İstiva’yı “oturma” olarak tefsir eden ve Allahu Teala’ya oturma nisbet eden alimler:
Allahu Teala’nın Rasulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i kıyamet günü Arşının üzerinde kendisiyle beraber oturtacağını gösteren delil ve nakiller bu şekildedir. Aslında bunlar bile Allahu Teala’ya oturma izafe edilmesi konusunda yeterli olsa da biz yine de selef döneminden başlayarak Allah’a culus veya kuud yani oturma izafe eden, istivayı bu şekilde tefsir eden, buna dair rivayetlere kitaplarında inkar etmeksizin yer veren alimleri zikredeceğiz inşallah.
1- Abdullah bin Mesud (v. 32 veya 33): Sahabe neslinin önde gelen alimlerinden olan İbn Mes’ud (ra)’ın konu hakkındaki görüşünü Hakem bin Ma’bed’in ‘Kitab’ur Ru’ye’ adlı eserinde şu şekilde naklettiği aktarılmaktadır:
ثنا موسى ثنا روح بن عبادة عن حماد بن سلمه عن عطاء بن السائب عن الشعبي عن عبدالله أنه قال: {الرحمن على العرش استوى} قال: جالس
“(…) Ata bin es-Saib’ten o da eş-Şa’bi’den o da Abdullah’tan ‘Rahman Arşa istiva etti’ kavli hakkında ‘calisun’ yani oturmaktadır, dediğini haber verdi.”
Hafız Mahmud bin Ebi’l Kasım ed-Deşti, bu eseri إِثْبَاتِ الْحَدِّ للهِ عَزَّ وَجَلَّ وَبِأَنَّهُ قَاعِدٌ وَجَالِسٌ عَلَى عَرْشِه “Allah için haddin isbatı ve Onun Arş’ının üzerine oturuyor oluşu” adlı kitabında Hakem bin Ma’bed’den nakletmektedir. Hakem bin Ma’bed (v. 295) Kufe fakihlerinin fıkhı üzere fetva veren, yani Hanefi mezhebine yakın olan bir alim olup “Kitab’us Sunne” adlı bir eserinden bahsedilmektedir ki bu rivayet de oradan yapılmış olmalıdır, ‘Kitab’ur Ru’ye’nin bu eserin bir bölümü olduğu sanılmaktadır. Deşti’nin kitabını tahkik eden el-Uteybi bu rivayetin Ata bin Saib’in ihtilatı yani hafızasının karışması ve de Şa’bi ile İbn Mes’ud arasındaki inkitadan yani kopukluktan dolayı zayıf olduğunu söylemektedir.
2- İbn Abbas (v. 68): Müfessirlerin imamı ve sahabenin en faziletlilerinden olan Abdullah bin Abbas (ra)’ın bu husustaki görüşünü İbn’ul Kayyim, Süddi kanalıyla şöyle nakletmektedir:
وفي تفسير السدي عن أبي مالك وأبي صالح عن ابن عباس: {الرحمن على العرش استوى} [طه: 5] قال: قعد.
“Süddi tefsirinde Ebu Malik’ten ve Ebu Salih’ten İbn Abbas ‘Rahman Arşa istiva etti’ kavli hakkında ‘qaade’ yani oturdu demiştir.” (İctima’ul Cuyuş’il İslamiyye, 2/251)
Bu rivayetin nerede İbn Abbas’a isnad edildiğini bulamadım. Bu eserin, İbn’ul Muhibb el Makdisi’nin “Sıfatu Rabbil Alemin” adlı eserinde de tahric edildiği söylenmektedir. Kitap matbu olmadığı için rivayeti görme imkanımız olmadı. Yazma nüshanın 106. Sayfasında bu rivayetin yer aldığı söylenmektedir. Yazma eser okuyabilenler buradan kontrol edebilirler. Zehebi, bu hususta Ebu Musa el Medini ile Ebu’l Kasım et-Teymi arasında sözkonusu rivayetle alakalı geçen bir diyalogu şöyle aktarmaktadır:
قَالَ أَبُو مُوْسَى المَدِيْنِيُّ: سَأَلتُ إِسْمَاعِيْلَ يَوْماً: أَلَيْسَ قَدْ رُوِيَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ فِي قَوْلِهِ: اسْتوَى: قَعَدَ ؟
قَالَ: نَعَمْ.
قُلْتُ لَهُ: إِسْحَاقُ بنُ رَاهويه يَقُوْلُ: إِنَّمَا يُوْصَفُ بِالقُعُوْدِ مَنْ يَمَلُّ القِيَامَ.
قَالَ: لاَ أَدْرِي أَيشٍ يَقُوْلُ إِسْحَاقُ.
“Ebu Musa el Medini dedi ki: Ben İsmail’e bir gün şöyle sordum: İbn Abbas’tan ‘İstiva etti’ kavli hakkında ‘qaade’ yani oturdu dediği rivayet edilmemiş mi? O: Evet, dedi. Ben ona dedim ki: İshak bin Rahuye diyor ki: Ancak ayakta duramayan (veya ayakta durmaktan yorulan) birisi oturmakla vasfedilir. Dedi ki: İshak ne diyor ben bilmiyorum!” (Siyer’u A’lam’in Nubela, 20/87-88)
Burada zikri geçen Ebu’l Kasım et-Teymi el Asbahani (v. 535) olup “el-Hucce fi Beyan’il Mehicce” ve “et-Tergib ve’t Terhib” gibi eserlerin sahibidir. İbn Abbas’a nisbet edilen kavli onayladığı görülmektedir. İshak bin Rahuye (rh.a)’a nisbet edilen kavlin ise İshak’a ulaşan bir senedi yoktur. Ancak bazı müteahhirun ulemasının kitaplarında “İshak’ın şöyle dediği bize ulaşmıştır” gibi hikayelerle nakledilmektedir. Mesela Sa’lebi Tefsirinde (4/239) olduğu gibi. İshak’a nisbet edilen bu söz, asılsız bir rivayete benzemektedir. Vallahu a’lem.
3 - İkrime (v. 106) ve 4- el-Hasen’ul Basri (v.110): Tabiinin bu iki değerli imamının görüşünü ed-Deşti yine Hakem bin Ma’bed’in aynı kitabından şöyle nakletmektedir:
وفيه: عن عباد بن منصور قال: سألت الحسن وعكرمة عن قوله: {الرحمن على العرش استوى} قالا: جالس.
“Yine orada Abbad bin Mansur’un şöyle dediği nakledilmektedir: Ben el-Hasen ve İkrime’ye ‘Rahman Arşa istiva etti’ kavli hakkında sordum şöyle dediler: ‘calisun’ yani oturmaktadır.”
Deşti’nin kitabının muhakkiki bu eserin hasen olduğunu söylemektedir.
5- Muhammed bin Ka’b el-Kurazi (v. 108): Tabiinin önde gelen alimlerinden olan bu zatın raşid halifelerden Ömer bin Abdulaziz’e anlattığı, cennet ehli ile Rabbleri arasında geçecek bir konuşma nakledilmektedir. Bunu, İmam Taberi Yasin: 58. Ayetin tefsirinde şu şekilde rivayet etmektedir:
حَدَّثَنِي يُونُسُ، قَالَ: أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ، قَالَ: ثنا حَرْمَلَةُ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ حُمَيْدٍ، قَالَ: سَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ كَعْبٍ الْقُرَظِيَّ يُحَدِّثُ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ، قَالَ: إِذَا فَرَغَ اللَّهُ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ، أَقْبَلَ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلَائِكَةِ، قَالَ: فَيُسَلِّمُ عَلَى أَهْلِ الْجَنَّةِ، فَيَرُدُّونَ عَلَيْهِ السَّلَامَ، قَالَ الْقُرَظِيُّ: وَهَذَا فِي كِتَابِ اللَّهِ: {سَلَّامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ} [يس: 58] فَيَقُولُ: سَلُونِي، فَيَقُولُونَ: مَاذَا نَسْأَلُكَ، أَيْ رَبِّ؟ قَالَ: بَلْ سَلُونِي، قَالُوا: نَسْأَلُكَ أَيْ رَبِّ رِضَاكَ، قَالَ: رِضَائِي أَحَلَّكُمْ دَارَ كَرَامَتِي، قَالُوا: يَا رَبِّ وَمَا الَّذِي نَسْأَلُكَ فَوَعِزَّتِكَ وَجَلَالِكَ وَارْتِفَاعِ مَكَانِكَ، لَوْ قَسَمْتَ عَلَيْنَا رِزْقَ الثَّقَلَيْنِ لَأَطْعَمْنَاهُمْ، وَلَأَسْقَيْنَاهُمْ، وَلَأَلْبَسْنَاهُمْ وَلَأَخْدَمْنَاهُمْ، لَا يُنْقِصْنَا ذَلِكَ شَيْئًا، قَالَ: إِنَّ لَدَيَّ مَزِيدًا، قَالَ: فَيَفْعَلُ اللَّهُ ذَلِكَ بِهِمْ فِي دَرَجِهِمْ حَتَّى يَسْتَوِيَ فِي مَجْلِسِهِ، قَالَ: ثُمَّ تَأْتِيهِمُ التُّحَفُ مِنَ اللَّهِ تَحْمِلُهَا إِلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ. ثُمَّ ذَكَرَ نَحْوَهُ.
“Bize Yûnus İbn Abd'il-A'la tahdis etti ve dedi ki: Bize İbnu Vehb haber verdi ve dedi ki: Bize Harmele, Süleyman İbn Humeyd'den tahdis etti ve dedi ki; o, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî'nin Ömer İbn Abdül Azîz'e şöyle anlattığını duydum, demiştir: Allah Teâlâ cennet ve cehennem ehlinin işini bitirdikten sonra, bulutlardan gölgeliklerle beraberinde melekler olduğu halde gelip cennet ehline selâm verir. Onlar da selâmını alırlar. el-Kurazî dedi ki: Bu, Allah'ın kitabında da vardır. Nitekim Allah «Rahîm olan Rablerinden selâm, sözü.» (Yasin: 58) buyuruyor. O esnada Allah Teâlâ buyurur ki: Benden dileyin. Onlar; Rabbimiz, biz Senden ne dileyelim? derler. Allah Teâlâ buyurur ki: Hayır, Benden dileyin. Onlar; Rabbimiz, Senden rızanı (hoşnutluğunu) dileriz, derler. Allah Teâlâ buyurur ki: Benim rızam (hoşnutluğum) sizi şerefli yurduma yerleştirmemdir. Onlar derler ki; Senden ne isteyebiliriz? İzzet'in, Celâl'in ve yüce mekanın hakkı için, Sen bize insanların ve cinlerin rızkını paylaştırmış olsan, biz onları yedirip, içirip, giydirip hizmetlerini tamâmlasak bu bizim hiç bir şeyimizi eksiltmez. Allah Teâlâ buyurur ki: Doğrusu katımda daha fazlası vardır. Onların bulunduğu derecelerinde O, ta ki kendi oturduğu yere istiva edene (yükselene) kadar böyle yapar.. Sonra devam etti: Nihayet kendilerine melekler tarafından taşınan Allah'ın hediyeleri getirilir. Sonra buna benzer bir şeyler nakletti.”
Bu haberi Taberi’nin yanı sıra, İmam Malik’in öğrencisi İbn Vehb, Tefsir’inde (1/83); Darimi, er-Redd ale’l Cehmiyye, 1/92’de rivayet etmiştir. Darimi, bu hadisi Allahu Teala’nın nüzülüyle alakalı haberler cümlesinden addetmiş ve bu tarz haberleri imamlardan hiç birinin inkar etmediğini ifade etmiştir. İbn Kesir ise aynı Yasin: 58. Ayetin tefsirinde bunu İbn Cerir et-Taberi’den nakletmiş ve şöyle demiştir: “Bu haber garîbtir, ama onu İbn Cerîr muhtelif yollarla îrâd etmiştir.” Seneddeki raviler, Süleyman bin Humeyd haricinde sikadır, Süleyman bin Humeyd hakkında ise çeşitli kaynaklarda bilgi verilmesine rağmen adalet durumundan bahseden kimse yoktur. Onu bildiğimiz kadarıyla sadece İbn Hibban güvenilir addetmiştir. İbn Hibban ise hakkında cerh bilinmeyen herkesi aslen güvenilir addetmesi ile tanınmaktadır. Vallahu a’lem.
Bu haberdeki konumuza delalet eden yön, Allahu Teala hakkında kullanılan; Kendi meclisine istiva edene kadar, yani oturduğu yere (Arşa/tahta) çıkana kadar ifadesidir. Böylece el-Kurazi Allah’ın üzerine istiva ettiği yeri yani Arş’ı Onun oturduğu yer olarak tanımlamak suretiyle istivayı oturma olarak tefsir etmiş olmaktadır. Bu haberde cennet ehlinin dilinden “senin yüksek mekanına” ifadesi kullanılarak Allahu Teala’ya mekan da izafe edilmiş olmaktadır. Tabi, buradaki mekandan kasıd, mahlukatın içinde olan bir mekan değil, Allahu Teala’nın bulunduğu uluvv (yücelik) mekanıdır yani Arş’ın üzeridir. Muhammed bin Kab’ın bu haberi vahiy kaynaklı bir yere istinad etmeden söylemesi mümkün değildir. Bir ihtimal eski İsrailoğulları kitaplarından da nakletmiş olabilir. Bununla beraber bunu Ömer bin Abdulaziz’in huzurunda nakletmiş olması, muhtevasında bir batıl olmadığını gösteren karinelerden birisidir. Vallahu a’lem.
6- A’meş (v.148) 7- Sufyan es-Sevri (v.161) 8- Veki bin Cerrah (v.197): Yukarda bu imamların Allah’a oturma izafe eden Atit/gıcırdama hadisini sahih addettikleri ve bu hadise itiraz edenleri eleştirdikleri hususu, Abdullah bin Ahmed’den ve babası İmam Ahmed’den naklen zikredilmişti.
9- Harice bin Musab (v.168): Abdullah bin Ahmed’in ondan isnadıyla naklettiğine göre şöyle demiştir:
الْجَهْمِيَّةُ كُفَّارٌ بَلِّغُوا نِسَاءَهُمْ أَنَّهُنَّ طَوَالِقُ، وَأَنَّهُنَّ لَا يَحْلِلْنَ لِأَزْوَاجِهِنَّ لَا تَعُودُوا مَرْضَاهُمْ وَلَا تَشْهَدُوا جَنَائِزَهُمْ، ثُمَّ تَلَا {طه} [طه: 1] {مَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى} [طه: 2] إِلَى قَوْلِهِ عَزَّ وَجَلَّ {الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى} [طه: 5] وَهَلْ يَكُونُ الِاسْتِوَاءُ إِلَّا بِجُلُوسٍ
“Cehmiyye, kafirdirler. Onların kadınlarına kocalarından boş olduklarını ve onlara helal olmayacaklarını ulaştırın. Onların hastalarını ziyaret etmeyin, cenazelerine de katılmayın. Sonra (Taha suresinin ilk ayetleri olan) ‘Ta-ha. Biz sana bu Kuranı sıkıntı çekesin diye indirmedik’kavlinden başlayarak ‘Rahman Arş’a istiva etti’ şeklindeki 5. Ayete kadar okudu ve şöyle dedi: “Oturma olmadan istiva olur mu hiç?” (Abdullah bin Ahmed, es-Sunne, 1/105, onun kanalıyla Hallal, es-Sunne, 5/88’de rivayet mişlerdir. Ayrıca İbn’ul Kayyim, İctima’ul Cuyuş, 1/350’de onun kavlinin baş tarafını zikretmiş, ancak oturma meselesini zikretmemiştir.)
Bu kavlin sahibi olan Harice bin Musab; Zehebi’nin tabiriyle “İmam, alim, Horasan’ın şeyhi”dir. Onun hadislerinin makbul olup olmayacağı hakkında ise ihtilaf edilmiştir. Nesai onun “metruk’ul hadis” yani hadisleri terk edilen birisi olduğunu söylerken, ondan yukardaki haberi nakleden Abdullah bin Ahmed ise babasının onun hadislerini nakletmekten nehyettiğini söylemektedir. İbn Adiyy ise onun hadislerinin yazılabileceğini, ancak çokça hata ettiğini söylemektedir. Onun sika olduğunu söyleyenler de olmuştur. Ancak çoğunluk onun hadisinin terk edileceği noktasında görüş beyan etmiştir. (Zehebi, Siyer, 7/326 vd)
İşin bu noktasında bazı kimseler Harice’nin hadis ilmi açısından zayıf olmasından yola çıkarak onun bu sözünü reddetmeye çalışmışlardır. Nitekim ilahiyatçı Necmi Sarı, İstiva hakkındaki bir konuşmasında böyle bir yola gitmiştir. Ancak, bu yaklaşım doğru değildir. Çünkü hadisleri terk edilen herkesin kendisi de töhmet altında olacak diye bir kaide yoktur. Zehebi, görüldüğü üzere onu büyük alimler arasında saymaktadır. Abdullah bin Ahmed ise bizzat babası onun hadislerini almayı nehyettiği halde akidevi bir konuda onun sözlerini referans göstermiştir. Hallal ve İbn’ul Kayyim gibi alimler de aynı şekilde ona akidevi konuda itimad etmişlerdir. Bütün bunlar onun, hadis ilmi açısından zayıf addedilmesinin akidede ve sünnette imam kabul edilmesine ve de bu konularda görüşüne müracaat edilmesine engel teşkil etmediğini göstermektedir. Tarihte hadis konusunda zayıf görülmekle beraber Ehli sünnetin imamları arasında addedilen nice alim vardır, Nuaym bin Hammad ve başkaları gibi…Öyle zannediyoruz ki Necmi Sarı ve benzeri kimselerin Harice’nin zayıf ravi oluşunu ön plana çıkartıp alimlerin ona itibar etmesini görmezden gelmeleri, sırf Allah’a oturma izafe edilmesini reddetmek amacıyla dile getirdikleri bir bahaneden ibarettir, Allahu a’lem.
Harice’nin kavline gelince; bu alimin oturma meselesini Cehmiye’ye reddiye sadedinde ele alması dikkat çekicidir. Zira esasında Cehmiye’nin istivayı reddetmesinin en büyük sebebi bunun, oturmayı ve yerleşmeyi ihtiva etmesinden dolayıdır. Onlar bunu, teşbih ve tecsim olarak görmektedirler. Bu alim de istiva’nın oturma olmaksızın gerçekleşmeyeceğini ifade ederek onların bu kavlini reddetmektedir. Yeri gelmişken belirtelim ki istiva eşittir oturma demek değildir. İstiva’nın asıl manası yukarda açıklandığı üzere yüksekliktir. Lakin istiva eden kişi sözkonusu yüksek mekana çıktıktan sonra oraya yerleşir, oturur. Böylece istiva kelimesi asıl anlamı bu olmamakla beraber o yüksek mekanda karar kılıp oturmayı ihtiva etmiş olmaktadır. Suyuti, bu hususta şu misali vermektedir:
وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ حَقِيقَةُ ذَلِكَ "جَلَسَتْ" فَعَدَلَ عَنِ اللَّفْظِ الْخَاصِّ بِالْمَعْنَى إِلَى مُرَادِفِهِ لِمَا فِي الِاسْتِوَاءِ مِنَ الْإِشْعَارِ بِجُلُوسٍ مُتَمَكِّنٍ لَا زَيْغَ فِيهِ وَلَا مَيْلَ وَهَذَا لَا يَحْصُلُ مِنْ لَفْظِ الْجُلُوسِ
“Gemi, Cudi’ye istiva etti, kavlinin gerçek manası oturdu, şeklindedir. Sonra, bu manaya has olan lafızdan ona müradif, yakın anlamlı olan başka kelimeye dönmüştür. Zira istiva kelimesinde kendisinde bir eğrilik ve meyil bulunmayan tam bir yerleşmeyi ifade eden bir oturma sözkonusudur. Bu mana ise culus/oturma kelimesiyle elde edilemez.” (el-İtkan, 3/163)
Yani Nuh’un gemisinin durumunun doğrudan oturma lafzıyla değil de istiva lafzıyla ifade edilmesi, istiva kelimesinin düz olmak, istikrar, yerleşmek gibi anlamları ihtiva etmesindendir. Zira geminin dağın tepesine oturması alelade bir oturma değildir. Yerleşmeyi ifade eden bir oturmadır. Suyuti’nin bu sözleri istivanın oturma manasını ihtiva ettiğini ancak bu oturmanın istivanın yükselmek, karar kılmak gibi diğer manalarıyla beraber olan bir oturma olduğunu göstermektedir. Necmi Sarı ve üstadı Elbani gibi sözde selefilerin istivanın Arap dilindeki diğer manalarını kabul ederken, -yan bir mana olarak da olsa- ihtiva ettiği diğer bir mana olan oturmayı reddetmelerinin bir anlamı yoktur. Harice’nin sözleri ve imamların bu sözü tasdik etmeleri, oturma olmaksızın istivadan bahsedilemeyeceğini göstermektedir. Kısacası, istiva kelimesi oturmayı gerektirmekte, ona delalet etmektedir. Kuran Arap diline göre tefsir edileceği için, istivanın bir anlamını alıp diğer anlamlarını terk etmenin Cehmiye’nin istivanın anlamları arasında kafasına göre seçme yapmasından bir farkı yoktur. Allahu Teala, nasıl şanına layık bir şekilde Arşa çıkıyorsa, Arşın üzerine oturması da aynı böyledir. Bu sahte selefilerin oturmaya yönelttikleri itirazların benzerleri muhalifler tarafından istivanın diğer manalarına da yöneltilebilir. Şu halde manalardan birini alıp diğerini terk etmenin hiçbir anlamı yoktur. Şimdi yeri gelmişken, Şeyhulislam İbn Teymiye (rh.a)’ın kendilerince Allahu Teala’yı noksanlıklardan tenzih etme gayesiyle istiva’nın oturma ve yerleşme manasında olmadığını iddia edenlere verdiği bir cevabı aktarmak istiyorum. O, Tedmuriyye risalesinde bu hususta şöyle demektedir:
فَيَظُنُّ الْمُتَوَهِّمُ أَنَّهُ إذَا وُصِفَ بِالِاسْتِوَاءِ عَلَى الْعَرْشِ: كَانَ اسْتِوَاؤُهُ كَاسْتِوَاءِ الْإِنْسَانِ عَلَى ظُهُورِ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ؛ كَقَوْلِهِ: {وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ} {لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ} فَيَتَخَيَّلُ لَهُ أَنَّهُ إذَا كَانَ مُسْتَوِيًا عَلَى الْعَرْشِ كَانَ مُحْتَاجًا إلَيْهِ كَحَاجَةِ الْمُسْتَوِي عَلَى الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ فَلَوْ غَرِقَتْ السَّفِينَةُ لَسَقَطَ الْمُسْتَوِي عَلَيْهَا وَلَوْ عَثَرَتْ الدَّابَّةُ لَخَرَّ الْمُسْتَوِي عَلَيْهَا. فَقِيَاسُ هَذَا أَنَّهُ لَوْ عَدِمَ الْعَرْشُ لَسَقَطَ الرَّبُّ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى ثُمَّ يُرِيدُ بِزَعْمِهِ أَنْ يَنْفِيَ هَذَا فَيَقُولَ: لَيْسَ اسْتِوَاؤُهُ بِقُعُودٍ وَلَا اسْتِقْرَارٍوَلَا يعْلَمُ أَنَّ مُسَمَّى الْقُعُودِ وَالِاسْتِقْرَارِ يُقَالُ فِيهِ مَا يُقَالُ فِي مُسَمَّى الِاسْتِوَاءِ؛ فَإِنْ كَانَتْ الْحَاجَةُ دَاخِلَةً فِي ذَلِكَ: فَلَا فَرْقَ بَيْنَ الِاسْتِوَاءِ وَالْقُعُودِ وَالِاسْتِقْرَارِ وَلَيْسَ هُوَ بِهَذَا الْمَعْنَى مُسْتَوِيًا وَلَا مُسْتَقِرًّا وَلَا قَاعِدًا وَإِنْ لَمْ يَدْخُلْ فِي مُسَمَّى ذَلِكَ إلَّا مَا يَدْخُلُ فِي مُسَمَّى الِاسْتِوَاءِ فَإِثْبَاتُ أَحَدِهِمَا وَنَفْيُ الْآخَرِ تَحَكُّمٌ وَقَدْ عُلِمَ أَنَّ بَيْنَ مُسَمَّى الِاسْتِوَاءِ وَالِاسْتِقْرَارِ وَالْقُعُودِ فُرُوقًا مَعْرُوفَةً. وَلَكِنَّ الْمَقْصُودَ هُنَا أَنْ يُعْلَمَ خَطَأُ مَنْ يَنْفِي الشَّيْءَ مَعَ إثْبَاتِ نَظِيرِهِ وَكَأَنَّ هَذَا الْخَطَأَ مِنْ خَطَئِهِ فِي مَفْهُومِ اسْتِوَائِهِ عَلَى الْعَرْشِ حَيْثُ ظَنَّ أَنَّهُ مِثْلُ اسْتِوَاءِ الْإِنْسَانِ عَلَى ظُهُورِ الْأَنْعَامِ وَالْفُلْكِ وَلَيْسَ فِي هَذَا اللَّفْظِ مَا يَدُلُّ عَلَى ذَلِكَ
“Vehme düşen kimse, Allah Arş'a istiva etmekle tavsif edildiğinde O'nun istivasının: "Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir. Ta ki onların üzerine istiva edesiniz/oturasınız" (Zuhruf 43/12-13) âyetinde geçtiği üzere insanın gemi veya hayvan üzerine oturup yerleşmesi gibi olduğunu zanneder. Ona, Allah Arş'a istiva etmişse, gemiye veya hayvana binen kimsenin bunlara muhtaç olduğu gibi, Allah da Arş'a muhtaç imiş gibi gelir. Nitekim gemi batarsa gemiye binen kimse de (denize) düşer; hayvanın ayağı tökezlerse ona binen de yere kapaklanır. Buna kıyasla şayet Arş yok olursa -hâşâ- Allah Te'âlâ da düşer, işte söz konusu kişi zannına binaen bunu reddetmek ister ve "O'nun istivası oturmak veya yerleşmek şeklinde değildir" der. İstiva için söylenenlerin, oturma ve yerleşme (istikrar bulma) için de söyleneceğini bilmez. Eğer ihtiyaç duyma söz konusu ise istiva ile oturma ve yerleşme arasında fark yoktur; bu manâda (yani ihtiyaç duyma manasında) O ne istiva eden, ne yerleşen ne de oturandır. Şayet bunlar için yalnızca istiva için geçerli olan hususlar geçerliyse, birini isbat edip diğerini reddetmek delilsiz ve yersiz bir hükümdür.
İstivâ, yerleşme ve oturma (istikrar bulma) arasında genel kabul görmüş bazı farkların olduğu bilinmektedir. Ancak burada gaye, bir şeyi reddettiği halde onun benzerini isbat eden kimsenin hatasının bilinmesidir. Herhalde buradaki hata bu kimsenin Allah’ın Arş’ın üzerine istivası mefhumu üzerindeki hatasından kaynaklanmaktadır; zira o bu istivanın, insanın hayvana veya gemiye binip yerleşmesi (anlamındaki istiva) ile aynı olduğunu zannetmiştir. Oysa bu lâfızda buna delâlet eden bir şey yoktur.” (Fetava, 3/49-50)
Şeyhulislam (rh.a) öncelikle Allah Subhanehu’nun Arş üzerine yerleştiğini ve oturduğunu kabul etmenin, Onun Arşa muhtaç olduğunu kabul etmeyi ve Allah’ı mahlukata benzetmeyi gerektirdiği düşüncesini reddetmektedir. Eğer bu iddia edilirse, aynı şeyler istiva’nın diğer manaları için de iddia edilir. Nitekim günümüzdeki bazı Cehmiler aynı mantıkla istiva’nın yükselme, çıkma gibi manalarını bir yerden bir yere intikal etmeyi veya Allah’ın daha önce aşağıda olmasını gerektirdiği gibi mantiki/felsefi gerekçelerle reddederler. Bunlar ise hepsi boş, fuzuli kelamlardır. Bu mantıkla, Cehmilerin istiva hakkında iddia ettiği “istila, kahr ve galebe” manaları da reddedilir, çünkü bu da aynı şekilde Allahu Teala’nın daha önce Arşa egemen olmamasını gerektirir. Eğer onlar, bunun Allah’ın celaline layık bir istila olduğunu iddia ederlerse biz de aynı şekilde Allahu Teala’nın Tahtına yükselip çıkmasının, onun üzerine yerleşip oturmasının da celaline layık bir şekilde gerçekleştiğini söyleriz.
Şeyhulislam, burada ayrıca istiva’nın yerleşme ve oturma ile aynı kelime olmadığını ve de bu kelimeler arasında fark olduğunu ifade etmektedir ki bu da doğrudur. Hatta aynı şeyler istiva’nın diğer tefsirleri olan yükselmek ve çıkmak hakkında da söylenebilir. Bunlar da istivanın birebir eş anlamlısı değildir. Zira yukarda da işaret edildiği gibi istiva düz olmayı ifade eden bir kelimedir. Tıpkı şu ayeti kerimede olduğu gibi:
“Gövdesi üzere doğrulmuş (ekin)” (Fetih: 29)فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ
İşte istiva kelimesinin içerdiği bu kemal anlamdan ötürü Allah Subhanehu kendisi hakkında bu ifadeyi kullanmış ve böylece –Suyuti’nin istiva hakkındaki açıklamalarından anlaşılacağı üzere- Arş’ın üzerine kendisinde bir eğrilik bulunmayan kamil bir yerleşmeyi ifade eden bir oturmayla, yerleşmeyle istiva ettiğini, çıktığını beyan etmiştir. Bu mana ise culus/oturma veya istikrar/yerleşme kelimesiyle ifade edilemeyeceği gibi irtifa ve suud/yükselme, çıkma kelimeleriyle de ifade edilemez. Ancak alimler, manayı yaklaştırmak için istivanın tefsirinde bu kelimeleri kullanmışlardır, yoksa bunların hiç biri istivanın tam anlamını karşılamaz. Bununla beraber istiva kelimesi bütün bu manaları da ihtiva eder. Kısacası istiva kelimesi oturmayla, yerleşmeyle hatta yükselmeyle eş anlamlı kılınamayacağı gibi; bu manalardan tecrid de edilemez. Harice bin Mus’ab, Suyuti ve İbn Teymiye’nin sözlerinden anlaşılan şey inşallah budur. Vallahu a’lem.
10- Abdullah bin Vehb el Mısri (v. 197): İmam Malik’in öğrencilerinden olan bu zatın, Tefsir’inde Muhammed bin Ka’b el Kurazi’den gelen ve içinde Allahu Teala’nın Arş’ını “meclis” yani oturulan yer olarak tavsif eden haberi itirazsız olarak naklettiği hususu geçmişti.
11- Yahya bin Sellam (v.200): Yukarda nakletmiş olduğumuz Kıyamet günü Allahu Teala’nın Kürsüye oturarak nida edeceğini haber veren rivayeti Tefsir’inde (1/478) nakletmiştir.
12- İbn Ebi Şeybe (v.235): Buhari ve Müslim’in hocaları olan bu zat, yukarda zikri geçen ve içinde Allahu Teala’ya oturma nisbet edilen Cafer bin ebi Talib rivayetini bu lafızla “Musannef”inde (no: 35666) zikretmiştir.
13- İmam Ahmed bin Hanbel (v.241) 14- Oğlu Abdullah (v. 290): Bu iki imamın “oturma” ile alakalı hadisleri rivayet ettiklerini, bu hadisleri inkar edenleri reddettikleri ve Abdullah bin Ahmed’in buna dair hususları “es-Sunne” adlı eserinde “Rabbin Kürsiye oturması” başlığıyla müstakil bir bölümde ele aldığını yukarda zikretmiştik.
15- Abdulvehhab bin Verrak (v. 251): Bu zat, İmam Ahmed’in ashabının en önde gelenlerinden birisidir, öyle ki Ahmed bin Hanbel ‘Senden sonra kime fetva soralım’ diye soranlara Abdulvehhab’a sorun demiştir. (el-Camiu li Ulum’il İmam Ahmed, 2/516) Onun konuyla alakalı görüşünü Hallal şu şekilde nakletmektedir:
قال الخلال: أخبرنا أبو بكر المروذي قال: سمعت عبدالوهاب يقول: {الرحمن على العرش استوى} قال: قعد
“Hallal dedi ki: Ebubekir el Merruzi bize haber vererek şöyle dedi: Ben Abdulvehhab’ı ‘Rahman Arşa istiva etti’ (Taha: 5) ‘oturdu’ derken işittim.”
Hafız ed-Deşti, bunu “İsbat’ul Hadd” adlı eserinde, ayrıca İbn Teymiye, Beyanu Telbis’il Cehmiyye, 3/14’te nakletmişlerdir.
16- Ebu Asim Haşiş bin Esram (v. 253): Ebu Davud ve Nesai’nin hocaları olan ve Zehebi’nin tabiriyle (Siyer, 12/250) “İmam, hafız, hüccet ve de Sünnet ve ittiba ehli” olan bu alim “Kitab’ul İstikame” adlı bir eser telif etmiştir. Orada Cehmiye’ye reddiye verirken Enes (ra)’dan gelen şu hadisi de zikretmiştir:
فيؤذن لي، فأدخل على ربي فأجده قاعداً على كرسي العزة، فأخر له ساجداً
“…Bana izin verilir. Rabbimin yanına girerim ve Onu İzzet Kürsisi’nin üzerinde oturur halde bulurum ve derhal Ona secdeye kapanırım.”
Hafız ed-Deşti “İsbat’ul Hadd” da bunu kendisine kadar ulaşan bir senedle rivayet etmiştir. El-Malati “et-Tenbih” adlı eserinde (sf 104)’te ve İbn’ul Kayyim (İctima’ul Cuyuş, 2/109) Haşiş bin Esram’dan nakletmiştir. Hadisin diğer hadis kitaplarında “oturma” lafzı olmaksızın şahidleri mevcuttur. Ebu Asim’in naklettiği bu lafzın sıhhatinden ziyade onun ve ondan nakil yapanların bu lafza razı olarak nakletmeleri ehemmiyet arzetmektedir.
17- Osman bin Said ed-Darimi (v. 280): Bu alim, Allahu Teala’nın oturmasına delalet eden birçok hadisi eserlerinde nakletmiş ve Bişr el Merisi’ye reddiye yaptığı eserinin bir yerinde ise şöyle demiştir:
وَأَمَّا دَعْوَاكَ: أَنَّ تَفْسِيرَ "الْقَيُّومِ" الَّذِي لَا يَزُولُ مِنْ مَكَانِهِ وَلَا يَتَحَرَّكُ، فَلَا يُقْبَلُ مِنْكَ هَذَا التَّفْسِيرُ إِلَّا بِأَثَرٍ صَحِيحٍ، مَأْثُورٍ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَوْ عَنْ بَعْضِ أَصْحَابِهِ أَوِ التَّابِعِينَ؛ لِأَنَّ الْحَيَّ الْقَيُّومَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ وَيَتَحَرَّكُ إِذَا شَاءَ، ويهبط ويرتفع إِذا شَاءَ، وينقبض وَيَبْسُطُ وَيَقُومُ وَيَجْلِسُ إِذَا شَاءَ؛ لِأَنَّ أَمَارَةُ مَا بَيْنَ الْحَيِّ وَالْمَيِّتِ التَّحَرُّكَ.
كُلُّ حَيٍّ مُتَحَرِّكٌ لَا مَحَالَةَ. وَكُلُّ مَيِّتٍ غَيْرُ مُتَحَرِّكٍ لَا مَحَالَةَ
“Senin, ‘Kayyum’un açıklaması yerinden ayrılmayan ve de hareket etmeyendir, şeklindeki iddiana gelince; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den veya bazı ashabından yahut da tabiinden sahih bir eser olmadığı müddetçe bu iddian kabul edilmeyecektir. Zira, Hayy (diri) ve Kayyum (koruyup gözeten) Allah, dilediğini yapar ve dilediği zaman da hareket eder. Dilediği zaman iner ve çıkar. Daraltır ve genişletir. Dilediği zaman kalkar ve oturur. Çünkü diri ile ölüyü ayıran alamet, hareketliliktir. Canlı olan her şey mutlaka hareket eder. Yine ölü olan bir şey ise asla hareket etmez.” (er-Redd ale’l Merisi, 1/215)
Darimi (rh.a)’ın bu açıklamaları gerçekten önemlidir. İşte Darimi’nin yaptığı bu tür izahlar yüzünden eski ve yeni Cehmiye’nin en çok nefret ettiği alimler arasına girmiştir. Darimi, ölü ile diri arasındaki en büyük farkın hareket olduğunu belirterek Allahu teala’nın hareket ifade eden sıfatlarını reddeden tatil ehlinin Onu –haşa- adeta cansız bir varlık gibi değerlendirdiklerini ifade etmektedir. Halbuki Kur’an’ı okuduğumuzda Allahu Teala’nın putların ilah olamayacağına dair müşriklere sunduğu en büyük hüccetlerden birisinin onların hareketsiz ve dolayısıyla cansız oluşu olduğunu görürüz. Böylece Ehli sünneti Müşebbihe olmakla; hatta eli, yüzü, gözü olan bir puta tapmakla suçlayan Muattıla aslında kendileri her tür canlılık emaresinden uzak olan, tıpkı putlar gibi hareketsiz olan bir ilaha ibadet etmektedirler. Yani bir putperestlik ithamı yapılacaksa onlar bunu bizden daha çok hak etmektedirler. Konumuz bu olmadığı için geçiyoruz.
Darimi’nin sözlerinde konumuzla alakalı olan bölümü ise Allahu teala’nın dilediği zaman oturacağını ifade etmesidir. Darimi’nin bahsettiği diğer sıfatlar olan inmek, yükselmek vb gibi bunu da yine nasslarda geçtiği için Ona nisbet etmektedir, yoksa sadece böyle bir şey olmadığı halde dilerse yapar anlamında söylememektedir. Böyle bile dese bunun anlamı oturmanın Allah hakkında mümkün olduğudur. Bununla beraber Darimi bunun Allah hakkında sabit olduğunu ifade eden hadisleri de rivayet ettiğinden dolayı bunu Allahu Teala’nın bir sıfatı olarak gördüğü ortaya çıkmaktadır.
18- Ebubekr er-Ruyani (v. 307): Yukarda geçtiği üzere Allahu Teala’nın kıyamet günü kürsüsüne oturacağını ifade eden bir hadisi “Müsned”inde rivayet etmiştir.
19- İbn Cerir et-Taberi (v.310): Yukarda geçtiği üzere Allahu Teala’ya oturma nisbet eden çeşitli haberleri Tefsir’inde itirazsız olarak nakletmiştir.
20- İbn Huzeyme (v.311): Meşhur muhaddis, “Kitab’ut Tevhid” adlı eserinde Allahu Teala’nın Arş’ının üzerinde olduğuna dair bir bab açmış ve orada Arşa ve Kürsiye dair haberleri zikrederken yukarda bahsedilen Ca’fer bin ebi Talib’ten nakledilen kıssayı da rivayet etmiştir. İbn Huzeyme’nin naklettiği lafızda şöyle geçmektedir:
أَكِلُكَ إِلَى الْمَلِكِ يَوْمَ يَقْعُدُ عَلَى الْكُرْسِيِّ، وَيَأْخُذُ لِلْمَظْلُومِ مِنَ الظَّالِمِ
(Habeşli kadın şöyle dedi) Seni el-Melik yani gerçek hükümdar olan Allah’a havale ediyorum ki o gün Kürsi’ye oturacak ve zalimden mazlumun hakkını alacaktır.” (et-Tevhid, 1/246-247)
İbn Huzeyme bunu Esma binti Umeys’ten rivayet etmiştir ve göründüğü kadarıyla hadisin –yukarda kaydettiğimiz- Cabir (ra)’dan gelen rivayetine göre daha sahihtir. Bununla beraber hadisin isnadında meçhul ve hafıza problemi olan raviler vardır. Herhalükarda burada önemli olan İbn Huzeyme (rh.a)’ın bunu –ihtiva ettiği oturma lafzına rağmen- tasvip ederek nakletmesidir.
21- Ebubekr el Hallal (v. 311): Yukarda geçtiği üzere istiva’yı oturma olarak tefsir eden selef alimlerinden nakilde bulunarak kitabına almıştır.
22- El-Haraiti (v.327): Ahlak alanındaki tasnifleriyle meşhur olan bu alim, aynı Cafer hadisini Mesavi’ul Ahlak adlı eserinde (1/278-279) rivayet etmiştir.
23- Taberani (v. 360): Meşhur muhaddis’in Allahu Teala’nın kıyamet günü kürsisine oturacağına dair hadisleri eserlerinde zikrettiğini yukarda aktarmıştık. Zehebi’nin naklettiğine göre Kitab’us Sunne adlı bir eser telif etmiş ve orada Allahu Teala’nın kıyamet günü Peygamberini (sallallahu aleyhi ve sellem) Arşının üzerine oturtacağını ifade eden Mücahid hadisini kendisine kadar ulaşan ali bir isnadla rivayet etmiştir. (el-Arş, 2/405)
24 - Ebu’ş Şeyh el- Asbahani (v. 369): Yukarda geçtiği üzere bu alim, Allahu Teala’ya oturma izafe eden hadis ve haberleri tasvip ederek nakletmiştir.
25- Ebu’l Huseyn el Malati (v. 377): et-Tenbih ve’r Redd adlı meşhur eserinde Cehmiye’ye reddiye sadedinde yukarda ismi geçen Haşiş bin Esram (rh.a)’ın kitabından nakillerde bulunmuştur ki onlar arasında -zikri geçtiği üzere- Allahu Teala’nın İzzet Kürsisinde oturduğunu ifade eden hadis de vardır.
26- Darakutni (v. 385): Meşhur muhaddis’in Allahu Teala’nın oturduğunu ve Nebisini (sallallahu aleyhi ve sellem) Arşın üzerine oturtacağını ifade ettiği şiirini yukarda nakletmiştik.
27- İbn Batta (v. 387): Meşhur muhaddis ve Hanbeli fakihi, yukarda geçtiği üzere Rabb Teala’nın Arş’ın üzerine oturduğunu ifade eden atit/gıcırdama hadisini el-İbane adlı eserinin Cehmiye’ye Reddiye babında nakletmiştir.
28-İbn Mendeh (v. 395): Meşhur muhaddis, “er-Redd ale’l Cehmiyye” adlı eserinde (1/220) şu hadisi rivayet etmiştir:
أخبرنَا عبد الْعَزِيز بن سهل الدباس بِمَكَّة، ثَنَا مُحَمَّد بن الْحسن الْخرقِيّ الْبَغْدَادِيّ، ثَنَا مَحْفُوظ، عَن أبي تَوْبَة، عَن عبد الرَّزَّاق، عَن معمر، عَن الزُّهْرِيّ، عَن ابْن الْمسيب، عَن أبي هُرَيْرَة، عَن النَّبِي صلى الله عَلَيْهِ وَسلم قَالَ: "إِن الله جلّ وَعز ينزل إِلَى سَمَاء الدُّنْيَا، وَله فِي كل سَمَاء كرْسِي، فَإِذا نزل إِلَى سَمَاء الدُّنْيَا جلس على كرسيه، ثمَّ مد ساعديه فَيَقُول: من ذَا الَّذِي يقْرض غير عادم وَلَا ظلوم، من ذَا الَّذِي يستغفرني فَأغْفِر
لَهُ، من ذَا الَّذِي يَتُوب فأتوب عَلَيْهِ، فَإِذا كَانَ عِنْد الصُّبْح ارْتَفع وَجلسَ على كرسيه
“(…) İbn’ul Museyyeb’ten o da Ebu Hureyre’den o da Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Allah en yakın göğe (dünya semasına) iner. Onun her gök katında bir kürsisi vardır. En yakın göğe (dünya semasına) indiği zaman da kürsisine oturur. Sonra kollarını uzatarak şöyle der: Kim yokluktan ve zulümden kaynaklanmaksızın borç verir? Kim benden bağışlanma diler, ta ki onu bağışlayayım? Kim tevbe eder, ta ki tevbesini kabul edeyim? Sabah olduğu zaman yükselir ve kürsisine oturur.”
İbn Mendeh, bunu rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
رَوَاهُ الْخِرَقِيُّ، عَنْ مَحْفُوظٍ، عَنْ أَبِي تَوْبَةَ، عَنْ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَلَهُ أصْلٌ عِنْدَ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيِّبِ مُرْسَلٌ
“Bunu Hiraki, Mahfuz’dan, o Ebu Tevbe’den, o da Abdurrezzak’tan rivayet etmiştir. Bunun Said bin Müseyyeb’in yanında mürsel bir aslı vardır.”
Şeyh, böylece hadisin kendi zikrettiği şekilde Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ulaşan mevsul senedli rivayetinin zayıf olduğuna, lakin mürsel olarak aslı bulunduğuna işaret etmektedir. Çünkü Ukayli’nin de belirttiği gibi Mahfuz bin Ebi Tevbe, çok zayıftır (ed-Duafa, 4/267).Lakin Zehebi, Mizan’da (3/444) İmam Ahmed’in onu zayıf addettiğini belirtmekle beraber onun hadisinin terk edilmediğini söylemiştir. Bu rivayeti İbn’ul Kayyim de İctima’ul Cuyuş, 2/109’da zikretmiş ve İbn Mende’nin sözünü naklettikten sonra İmam Şafii’nin Said bin Müseyyeb’in mürsellerini hasen (güzel) gördüğünü nakletmiştir. Görünen o ki İbn’ul Kayyim, sözkonusu rivayeti bütünüyle inkar etmemektedir ki zaten bunu gerektirecek bir şey yoktur. Bizim burada bu hadisi zikretme sebebimiz, İbn Mendeh (rh.a)’ın bu hadisi, ihtiva ettiği oturma lafzına rağmen rivayet edip kabul etmesidir.
29- Ebu Abdillah bin Hamid (v. 403): Kadı Ebu Ya’la, kendisi gibi Hanbeli fakihlerinden olan bu zatın Allahu Teala’nın nüzülünü bir yerden bir yere intikal manasında kabul ettiğini söyleyerek şöyle demiştir:
وَهُوَ نَظِيرُ قَوْلِهِ فِي الِاسْتِوَاءِ بِمَعْنَى قَعَدَ
“Bu, onun istiva’yı oturma manasında görmesi gibidir.”
(Nakleden İbn’ul Kayyim, Muhtasar’us Savaik, sf 469)
30- Hatib el Bağdadi (v. 463): Yukarda geçtiği üzere, Allah’a oturma izafe eden Atit/gıcırdama hadisini Tarih’inde nakletmiştir.
31- İbn Ebi Ya’la (v.526): Aynı hadisi, Hatib’ten naklen Tabakat’ul Hanabile’de zikretmiştir.
32- Ebu’l Kasım el Asbahani (v. 535): Kıvam’us Sunne’nin İbn Abbas’ın istivayı oturma olarak tefsir eden rivayetini tasvip ettiğini ve buna itiraz eden muhalifleri reddettiğini yukarda Zehebi’den nakletmiştik.
33- Ebu Tahir es-Silefi (v.576): Yukarda zikri geçen ve içinde Allahu Teala’nın kıyamet günü Kürsiye oturacağından bahseden Cafer hadisini kendi hadis cüz’ünde zikretmiştir.
34- Ziya el Makdisi (v. 643): Allah’a oturma izafe eden Atit/gıcırdama hadisini Sahih’inde rivayet etmiştir.
35- Mahmud bin Ebi’l Kasım ed-Deşti (v.665): İmam Zehebi, onun hal tercemesinden bahsettiği yerde onun alim ve zahid olduğunu, çokça emri bil maruf ve nehyi anil münker yaptığını hatta bundan dolayı sultanlarla dahi arasının açık olduğunu, yöneticilerden bağış ve hediye kabul etmediğini nakletmiştir. Meşhur el-Muhtare adlı hadis kitabının müellifi Ziya el Makdisi’nin de öğrencisi olan bu alimin biyografisini anlatırken şunları da zikretmiştir:
داعيةً إلى السُّنّة مجانِبًا للبِدْعة، يبالغ في الرّدّ على نُفاة الصّفات الخبريّة. وينال منهم سَبًّا وتبديعًا، وهم يرمونه بالتّجسيم. وكان بريئًا من ذلك رحمه الله
“O sünnete davet eden ve bidatten sakındıran birisi idi. Haberi sıfatları inkar edenleri reddetme hususunda mübalağa ederdi. Bundan dolayı da onların hakaretine ve bidatçılıkla itham etmelerine maruz kalırdı. Onlar onu tecsimle suçlardı. O ise bundan beridir. Allah ona rahmet etsin. (Amin)” (Tarih’ul İslam, 15/121 vd.)
Bu alim, bildiğimiz kadarıyla sahasında ferd bir eser telif ederek ismini şu şekilde koymuştur:
إِثْبَاتِ الْحَدِّ للهِ عَزَّ وَجَلَّ وَبِأَنَّهُ قَاعِدٌ وَجَالِسٌ عَلَى عَرْشِه
“Allah için haddin isbatı ve Onun Arş’ının üzerine oturuyor oluşu” ve burada hadd (sınır) meselesinin yanı sıra oturma meselesini de ele almış ve delillendirmiştir. Biz de bu risalede onun eserinden çokça nakil yapmışızdır.
36- İbn Teymiyye (v. 728): Şeyhulislam’ın Allahu Teala’ya oturma izafe eden hadis ve haberleri tasvip ederek naklettiğini ve sahih addettiğini daha önce yeterince açıklamıştık. O, bütün bu hadislerin manası hakkında ise şöyle demektedir:
وَإِذَا كَانَ قُعُودُ الْمَيِّتِ فِي قَبْرِهِ لَيْسَ هُوَ مِثْلَ قُعُودِ الْبَدَنِ فَمَا جَاءَتْ بِهِ الْآثَارُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ لَفْظِ " الْقُعُودِ وَالْجُلُوسِ " فِي حَقِّ اللَّهِ تَعَالَى كَحَدِيثِ جَعْفَرِ بْنِ أَبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَحَدِيثِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَغَيْرِهِمَا أَوْلَى أَنْ لَا يُمَاثِلَ صِفَاتِ أَجْسَامِ الْعِبَادِ.
“Ölünün kabrinde oturması, normal bir bedendeki oturma gibi olmadığına göre, -Cafer bin Ebi Talib (ra) ve Ömer bin Hattab (ra) hadislerinde ve başka hadislerde- Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen haberlerde Allah Teala hakkında yer alan (oturma manasındaki) kuud ve culus lafızlarının da kulların vücutlarının sıfatlarına benzememesi daha evladır.” (Fetava, 5/527)
Şeyhulislam’ın bu açıklamaları, belki de şimdiye kadar anlatılanların nasıl anlaşılması gerektiğini izah eden bir özet mahiyetindedir. Onun da ifade ettiği gibi Allahu Teala’nın oturması, asla kulların oturması gibi değildir. Tıpkı onun inmesinin, gülmesinin, konuşmasının vesair sıfatlarının kulların sıfatlarına benzememesi gibi. Şeyhin verdiği misal, bunu anlamakta zorlananlara yol gösterici niteliktedir. Zira, biz sahih hadislerde ölen kimselerin kabirde melekler tarafından oturtularak sorgulanacağını görmekteyiz. Halbuki hiç kimse ölülerin böyle bir haline şahit olmamıştır. Hatta bir kısım ölü cesetleri tamamen yanmakta veya yok olmaktadır. İşte bundan dolayı bazı kimseler ölünün oturtulmasını inkar etmiş, kimisi kabir ahvalinin sadece ruha tesir ettiğini, bedenle alakası olmadığını ileri sürmüş, hatta Mutezile gibi berzah hayatını bütünüyle inkar edenler dahi çıkmıştır. İşte bütün bunların yolu, akılları almadığı için Allahu Teala’nın oturmasını ve diğer sıfatlarını inkar edenlerin yoluyla aynıdır. Halbuki Allah her şeye kadir olduğu gibi ölüyü –bizim anlayamayacağımız bir mahiyette- oturtmaya da kadirdir. Ayrıca, her varlığın kendisine has bir oturma ve yerleşme şekli vardır. İnsanın, hayvanın veya bir yere yerleştirilen, oturtulan cansız cisimlerin oturması hep birbirinden farklıdır. Keza Kur’an’da yazıcı meleklerin oturduğundan bahsedilerek şöyle buyurulmaktadır:
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
“İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar.” (Kaf: 17)
Aynı şekilde cinlerin de oturduğundan, -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmeden önce- cinlerin gökyüzünde haber dinlemek için oturdukları yerlerin olduğundan bahsedilmektedir:
وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا
“Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.” (Cinn: 9)
İşte bizler, ölünün kabirde nasıl oturacağını bilemiyorsak ve nasıl ki tabiatta her canlının kendisine has bir oturma şekli varsa, hatta melekler ve cinler gibi yapı itibariyle insandan farklı olan ruhani varlıkların kendilerine has bir oturma şekli varsa, şu halde Allahu Teala’nın da kendisine has bir oturma sıfatı olmasında şaşılacak bir şey yoktur ve de bunun insanın oturma şekline benzemesi veya akla bunun gelmesi de şart değildir. Bu oturmanın keyfiyetini ise Ondan başka kimse bilemez. Esasında Allahu teala’nın diğer bütün sıfatları da böyledir. Şu halde Muasır Cehmiye’nin öncülerinden Kevseri’nin Allahu Teala’ya oturma izafe eden Darimi vb alimleri tenkid sadedinde söylediği şu sözlerin ne kadar ahmakça olduğu ortaya çıkmaktadır:
“Kuûd”/oturmak, dilcilerin örfünde bacağı kıvırıp, kabaları yere koymak demektir. Şunların Allah teâlâ ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem hakkındaki îmânları işte böyle oluyor…” (Makalat’ul Kevseri, sf 280)
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi başkalarını Müşebbihe olmakla suçlayan bu adamlar, asıl kendileri halis teşbih zihniyetine sahiptirler ve Allahu Teala’nın sıfatlarına dair nassları bu teşbih mantığıyla okuyup insanların sıfatları gibi algıladıkları, bu sıfatların Alemlerin rabbi hakkında sözkonusu olduğunda Onun şanına layık bir şekilde olacağını idrak edemedikleri için sıfat nasslarını inkara kalkışmaktadırlar. Halbuki değil selefin ve Ehli sünnetin, tarihte en sapık Mücessime fırkalarının dahi Kevseri’nin bahsettiği şeyleri Allaha nisbet ettikleri vaki değildir. Bu sıfat inkarcısı zihniyetteki kimselerin Ehli sünnete ve selefe nisbet ettikleri dar görüşlülük, akılsızlık, haşviyecilik gibi ne kadar itham varsa bilakis bu kişiler hak etmektedir. Çünkü onlar istiva veya culus, kuud yani oturma deyince son derece sığ ve yüzeysel, dar görüşlü bir bakış açısıyla sadece insanın oturma şeklini anlamışlar, bunun için bir takım organlara ihtiyaç olduğu ve Allahu Teala’nın da bundan münezzeh olduğu şeklindeki bir akıl yürütmeyle hemen bunları inkara kalkışmışlardır. Halbuki Allahu Teala’nın işitmesi, görmesi insanın işitmesine, görmesine benzemediği gibi eli, yüzü, ayağı da insandaki organlara benzemez. Oturma meselesi de aynıdır, bunlardan hiçbir farkı yoktur. Vallahu a’lem.
37- Zehebi (v. 748): Hafız Zehebi’nin başta Atit/gıcırdama hadisi olmak üzere Allahu Teala’ya oturma izafe eden hadis ve haberleri tasvip ederek naklettiğini ve sahih addettiğini daha önce yeterince açıklamıştık.
38- İbn Kesir (v. 774): Yukarda zikrettiğimiz üzere Allahu Teala’nın kıyamet günü Kürsisine oturacağına dair bir hadisi, “bu babdaki hadislerin en güzeli” şeklinde takdim ederek nakletmiş ve ardından isnadının ceyyid (güzel) olduğunu beyan etmiştir. Bununla beraber burada kıyamet günüyle alakalı zikredilen Kürsi’nin bizim bildiğimiz yani Rabb Teala’nın iki ayağını koyduğu, Arş’ın aşağısında bulunan Kürsi’den farklı bir şey olduğunu da zikretmiştir.
39- İbn’ul Kayyim el-Cevziyye (v. 751): İbn’ul Kayyim’in Allah’a oturma izafe eden hadis ve haberleri tasvip ederek naklettiğini ve delil gösterdiğini, Darakutni’nin şiirini de aynı şekilde beğenerek naklettiğini Makam-ı Mahmud’la alakalı bölümde yeterince açıklamıştık. Bununla beraber İbn’ul Kayyim, Nuniye’de istiva’nın manaları arasında oturmayı zikretmemektedir. Halbuki seleften istivayı bu şekilde tefsir edenlerin görüşlerini başka eserlerinde nakletmektedir. Hatta Nuniye’de bizzat Cafer (ra) hadisini zikrederek Allahu Teala’ya oturma izafesini kendisi kabul etmektedir. Nuniye’de istiva hakkındaki bölümde buna yer vermemesinin ise bir çok sebebi olabilir. Belki bunu, orada zikrettiği “istikrar/yerleşme” şeklindeki açıklamanın içinde değerlendirmiş olabilir veyahut da oturma lafzıyla gelen tefsirler diğerleri kadar meşhur olmadığı için bunu zikretmemiş olabilir. Burada belki şu da söylenebilir: Oturmak, neticede istivanın doğrudan bir tefsiri değil de ihtiva ettiği bir manadır, bundan dolayı selefin istivaya yaptığı tefsirler arasında bunu zikretmemiş olabilir. Bu, onun Allahu Teala’ya oturma nisbet etmeyi reddettiğini göstermez. Vallahu a’lem.
40- Abdurrahman bin Hasen Al’uş Şeyh (v. 1282): Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın torunlarından olan bu alim, ceddinin Kitab’ut Tevhid adlı eserine yazmış olduğu şerhte şöyle demiştir:
فإذا سمعوا شيئا من محكم القرآن ومعناه حصل معهم فَرق أي خوف، فإذا سمعوا شيئا من أحاديث الصفات انتفضوا كالمنكرين له، فلم يحصل منهم الإيمان الواجب الذي أوجبه الله تعالى على عباده المؤمنين
“Onlar Kuran’ın muhkemlerinden bir şey işittikleri zaman onun manası onlarda korku meydana getirirken sıfat hadislerinden bir şey işittiklerinde onu inkar edermiş gibi kaçışmaktadırlar ve Allahın mümin kullarına vacib kıldığı iman onlarda hasıl olmamaktadır.” (Abdurrahman bin Hasen, Fethul Mecid, 405)
Bunun ardından da yukarda Abdullah bin Ahmed’den naklen zikretmiş olduğumuz, Allahu Teala Kürsisine oturduğu zaman Kürsi gıcırdar hadisini dinleyince bundan ürken adamın kıssasını nakletmiş ve böyle kimselerin durumunun Kitab’ın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eden kimseler gibi olduğunu ifade etmiştir.
41- Süleyman bin Sehman en-Necdi (v. 1349): O, -yukarda da geçtiği üzere- şöyle demiştir:
وأما كونه جالساً على عرشه، فقد جاء الخبر بذلك
“Onun, Arşının (tahtının) üzerinde oturuyor olmasına gelince, haber bu doğrultuda gelmiştir.” Ardından da Abdullah bin Ahmed’in zikrettiği haberi nakletmiştir. (ed-Diya’uş Şarik, 314)
İşte bu ismi zikredilen kırk küsür alim, istivayı oturma olarak tefsir eden, Allahu Teala hakkında oturma sıfatını doğrudan isbat eden veya buna dair nakilleri kitaplarında itirazsız ve tevilsiz olarak zikreden seleften ve haleften bizim tesbit edebildiğimiz imamlardır. Belki daha geniş bir araştırmayla bu liste daha da çoğaltılabilir. Allahu Teala’ya oturma izafe etmenin teşbih, tecsim veya tekyif olduğunu iddia eden; hatta daha ileri giderek bunun küfür ve şirk olduğunu ileri süren herkes bu alimleri, bu alimlerin naklettiği hadisleri, bu hadislerin ravilerini, bu hadislerin geçtiği kitapları itham altına almış olmaktadır. Bunların iddiasına göre bu ümmetin kitapları teşbih, temsil ve şirk içeren rivayet ve görüşlerle dolup taşmaktadır! Bundan Allaha sığınırız, çünkü bu,nasslarda dalalet üzere birleşmeyeceği ifade edilen bu ümmeti dalaletle itham etmektir. Zira görüldüğü üzere alimlerin bir kısmı Allahu Teala’nın Arşın ve Kürsi’nin üzerinde oturduğunu açıkça ifade etmiş, diğer kısmı ise –birilerine göre açık bir küfür ve sapıklık olan- bu kavli görüp okudukları halde bunu inkar etmemişlerdir. Nitekim seleften ve onların izinden giden Ehli sünnetten bu meseleyi zikreden veya zikretmeyen hiç kimsenin bunu inkar ettiğine dair bir şey bilinmemektedir. Bunu inkar edenler ancak sonraki dönemlerde ortaya çıkan yerilmiş kelam ehlinden olan veya onların etkisi altında kalmış olan bir takım zevattır. Bunlara bir de son dönemlerde sözde kelam ehlini ve sıfat inkarcılarını reddettiklerini ve de bu hususta selefe tabi olduklarını iddia eden birtakım kişiler de eklenmiştir. Bu nakledilenler ise bu kimselerin bu iddialarıyla beraber seleften nasıl da uzak olduklarını göstermektedir. Kaldı ki bu kimseler, yukarda çeşitli vesilelerle açıklandığı üzere bu iddialarına akli ve nakli bir delil de getirememekte ve de oturmanın neden mutlaka teşbih ifade etmesi gerektiğini çelişkiye düşmeden izah edememektedirler.
Buraya kadar naklettiklerimiz Allahu Teala’ya oturma nisbet etmenin caiz, hatta vacip olduğunu ortaya koymaktadır. Zira bu hususta bazen doğrudan delalet eden, bazen de Makam-ı Mahmud meselesinde olduğu gibi dolaylı olarak delalet eden sahih hadis ve eserler gelmiştir, selef imamları da bu rivayetleri kabulle karşılamış ve bunların gerektirdiği şekilde itikad etmişlerdir. Bu da bu husustaki icmayı ortaya koymaktadır. Bu konuyla alakalı hiçbir sahih nass olmadığı bile farzedilse bile yine de Allahu Teala’ya oturma nisbet etmenin bir mahzuru olmaz, çünkü bu istiva kelimesinin ihtiva ettiği manalar içerisindedir. Kur’an Arapların anlayacağı şekilde inmiştir ve Kur’an’ın tefsiri de Arap lugatine göre yapılır, Allahu teala’nın sıfatları da celaline layık bir şekilde zahiri manaları üzere anlaşılır. Buna göre culus veya kuud yani oturma Allahu Teala’nın müstakil bir sıfatı olmaktan ziyade istiva sıfatının içerisinde yer alan bir manadır. İstiva kelimesi Arapça’da bu manayı zaten içerdiğinden dolayı alimler, sözkonusu oturma meselesine gerekmedikçe fazla değinmemişlerdir. Zaten ilk dönemlerde Cehmiye ortaya çıkarak istivanın bütün manalarını reddetmişler ve istiva hakkında istila diye bir mana uydurarak onu akide edinmişlerdir. Eşari ve Maturidiler de bu hususta onlara tabi olmuştur. Mufavvida ise istiva’nın selef tarafından yapılan tefsirlerini ve istila şeklinde yorumlanmasını reddederek istivaya ve diğer sıfatlara mana verilmesini kabul etmezler. Bildiğimiz kadarıyla istivanın yükselme vs manalarını kabul ederek istikrar, yerleşme ve ona bağlı oturma manasını reddetmek çok sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir eğilimdir. O yüzden mütekaddim alimlerin eserlerinde oturmayla alakalı müstakil bahislerin fazla yer almamasında şaşılacak bir şey yoktur. Yukarda da zikrettiğimiz gibi oturma, istivanın ihtiva ettiği bir manadır, istivanın kendisi değildir, bu da bu meselenin çok yaygınlaşmamasında etkili olmuş olabilir.
Oturmayla alakalı bütün haberlerin asılsız olduğu, istivaya böyle bir mana vermenin de lugavi açıdan mümkün olmadığı bir anlık farzedilse bile, burada söylenebilecek şey en fazla Allaha oturma nisbet etmenin bir hata olduğu şeklinde olur. Fakat bunun –farzı muhal- hata olması veya konuyla alakalı rivayetlerin zayıf olması bunun teşbih ve tecsim olmasını gerektirmez. Sıfatlarla alakalı bir rivayet sabit olmadığı zaman o rivayeti kabul eden herkesin Müşebbihe sayılması diye bir şey sözkonusu değildir, bu günümüzde birtakım okumuş cahillerin saplantısından ibarettir. Bunu diyen kimse teşbih ve temsilin ne demek olduğunu bilmeyen birisidir. Bir kimse ancak, Allahu Teala’ya noksanlık izafe eden bir sıfat izafe ettiği zaman Müşebbihe olur ki bu zaten küfürdür. Allah, bu ümmetin kitaplarını –velev ki zayıf senedle de olsa- küfürden muhafaza etmiştir. Küfür ve şirk içerikli hiçbir rivayet bu ümmetin kitaplarına girip, kabul görerek nesilden nesile muhafaza edilmez. Bu ümmetin divanlarında bir şekilde kendisine yer bulabilmiş hiçbir rivayetin teşbih ve tecsim içerdiği asla isbat edilemez. Şu halde Elbani ve benzerlerinin oturmayla ve saireyle alakalı hadisleri zayıf addederek bunların teşbih ve tecsime yol açtığı veyahut da Ehli sünnete Müşebbihe ithamı yapılmasına meydan verdiği gibi iddialarının bir dayanağı yoktur. Bu hususlara bir sonraki bölümde inşallah tekrar temas edilecektir.
Bundan sonra, culus veya kuud yani oturma meselesi hakkında bazı muasırların lehte ve aleyhteki görüşlerini naklederek değerlendirmesini yapacağız inşallah.