بسم الله الرحمن الرحيم
Da’vetimiz
Gâyemiz Âdem Aleyh’is Selâm’dan başlayarak Hatem’ul Enbiyâ Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e kadar bütün Rasûl ve Nebîler’in ortak dâ’veti olan tevhîd akîdesini, ulaşabildiğimiz her yere neşretmek, tevhîdi bozan bütün küfür ve şirk çeşitleriyle mücâdele etmek ve insanları kendisine kulluk etmeye dâ’vet eden bütün sahte ilahları yani tâğûtları deşifre etmektir. Allâhu Teâlâ bu husûsta şöyle buyurmaktadır:وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّٰهِ
“Fitne (şirk) ortadan kalkıncaya ve dîn tamamen Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (el-Enfâl 8/39)
Yine tevhîdin içerisinde yer alan önemli bir rükûn olan “Velâ-Berâ (Dostluk-Düşmanlık)” akîdesi ve buna bağlı olarak müşriklerin tekfîri ve de bu sûrette İmân-Küfür saflarının netleşmesi husûsu da dâ’vetimizin mihenk taşlarından birisidir.
İmân-Küfür meseleleri başta olmak üzere akîde konuları hakkında bâtıl dâ’vetçileri tarafından ortaya atılan şüphelerin izâlesi temel hedeflerimizden birisidir. Bu konularda Ehl-i Sünnet’in ifrât ve tefrîtten uzak vasat akîdesini ortaya koymak esâs gâyemizdir.
Tevhîd’den sonra dâ’vet ettiğimiz en önemli mesele ise sünnet’tir. Akîdevî konular başta olmak üzere tüm İslâmî meseleleri Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ve ashâbının anlattıkları ve yaşadıkları şekilde kabûl edip hayata aktarmak ve de onlardan sonra çıkmış olan bütün bid’atleri reddetmektir.
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem sahîh hadîs’te ümmetinin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini ve bunlardan sadece bir tanesinin kurtuluşa ereceğini beyân etmiş ve bu Fırka-i Nâciye’nin (Kurtulan Fırka’nın) yolunu şöyle ta’rif etmiştir:مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِي
“Benim ve ashâbımın yolu üzere olan...”2
Bu yolu devâm ettiren yegâne fırka ise Ehl-i Sünnet ve’l Cemâ’attir.
Hiçbir kişi ve topluluk kendisine Ehl-i Sünnet ismini vermekle bu kurtulan fırkaya dâhil olmaz. Ehl-i Sünnet’in en bâriz vasfı hayırlı ilk üç nesil olan Selef-i Sâlihin’e tâbi olmak ve onlardan sonrakilerin sözlerine karşı temkînli olmak, halefin çıkarttığı bid’at ve münkerlerden uzak durmaktır.
Buhârî’de İmrân bin Husayn Radiyallâhu Anhumâ’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:خَيْرُ أُمَّتِي قَرْنِي، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ، - قَالَ عِمْرَانُ فَلاَ أَدْرِي: أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا - ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلاَ يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلاَ يُؤْتَمَنُونَ، وَيَنْذُرُونَ وَلاَ يَفُونَ، وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ
“Ümmetimin en hayırlısı benim çağımdır. Sonra onların ardından gelenler. Onlardan sonra daha sonra gelenlerdir. -İmrân Radiyallâhu Anh, Rasûlullâh kendi çağından sonra iki nesil mi yoksa üç nesil mi zikretti bilmiyorum, der- Onlardan sonra şâhitliği istenmediği hâlde şâhitlik yapan: hıyânet eden ve kendisine güvenilmeyen: adak adayan, fakat yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık (yeme-içme düşkünlüğü) baş gösteren bir toplum gelecektir.”3
Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ve ashâbından sonra, Tevhîd’e ve Sünnet’e dâ’vet vazîfesini ise Rabbânî Ulemâ -şu hadîs gereğince- devralmıştır:إِنَّ الْعُلَمَاءَ هُمْ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ
“Şüphesiz âlimler peygamberlerin vârislerinin ta kendileridir.”4
İşte bu noktada hedefimiz, Rasûller’den sonra; Tevhîd’e ve Sünnet’e dâ’vet görevini üstlenmiş olan Rabbânî âlimlerin ilmî mîrâsını günümüz insanlarına ulaştırarak insanlarla ilim arasında köprü vazîfesi görmektir.
O ilim ki kaynağı; Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e ardından da Cibrîl-i Emîn Aleyh’is Selâm’a ve nihâyetinde de âlemlerin Rabbi Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ulaşır. Bu ilim, âlimler tarafından kıyâmete kadar temsîl edilmeye devâm edecektir. Zîrâ Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:لاَ يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللّٰهِ، لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ، وَلاَ مَنْ خَالَفَهُمْ، حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللّٰهِ وَهُمْ عَلَى ذٰلِكَ
“Ümmetimden Allâh’ın emrini ayakta tutan bir topluluk hep var olacaktır. Ne onları terk edip gidenler, ne de onlara muhâlefet edenler -onlar bu hâl üzere iken Allâh’ın emri onlara gelinceye kadar- onlara bir zarar veremeyeceklerdir.”5
Bu sebeple, tarih boyu Ehl-i Sünnet ve’l Cemâ’at akîdesine bayraktârlık etmiş olan ulemânın eserlerini ve Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’den mîrâs almış oldukları ilmi yaymak temel gâyemizdir.
Bu gâyemize ulaşmak için bilhâssa Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem tarafından övülen hayırlı ilk üç nesil olan Selef-i Sâlihîn’in menhecini esâs alacağız ve kelâmî, felsefî cereyânlardan etkilenmemiş, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in ve ashâbının akîdesi üzere sebât eden, kısacası; “Fırka-i Nâciye (Kurtulan Fırka)” ve “Tâifet’ul Mansûra (Yardıma Mazhar Olunmuş Taife)” mensûbu olan hadîs ve sünnet ehli imâmların mîrâsını nakletmeye çalışacağız.
Hedefimiz asla insanları seleften bir aslı olmayan şahsî kanaatlerimize veya câhiliye asabiyetiyle oluşturulmuş hiziplere dâ’vet etmek değildir. Bilakis hedefimiz Allâh’ın izni ve yardımıyla yalnızca Tevhîd’e ve Sünnet’e hizmet olacaktır.
Tevfîk Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan...
Dipnotlar:
2- Tirmizî, Hadîs no: 2641.
3- Buhârî, Hadîs no: 3650.
4- İbnu Mâce, Hadîs no: 223; Tirmizî, Hadîs no: 2682; Ebû Dâvud, Hadîs no: 3641.
5- Buhârî, Hadîs no: 3641.