Tevhide Davet

ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ'L AKÎDET'İS SELEFİYYE | ŞEYH HAMAD BİN NÂSIR

Başlatan İ'tisam, 23.01.2023, 21:47

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 27 Ziyaretçiler konuyu incelemekte.

İ'tisam


İmam Ebu'l Kâsım Abdullâh bin Halef el-Mukri el-Endulisî'nin Görüşünün Zikri

Mulahhas şerhinde nüzul hadisini zikrederken şöyle dedi:

"Bu hadiste, ilim ehlinin dediği gibi Allâhu Teâlâ'nın temas olmaksızın[271] ve keyfiyetlendirmeksizin, yedi kat semanın üstünde, arşın üzerinde olduğuna dair bir delil bulunmaktadır. Onların görüşlerinin delili, Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿ثُمَّ ‌اسْتَوَى ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ﴾

"Sonra arşa istivâ etti." (el-A'râf, 7/54)

Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ ۞ مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ﴾

"Me'âric (yükselme yolları) sahibi Allâh tarafından kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı..." (el-Me'âric, 70/2-3)

Ayette geçen Urûc kelimesi, yükselmek anlamına gelir.

Mâlik bin Enes dedi ki: "Allâh Azze ve Celle, fi's Semâ (semadadır), ilmi ise her yerdedir ve ilminin olmadığı bir yer yoktur."

"Fi's Semâ," sözü ile kastettiği "Ala's Semâ"dır, (semanın üzerinde olmasıdır)."

Nihayet söyle dedi: "Zikrettiklerimin hepsi, istivânın mecazi olduğunu ve istivânın manasının istila olduğunu savunan kişinin görüşünün batıllığı hususunda açık delillerdir. Çünkü istilanın manası lügatte birisine galip gelmeye çalışmaktan sonra meydana gelir, ancak Allâh'a hiçbir kimse galip gelemez.

Ümmet, kastedilenin mecaz olduğu noktasında ittifak etmediği sürece sözü hakikati üzerine hamletmek, sözün bir hakkıdır. Zira Rabbimizden bize indirilene tabi olmanın bundan başka yolu yoktur. Ancak Allâh'ın kelamı -bir başka veçhe teslim olmayı gerektiren bir şey bunu men etmedikçe- vecihlerden en şöhret bulmuş olanına ve en zahiri olanına hamledilmelidir. Şayet her iddiacının mecaz iddiasını kabul etseydik, ibadetlerden hiçbiri sabit olmazdı. Fakat Allâh, Arapların -alışageldiği hitabın ve dinleyenlerin nezdinde manası sahih olacak şekilde- anlayacağı tarzın dışında ümmete hitap etmekten münezzehtir.

İstivâ lügatte malumdur ve anlaşılan bir şeydir. İstivâ, uluvv (yücelik), bir şeyin üzerine yükselmek ve orada temekkün etmek (yerleşmek) demektir.

Şayet biri bize ihticac ederek şöyle dese: "Şayet bu şekilde olsaydı, Allâh mahlûkata benzerdi. Çünkü mekânların kuşattığı ve ihtiva ettiği şeyler mahluktur."

Denilir ki: Bu, bunu gerektirmez. Çünkü Allâhu Teâlâ'nın,

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11)

Yine, Allâh yarattıklarına kıyas edilmez, O mekânlardan önce de vardı. Akıllarda doğrulanmıştır ve delillerle de sabittir ki Allâh, ezelde hiçbir mekânda değildi ve yok da değildi. Durum böyleyken yarattıklarından bir şeye nasıl kıyas edilir? Veya O'nun ve yarattıklarının arasında nasıl bir misallik veya benzerlik olur? Allâh, zalimlerin dedikleri şeylerden çok daha yücedir.

Eğer birisi şöyle derse: "Bizler, Rabbimizi ezelde var olmakla ve hiçbir mekânda olmamakla vasıflandırdık. Sonra Allâh mekânları yarattı ve böylece Kendisi de bir mekânda oldu. Böylece Allâh'da değişiklik ve intikal söz konusu olduğunu ikrar etmiş oluruz. Böylece, Allâh ezelde sahip olduğu (mekânsızlık) sıfatından zail oldu ve bir mekânda bulunup diğer bir mekânda bulunmadı."

Ona denilir ki: Aynı şekilde sen de Allâh'ın bir mekânda olmadığını, sonra da her mekânda olduğunu iddia ettin. Senin mabudun sana göre değişiklik gösterdi ve bir mekânda değilken tüm mekânlara intikal etti!

Eğer şöyle derse: "Şüphesiz Allâh, ezelde de şu anda olduğu gibi tüm mekânlardaydı."

Bu durumda iddia sahibi, Allâh ile beraber ezelde eşyayı ve mekânları var etmiştir ki bu fasittir.

Şayet şöyle derse: "Allâh'ın ezelde mekânda değilken, sonra mekâna intikal etmesi senin katında caiz mi?"

Ona şöyle denilir: İntikal ve hâl değiştirmeye gelince; bunu, O'nun hakkında ıtlak etme yolu yoktur. Çünkü O'nun ezelde var olması, bir mekânda olmasını gerektirmez. Aynı şekilde O'nun intikal etmesi de bir mekânda olmasını gerektirmez. O bu hususta yaratılmışlar gibi değildir.

Fakat, her ne kadar aynı anlamlara sahip olsalar da biz "Mekânı olmayan [bir mekâna] istivâ etmiştir," deriz ancak "O intikal etmiştir" demeyiz. Nitekim "O'nun arşı var" deriz, ancak "O'nun serîri (yatağı) var" demeyiz. Yine "O, el-Hakîm'dir" deriz, ancak "O, el-Âkil'dir (akıl sahibidir)" demeyiz. "O, İbrâhîm'in halilidir" deriz, ancak "O, İbrâhîm'in sadîkidir (arkadaşıdır)" demeyiz. Çünkü biz Allâhu Teâlâ'nın Kendi nefsini isimlendirdiği şeyler dışında başka bir şey ile isimlendirmeyiz, sıfatlandırmayız ve O'nun üzerine ıtlak etmeyiz. Nefsini vasıflandırdığı şeyleri O'ndan def etmeyiz, zira bu Kur'ânı defetmektir." [272]


[271] Şeyh Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân Âl'uş Şeyh Rahimehullâh, şöyle demiştir:

"Kişinin, "Allâh, arşa temas etmeden istiva etti," sözüne gelince; biz daha önce selefin ve İslam imamlarının mezhebinin, Kitap ve Sünnet'te yer alan hususlara ziyade yapmamak ve onları aşmamak olduğunu ve onların Kitap ve Sünnet'in durduğu ve sonlandırdığı yerde durup sonlandırdıklarını zikretmiştik.

İmam Ahmed Rahimehullâh şöyle demiştir: "Allâhu Teâlâ, Kendi nefsini vasfettiğinden veya Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Onu vasfettiğinden başkasıyla vasfedilmez." İmam Ahmed'den alıntı sona erdi.

Bu ise onların Allâh'a dair ilimlerinden, göğüslerinde yer alan Allâh'ın azametinden, onların nezdinde Allâhu Teâlâ'nın heybetinin şiddetli olmasından ve celalinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır.

Temas lafzı sonradan icat edilmiş bidat bir lafızdır. Kendisine uyulan ve tabi olunan hiç kimse bunu söylememiştir. Eğer ki bu ibareyle nassların delalet etmiş olduğu istivayı, uluvvu, yüksekliği ve fevkiyyeti (yukarıda olmayı) nefyetmek kastediliyorsa bu batıl bir sözdür. Bunu söyleyen sapmıştır, Kitab'a, Sünnet'e ve ümmetin selefinin icmasına muhalefet etmiştir, sahih akıllara ve sarih nasslara karşı kibir sergilemiştir ve şüphesiz bu kişi, kendisinden önce geçmiş Cehmîler'in cinsinden bir Cehmî'dir.

Ancak temas lafzıyla bu manayı kastetmiyorsa, hatta istiva lafzının delalet etmiş olduğu uluvv, fevkiyyet ve yüksekliği de isbat ediyorsa, bu kişi hakkında kendisinin sapık bir bidatçi olduğu ve sıfatlar konusunda şüphe ve vehim uyandıran bir söz sarfettiği söylenir.

Bu temas lafzını nefyetmek de isbat etmek de caiz değildir. Bu konuda vacib olan şey, Kitap ve Sünnet'e uymak, selefi ve imanî tabirler kullanmak ve müteşabihi terk etmektir." (ed-Durar'us Seniyye, 3/289-290)

[272] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 227-233.

İ'tisam


[İmam] Hafız Ebû Bekir el-Hatîb Rahimehullâhu Teâlâ'nın Görüşünün Zikri

Dedi ki: "Sıfata dair söyleneceklere gelince; selefin izlediği yol bunları ispat edip zahirlerine göre hüküm vermektir ve keyfiyeti ile teşbîhi sıfatlardan nefyetmektir. Sıfatlar hakkında söylenecek söz, zat hakkında söylenecek sözün bir ayrıntısıdır. Biz sıfatlar hususunda zat hakkında izlediğimiz yolu ve misali izleriz. Âlemlerin Rabbinin isbat edilmesi malum olduğuna göre, -ki O'nu isbat etmek, ancak O'nun varlığını isbat etmektir ve O'nu sınırlandırmayı yahut keyfiyetlendirmeyi isbat etmek değildir- aynı şekilde O'nun sıfatlarını isbat etmek de ancak sıfatlarının varlığını isbat etmektir ve onları sınırlandırmayı yahut keyfiyetlendirmeyi isbat etmek değildir.

Buna göre biz el, işitmek, görmek dediğimiz vakit, bu sadece Allâh'ın Kendi nefsi hakkında isbat ettiği sıfatları isbat etmekten ibarettir. Bizler el, kudret anlamındadır, işitmek ve görmenin anlamı da ilimdir, demeyiz. Aynı şekilde bunların organ olduklarını ve onlarla ilgili fiili işlemenin araçları olduklarını da söylemeyiz. Bunları organ olan ellere, işitmelere ve görmelere benzetmeyiz ve şöyle deriz: Bunları isbat etmenin vacib oluşu, tevkîfin (Kuran ve sünnetin) bunlarla varit olmasından dolayıdır. Yine bunların teşbih edilmesini nefyetmek de vaciptir, zira Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11)

Yine Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ﴾

"Hiçbir şey O'na denk değildir." (el-İhlâs, 112/4)"

Alıntı sona erdi.[273]

Hafız Zehebi dedi ki: "Sıfatların zahirleri ile kastedilen, yani kitap ve sünnetteki lafızların kullanıldıkları anlam dışında bâtınî bir anlamının olmamasıdır. Nitekim Mâlik ve başkaları şöyle demiştir: "İstivâ malumdur."

Yine aynı şekilde işitme, görme, [ilim,] kelâm, irâde, yüz ve benzeri sıfatlar hakkında söylenecek söz de böyledir: Bunlar malumdur, dolayısıyla açıklamaya ve tefsire ihtiyaç yoktur, fakat bunların hepsinin keyfiyeti bizim için meçhuldür." [274]

Zehebî dedi ki: "Nazar ehli olan müteahhirler sonradan ortaya çıkmış bir görüşe sahip olmuşlardır ki bu görüşe onlardan önce kimsenin sahip olduğunu bilmiyorum. Derler ki: Bu sıfatlar geldiği gibi kabul edilir ve bunların zahirlerinin kastedilmediğine itikat etmekle beraber tevil edilmezler.

Bundan, zahir ile iki hususun kastedildiği anlamı çıkmaktadır:

Birincisi: Bunların hitabın delâleti dışında bir tevili yoktur. Nitekim selef, istivânın malum olduğunu söyledi. Süfyân ve başkalarının da dediği gibi: Onun okunması, onun tefsiridir. Yani bunlar, dil açısından açık, maruf ve seçiktir. Bunlar için tevil ve tahrifin dar geçitlerine başvurulmaz. İşte bu, selefin mezhebidir ve bununla birlikte selef, bu sıfatların hiçbir şekilde beşerin sıfatlarına benzemedikleri hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü el-Bârî'nin ne zatında ne de sıfatlarında hiçbir benzeri yoktur.

İkincisi: Tıpkı beşerin vasfının zihinde şekillendiği gibi bu sıfatlardan hayalde şekillenen şeyin bunların zahirleri olmasıdır. Ancak bu, zahir ile kastedilen değildir. Çünkü sıfatları çok olsa dahi Allâhu Teâlâ tektir, Samed'dir, O'nun benzeri yoktur. Zira sıfatlarının hepsi haktır ancak bu sıfatların misli ve benzeri yoktur. Onu görüp de bize niteliklerini anlatabilen kimdir?

Allâh'a yemin ederim ki bizler, içimizde bulunan ruhun tanımı hususunda bile aciz, bitkin, şaşkın ve dehşete düşmüş haldeyiz. Her gece ruhumuzun el-Bârî'si tarafından vefat ettirildiği vakit (uykuda) nasıl yükseliriz? O, ruhları nasıl salıverir? Ölümden sonra ruhlar nasıl intikal eder? Öldürülmesinden sonra Rabbi nezdinde kendisine rızık verilen şehidin hayatı nasıldır?

Şu anda nebîlerin hayatı nasıldır? Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem kardeşi Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın kabrinde namaz kıldığına nasıl şahit olmuştur? Sonra nasıl onu altıncı semâda gördü ve onunla karşılıklı konuşarak ona âlemlerin Rabbine başvurmasını ve O'ndan ümmetinin yükünü hafifletmesini istemesini tavsiye etmiştir? Mûsâ, babası Âdem ile nasıl tartıştı ve Âdem nasıl takdir edilmiş bulunan kaderi ve tövbe edip, tövbenin kabul edilmesinden sonra kınamanın faydasız olduğu hüccetiyle Mûsâ'ya galip geldi?

Aynı şekilde biz cennette nasıl olacağımızı ve hurîleri vasfetmekten de aciziz.

Ya oradan meleklere geçsek meleklerin zatları, keyfiyetleri, bazılarının dünyayı bir lokmada yutabilmelerinin mümkün olması, bununla birlikte parlak, güzel ve nuranî cevherlerinin saf olması hususunda durumumuz nicedir?

Allâh ise daha ulu ve daha büyüktür. En büyük örnek yalnız O'nundur. Mutlak kemal O'na aittir. O'nun aslen bir benzeri yoktur.

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11) [275]

Zehebi'nin sözleri sona erdi. [276]

Hatîb, 463 H yılında vefat etti. Kendisinden sonra Bağdât'ta bu alandaki bilgi dalında onun benzeri hiç kimse gelmedi.


[273] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 253-254.
[274] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 254.
[275] Diğer nüshada mezkûr ayet yerine şu ayet geçmektedir:

﴿آمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ﴾

"Allâh'a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız." (Âl-i İmrân, 3/52)
[276] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 251.

🡱 🡳

Benzer Konular (5)