhrete kavuşturmuş, ona itimat etmiştir ve İmam Muhyiddîn en-Nevevî, kendi el yazısıyla bu eserin nüshasını çıkarmıştır.


[235] Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne, Dâr'ul Fadîle, sf. 405-408.

[236] Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne, Dâr'ul Fadîle, sf. 409-413.

İ'tisam


Allâh sana rahmet etsin, günümüzde Eş'arîlerin kendilerini nispet ettikleri imama bir bak, çünkü o mezkûr taifenin imamıdır! Sıfat ayetleri ve sıfat hadisleri hakkındaki akidesinin, sahabeden, tabiinden ve dinin imamlarından olan ehlisünnet ve'l cemaatin itikadı olduğunu nasıl da açıkladı! Ayrıca istivanın istila olarak, elin manasının nimet olarak, gözün manasının ilim olarak tevil edileceğini, Mu'tezile ve Cehmiyye dışında kimseden nakletmeyip onların görüşünün ehlisünnet ve'l cemaatin görüşüne muhalefet ettiği için kendi görüşüne de muhalefet ettiğini nasıl da açıkladı!

Sonra, kendilerini Eş'arî'nin akidesine nispet edenleri, akaid metinlerinde, tefsir ve hadis şerhleri hakkındaki eserlerinde imamlarının inkâr edip Mu'tezile'nin ve Cehmiyye'nin görüşü olduğunu açıkladığı tevili açıkça dile getirdiklerini bulursun! Onlar bu itikadı Eş'arî'ye nispet ediyorlar, hâlbuki o, bu görüşü inkâr ve reddedip kendisinin sahabe, tabiin ve onlardan sonraki imamlardan olan selefin akidesi üzere olduğunu ve İmam Ahmed'in akidesi üzere olduğunu haber vermiştir. Nitekim onun bu husustaki sözleri, ileride inşallah harfi harfine gelecektir.

Bundan daha acayibi ise onların eserlerinde, selefin akidesinin daha selamet üzere, halefin akidesinin ise daha ilmi ve daha hikmetli olduğunu zikretmeleridir! Kalpleri dilediği şekilde evirip, çeviren Allâh, her türlü noksanlıktan münezzehtir!

Akıl sahibi olan ve sahabenin kalp bakımından bu ümmetin en iyileri olduğunu, ilim bakımından bu ümmetin en derin olanları olduğunu, Kuran'ın indirilişine şahit olduklarını, tevili (tefsiri) bildiklerini, Kuran'ın kendilerinin lügatiyle indiği fasih lügat ve Arap lisanının ehli olduklarını, onların ilimde hakkıyla derinleşenler olduğunu, onların tek bir akide üzerinde ittifak ettiklerini ve bu hususta [onlardan] iki kişinin dahi ihtilaf etmediğini, onlardan sonra gelen tabiinin de onların yolundan gidip onların yoluna tabi olduklarını, onlardan sonra da dört imam ve onların dışındaki Evzâ'î, iki Sufyân (Sufyân bin Uyeyne ve Sufyân es-Sevrî), İbnu Mubârak, İshâk ve bunların dışındaki Allâh'ın âlemlerde değerlerini artırdığı ve sonra gelecekler arasında doğrulukla anılanlardan kıldığı dinin imamlarının tümünün tek bir akide üzerinde icma ettiklerini ve Rablerinin Kitabı'na ve Nebilerinin sünnetine tabi olduklarını bilen kişinin kalbinde -bu hususları bildikten ve ikrar ettikten sonra- halefin akidesinin, selefin yolundan daha ilmî ve daha hikmetli olduğu nasıl bir araya gelebilir?

Kişi ile kalbi arasına giren ve dilediğine fazlıyla hidayet eden, dilediğini de adaletiyle saptıran Allâh her türlü noksanlıktan münezzehtir.

﴿لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ﴾

"O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar." (el-Enbiyâ, 21/23)

Sonradan gelenler öncekilerden nasıl olur da daha fazla ilme sahip olur? Bilakis, kim böyle zannederse, o kişi selefin kadrini bilmiyordur. Hatta bu kişi Allâh'ı, Rasûlü'nü ve iman edenleri, istenildiği gibi hakkıyla bilmiyordur. Zira halefin yolunu üstün tutan bu kişiler, selefin yolunun Kuran'ın ve hadisin lafızlarını fıkh etmeksizin mücerret olarak iman etmek olduğunu, selefin, Allâh'ın haklarında:

﴿لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلَّا أَمَانِيَّ﴾

"Kitabı bilmezler, bildikleri sadece birtakım kuruntulardır." (el-Bakara, 2/78) buyurduğu ümmiler gibi olduklarını zannettikleri ve halefin yolunun, çeşitli ihtimaller ve az kullanılan kelimelerle nasların hakikatlerinden uzak manalar çıkarmak olduğunu vehmettikleri için bu sözü söylüyorlar.

İşte bu fasit zan, zikrettiğimiz gibi bu görüşü gerektirdi. Selefin yoluna iftira atıp halefin yolunu doğru sayma hususunda saptılar. Böylece selefin yolu hususundaki cehalet ile, halefin yolunu tasvip etmek şeklindeki cehalet ve dalaleti bir araya getirmişlerdir. Halef, Allâh, isimleri ve sıfatları hususunda muhacir ve ensârdan öne geçenlerden ve onlara ihsan ile tabi olan hidayet sancakları ve karanlıkların lambaları olan ilim ve iman ehlinden nasıl daha iyi bilip Allâh'ın zatı ve ayetleri hususunda da onlardan daha hikmetli olabilir? Allâh'tan, hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırmamasını ve katından bir rahmeti bizlere ve kardeşlerimize bağışlamasını dileriz. Şüphesiz O Vehhâb'dır (çokça bağışlayandır).

Bunları Ebu'l Hasan el-Eş'ârî'nin sözleri esnasında zikretmemizin sebebi, günümüzde halefin yolunu esas alan tevil ehlinin, kendilerini Eş'arîlerin akidesine nispet etmeleridir. Bundan dolayı da ilim sahibi olmayan kimseler bu tevilin, Ebu'l Hasan el-Eş'arî'nin yolu olduğunu zanneder. Oysa, Allâh kendisinden razı olsun, o kendisinin selefin yolu üzere olduğunu açıklayıp nasları tevil edenlere -ki nasları tevil etmek halefin mezhebidir- karşı çıkıp tevilin, Mu'tezile ve Cehmiyye'nin mezhebi olduğunu zikretti.

İ'tisam


İmam Zehebî Rahimehullâh, el-Uluvv kitabında dedi ki: Üstat Ebu'l Kâsım el-Kuşeyrî dedi ki: Ebû Alî ed-Dekkâk'ı şöyle derken işittim: Zâhir bin Ahmed el-Fakîh'i şöyle derken işittim: Eş'arî Rahimehullâh'ın başı kucağımda olduğu halde vefat etti. Ruhunu teslim ederken şöyle diyordu: "Allâh Mu'tezile'ye lanet etsin, onlar sulandırdılar ve uydurdular!"[237]

Hafız [Hücce] Ebu'l Kâsım İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî fimâ Nusibe ile'l Eş'arî adlı eserde şöyle dedi:

"Allâh'ın rahmeti üzerine olsun, Ebu'l Hasan kendisinden nakledilenlerde söz konusu edildiği şekilde güzel bir akideye sahip, marifet ve tenkit ehli tarafından mezhebi doğru bulunan, benimsediği kanaatlerin pek çoğunda ileri gelen âbidlerin kendisine muvafakat ettiği, cahil ve inatçı kimseler dışında kimsenin mezhebini tenkit etmediği bir kişi olduğuna göre, onun itikat ettiği hususların da güvenilir bir şekilde nakledilmesi kaçınılmazdır. Böylelikle onun dinî bakımdan akidesinin sıhhati hususunda durumu bilinebilsin. Bu sebeple onun el-İbâne adlı eserinde zikrettiklerine kulak verin, zira o şöyle diyor:

"Bir ve Azîz, Mâcid, tek başına tevhid edilen, her türlü övgülerle övülen, kulların sıfatlarının Kendisine erişemediği, benzeri ve dengi bulunmayan Allâh'a hamdolsun..."

Ve devamında İbnu Asâkir eserinin giriş kısmını zikretti ve bu girişte Eş'arî, Mu'tezile'ye, Kaderiyye'ye, Cehmiyye'ye, Harûrîler'e, Râfizîler'e ve Mur'cie'ye reddiye yapıp Mu'tezile'nin Allâh'ın Kitabına, Rasûl'ünün sünnetine ve sahabenin icmasına muhalefet ettiğini açıkladı. [238]

Nihayet Eş'arî şöyle dedi: "Eğer bir kimse şöyle derse: Siz Mu'tezile'nin, Kaderiyye'nin, Cehmiyye'nin, Harûriyye'nin, Râfizîler'in ve Mürcie'nin görüşlerini inkâr ettiniz. Şu hâlde sizin sahip olduğunuz görüşü ve din olarak kabul ettiğiniz inancı bize öğretiniz!

Ona şöyle denilir: Bizim sahip olduğumuz görüş ve din olarak benimsediğimiz inanç, Allâh'ın Kitabı'na, Allâh'ın Nebî'si Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine, sahabeden, tabiînden ve hadis imamlarından rivayet edilenlere sarılmaktır. Biz bunlara bağlıyız ve Ahmed bin Hanbel'in -Allâh yüzünü ak etsin- üzerinde bulunduğu yolu görüş ediniyoruz. Onun sözlerine muhalif olanlardan da uzak dururuz. Zira o, faziletli imam ve kâmil bir reistir. Öyle ki Allâh, dalaletin zuhur ettiği bir zamanda onunla hakkı apaçık ortaya koydu, kendisiyle doğru yolu gösterdi ve kendisiyle bidatçilerin bidatini, kalpleri eğri olanların eğriliğini ve şüphecilerin şüphelerini dizginledi. Allâh'ın rahmeti bu öncü imam ve insanların anlamasını sağlayan büyük zatın ve bütün Müslümanların imamlarının üzerine olsun. (Âmîn!)

Görüşümüzün özeti şudur: Bizler Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini, Allâh katından gelenleri ve güvenilir kimselerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den naklettiklerini ikrar ederiz. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmeyiz. Allâh'ın bir ilâh olduğunu, tek ve yek olduğunu, eşsiz ve samed olduğunu, Kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını, eş ve çocuk edinmediğini, Muhammed'in O'nun kulu ve Rasûlü olduğunu, cennetin hak olduğunu, cehennemin hak olduğunu, kıyametin şüphesiz bir şekilde mutlaka geleceğini, Allâh'ın kabirde olanları dirilteceğini ve Allâhu Teâlâ'nın arşının üzerinde istiva ettiğini ikrar ederiz, nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine Allâh'ın bir yüzü olduğunu da ikrar ederiz, nitekim O, şöyle buyurmuştur:

﴿وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ﴾

"Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır." (er-Rahmân, 55/27)

Yine Allâh'ın iki eli olduğunu da ikrar ederiz, nitekim O, şöyle buyurmuştur:

﴿بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ﴾

"Bilakis, O'nun iki eli de açıktır." (el-Mâ'ide, 5/64)

Yine Allâh'ın keyfiyetsiz olarak iki gözü olduğunu da ikrar ederiz, nitekim O, şöyle buyurmuştur:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Herkim Allâh'ın isminin Kendisinden başka bir şey olduğunu iddia ederse, onun sapmış olduğunu da ikrar ederiz. Yine Allâh'ın ilmi olduğunu da ikrar ederiz, nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿أَنْزَلَهُ بِعِلْمِهِ﴾

"Onu kendi ilmi ile indirmiştir." (en-Nisâ, 4/166)

Allâh hakkında kudreti isbat ederiz. Yine Allâh hakkında işitme ve görmeyi de isbat edip, Mu'tezile'nin, Hâricîler'in ve Cehmiyye'nin nefyettiği gibi bunları nefyetmeyiz.

Deriz ki: Hiç kuşkusuz ki Allâh Azze ve Celle'nin kelamı mahlûk değildir. Yeryüzünde, hayır veya şerden hiçbir şey Allâh'ın dilemesi dışında olmaz. Kulların amelleri mahlûktur ve Allâh tarafından takdir edilmiştir. Nitekim O, şöyle buyurmuştur:

﴿وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ﴾

"Sizi de yaptığınız şeyleri de Allâh yarattı." (es-Sâffât, 37/96)

Şüphesiz hayır ve şer Allâh'ın kazası ve takdiriyledir.

Deriz ki: Hiç kuşkusuz ki Kuran, Allâh'ın mahlûk olmayan kelamıdır. Kim Kuran'ın yaratılmış olduğunu söylerse kâfir olur. Dolunay gecesinde ayın görüldüğü gibi, Kıyamet gününde Allâh'ın -Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den gelen rivayetlerde olduğu gibi müminler tarafından- gözlerle görüleceğine itikat ederiz.

Deriz ki: hiç kuşkusuz ki mümin, Allâh'ı gördüğü zaman, kâfirler O'ndan perdelenir. Nitekim Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

﴿كَلَّا إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ﴾

"Hayır, onlar şüphesiz o gün Rabb'lerinden perdelenmişlerdir." (el-Mutaffifîn, 83/15)

Deriz ki: Hiç kuşkusuz ki İslam, imandan daha geniştir. Her İslam, iman değildir. Allâhu Teâlâ'nın kalpleri evirip çeviren olduğuna, kalplerin O'nun parmaklarından iki parmağı arasında olduğuna, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den gelen rivayette geldiği gibi gökleri bir parmağının, yerleri de bir parmağının üzerine koyacağına da itikat ederiz.

İmanın, söz ve amel olduğuna, arttığına ve eksildiğine itikat ederiz. Nakil ehlinin rivayet ettiği, dünyanın semasına nüzul etmek ve Rabbin 'İsteyen var mı? Bağışlanma isteyen var mı?' demesiyle alakalı tüm rivayetleri de tasdik ederiz. Zeyğ ve dalalet ehlinin dediklerinin tersine, nakil ehli tarafından nakledilen ve ispat edilen diğer rivayetleri de tasdik ederiz. Allâh'ın izin vermediği bir bidati Allâh'ın dininde ihdas etmeyiz. Bilmediğimiz bir şeyi Allâh hakkında söylemeyiz.

Deriz ki: Şüphesiz Kıyamet günü Allâh gelir, nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿‌وَجَاءَ ‌رَبُّكَ ‌وَالْمَلَكُ ‌صَفًّا ‌صَفًّا﴾

"Melekler sıra sıra olduğu zaman Rabbin geldiği vakit." (el-Fecr, 89/22)

Şüphesiz Allâh, kullarına dilediği şekilde yaklaşır, nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ﴾

"Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kâf, 50/16)

Yine Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى ۞ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى﴾

"Sonra yaklaştı, (yere doğru) sarktı. O'nunla arasındaki mesafe iki yay kadar yahut daha az kaldı." (en-Necm, 53/8-9)" [239]

Nihayet Eş'arî şöyle dedi: "Herhangi bir bidate çağıran herkesten ayrılmak ve heva ehlinden uzaklaşmak gerektiğini düşünürüz. Görüşlerimizden anlattıklarımızın ve geriye kalanların, konu konu, tek tek hepsinin delillerini zikredeceğiz." [240]

Daha sonra İbnu Asâkir şöyle demektedir: "Allâh'ın rahmeti üzerinize olsun! Şu akide üzerinde tefekkür ediniz! Ne kadar açık ve ne kadar nettir. Bunu şerh edip açıklayan bu imamın faziletini siz de itiraf edin!"

Alıntı sona erdi. [241]

Şems'ud Dîn ez-Zehebî Rahimehullâh dedi ki: "Şayet kelam ile uğraşan arkadaşlarımız, Ebu'l Hasan'ın görüşünü kabul edip ona bağlanacak olsalardı, güzel bir iş yapmış olurlardı. Ama onlar, ilk filozofların eşya hususunda derine daldıkları gibi derine dalıp mantığın arkasında yürüdüler. Allâh'tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur!" [242]

[Ebu'l Hasan el-Eş'arî, ilk başta Mu'tezilî idi. Ebû Alî el-Cubbâ'î'den ilim edinmişti. Sonra ondan ayrıldı ve sünnet uğrunda kelamcı oldu. Hadis imamlarının görüşlerinin cumhuruna muvafakat etti ki bu görüşlerini biz naklettik. Kendisi zekasıyla parlardı.

324 H senesinde, 64 yaşında vefat etti. Allâhu Teâlâ kendisine rahmet eylesin. (Âmîn.)]


[237] Zehebî, el-Uluvv, sf. 200, no: 541; ayrıca İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 148.
[238] İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 152.
[239] İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 157-161.
[240] İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 162-163.
[241] İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 163.
[242] Zehebî, el-Uluvv, sf. 222, no: 541.

İ'tisam


Eş'arî'nin Öğrencisi, Mutekellim Ebu'l Hasan Alî bin Mehdî et-Taberânî[243]'nin Görüşünün Zikri

Müşkil'ul Âyât adlı kitabında, Allâhu Teâlâ'nın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5) buyruğu ile ilgili bölümde şöyle demektedir:

"Bil ki, Allâh semânın üstünde, her şeyin üstünde, arşının üzerine istivâ etmiştir, yani onun üzerindedir. İstivânın manası üstüne çıkmaktır. Nitekim Araplar, onun üstüne çıktım anlamında şöyle derler: 'Bineğin sırtına istivâ ettim, damın üzerine istivâ ettim.' Yine şöyle derler: 'Güneş başımın üzerine istivâ etti, kuş başımın tepesi üzerine istivâ etti,' yani havada yükseldi ve tam benim başımın üstünde oldu, demektir. Kadîm Celle Celâluhu da arşının üstüne yükselmiştir. Allâh'ın şu buyruğu, O'nun semâda arşının üstünde oluşu hususunda sana rehberlik eder:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)
Yine Allâh'ın şu buyruğu:

﴿يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ

"Ey Îsâ! Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim..." (Âl-i İmrân, 3/55)

Belhî, Allâh'ın arşın üzerinde istivâ etmesinin, O'nun arşın üzerinde istila etmesi demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu da Arapların, 'Bişr, Irak üzerine istivâ etmiştir,' yani orayı istila etmiştir sözlerinden alınmıştır."

Taberî dedi ki: "Burada istivânın istila anlamına kullanılmadığının delalet eden bir şey de şudur: Eğer istila anlamına gelseydi, diğer mahlûkatı bir tarafa özellikle arşını istila etmekle mahsus kılması gerekmezdi. Çünkü o hem arşın üzerine hem de diğer mahlûkatın üzerine istila etmiştir ve bu şekilde vasfettiğinde arşın herhangi bir meziyeti (üstünlüğü) yoktur. Böylelikle onun söylediği bu görüşün fasitliği açığa çıkmaktadır.

Diğer taraftan yine ona şöyle denilir: Hiç kuşkusuz ki istivâ, Arapların, kişi daha önce imkân sahibi olmamasına karşın sonradan imkân sahibi olduğunda kullandıkları "filan kişi şunun üzerine istivâ, yani istila etti" sözleri kabilinden kullandıkları istila anlamında değildir. El-Bârî Azze ve Celle, daha önce imkân sahibi değilken, sonradan imkân sahip olmakla nitelendirilemeyeceğine göre, istivânın manası, istila etmeye değiştirilemez."

Sonra Taberî şöyle dedi: "Eğer şöyle denilirse: Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Ona şöyle denilir: Bu, O'nun semanın üstünde, arşın üzerinde olduğu anlamındadır. Nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾

"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)
Manası "yeryüzünün üstünde" şeklindedir. Yine Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾

"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)[244]

Eğer şöyle denilirse: "Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?

﴿وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ﴾
"Göklerde ve yerde Allâh O'dur." (el-En'âm, 6/3)
Ona şöyle denilir: Bazı kıraat imamları, "göklerde" buyruğunda vakıf yapar, sonra da "Yerde gizlediğinizi bilir" buyruğu ile okumaya başlarlar. [245]

Durum ne olursa olsun, eğer bir kimse: Filan kişi Şam'da ve Irak'ta hükümdardır diyecek olursa, bu onun hükümdarlığının Şam'da ve Irak'ta söz konusu olduğuna delâlet eder. Onun zatı itibariyle ikisi içerisinde olduğu anlamına gelmez." [246]


[243] Doğrusu, isminin Taberî olduğudur, nitekim tabakat kitaplarında ve risalenin diğer nüshasında da ismi böyle geçmektedir. Vallâhu alem! (İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 195; Safedî, el-Vâfî bi'l Vefayât, 22/90; Tâc'ud Dîn Subkî, Tabakât'uş Şâfi'iyyet'il Kubrâ, 3/466; Dâvûdî, Tabakât'ul Mufessirîn, 1/436; Kâtip Çelebi, Sullem'ul Vusûl, 2/398).

[244] 56. dipnota müracaat ediniz.

[245] Semâvât kelimesinde vakıf yapılacağına dair görüş, İbnu Cerîr et-Taberî (İbnu Kesîr, Tefsîr'ul Kur'ân'il Azîm, thk. Selâme, 3/239-240; Kurtubî, el-Câmi'u li Ahkâm'il Kur'ân, 6/390) ve İbnu Batta (İbnu Batta, el-İbâne, 7/136-139) gibi bazı ulemanın tercihidir.

Bu durumda ayetin meali "Göklerde Allâh O'dur. Yerde gizlediğinizi bilir..." şeklinde olur.

İbn'ul Kayyim Rahimehullâh, burada vakıf yapılmamasının daha doğru olduğunu belirtmiş ve bu bağlamda güzel bir faydadan şöyle bahsetmiştir:

"Burada apaçık bir hikmet sebebiyle 'gökler' çoğul olarak gelmiştir. Bu hikmet ise zarfın Allâh Tebâreke ve Teâlâ'nın İsmi içerisinde bulunan İlahlık manası ile taalluk etmesidir. Böylece mana şöyle olur: 'Allâh göklerin her birinde hem İlah hem de Ma'bûd'dur.' Allâh bu cinsten her birinde İlah edilendir ve ibadet edilendir. Bundan dolayı burada çoğul olarak zikredilmesi, tek bir cins lafzıyla yetinmekten daha beliğ ve iyidir.

Bu manayı sünnete mensuplardan bazıları yakalayamadığında, bu ayeti ayetle münasip olmayan bir biçimde tefsir ettiler ve şöyle dediler: 'Göklerde' lafzında tam bir vakıf yapılır sonra Allâhu Teâlâ'nın 'Yerdekini bilir' kavlinden başlanır.' Ayetin fehmi hususunda yanıldılar. Ayetin manası ancak benim sana anlattığım manadır. Bu mana ise tefsir ehlinin muhakkiklerinin görüşüdür." (İbn'ul Kayyim, Bedâ'i'ul Fevâ'id, Dâru Âlem'ul Fevâ'id, 1/202-203)

[246] Yakın lafızlarla İbnu Teymiyye, Beyânu Telbîs'il Cehmiyye, 4/287-292; Zehebî, el-Uluvv, sf. 231-233, no: 552.

İ'tisam


İmam, Zâhid Ebû Abdillâh İbnu Batta'nın Görüşünün Zikri

Üç ciltlik el-İbâne adlı eserinde şöyle demiştir:

"Allâh'ın, Arşı Üzerinde Mahlûkatından Ayrı Olarak Bulunduğuna, İlminin de Mahlûkatını Kuşatmış Olduğuna İman Etmeye Dair Bab

Ashab ve tabiînden olan Müslümanlar, Allâh'ın semavatı üzerinde, Arşının üstünde mahlûkatından ayrı olduğu hususunda icma etmişlerdir. Allâh'ın şu buyruğuna gelince:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ

"O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)
Bu, âlimlerin dediği gibi (ilmiyle)dir.

Cehmî ise Allâhu Teâlâ'nın şu sözüyle ihticac eder:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Ve Cehmî şöyle der: "Allâh bizimle beraberdir ve içimizdedir."

Âlimler ise bunu, Allâh'ın ilmi olarak tefsir etmiştir. Daha sonra Yüce Allâh ayetin sonunda şöyle buyurmaktadır:
﴿إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ﴾

"Şüphesiz Allâh her şeyi çok iyi bilendir." (el-Mucâdele, 58/7)"[247]

Bundan sonra İbnu Batta, senetleriyle burada maksat O'nun ilmidir, diyenlerin görüşlerini sıralamaktadır. Bu görüşü Dahhâk'tan, Sevrî'den, Nuaym bin Hammâd'dan, Ahmed bin Hanbel'den ve İshâk bin Râhveyh'den zikretmiştir.

Allâh kendisinden razı olsun, İbnu Batta en büyük imamlardandı. Begavî ve çağdaşlarından dinlemiştir. 387 H senesinde vefat etmiştir.


[247] Yakın lafızlarla İbnu Batta, el-İbânet'ul Kubrâ, 7/136-144.

İ'tisam


Zamanındaki Mâlikîlerin Şeyhi, İmam Ebû Muhammed İbnu Ebî Zeyd [el-Mağribî] el-Kayravânî'nin Görüşünün Zikri

İmam Mâlik'in mezhebi hakkındaki meşhur Risâle'sinin baş taraflarında şunları söylemektedir:

"Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, zatıyla Mecîd arşının üstündedir. O, ilmiyle her yerdedir." [248]

İbnu Ebî Zeyd'in Risâle'sinin şarihi, İmam Ebû Bekir Muhammed bin Vehb el-Mâlikî, "Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, zatıyla Mecîd arşının üstündedir" sözünü zikrettiğinde dedi ki:

"Arapların hepsinin katında, fevka (üstünde) ve alâ lafızlarının manası tektir." [249]

Sonra ayetleri ve hadisleri nakletti ve nihayet şöyle dedi:

"Fî lafzı, Arap lügatinde bazen fevka (üstünde) manasına gelir. Allâh'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

﴿فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا [وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ] ۞ أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ

"Yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın [ve Allâh'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır.] Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/15-16)

Tevil (tefsir) ehli dedi ki: Onun üstü kastediliyor. İşte bu, Mâlik'in tabiinden anladığı, tabiinin sahabeden anladığı ve sahabenin de Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den anladığı görüştür ki bu da Allâh'ın semada, yani semanın üstünde olmasıdır. Aynı şekilde Şeyh Ebû Muhammed şöyle dedi: "Şüphesiz O, arşının üzerindedir." Bundan sonra da O'nun zatı ile arşının üzerinde uluvda oluşunun, yarattıklarının hepsinden ayrı ve keyfiyetsiz olarak olduğunu açıkladı. O zatı ile değil, ilmi ile her mekândadır. Mekânlar O'nu kuşatamaz, zira O, bundan çok daha azimdir."

Şarihin sözleri sona erdi. [250]

El-Ferdu fi's Sunne adlı kitabında İbnu Ebî Zeyd Rahimehullâh, uluvvun beyanını ve Rabb'in zatıyla arşa istiva etmesini zikredip en kâmil şekilde beyan etti.

Muhtesar'ul Mudevvene'de şöyle der: "Şüphesiz Allâhu Teâlâ, zatıyla [Mecîd] arşının üstündedir. Arzında değil, semavatının üstündedir." [251]

Hafız Zehebî, İbnu Ebî Zeyd'in "Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, [zatıyla] Mecîd arşının üstündedir" sözünü zikrettiğinde dedi ki:

"Bu ibarenin bir benzeri daha önce Ebû Ca'fer bin Ebî Şeybe ile Osmân bin Sa'îd ed-Dârimî'den de geçmiş idi. Aynı şekilde bu ibareyi Sicistân vaizi Yahyâ bin Ammâr da risalesinde ve Hafız Ebû Nasr es-Siczî de el-İbâne adlı eserinde mutlak olarak kullanmıştır. O, şöyle diyor: "Sevrî, Mâlik, iki Hammâd, İbnu Uyeyne, İbn'ul Mubârak, Fudayl, Ahmed ve İshâk gibi imamlarımız, Allâh'ın zatıyla arşın üstünde olduğu, ilminin de her yerde olduğu hususunda ittifak hâlindedirler."

Bunu aynı şekilde İbnu Abd'il Berr de böylece mutlak kullanmıştır. Şeyh'ul İslam Ebû İsmâ'îl el-Ensârî'nin ibaresi de böyledir. O şöyle demektedir: "Çeşitli rivayetlerde Allâh'ın yedinci semada nefsiyle arşın üstünde olduğu belirtilmektedir."

Ebu'l Hasen el-Kercî eş-Şâfi'î de şu kasideyi söylemiştir:

"Onların itikatlarına göre İlâh, zatıyla

Arşının üstündedir, bununla birlikte gayb olan her şeyi de bilir."

Bu kasidenin üzerinde Allame Takiyy'ud Dîn İbn'us Salâh'ın el yazısıyla şöyle yazılıdır: "Bu Ehl-i Sünnet'in ve hadis ashabının akidesidir."

Aynı şekilde Hâfız Ahmed bin Sâbit et-Turakî, Şeyh Abd'ul Kâdir el-Cîlî (el-Geylânî), müftü Abd'ul Azîz el-Kuhaytî ve bir topluluk da bu lafzı mutlak bir şekilde kullanmıştır.

Allâhu Teâlâ, hiçbir yardımcısı ve destekçisi olmadan her şeyi zatıyla yaratmıştır, mahlûkatın işlerini de zatıyla idare etmektedir. İbnu Ebî Zeyd ve diğerleri Allâh'ın bizimle birlikte oluşuyla arşın üzerinde oluşu arasında bir farkın olduğunu belirtmek istemişlerdir. O, şöyle buyurduğunda bize öğrettiği gibi, Arşın üzerindeyken ilmiyle bizimle beraberdir:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Sözü geçen kelimeyi (zatıyla lafzını) zikrettiğimiz gibi ulemadan bir topluluk kullanmıştır. Lüzumsuz sözleri terk etmenin, İslam'ın güzelliklerinden olması hususunda şüphe yoktur.

İbnu Ebî Zeyd, Mağrib'de ilmiyle amel eden âlimlerdendi. Küçük Mâlik diye lakaplandırılmıştı. Usulü bilme hususunda varılabilecek en son nokta idi. "Zatıyla" lafzını kullandığı için aleyhine tenkitlerde bulunulmuştur. Keşke bu lafzı kullanmamış olsaydı."

Zehebî'nin sözleri sona erdi. [252]

[İbnu Ebî Zeyd, 386 H senesinde vefat etmiştir. Bunun 389 H senesi olduğu da söylenmiştir.]


[248] Kayravânî, Metn'ur Risâle, el-Mektebet'us Sekâfiyye, sf. 7.

[249] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 225.

[250] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 282-283.

[251] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 224-225.

[252] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 235-236.

İ'tisam


Kadı Ebû Bekir İbn'ut Tayyib el-Bâkillânî el-Eş'arî'nin Görüşünün Zikri

En meşhur kitaplarından olan, et-Temhîd fî Usûl'id Dîn kitabında şöyle dedi:

"Eğer şöyle denilirse: Siz, Allâh her yerdedir mi diyorsunuz? Deriz ki: Bundan Allâh'a sığınırız. Aksine, O arşı üzerine istivâ etmiştir, nitekim Kitabında bunu bildirerek şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine şöyle buyurmuştur:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ﴾

"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Eğer Allâh her yerde bulunsaydı, insanın iç organlarında, ağzında, tuvaletlerde ve zikredilmesi istenilmeyen pislik yerlerinde de olurdu. Allâh bunlardan [çok] yücedir."[253]

Sonra Allâhu Teâlâ'nın şu kavli hakkında şöyle dedi:

﴿وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, gökte İlâh'tır ve yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

"Burada kastedilen, O'nun sema ehli katında İlâh olması ve dünya ehli katında da İlâh olmasıdır. Arapların dediği gibi: "Falan, iki şehirde de" yani buraların ahalisi nezdinde, "kendisine itaat edilen bir soyludur." Burada zikredilen zatın, Hicaz ve Irak'ta bizzat mevcut olduğunu kastetmezler.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli:

﴿إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ﴾

"Şüphesiz Allâh, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir." (en-Nahl, 16/128)

Bununla kastedilen koruması, yardımı ve desteklemesiyle beraber olmasıdır. Allâhu Teâlâ, zatının onlarla birlikte olduğunu kastetmemiştir.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de:

﴿إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى﴾

"Şüphesiz Ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm." (Tâ Hâ, 20/46)

Bu kavli de aynı tevile hamledilir.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Bununla kastedilen; Allâhu Teâlâ'nın, onları ve onların gizledikleri sırları ve gizli konuşmaları bilmesidir. Bu beraberlik sıfatı sadece Kuran'da varit olduğu şekliyle kullanılır. Binaenaleyh, buna kıyas ederek Allâh'ın Kayravân'da, Medînet'us Selâm'da (Bağdat) ve Dimeşk'te olduğunu söylemek caiz değildir, yine O'nun boğa ve eşeklerle beraber olduğunu söylemek caiz değildir. Yine, Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kıyas ederek O'nun fasıklarla ve (dağlık) Hulvân beldesine tırmananlarla beraber olduğunu söylemek caiz değildir:

﴿إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا﴾

"Şüphesiz Allâh, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir." (en-Nahl, 16/128)

İlk başta vasfettiğimiz şekilde açıklamak böylece vacip olmuştur.

Şairin "Bişr, Irak üzerine istivâ etmiştir," dediği gibi Allâh'ın arşa istivâ etmesinin istila etme manasında olması caiz değildir. Zira istila, kudret ve üstün gelmektir. Allâhu Teâlâ ise her daim kudret sahibi ve üstün gelendir. Allâhu Teâlâ'nın

‌﴿ثُمَّ ‌اسْتَوَى﴾

"Sonra istivâ etti." (el-A'râf, 7/54)

Kavli de daha önce bu vasfın olmadığı hâlde yeni başlamasını gerektirir. Böylece söyledikleri batıl olmuştur." [254]

Sonra dedi ki: "Bab. Eğer şöyle denilirse: Bize Allâh'ın zatî sıfatlarıyla Allâh'ın fiilî sıfatlarının farkını açıklayın ki bunu bilelim.

Ona şöyle denilir: O'nun zatî sıfatları yok olmayan ve Allâh'ın her zaman kendileriyle vasfedildiği sıfatlardır. Bunlar; hayat, kudret, irade, işitme, görme, kelam, beka, yüz, iki el, iki göz, gazap ve rızadır.

Fiilî sıfatları ise; yaratmak, rızık, adalet, ihsan, lütfetmek, nimet vermek, sevap, cezalandırmak, haşretmek, neşretmek ve Allâh'ın daha fiili işlemeden evvel de mevcut olduğu tüm sıfatlardır."

Sonra sıfatlar hususunda söze daldı. [255]

Ez-Zebbu an Ebi'l Hasen'il Eş'arî adlı kitabındaysa şöyle demektedir:

"Allâh'ın sıfatları hakkında, -iki elin, yüzün ve iki gözün isbatına dair- Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den nakledilen bütün rivayetler hakkında da -sahih oldukları takdirde- aynı şeyi söyleyip şöyle diyoruz: Şüphesiz ki Allâhu Teâlâ kıyamet gününde buluttan gölgeler içerisinde gelecektir, hadiste belirtildiği gibi dünya semasına iner ve O, arşının üzerine istivâ etmiştir." [256]

Nihayet şunları söyledi:

"Bizler imamların ve sünnet ehlinin dinini açıkladık ve buna göre bu sıfatların keyfiyetlendirilmeden, sınırlandırılmadan, cinsiyetlendirmeden veya suretlendirmeden oldukları gibi geçirileceklerini açıkladık. Nitekim Zuhrî'den ve Mâlik'ten istivâ hakkında böyle rivayet edilmiştir. Her kim bunu aşarsa haddi aşar, bidat ortaya koyar ve sapar."

Alıntı sona erdi. [257]

Hafız Şems'ud Dîn Zehebî, Bâkillânî'nin bu sözlerini zikrettikten sonra şöyle dedi: "İşte bunlar, bu imamın kendi sözleridir. İlimde derinleşme, zekâ ve milletleri ve dinleri tanıma hususunda onun gibisi nerde bulunabilir? Varlık, selefin ne olduğunu bilmeyen; olumsuzluktan ve sıfatları nefyedip reddetmekten başkasını tanımayan insanlarla dolmuştur. Sağır ve dilsizdirler, açık net konuşamayanlardır. Akla davet ederler, nakil üzere değildirler. Biz Allâh'a aitiz ve kuşkusuz ki O'na döneceğiz." [258]

[Kadı Ebû Bekr el-Bâkillânî, 403 H senesinde yetmiş küsur yaşında vefat etti. Allâhu Teâlâ kendisine rahmet eylesin.]


[253] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 260.

[254] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 261-262.

[255] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 262-263.

[256] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 238; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 463-464.

[257] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 238; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 464-465.

[258] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 239.

İ'tisam


İmam Ebû Ömer Ahmed bin Muhammed bin Abdillâh el-Endelusî et-Talemenkî el-Mâliki'nin Görüşünün Zikri

El-Usûl adlı iki ciltlik eserinde şöyle dedi:

"Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlar, Allâh'ın zatı ile arşına istivâ ettiği hususunda icma etti."

Yine bu kitabında şöyle dedi:

"Ehl-i Sünnet, Allâh'ın mecazen değil hakikaten arşın üstünde olduğu hususunda icma etti."

Sonra senedi ile Mâlik'in şu sözünü nakletti:

"Allâh semadadır, ilmi ise her yerdedir."

Sonra bu kitapta dedi ki:

"Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlar, Allâh'ın:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ

"Nerede olursanız O sizinle beraberdir" (el-Hadîd, 57/4) buyruğunun anlamının ve Kuran'da bulunan benzeri buyrukların anlamının Allâh'ın ilmiyle beraber olduğu hususunda icma etti. Zira Allâhu Teâlâ, zatıyla semâvâtın üstündedir, dilediği şekilde arşına istiva etmiştir."[259]

Bu, onun kitabında bulunan sözüdür. Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanların [selefinin], Allâh'ın zatı ile arşına istivâ etmesi hususunda icmasını nakletmesine bak!

Sünnet imamlarının birçoğu bu lafzı mutlak bir şekilde kullandı. Ulemanın birçoğu, bu lafzın mutlak bir şekilde kullanılmasını büyük imamlardan aktardı. Nitekim Hafız Ebû Nasr es-Siczî ve diğerlerinden bu lafız daha önce geçmişti. Sonra Zehebî'nin zikrettiği gibi İbnu Ebî Zeyd, bu hususu Risâle'sinde zikrettiğinde, bundan dolayı yalnızca onu nasıl eleştirirler?

Burada zikri geçen Talemenkî, Endülüs'teki büyük hafızlardan ve kıraat imamlarındandı. 80 küsur yıl yaşamış ve 429 H yılında vefat etmiştir.


[259] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 246; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 204.

İ'tisam


Şeyh'ul İslam Ebû Osmân İsmâ'îl bin Abd'ir Rahmân en-Neysâbûrî es-Sâbûnî'nin Görüşünün Zikri

Sünnete dair risalesinde dedi ki:

"Hadis ashabı Allâh'ın -kitabında buyurduğu gibi- yedi semâsının üstünde, Arşının üzerinde olduğuna inanır ve şahitlik ederler. Ümmetin âlimleri ile selef imamlarının önde gelenleri, Allâh'ın Arşı üzerinde olduğu, Arşının da semâvâtının üzerinde olduğu hususunda hiç ihtilaf etmemişlerdir.

İmamımız Şâfi'î de el-Mebsût adlı eserinde kefaret hususunda mümine köleyi azat etmek meselesinde, Muâviye İbn'ul Hakem'in haberini delil göstermiştir. Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem siyahî cariyenin mümine olup olmadığını öğrenmek için ona şöyle dedi: "Rabbin nerede?" Cariye semâya işaret etti, çünkü kendisi Arap değildi. Bunun üzerine Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Onu azat et. Çünkü o mümine birisidir!" Böylelikle Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, cariye, Rabbinin semâda olduğunu ikrar edip, Rabbini uluvv ve fevkıyye (üstte oluş) sıfatlarıyla tanıtınca onun imanına hüküm verdi."[260]

Burada zikri geçen Sâbûnî fakih, muhaddis, sufi ve vaiz birisiydi. Zamanında Neysâbûr'un şeyhiydi. Güzel eserleri vardır. İbnu Huzeyme ve Serrâc'ın ashabından hadis dinlemiştir. 449 H yılında vefat etmiştir.


[260] Yakın lafızlarla Sâbûnî, Akîdet'us Selef ve Ashâb'ul Hadîs, Dâr'ul Âsıme, sf. 175-188.

İ'tisam


İmam, Âlim, Allâme, Mağrib'in Hâfızı, Zamanının Sünnet [Ehlinin] İmamı, et-Temhîd, el-İstizkâr ve Son Derece Değerli Eserlerin Müellifi Ebû Ömer Yûsuf bin Abdillâh bin Abd'il Berr en-Nemrî el-Endelusî'nin Görüşünün Zikri

Et-Temhîd isimli kitabında, İbn Şihâb'ın sekizinci hadisini şerh ederken şöyle dedi:

"Nüzul hadisinin isnadı sahihtir. Hadis ehli, onun sahihliği hususunda ihtilaf etmemiştir. Bu hadiste Allâh Azze ve Celle'nin semâda, yedi semânın üstünde, arşın üzerinde olduğuna delil vardır. Nitekim cemaat de böyle demiştir. Yine bu hadis, "Allâh her mekândadır ve arşın üzerinde değildir" görüşleri hususunda Mu'tezile ve Cehmiyye'ye karşı cemaatin hüccet[ler]i[nden]dir.

Hak ehlinin görüşünün sahih olduğuna ilişkin delil yüce Allâh'ın şu buyruğudur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine Allâh'ın şu buyruğudur:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

"Gökte olandan," kasıt, arşın üzerinde olandır. "Fî" lafzı bazen "alâ" manasında olur.[261] Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini görmez misin?

﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾

"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)

Yani yeryüzü üzerinde dolaşın. Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de aynı şekildedir:

﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾

"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de bunu destekler:

﴿تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ﴾

"Melekler ve Ruh O'na yükselir." (el-Me'âric, 70/4)

Bu ayete benzeyen ayetler de bunu destekler. Bu ayetlerin hepsi, Mutezile'nin görüşünü iptal etme hususunda açıktır.

İstivâ hususunda mecazı iddia etmeleri ve istivânın açıklamasına dair istila etti anlamında olduğunu söylemelerine gelince, bunun bir manası yoktur. Çünkü bu, lügatte zahir değildir. İstilanın lügatte manası, birisine galip gelmeye çalışmaktır. Allâh'a ise hiçbir şey galip gelemez.

Ümmet, kastedilenin mecaz olduğu noktasında ittifak etmediği sürece sözü hakikati üzerine hamletmek, sözün bir hakkıdır. Zira Rabbimizden bize indirilene tabi olmanın bundan başka yolu yoktur. Şayet her iddiacının mecaz iddiasını kabul etseydik, ibadetlerden hiçbiri sabit olmazdı. Fakat Allâh, Arapların -alışageldiği hitabın ve dinleyenlerin nezdinde manası sahih olacak şekilde- anlayacağı tarzın dışında ümmete hitap etmekten münezzehtir.

İstivâ lügatte malumdur ve anlaşılan bir şeydir. İstivâ, uluvv (yücelik), bir şeyin üzerine yükselmek, karar kılmak ve orada temekkün etmek (yerleşmek) demektir.

Ebû Ubeyde, Allâhu Teâlâ'nın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Buyruğu hakkında şöyle dedi: Yükseldi demektir. [Yine şöyle dedi:] Araplar, bineğin üstüne istivâ ettim (çıktım) ve evin üstüne istivâ ettim (çıktım) derler.

Başkası da şöyle dedi: İstivâ, karar kılmak manasındadır. Bu sözüne de, Allâh'ın şu buyruğunu delil gösterdi:

﴿‌وَلَمَّا ‌بَلَغَ ‌أَشُدَّهُ ‌وَاسْتَوَى﴾

"O yiğitlik çağına erişip, istivâ ettiğinde (olgunlaştığında)" (el-Kasas, 28/14)

Yani gençliği bitip, karar kıldığında. Artık gençliğinde değildi.

İbnu Abd'il Berr dedi ki: İstivâ, uluvvda karar kılmak demektir. Allâh Azze ve Celle, Kitabı'nda bize bu şekilde hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur:

﴿‌لِتَسْتَوُوا ‌عَلَى ‌ظُهُورِهِ﴾

"Onların sırtlarına istivâ etmeniz (yerleşmeniz) için." (ez-Zuhruf, 43/13)

Allâh yine şöyle buyurmuştur:

﴿‌فَإِذَا ‌اسْتَوَيْتَ أَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ﴾

"Böylece sen ve seninle beraber olan kimseler, gemiye istivâ ettiğiniz (bindiğiniz) zaman..." (el-Mu'minûn, 23/28)

Allâh yine şöyle buyurmuştur:

﴿‌وَاسْتَوَتْ ‌عَلَى ‌الْجُودِيِّ﴾

"Ve gemi, Cûdî dağının üzerine istivâ etti (yerleşti)." (Hûd, 11/44)" [262]


[261] 56. dipnota müracaat ediniz.
[262] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/139-142.

İ'tisam


(İbnu Abd'il Berr Rahimehullâh, devamla der ki:)

"Abdullâh bin Dâvûd el-Vâsitî'nin rivayet ettiği hadis ile (dalalete) meyledenlere gelince, o İbrâhîm bin Abd'is Samed'den, o da Abdullâh bin Mücahid'den, o da babasından, o da İbnu Abbâs'tan rivayet ettiğine göre Allâh'ın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Buyruğu hakkında İbnu Abbâs şöyle demiştir: "Bütün yarattığı şeyleri istilâ etti, hiçbir mekân O'ndan hali değildir."

Cevap şudur: Bu hadis münkerdir. Onu nakledenler meçhul ve zayıftır. Abdullâh bin Dâvûd el-Vâsitî ve İbnu Mucâhid'e gelince, onlar zayıftır. İbrâhîm bin Abd'is Samed, bilinmeyen, meçhul birisidir. Onlar adil ravilerin ahad haberlerini kabul etmiyorlar. Durum böyleyken bu hadis gibi olanlarla nasıl ihticac ederler? Keşke akletseler!

Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğunu işitmediler mi?

﴿‌وَقَالَ ‌فِرْعَوْنُ يَاهَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ۞ أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا﴾

"Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın İlâhı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi..." (Gâfir, 40/36-37)

Allâhu Teâlâ'nın bu buyruğu, Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın "İlâh'ım semadadır" dediğine ve Firavun'un onun yalancı olduğunu düşündüğüne delalet eder.

Eğer Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, gökte İlâh'tır ve yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ﴾

"Göklerde ve yerde Allâh O'dur." (el-En'âm, 6/3)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Allâhu Teâlâ'nın nefsi ve zatı ile her yerde olduğunu iddia ettiler. Allâh'ın ismi mübarek, şanı yücedir.

Onlara denilir ki: Bizim aramızda, sizin aranızda ve geriye kalan ümmetin arasında Allâh'ın zatı ile semanın altında, yerde olmadığı hususunda bir ihtilaf yoktur. O zaman bu ayetleri, üzerinde icma edilmiş sahih manaya hamletmek vaciptir. Bu sahih mana da Allâh'ın semada ilâh olduğu, yani sema ehli katında ibadet edilen olduğu ve Allâh'ın yeryüzünde ilâh olduğu, yani yeryüzü ehli katında ibadet edilen olduğudur. Keza, tefsir ilminin erbabı da böyle demiştir. Tenzîl'in (Kuran'ın) zahiri, Allâh'ın arşın üzerinde olduğuna şahitlik eder. Dolayısıyla bu konudaki ihtilaf sakıt olur. Zahir ile mutlu olanlar, insanların en mutlularıdır.

Allâhu Teâlâ'nın diğer ayetteki şu buyruğuna gelince:

﴿وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

Bundan kastın, yeryüzü ehli katında ibadet edilen olması icmaen ve ittifaken açıklanmıştır. Bunun üzerine düşün, zira bu katidir [inşallah].

Allâh Azze ve Celle'nin yedi kat semanın üstünde, arşının üzerinde olması hakkındaki hüccetlerden biri de Arap olsun acem olsun tüm Muvahhidlerin, bir işte hüzünlendiklerinde ve üzerlerine bir sıkıntı indiğinde, yüzlerini semaya kaldırıp, ellerini semaya doğru kaldırarak Rableri olan Allâh Tebâreke ve Teâlâ'dan yardım istemeleridir. Bu avam arasında da havas arasında da çokça anlatılmasına ihtiyaç duyulmayacak kadar meşhur ve maruftur.

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem siyahi cariyeye dedi ki: "Allâh nerededir?" Cariye semayı işaret etti. Sonra Rasûlullâh ona dedi ki: "Ben kimim?" Cariye dedi ki: "Allâh'ın Rasûlü'sün." Rasûlullâh dedi ki: "Onu azat et, şüphesiz o müminedir!" [263] Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, cariyenin başını semaya kaldırması ile yetindi."[264]


[263] Yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 537; Ebû Dâvûd, Hadis no: 930; Nesâ'î, Hadis no: 1218.

[264] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/143-145.

İ'tisam


İbnu Abd'il Berr dedi ki: "Allâhu Teâlâ'nın, şu buyruğu ile ihticac etmelerine gelince,

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Bu ayetin zahiri onlar için hüccet değildir."[265]

İbnu Abd'il Berr dedi ki: "O arşın üzerindedir ve ilmi her yerdedir.

Suneyd, Dahhâk'tan bu ayet hakkında şöyle dediğini zikretmiştir: "O arşın üzerindedir, ilmi ise nerede olurlarsa olsunlar, onlarladır."

Dedi ki: Sufyân es-Sevrî'den de bunun benzeri bana ulaşmıştır.

Abdullâh bin Mes'ûd dedi ki: "Sema ile yer arasındaki mesafe beş yüz yıldır. Her sema ile diğer sema arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Yedinci sema ile kürsü arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Kürsü ile su arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Arş, suyun üzerindedir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ da arşın üzerindedir ve amellerinizi bilir." [266]

Bu sözü veya yakın lafzı, el-İstizkâr kitabında zikretmiştir. [267]

Yine Ebû Ömer dedi ki: "Kendilerinden tevilin (tefsirin) nakledildiği sahabe ve tabiin alimleri, icma ederek Allâhu Teâlâ'nın:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Buyruğunun tevili (tefsiri) hakkında şöyle demişlerdir: O, arşın üzerindedir, ilmi ise her yerdedir. Bu konuda, sözü delil olarak kabul edilecek hiç kimse onlara muhalefet etmemiştir." [268]

Yine şöyle demektedir: "Ehl-i Sünnet, Kitap ve sünnette varit olmuş sıfatları ikrar etme ve bu sıfatları hakikat üzere hamledip mecaza hamletmeme hususunda icma etmiştir. Şu kadar var ki onlar bu sıfatların hiçbirisini keyfiyetlendirmezler.

Cehmiyye, Mu'tezile ve Hâricîler'e gelince, onların hepsi bunları inkâr eder, bu sıfatların hiçbirisini hakikat üzere hamletmez ve onları ikrar edenlerin Müşebbihe olduğunu iddia ederler. Kendileri ise bunları ikrar edenlere göre, Ma'bûd'un Kendisini nefyeden kimselerdir." [269]

Hafız Zehebî dedi ki: "Allâh'a yemin ederim doğru söylemiştir. Çünkü sair sıfatları tevil edip, bu hususta varit olan sıfatları mecâzî söz olarak hamleden kişiye gelince, onun sıfatları manalarından soyması, kendisini Rabbi ta'tîl etmeye (yok saymaya) ve O'nu olmayan bir varlığa benzetmeye götürür." [270]

Ebû Ömer bin Abd'il Berr, ilim deryalarından ve eser imamlarından biriydi. Gözlerin onun benzerini görme ihtimali çok azdır. Dört bir yanda fazileti şöhret kazanmıştır. 463 H senesinde, 96 yaşındayken vefat etti.


[265] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149.

[266] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/150-151.

[267] İbnu Abd'il Berr, el-İstizkâr, 2/527-529.

[268] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149-150.

[269] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/156.

[270] Zehebî, el-Uluvv, sf. 250.

🡱 🡳

Benzer Konular (5)