Tevhide Davet

ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ'L AKÎDET'İS SELEFİYYE | ŞEYH HAMAD BİN NÂSIR

Başlatan İ'tisam, 23.01.2023, 21:47

« önceki - sonraki »

Murad ve 22 Ziyaretçiler konuyu incelemekte.

İ'tisam


التحفة المدنية في العقيدة السلفية
للشيخ العالم العلامة حمد بن ناصر بن عثمان آل معمر
Selef Akidesi Hakkında Medine Hediyesi1
Şeyh, Âlim, Allâme
Hamed bin Nâsır bin Osmân Âl Mu'ammer
(Hicri 1225)

Fihrist


1- Dâr'ul Âsıme tarafından yayınlanan et-Tuhfet'ul Medeniyye fi'l Akîdet'is Selefiyye (Selefî Akideye Dair Medineli Hediye). Bu kitap, Mu'esseset'ur Risâle tarafından el-Fevâkih'ul İzâb fî Mu'tekad'iş Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb fi's Sifât (Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb'ın Sıfatlara Dair Akidesi Hakkında Tatlı Meyveler) ismiyle de yayınlanmıştır. Tercümede Dâr'ul Âsıme nüshasını esas aldık. Mu'esseset'ur Risâle nüshasında yer alan farkları köşeli parantezle belirttik. Kıvrımlı parantez arasında ise, okuyucuya kolaylık sağlaması için tarafımızdan eklenen başlıklar bulunmaktadır. Risalenin başlığı "Selefî Akideye Dair Medineli Hediye" olsa da Türkçe'ye "Selef Akidesi Hakkında Medine Hediyesi" başlığı ile yayınlamayı daha uygun gördük.

İ'tisam


Müellifin Terceme-i Hâli

Şeyh Hamad bin Nâsir bin Osman bin Mu'ammer en-Necdî et-Temîmî el-Hanbelî, Uyeyne halkından Mu'ammer ailesindendir. Tanınmış bir âlim ve Necid bölgesinin Tevhid davetçileri arasındaydı. Aynı zamanda Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh'ın ve Şeyh İbnu Gannâm Rahimehullâh'ın öğrencilerinden biriydi.

Mekke ulemasıyla münazaraya giden âlimler heyetinin başındaydı. Münazaranın konusu bir peygambere veya veliye dua eden ve onunla istigase yapan kişinin hükmü, La İlâhe İllallâh diyen fakat namaz kılmayıp zekât vermeyen kişinin Müslüman olup olmaması ve de kabirlerin üzerine binalar yapmanın hükmüydü. Şeyh Hamad Rahimehullâh münazarada onlara galip geldi. Bu meselelere şeyhin cevap vermesini isteyen muhalifleri sebebiyle, bu meselelerin hükmüne dair el-Fevâkih'ul Uzâb isimli eserini kaleme aldı.

Kendisinden birçok kimse ders aldı. Yetiştirdiği talebelerden bazısı şunlardır:

• Oğlu Abd'ul Azîz bin Hamed Rahimehullâh.
• Suleymân bin Abdillâh Âl'uş Şeyh Rahimehullâh.
• Abd'ur Rahmân bin Hasen Âl'uş Şeyh Rahimehullâh.
• Abdullâh bin Abd'ir Rahmân Ebâ Butayn Rahimehullâh.

Birçok risale ve fetva yazdı. Bunlar arasında şu eserleri yer almaktadır:

• El-Fevâkih'ul İzâb fi'r Raddi alâ Men Lem Yahkum bi's Sunneti ve'l Kitâb.
• Et-Tuhfet'ul Medeniyye fi'l Akîdet'is Selefiyye.

Bunun dışında Mecmû'at'ur Rasâ'il ve'l Mesâ'il'in Necdiyye ve ed-Durar'us Seniyye içerisinde bulunan başka risaleleri ve fetvaları bulunmaktadır.

Hicri 1225 yılında, Mekke'de vefat etti. Allâh kendisine rahmet eylesin, Âmîn!2


2- Ed-Durar'us Seniyye, 16/382-384; Abd'ur Rahmân bin Abd'il Latîf, Meşâhîru Ulemâ'i Necd ve Gayrihim, sf. 157-160; Ziriklî, el-A'lâm, 2/273-274; İbnu Bişr, Unvân'ul Mecd, 1/316.

İ'tisam


Selef Akidesi Hakkında Medine Hediyesi

{Mukaddime}

Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın adıyla,

[Güç ve kuvvet, sadece Alî ve Azîm olan Allâh'a aittir.] Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a hamd olsun.

Salat ve selam [Seyyidimiz] Muhammed'e ailesine ve ashabının hepsinin üzerine olsun.


{Soru:}
Allâh ilminizden faydalanmayı daim kılsın, sıfat ayetleri ve bu hususta varit olan hadisler hakkındaki görüşünüz nedir?

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli gibi:

﴿الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ 20/5)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu kavli gibi:

﴿يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ﴾
"Allâh'ın eli onların ellerinin üzerindedir" (el-Fetih 48/10)

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şu buyruğu gibi:

«يَنْزِلُ رَبُّنَا كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا»
"Rabbimiz her gece dünya semasına iner."3

Yine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şu buyruğu gibi:

«قلب الْمُؤمن بَين إِصْبَعَيْنِ من أَصَابِع الرَّحْمَن»
"Müminin kalbi Rahmân'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır."4

Bunların dışındakiler gibi zahiri teşbih vehmi uyandıran nasslar hakkında görüşünüz nedir?

Bu konu hakkında Şeyh Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâhu Teâlâ'nın itikadını bize açıklayın. Onun ve ondan sonra sizin mezhebiniz nedir?

Bu hususta varit olanları, Allâh'ı noksan sıfatlardan tenzih etmekle beraber zahiri üzere mi alıyorsunuz?

Yoksa tevil mi ediyorsunuz?

Bu konuda geniş açıklama yapın. Sadra şifa olacak bir cevap verin ki bununla bolca ecir elde edin. Allâh'ın salatı ve selamı, Seyyidimiz Muhammed'in, onun ailesinin ve ashabının üzerine olsun.


3- Buhârî, Hadis no: 1145, 6321, 7949; Muslim, Hadis no: 758. Hadis mütevatirdir. Dârakutnî Rahimehullâhu Teâlâ bu hadis ve isnadı hakkında Nuzûl kitabını tasnif etmiştir. İbnu Teymiyye Rahimehullâhu Teâlâ da bu hadisin şerhine dair Şerhu Hadîs'in Nuzûl isimli bir tasnifte bulunmuştur ve her ikisi de neşredilmiştir. Sünnet hakkındaki kitaplar bu hadisten hâli değildir.

4- Muslim, Hadis no: 2654.

İ'tisam


El-Cevap:

Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a hamd olsun.

{İsim ve Sıfatlar Hakkında Mücmel İtikad}

Sıfat ayetleri ve bu hususta varit olan hadisler hakkındaki görüşümüz, Allâh ve Rasûlü'nün söyledikleri ve ümmetin selefi ve imamları olan sahabenin, tabiinin, dört imamın ve onların dışındaki Müslümanların âlimlerinin söyledikleridir.

Biz Allâhu Teâla'yı: Kitabında kendi nefsini vasfettiği ve Rasûlü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in O'nu vasfettiği şekilde, tahrîf ve ta'tîl yapmadan (anlamını değiştirip boşa çıkarmadan), tekyîf ve temsîl yapmadan (nasıllığına girmeden ve mahlukâta benzetmeden) vasfederiz.

Bilakis, iman ederiz ki Allâh Subhânehu'nun:

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ﴾
"Benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (eş-Şûrâ 42/11)

Bundan dolayı O'ndan kendi nefsini vasfettiği bir şeyi nefyetmeyiz, kelimeleri yerlerinden oynatmayız, Allâh'ın isimlerinde ve ayetlerinde ilhada sapmayız, O'nun sıfatlarını keyfiyetlendirmeyiz ve O'nun sıfatlarını, yarattıklarının sıfatlarına benzetmeyiz. Zira Allâh Subhânehu'nun adaşı, dengi ve ortağı yoktur. O yarattıkları ile kıyas edilemez. Allâh, zalimlerin söylediklerinden münezzehtir ve büyük bir ululukla yücedir.

Allâh Subhânehu'nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir benzeri yoktur.

Bilakis kendi nefsini vasfettiği ve Rasûlü'nün O'nu vasfettiği şekilde -Müşebbihe'nin hilafına- tekyîf ve temsîl yapmaksızın, -Mu'attıla'nın hilafına- tahrîf ve ta'tîl yapmaksızın vasfedilir.

Binaenaleyh, bizim mezhebimiz, selefin mezhebidir; teşbîhsiz ispat ve ta'tîlsiz tenzihtir. Bu, Mâlik, Şâfi'î, Sevrî, Evzâ'î, İbn'ul Mubârak ve İmam Ahmed ve İshâk bin Râhveyh gibi İslam imamlarının mezhebidir. Aynı şekilde bu, Fudayl bin İyâd, Ebû Suleymân ed-Dârânî, Sehl bin Abdillâh et-Tusterî ve onların dışındakiler gibi kendisine uyulan şeyhlerin itikadıdır.

Şüphesiz ki bu imamlar arasında dinin asılları hususunda ihtilaf yoktur. Aynı şekilde Ebû Hanîfe Radiyallâhu Anh'dan sabit olan itikat da onların itikadına muvafıktır ve bu Kitap ve sünnetin dile getirdiği itikattır.

İmam Ahmed Rahimehullâh dedi ki: "Allâh, kendi nefsini vasfettiğinden veya Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in onu vasfettiğinden başkasıyla vasfedilmez, bu konuda Kuran ve Hadis dışına çıkılmaz."5
[/b][/font]

İnşallâhu Teâlâ, kendi lafızlarıyla ibarelerini nakledeceğimiz üzere, diğerlerinin mezhebi de budur.


5-  Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 5/26, 16/472.


İ'tisam


{Şeyh'ul İslam Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh'ın Sıfatlara Dair Mezhebi}

Şeyh'ul İslam Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâhu Teâlâ'nın mezhebi de bu zikredilen imamların mezhebidir. Şüphesiz o, Allâh'ı kendi nefsini vasfettiği ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in O'nu vasfettiği şekilde vasfeder. Kuran ve hadisin dışına çıkmaz ve bu hususta geçmiş selefin yoluna tabi olur. Onlar nefy ve ispat bakımından bu hususu ümmet arasında en iyi bilenleridir. Onlar, Allâh'ı tazim etmede ve celaline layık olmayan şeylerden O'nu tenzih etmede en şiddetli olanlardır.

Şüphesiz Kuran ve sünnetten anlaşılan manalar, şüpheler ile reddedilemez ki onları reddetmek, kelimeleri yerlerinden oynatmak babındandır. O lafızların manaları akıl edilemez ve onların muradı bilinemez de denilmez ki bunu söylemek, kuruntular haricinde kitabı bilmeyen kimselere benzemektir. Bilakis onlar, en şerefli ve en yüce manalara delalet eden açık ayetlerdir. Onların hakikatleri, kendilerine ilim ve iman verilmiş olan kimselerin sadırlarında teşbîhsiz ispat ve ta'tîlsiz tenzih hâlinde kaimdir, tıpkı diğer kemal sıfatlarının hakikatleri kalplerinde kaim olduğu gibi. Onların katında, bu konuların hepsi tek bir konu altındadır. Kalpleri onunla mutmain, nefisleri onunla sükûn içerisindedir. Tatil ehli [ve] cahillerin hoşlanmadığı Allâh'ın kemalinin sıfatlarını ve celalinin niteliklerini anlarlar. İnkârcıların nefret ettikleri şeyle onların kalpleri sükûn buldu.

Sıfatların hükmünün, zatın hükmü gibi olduğunu bildiler. Allâh Subhânehu'nun zatının başka zatlara benzemediği gibi, O'nun sıfatları da başka sıfatlara benzemez. Kendilerine Masum Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den gelen sıfatları kabul ile karşıladılar ve marifet, iman ve ikrar ile kabul ettiler. Zira, bunların, zatında ve sıfatlarında benzeri olmayanın sıfatı olduğunu biliyorlardı.

İ'tisam


{Teşbih Mevzusu ve İsimlendirmede Benzerlik}

İmam Ahmed'e teşbihten sorulduğu zaman dedi ki: "Teşbih: El, elim gibidir ve yüz, yüzüm gibidir demektir."6

Eller gibi olmayan bir eli ve yüzler gibi olmayan bir yüzü ispat etmeye gelince; bu, zatlar gibi olmayan bir zatı, diğer hayatlar gibi olmayan bir hayatı ve işitmeler ve görmeler gibi olmayan işitmeyi ve görmeyi ispat etmek gibidir.

Allâh Subhânehu kemal sıfatlarla mevsuf, tüm kusur ve ayıplardan münezzehtir ve kemal sıfatları hususunda Allâh Subhânehu'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, Hayy, Kayyum, Semî, Basîr, Alîm, Habîr, Ra'ûf ve Rahîm'dir.

﴿خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ﴾
"Gökleri, yeri ve onların arasındakileri altı günde yarattı ve sonra arşa istivâ etti." (el-Furkân, 25/59; es-Secde, 32/4)

Mûsâ Aleyh'is Selâm ile gerçekten konuştu7 ve dağa tecelli ederek onu paramparça etti.8

Eşyadan hiçbir şey, O'nun sıfatlarından bir şey hususunda O'na benzemez.

Bundan dolayı herhangi birinin ilmi O'nun ilmi gibi değildir, herhangi birinin kudreti O'nun kudreti gibi değildir, herhangi birinin rahmeti O'nun rahmeti gibi değildir, herhangi birinin istivâsı O'nun istivâsı gibi değildir, herhangi birinin işitmesi ve görmesi O'nun işitmesi ve görmesi gibi değildir, herhangi birinin konuşması O'nun konuşması gibi değildir ve herhangi birinin tecelli etmesi O'nun tecelli etmesi gibi değildir.

Bilakis itikat ediyoruz ki ismi yüce olan Allâh, azametinde ve büyüklüğünde, güzel isimlerinde ve yüce sıfatlarında, Mahlûkatından hiçbir şeye benzemez [ve hiçbir şey O'na benzetilmez]. Yine itikat ediyoruz ki şeriatın Hâlik'e ve mahlûkata vermiş olduğu mezkûr sıfatların arasında hakiki manada bir benzerlik yoktur. Çünkü Kadîm olanın sıfatları, mahlûkatın sıfatlarının hilafınadır. Allâh'ın zatı hiçbir zata benzemediği gibi aynı şekilde sıfatları da hiçbir sıfata benzemez. Allâh'ın sıfatları ve mahlûkatın sıfatları arasında sadece lafz[ın lafza] muvafakatı vardır.

Allâh Subhânehu cennette et, süt, bal, su, ipek ve altın olduğunu haber verdi. İbnu Abbâs Radiyallâhu Anhumâ dedi ki; "Ahiretteki şeylerin, dünyada isimlerinden başka bir şey yoktur."9

İsim hususunda ittifak hâlinde olmalarına rağmen gaip olan mahlûkat, bu mevcut olanlara benzemiyorsa, isim hususunda ittifak hâlinde olmalarına rağmen Hâlik Celle ve Alâ yücelik ve mahlûkatından ayrılık bakımından -mahlûkun mahlûktan ayrılığına nazaran- daha azimdir.
Aynı şekilde Allâh Subhânehu kendi nefsini Hayy, Alîm, Semî, Basîr, Melik, Ra'ûf ve Rahîm olarak isimlendirdi ve mahlûkatından bazısını hayy (hayat sahibi) olarak, bazısını alîm (bilen) olarak, bazısını semî (işiten) ve basîr (gören) olarak, bazısını da ra'ûf (şefkatli) ve rahîm (merhametli) olarak isimlendirdi. Fakat Hayy (olan Allâh) hayy (olan mahlûk) gibi değildir, Alîm alîm gibi değildir; Semî semî gibi değildir, Basîr basîr gibi değildir, Ra'ûf raûf gibi değildir ve Rahîm rahîm gibi değildir.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

﴿اللهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ﴾
"Allâh, Kendisi'nden başka -ibadete layık, hak- ilâh olmayandır. Hayy'dır, Kayyûm'dur (kâinatı idare edendir)..." (el-Bakara 2/255)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

﴿وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ﴾
"Ölüden hayyı (diriyi) çıkarır, hayydan da ölüyü çıkarır..." (Âl-i İmrân, 3/27)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ﴾
"O, Alîm'dir, Hâkim'dir (hikmet sahibidir)." (et-Tahrîm, 66/2)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
"Onu alîm bir erkek çocuk ile müjdelediler." (ez-Zâriyât, 51/28)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿إِنَّ اللهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
"Şüphesiz Allâh, Semî'dir, Basîr'dir." (en-Nisâ 4/58)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا﴾
"Gerçek şu ki, Biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini semî (işiten) ve basîr (gören) kıldık." (el-İnsân 76/2)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ﴾
"Şüphesiz Allâh insanlara karşı Ra'ûf'dur, Rahîm'dir." (el-Bakara 2/143)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurdu:

﴿لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ﴾
"Andolsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı ra'ûf ve rahîmdir (şefkatli ve merhametlidir)." (et-Tevbe, 9/128)

Hâlik ve mahlûkun sıfatları arasında, isimlerdeki ittifak dışında hiçbir benzerlik yoktur.


6- İbn'ul Kayyim, Medâric'us Sâlikîn, Dâru Atâ'ât'il İlm, 4/314. Yakın lafızlarla: Ebû Ya'lâ, İbtâl'ut Te'vilât, sf. 47, 50.
7- Bkz: En-Nisâ 4/164.
8- Bkz: El-A'râf 7/143.
9- Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 5/257; Taberî, Tefsir, Dâru Hecr, 1/416.

İ'tisam


{Allâh'ın Kitabı'ndan Uluvv Sıfatının İspatı}

Ümmetin selefi ve imamları, Allâh Subhânehu ve Teâlâ göklerinin fevkinde olduğuna, arşının üzerinde olduğuna ve yarattıklarından ayrı olduğuna; Arş ve onun dışındakilerin Allâh'a muhtaç olduğuna, O'nun ise, her şeyden Gani olduğuna, arşa ve onun dışındakilere ihtiyacı olmadığına ve O'nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir benzeri olmadığı hususlarında icma etmiştir.

Kim: "Allâh'ın ilmi, kudreti ve kelamı yoktur. Allâh razı olmaz, gazap etmez ve arşının üzerine istivâ etmemiştir," derse, melun bir Mu'attıla'dır[10].

Kim de: "O'nun ilmi benim ilmim gibidir, kudreti benim kudretim gibidir, kelamı benim kelamım gibidir, istivâsı benim istivâm gibidir veya nüzulü benim nüzulüm gibidir" derse, şüphesiz ki o melun bir Mümessil'dir[11].

Bunları söyleyen kişiden tövbe etmesi istenir, tövbe ederse ne ala, aksi takdirde din imamlarının ittifakı ile öldürülür.

Mümessil, puta ibadet eder. Mu'attıl ise yokluğa ibadet eder. Kitap ve sünnette ise hidayet, isabet ve doğru yol vardır. Her kim bu ikisine sarılırsa hidayet bulur. Kim de o ikisini terk ederse sapar.

İşte bu Allâh'ın Kitabı, başından sonuna kadar; işte bu Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünneti; işte bu sahabe, tabiin ve sair imamların sözleridir! Bunlar nassen veya zahiren delalet ediyor ki Allâh Subhânehu göklerin üstünde arşının fevkinde, arşının üzerine istivâ etmiştir.

Biz bunların bazısını zikredeceğiz:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahman, arşa istivâ etti." (Tâ Hâ 20/5)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

﴿اللهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ
"Allâh, gökleri, yeri ve onların arasındakileri altı günde yarattı ve sonra arşa istivâ etti." (es-Secde, 32/4)

Allâh Subhânehu kitabında altı yerde arşına istivâ ettiğini haber vermiştir. El-A'râf, Yûnus, er-Ra'd, Tâ Hâ, el-Furkân, Elif-Lâm-Mîm Tenzîl olan es-Secde ve el-Hadîd surelerinde bunu zikretmiştir.

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ
"Allâh buyurmuştu ki: Ey Îsâ! Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim..." (Âl-i İmrân, 3/55)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿بَلْ رَفَعَهُ اللهُ إِلَيْهِ
"Bilakis Allâh onu, kendi katına kaldırmıştır." (en-Nisâ, 4/158)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

﴿إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ
"Güzel sözler O'na yükselir. Onları da Allâh'a salih ameller ulaştırır." (Fâtır, 35/10)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ ۞ أَمْ أَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ﴾
"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!" (el-Mulk, 67/16-17)

Allâhu Teâlâ, Firavun'un şöyle dediğini haber verdi:

﴿يَاهَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ۞ أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا
"Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın İlâhı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi..." (Gâfir, 40/36-37)

Firavun, Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın "Şüphesiz Allâh semadadır" kavlini tekzip etmişti.

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
"Kitabın indirmesi, Azîz, Hâkim olan Allâh'tandır." (ez-Zumer 39/1; el-Câsiye, 45/2, el-Ahkâf, 46/2)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ
"O, Hakîm (hikmet sahibi), Hamîd (çok övülen) olan Allâh'tan indirilmiştir." (Fussilet, 41/42)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ
"De ki: Onu, Rûh'ul Kudus, Rabbin katından hak olarak indirdi." (en-Nahl, 16/102)


10- Mu'attıla: Allâh Azze ve Celle'nin sıfatlarını inkâr edenler.
11- Mümessile: Allâh Azze ve Celle'nin sıfatlarını mahlûkatın sıfatlarına benzetenler.

İ'tisam


Allâhu Teâlâ'nın Hadîd suresindeki şu buyruğu üzerinde düşün!

﴿هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istivâ edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)

Allâh Subhânehu'nun şu buyruğu:

﴿هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ [ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ]
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan[, sonra Arş'ın üzerine istivâ edendir]." (el-Hadîd, 57/4)

"Âlem kadimdir, daima vardı[12], Allâh onu kudreti ve meşieti ile yaratmamıştır," diyen mülhitlerin sözlerinin iptal edilmesini kapsar. Onlardan Rabbin varlığını kabul edenler ise, âlemin ezelen ve ebeden Rabbin zatından ayrılmayan ve dolayısıyla yaratılmış olmayan bir varlık olduğunu iddia etmişlerdir. Nitekim bu, [İbnu Seb'în,] İbnu Sînâ ve ona tabi olan mülhitlerin görüşüdür.

Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu:

﴿ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ
"Sonra Arş'ın üzerine istivâ edendir." (el-Hadîd, 57/4)

"Arşın üzerinde yokluktan başka bir şey mevcut değildir, Allâh arşın üzerine istivâ etmemiştir. Eller O'na kaldırılmaz," Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in veda haccındaki en büyük toplantısında işaret ettiği gibi, "Parmaklar ile yukarıya doğru, O'na işaret etmek caiz değildir." diyen Mu'attıla'nın sözlerinin iptal edilmesini kapsar. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem veda haccında parmağını semaya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek şöyle demeye başladı:

«اللهم ‌اشهد»
"Allâh'ım şahit ol!" [13]

Bu hadis, İnşallâhu Teâlâ ileride gelecektir.

Bu ayeti kerimede Allâh, bize arşının üzerinde olduğunu ve Kendisi hakkında şunu haber verdi:

﴿يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا
"Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir." (el-Hadîd, 57/4)

Sonra şöyle buyurdu:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, yarattıklarının üzerinde uluvda olmasına, onların üstünde ve onlardan ayrı olmasına rağmen nerede olursalar olsunlar ilmiyle onlarla beraber olduğunu haber verdi.

İmam Mâlik Rahimehullâh dedi ki: "Allâh semadadır, ilmi her yerdedir; hiçbir şey ilminden hali değildir." [14]

Nu'aym bin Hammâd Rahimehullâh'a,

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)

Ayetinin manasını sorulduğunda dedi ki: "Onun manası: O'nun ilmi sebebiyle hiçbir gizlilik, O'na gizli kalmazdır." [15]

Bu, İmam Ahmed'in, Ebû Zur'a'nın ve başkalarının benzer sözleriyle beraber ileride gelecektir.

Allâhu Teâlâ'nın,

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)

Buyruğunun anlamı, O'nun yarattıkları ile ihtilat hâlinde olduğu manasında değildir. Çünkü lügat bunu gerektirmez. Ayrıca bu, ümmetin selefinin ve imamlarının icmasına muhaliftir. Allâh'ın mahlûkatı üzerinde yarattığı fıtrata muhaliftir. Aksine, ay Allâh'ın ayetlerinden biridir ve O'nun yarattığı şeylerin en küçüklerinden biridir. O semaya konulmasına rağmen nerede olurlarsa olsunlar, yolcu olanlarla da olmayanlarla da beraberdir. Allâh Subhânehu arşının üzerinde yarattıklarını gözetlemektedir, onların üzerinde egemendir, onlara muttalidir ve bunun dışında rububiyyetin diğer manalarıyla onlarla beraberdir.

Allâhu Teâlâ yüksek makamların sahibi olduğunu[16], meleklerin ve ruhun O'na yükseldiğini,[17] kulları üzerinde kahredici olduğunu [18] ve meleklerinin üzerlerinde olan Rabblerinden korktuklarını [19] haber verdi. Allâhu Teâlâ'nın kullarının fevkinde arşının üzerinde olması ve bizimle beraber olması ile alakalı zikrettiği bütün bu sözler haktır ve hakikatleri üzeredir. Tahrife ihtiyaç yoktur. Fakat asılsız zanlardan da sakınmak gerekir.

Allâh Subhânehu -Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğunda olduğu gibi- yarattıklarına yakın olduğunu haber vermiştir:

﴿وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ [أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ]
"Kullarım sana benden sorarlarsa, şüphesiz ki Ben (onlara çok) yakınım. [Bana dua edenin duasına cevap veririm]..." (el-Bakara, 2/186)

Yine şu buyruğu gibi:

﴿وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kâf, 50/16)

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur:

«إن الذي تدعونه أقرب إلى أحدكم من عنق راحلته»
"Hiç kuşkusuz ki dua ettiğiniz Allâh, sizden her birinize bineğinin boynundan daha yakındır." [20]

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ إِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَا أَدْنَى مِنْ ذَلِكَ وَلَا أَكْثَرَ إِلَّا هُوَ مَعَهُمْ أَيْنَ مَا كَانُوا
"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede olursalar olsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir." (el-Mucâdele 58/7)

Kitap ve sünnette, Allâh'ın yakınlığına ve beraberliğine delalet eden delillerden hiçbiri, O'nun uluvvu (yüceliği) ve fevkiyyeti (yukarda oluşu) hakkında zikredilenleri nefyetmez. Zira Allâh Subhânehu yakın oluşunda yücedir, yüceliğinde de yakındır.

Ümmetin selefi, Allâh Subhânehu ve Teâlâ'nın, göklerinin üstünde arşının üzerinde olduğuna ve ilmiyle de nerede olurlarsa olsunlar yarattıklarıyla beraber olduğuna ve onların yaptıkları her şeyi bildiği hususunda icma etmiştir.

Hanbel bin İshâk dedi ki: Ebû Abdillâh'a (İmam Ahmed'e) denildi ki:

"Bunun anlamı nedir:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)

Ebû Abdillâh dedi ki: "O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır ve Rabbimiz, herhangi bir sınırlama ve niteleme olmaksızın, arşın üzerindedir." [21]

Bu söz, İmam Ahmed'in ve başkalarının sözlerinden ziyadelerle beraber gelecektir, İnşallâhu Teâlâ.


12- Diğer nüshada "Âlem daima vardı," ibaresi yerine "Allâh nüzul etmez" ibaresi geçmektedir.
13- Muslim, Hadis no: 1218.
14- Abdullâh bin Ahmed, es-Sunne, 1/280, no: 532; İbnu Mende, et-Tevhîd, thk: Fekîhî, 3/307, no: 893.
15- İbnu Batta, el-İbânet'ul Kubrâ, 7/146, no: 106.
16- El-Me'âric 70/3.
17- El-Me'âric 70/4.
18- El-En'âm 6/18.
19- En-Nahl 16/50.
20- Ahmed, Musned, Hadis no: 19599.
21- Lâlekâ'î, Şerhu Usûl'il İ'tikâd, 3/446, no: 675; Zehebî, Muhtasar'ul Uluvv, sf. 190.

İ'tisam


{Sünnetten Uluvv Sıfatının İspatı}

Bu konu hakkında, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den varit olan hadislere gelince, bunlar gerçekten çoktur.

Bunlardan birisi de Müslim'in Sahîh'inde, Ebû Dâvûd'un, Nesâ'î'nin ve bunların dışındakilerin Mu'âviye İbn'ul Hakem es-Sulemî Radiyallâhu Anh'tan rivayet ettiği şu hadistir. Mu'âviye Radiyallâhu Anh dedi ki:

«لطمت جارية لي، فأخبرت رسول الله صلى الله عليه وسلم فعظم ذلك علي، فقلت: يا رسول الله، أفلا أعتقها؟ قال: بلى، ائتني بها، قال: فجئت بها إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقال لها: أين الله؟ قالت: في السماء، فقال: فمن أنا؟ قالت: أنت رسول الله، قال: اعتقها، فإنها مؤمنة»
Bir cariyeme tokat attım. Sonra Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e bu durumu haber ettim ve benim aleyhime bu işin çok büyük bir iş olduğunu söyledi. Bunun üzerine dedim ki: "Ey Allâh'ın Rasûlü, onu azat edeyim mi?" Rasûlullâh dedi ki: "Elbette! Onu bana getir!" Sonra onunla beraber Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e geldim. Ona dedi ki: "Allâh nerededir?" Cariye dedi ki: "Semadadır." Sonra Rasûlullâh dedi ki: "Ben kimim?" Cariye dedi ki: "Sen, Allâh'ın Rasûlü'sün." Bunun üzerine Rasûlullâh dedi ki: "Onu azat et, zira o müminedir."[22]

Bu hadiste iki mesele vardır.

Birincisi: Bir kişinin başkasına şöyle demesidir: "Allâh nerededir?"

İkincisi: Soru sorulan kişinin şöyle demesidir: "Semadadır."

Kim bu iki meseleyi inkâr ederse, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e karşı gelmiştir.

Sahîh-i Buhârî'de Enes bin Mâlik Radiyallâhu Anh'tan rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Zeynep Radiyallâhu Anhâ, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in eşlerine karşı övünerek şöyle derdi:

«زوجكن أهاليكن، وزوجني الله من فوق سبع سماوات»
"Sizleri kendi ahaliniz evlendirdi. Hâlbuki beni, yedi kat göklerin üstünden Allâh evlendirdi!"[23]

İki Sahîh'de Ebû Hurayra Radiyallâhu Teâlâ Anh'tan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«لما خلق الله الخلق كتب في كتاب فهو عنده فوق العرش إن رحمتي تغلب غضبي»
"Allâh mahlûkatı yarattığı vakit, Kendi nezdinde arşın üstünde bulunan kitaba şöyle yazdı: Muhakkak Ben'im rahmetim, gazabıma galebe çalar!"[24]

Başka bir lafızda şöyle geçer:

«كتب في كتابه على نفسه فهو موضوع عنده: إن رحمتي تغلب غضبي»
"Yanında bulunan kitabında Kendisi için şöyle yazdı: Muhakkak Ben'im rahmetim, gazabıma galebe çalar!"[25]

[Başka] bir lafızda ise şöyle geçer:

«فهو مكتوب عنده فوق العرش»
"O, arşın üzerinde O'nun katında yazılıdır."[26]

Bu lafızların hepsi sahihtir, Sahîh-i Buhârî ve Muslim'de geçmektedir.

Sahîh-i Muslim'de Ebû Mûsâ Radiyallâhu Anh'tan rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, bize hutbe verip beş cümleyi hatırlattı. Şöyle dedi:

«إن الله لا ينام، ولا ينبغي له أن ينام، يخفض القسط ويرفعه، يرفع إليه عمل الليل قبل النهار وعمل النهار قبل الليل، حجابه النور لو كشفه لأحرق سبحات وجهه ما انتهى إليه بصره من خلقه»
"Şüphesiz ki Allâh Azze ve Celle uyumaz, O'na uyumak da yakışmaz. Tartıyı indirir ve kaldırır. Gündüzden önce gecenin ameli, geceden önce de gündüzün ameli O'na yükseltilir. O'nun hicabı nurdur. Eğer onu açmış olsa, vechinin nuru, basarının ulaştığı bütün mahlûkatını yakardı."[27]

İki Sahîh'de Ebû Hurayra Radiyallâhu Anh'tan rivayet edildiğine göre, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«يتعاقبون فيكم ملائكة بالليل وملائكة بالنهار، ويجتمعون في صلاة الفجر وصلاة العصر، ثم يعرج الذين باتوا فيكم، فيسألهم الرب، وهو أعلم بهم: كيف تركتم عبادي؟ فيقولون: تركناهم وهم يصلون وأتيناهم وهو يصلون»
"Birbiri ardınca birtakım melekler geceleri, birtakım melekler de gündüzleri sizin aranıza gelirler. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında bir araya toplanırlar. Sonra sizin aranızda geceleyenler semaya çıkarlar. Rabb, kulları hakkında onlardan daha âlim olmasına rağmen, onlara şöyle sorar: "Kullarımı ne hâlde bıraktınız?" Melekler şöyle der: "Onları namaz kılarken bıraktık. Kendilerine vardığımızda namaz kılarken bulduk."[28]

Ebu'd Derdâ Radiyallâhu Anh'tan rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i şöyle derken işittim:

«من اشتكى منكم أو اشتكى أخ له فليقل: ربنا الله الذي في السماء تقدس اسمك، أمرك في السماء والأرض، كما رحمتك في السماء اجعل رحمتك في الأرض، واغفر لنا حوبنا وخطايانا أنت رب الطيبين، أنزل رحمة من رحمتك وشفاء من شفائك على هذا الوجع، فيبرأ»
"Sizden kim bir hastalığı sebebiyle yakınırsa veya bir kardeşi, ona hastalığından dolayı yakınırsa, şöyle desin: "Gökte olan Rabbimiz Allâh! İsmin münezzehtir. Rahmetin gökte olduğu gibi emrin hem gökte hem de yerdedir. Rahmetini yerde de kıl. Bizim günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Sen temiz kimselerin Rabbi'sin. Şu ağrıya rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifa indir." Böylece ağrıdan kurtulur."[29]

Ebû Dâvûd tahriç etmiştir.[30]


[22] Muslim, Hadis no: 537; Ebû Dâvûd, Hadis no: 930; Nesâ'î, Hadis no: 1218.
[23] Buhârî, Hadis no: 7420.
[24] Muslim, Hadis no: 2751. Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no: 3194.
[25] Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no: 7404.
[26] Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no: 7422, 7453.
[27] Muslim, Hadis no: 179.
[28] Buhârî, Hadis no: 555, 7429, 7486; Muslim, Hadis no: 632.
[29] Hâkim Rahimehullâh ve Zehebî Rahimehullâh nezdinde hadis sahihtir. (Hâkim, el-Mustedrak, Dâr'ul Kutub'il İlmiyye, Hadis no: 7512) Şeyh'ul İslam İbnu Teymiyye Rahimehullâh nezdinde hadis hasendir. (Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 3/139)
[30] Ebû Dâvûd, Hadis no: 3892.

İ'tisam


İki Sahîh'de geçen Mi'rac kıssasında -ki mütevatir bir hadistir- şöyle geçmektedir:

«وتجاوز النبي صلى الله عليه وسلم السماوات سماء سماء حتى انتهى إلى ربه تعالى، فقربه وأدناه، وفرض عليه خمسين صلاة، فلم يزل يتردد بين موسى وبين ربه، ينزل من عند ربه إلى موسى، فيسأله: كم فرض عليك؟ فيخبره، فيقول: ارجع إلى ربك فسله التخفيف»
"Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Rabbi Teâlâ'ya varıncaya kadar gökleri sema sema aştı. Rabbi onu yakınlaştırdı ve çok yakın kıldı. Ona elli vakit namazı farz kıldı. Rabbi ile Mûsâ Aleyh'is Selâm arasında durmadan gidip geldi. Rabbinin katından Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın yanına inerdi ve Mûsâ Aleyh'is Selâm ona sorardı: "Üzerine kaç vakit farz kılındı?" Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ona haber verince, Mûsâ Aleyh'is Selâm ona şöyle derdi: "Rabbine dön ve hafifletmesini iste!"[31]

Buhârî, Sahîhi'nin Tevhîd kitabında, Enes Radiyallâhu Anh hadisi olan İsrâ hadisini zikretti. Bu hadiste dedi ki:

«ثم علا به - يعني جبريل - فوق ذلك بما لا يعلم إلا الله حتى جاوز سدرة المنتهى، ودنا الجبار رب العزة، فتدلى حتى كان قاب قوسين أو أدنى، فأوحى إليه فيما أوحى خمسين صلاة كل يوم وليلة، ثم هبط حتى بلغ موسى، فاحتبسه موسى، فقال: يا محمد، ماذا عهد إليك ربك؟ قال: عهد إلي خمسين صلاة كل يوم وليلة، قال: إن أمتك لا تستطيع ذلك فارجع فليخفف عنك ربك وعنهم، فالتفت النبي صلى الله عليه وسلم إلى جبريل كأنه يستشيره في ذلك، فأشار إليه جبريل أن نعم إن شئت، فعلا به إلى الجبار تبارك وتعالى فقال وهو في مكانه: يا رب خفف عنا»
"Sonra o, yani Cibrîl, Muhammed'i, bunun da üstüne, ancak Allâh'ın bildiği yerlere çıkardı. Ta ki Sidret'ul Müntehâ'yı da geçti. Rabb'ul İzzet olan Cebbâr da yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki iki yay kadar veya daha da yakın oldu. Allâh, vahyettiği şeyler arasında, her gün ve gecede elli vakit namazı da vahyetti. Sonra Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem oradan aşağıya indi, ta ki Mûsâ Aleyh'is Selâm'a ulaştı. Mûsâ onu alıkoydu ve şöyle dedi: "Yâ Muhammed! Rabb'in sana neyi ahdetti?" Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Rabb'im bana her gün ve gecede elli namaz ahdetti." Mûsâ Aleyh'is Selâm şöyle dedi: "Senin ümmetin buna güç yetiremez, bundan dolayı geri dön ki Rabb'in senden ve ümmetinden bunu hafifletsin!" Bunun üzerine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Cibrîl'e yöneldi de sanki bu konuda Cibrîl'le istişare etmek istiyor gibiydi. Cibrîl kendisine "Evet, istersen bunu iste," diye işaret etti. Akabinde Cibrîl onu Cebbâr Tebârake ve Teâlâ'nın huzuruna yükseltti. Allâh evvelki makamındayken, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem dedi ki: "Ey Rabb'im! Bizden bunu hafiflet!" Sonra bu hadisi zikretti.[32]

Sa'd bin Mu'âz Radiyallâhu Anh, Benû Kurayza hakkında, "Savaşanları öldürülür, çocukları esir alınır ve malları ganimet olarak alınır," diye hükmettiğinde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«لقد حكمت فيهم بحكم الملك من فوق سبعة أرقعة»
"Muhakkak ki onlar hakkında, yedi göğün üstündeki Melik'in hükmü ile hükmettin!"[33]

Başka bir lafızda şöyle buyurdu:

«من فوق سبع سماوات»
"Yedi sema üstündeki Melik'in!"[34]

Bu kıssanın aslı iki Sahîh'de geçmektedir.[35] Bu siyak, Megâzî'sinde Muhammed bin İshâk'a aittir.[36]

İki Sahîh'de geçen Ebû Sa'îd Radiyallâhu Anh hadisinde dedi ki: Alî bin Ebî Tâlib Radiyallâhu Anh, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e borçla alınmış[37] bir deri içinde henüz toprağından arıtılmamış altın parçası gönderdi. Dedi ki: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu altın parçasını dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne bin Hisn bin Bedr, Akra bin Hâbis, Zeyd el-Hayl, dördüncüsü de ya Alkame veya Âmir İbn'ut Tufeyl idi. Nebî'nin ashabından bir kişi şöyle dedi: "Biz, gerçekten buna onlardan daha layıktık!" Bu söz Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca şöyle buyurdu:

«ألا تأمنوني، وأنا أمين من في السماء، يأتيني خبر السماء صباحا ومساء»
"Siz bana güvenmiyor musunuz? Hâlbuki ben, semada olan (Allâh')ın eminiyim! Sabah akşam bana semanın haberi geliyor!"[38]

Ebû Dâvûd'un Süneni'nde, Cubeyr bin Mut'im hadisinde şöyle geçmektedir: Dedi ki: Bir bedevi, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'a gelerek şöyle dedi: "Ey Allâh'ın Rasûlü! Nefisler tükendi, ahali aç kaldı, mallar helak oldu. Rabbinden bize yağmur yağdırmasını iste! Allâh'ı sana, seni de Allâh'a şefaatçi kılıyoruz." Bunun üzerine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Subhanallâh! Subhanallâh!" Bunun üzerine Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem tesbih getirdi, öyle ki bu (söze karşı olan öfkesi sebebi ile korku ve endişe) ashabının yüzünden bile belli oldu. Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine şöyle buyurdu:

«ويحك، أتدري ما الله؟ إن شأنه أعظم من ذلك، إنه لا يستشفع به على أحد من خلقه، إنه لفوق سماواته على عرشه، وإنه عليه لهكذا، وإنه ليئط به أطيط الرحل بالراكب»
"Yazık sana! Allâh nedir biliyor musun? Allâh'ın Şanı bundan çok büyüktür! Şüphesiz Allâh'ın Kendisi, yarattıklarından hiçbir kimseye şefaatçi kılınamaz. O, semavatın üstünde, arşının üzerindedir. (Parmaklarıyla kubbe şekli yaparak şöyle dedi:) işte O'nun arşı, böyle semavatın üstündedir. Gerçekten binicisinden dolayı gıcırdayan semerin gıcırdamasıyla arşı O'nunla gıcırdar."[39]

Bu hadisi, Zehebî Uluvv kitabında, Muhammed bin İshâk'ın rivayetinden nakletmiştir.[40]

Bundan sonra Zehebî dedi ki: "Bu hadis gerçekten gariptir. İbnu İshâk, Megâzî kitabında isnadıyla rivayet ettiği zaman hüccettir. Onun münker ve acayip rivayetleri vardır. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bunu dedi mi yoksa demedi mi, Allâh en iyisini bilir.
Allâh Azze ve Celle'nin benzeri hiçbir şey yoktur. O'nun celali büyüktür. İsimleri mukaddestir. O'ndan başka -ibadete layık, hak- ilâh yoktur.

Arşın zatında çıkan gıcırtı, semerde hâsıl olan gıcırdama cinsindendir. Bu, arşın ve semerin bir sıfatıdır. Onu Allâh'ın sıfatı addetmekten Allâh Azze ve Celle'ye sığınırız. Sonra, gıcırdama lafzı, sabit bir nass ile gelmemiştir.

Bu hadisler hakkında ki görüşümüz şudur: Bu hadislerden sahih olanlarına ve selefin (geldikleri gibi) geçirmek ve ikrar etmek hususunda ittifak ettiği şeylere iman ederiz. İsnadı hakkında konuşulan veya ulemanın tevilinde ve kabulünde ihtilaf ettikleri şeylere gelince, onları ikrar etmeye kalkışmayız. Bilakis, onları cümleten rivayet eder ve durumunu beyan ederiz. Bizim bu hadisi nakletmemizin sebebi Kitab'ın ayetlerine uygun olarak Allâh'ın arşının üstünde oluşu ile alakalı mütevatir olarak gelen malumatı taşıdığından dolayıdır."[41]


[31] Buhârî, Hadis no: 3887; Muslim, Hadis no: 259.
[32] Buhârî, Hadis no: 7517.
[33] İbn'ut Tallâ, Ekdiyetu Rasûlillâh, sf. 38; Alem'ud Dîn es-Sehâvî, Sefer'us Se'âde, 2/942.
[34] İbnu Sa'd, et-Tabekât, Mektebet'ul Hâncî, 3/394; Zehebî, el-Uluvv, sf. 35, no: 62.
[35] Buhârî, Hadis no: 3043; 3804; 4121, 6262; Muslim, Hadis no: 1768.
[36] İbnu İshâk, es-Sîrat'un Nebeviyye, Dâr'ul Kutub'il İlmiyye, sf. 414.
[37] Hadisin meşhur rivayetlerinde "borçla alınmış" ibaresi yerine "karz ile tabaklanmış" ibaresi geçmektedir.
[38] Buhârî, Hadis no: 4351; Muslim, Hadis no: 1064.
[39] Ebû Dâvûd, Hadis no: 4726.
[40] Zehebî, el-Uluvv, sf. 44, no: 73.
[41] Zehebî, el-Uluvv, sf. 44-45.

İ'tisam


Ebû Dâvûd'un Süneni'nde ve İmam Ahmed'in Müsnedi'nde geçen Abbâs bin Abd'il Muttalib hadisinde şöyle geçmektedir: Dedi ki: "İçinde Allâh Rasûlü'nün de bulunduğu bir toplulukla beraber Bathâ'da oturuyorduk. Bu sırada bir bulut geçti, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buluta baktı, sonra da şöyle buyurdu: "Siz buna ne ad verirsiniz?" Şöyle dediler: "Sehâb (bulut)." Rasûlullâh şöyle buyurdu: "Muzn de (denilir)," onlar da şöyle dediler: "Muzn (de denilir)." Rasûlullâh şöyle buyurdu: "Anân da (denilir)," onlar da şöyle dediler: "Anân (da denilir)." Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Siz gökler ile yer arasındaki uzaklığın ne kadar olduğunu biliyor musunuz?" Onlar da şöyle dedi: "Bilmiyoruz." Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Doğrusu ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir ya yetmiş iki yahut yetmiş üç yıldır, sonra onun üstündeki gök de bir o kadar uzaktadır." Yedi göğü sayana kadar devam etti.

«ثم فوق السماء السابعة بحر بين أسفله وأعلاه مثل ما بين سماء إلى سماء، ثم فوق ذلك ثمانية أوعال بين أظلافهم وركبهم مثل ما بين سماء إلى سماء، ثم على ظهورهم العرش، أسفله وأعلاه مثل ما بين سماء إلى سماء، ثم الله عز وجل فوق ذلك»
"Sonra yedinci göğün üstünde bir deniz vardır, onun en alt kısmıyla en üst kısmı arasındaki mesafe, tıpkı bir sema ile ötekisi arasındaki mesafe kadardır. Sonra bunun üzerinde sekiz Ev'âl (dağ tekeleri) vardır ki, bunların toynaklarıyla diz kapakları arasındaki mesafe, bir sema ile ötekisi arasındaki mesafe kadardır. Sonra bunların sırtlarında Arş vardır. Bunun en alt kısmıyla en üst kısmı arasındaki mesafe, bir sema ile ötekisi arasındaki mesafe kadardır. Sonra, bunun üstünde Allâh Azze ve Celle vardır."[42]

Ahmed, şunu ziyade etti: "Âdemoğlunun yaptıklarından hiçbir şey O'na gizli kalmaz!"[43]

İmam Ahmed'in Müsnedi'ndeki Ebû Hurayra Radiyallâhu Anh hadisinde şöyle geçmektedir:

«أن رجلا أتى النبي صلى الله عليه وسلم بجارية سوداء أعجمية، فقال: يا رسول الله، إن علي رقبة مؤمنة، فقال لها رسول الله صلى الله عليه وسلم: أين الله؟ فأشارت بأصبعها السبابة إلى السماء، فقال لها: من أنا؟ فأشارت بأصبعها إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم وإلى السماء، أي: أنت رسول الله، فقال: أعتقها فإنها مؤمنة»
"Bir adam, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e acem olan siyah cariyesini getirdi. Sonra şöyle dedi: "Ey Allâh'ın Rasûlü! Benim mümine bir köle azat etmem gerekiyor." Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem cariyeye şöyle dedi: "Allâh nerede?" Cariye işaret parmağı ile semaya işaret etti. Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ona şöyle dedi: "Ben kimim?" Cariye parmağı ile Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e ve semaya işaret etti. Yani "Sen Allâh'ın Rasûlü'sün!" Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "O'nu azat et, çünkü o müminedir!"[44]

Tirmizî'nin Câmi'sinde, Abdullâh bin Amr İbn'il Âs Radiyallâhu Anh'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«الراحمون يرحمهم الرحمن، ارحموا من في الأرض يرحمكم من في السماء»
"Merhametlilere Rahmân merhamet eder. Siz yeryüzündekilere rahmet edin ki, semadaki size rahmet etsin."

Tirmizî dedi ki: "Bu hadis, hasen sahihtir."[45]

Yine Tirmizî'nin Câmi'sinde, İmrân bin Husayn Radiyallâhu Anh'dan rivayete göre, şöyle demiştir:

«قال النبي صلى الله عليه وسلم لأبيه حصين كم تعبد اليوم إلها؟ قال: سبعة: ستة في الأرض، وواحد في السماء، قال: فمن الذي تَعُدّ لرغبتك ورهبتك؟ قال: الذي في السماء، قال: يا حصين، أما إنك لو أسلمت علمتك كلمتين ينفعانك، قال: فلما أسلم حصين، قال: يا رسول الله علمني الكلمتين اللتين وعدتني، قال: قل: اللهم ألهمني رشدي وقني شر نفسي»
Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, babam Husayn'a şöyle dedi: "Bugün kaç ilâha ibadet ediyorsun?" Babam dedi ki: "Yedi ilâha ibadet ediyorum. Bunlardan altısı yerde, biri semadadır." Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Durum böyleyken, arzular ve çekinerek korkma hususlarında bunlardan hangisine ilâh olarak itibar ederdin?" Babam şöyle dedi: "Semadakine!" Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ey Husayn! Hiç kuşkusuz ki eğer sen Müslüman olmuş olsaydın, sana fayda verecek iki söz öğretirdim." Dedi ki: Husayn, Müslüman olunca şöyle dedi: "Ey Allâh'ın Rasûlü! Bana vaat ettiğin iki sözü bana öğret!" Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şöyle de: Allâh'ım! Bana rüştümü ilham et ve beni, nefsimin şerrinden koru!"[46]

Muslim'in Sahîhi'nde Ebû Hurayra Radiyallâhu Anh'dan rivayet edildiğine göre, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«والذي نفسي بيده ما من رجل يدعو امرأته إلى فراشه فتأبى عليه إلا كان الذي في السماء ساخطا عليها حتى يرضى عنها»
"Nefsim elinde olana yemin ederim ki, karısını yatağına çağıran ve bunun üzerine kadının reddettiği her adam bu kadından razı olana dek semadaki bu kadına karşı öfkeli olur."[47]

Enes bin Mâlik Radiyallâhu Ahn'dan rivayet edilen uzun şefaat hadisinde rivayet edildiğine göre Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«فأدخل على ربي تبارك وتعالى وهو على عرشه»
"Sonra Rabbim Tebârake ve Teâlâ, arşının üzerindeyken O'nun huzuruna girerim."[48]

Enes sonra hadisi(n devamını) zikretti.

Buhârî'nin Sahîhi'nde geçen, bu hadisin bazı lafızları şöyledir:

«فأستأذن على ربي في داره فيؤذن لي عليه»
"Rabbimden, O'nun dârında (yerinde) iken izin isterim. Bunun üzerine bana, O'nun yanına girme hususunda izin verilir."[49]


[42] Ebû Dâvûd, Hadis no: 4723; İbnu Mâce, Hadis no: 193. Bu hadis sahihtir. (İbnu Huzeyme, et-Tevhîd, 1/234-238; Hâkim, Mustedrak, Hadis no: 3137, 3428)
[43] Ahmed, Musned, Hadis no: 1770.
[44] Yakın lafızlarla: Ahmed, Musned, Hadis no: 15743; Mâlik, (Yahyâ rivayetiyle) Muvatta, Dâru İhyâ'it Turâs, 2/777.
[45] Tirmizî, Hadis no: 1924.
[46] Tirmizî, Hadis no: 3483.
[47] Muslim, Hadis no: 1436.
[48] Muvaffak'ud Dîn İbnu Kudâme el-Makdisî, İsbâtu Sifat'il Uluvv, no: 27.
[49] Buhârî, Hadis no: 4476, 6565, 7410, 7440, 7510.

İ'tisam


Müslim'in isnadıyla sahih olarak rivayet edildiğine göre Ebû Hurayra Radiyallâhu Anh şöyle dedi: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«إن لله ملائكة سيارة يتتبعون مجالس الذكر، فإذا وجدوا مجلس ذكر جلسوا معهم، فإذا تفرقوا صعدوا إلى ربهم»
"Allâh'ın gezici melekleri vardır. Zikir meclisleri araştırırlar. Zikir meclisi buldukları zaman onlarla beraber otururlar. Ayrıldıkları zaman, rablerine yükselirler."[50]

Bu hadisin aslı Sahîh-i Muslim'dedir. Onun lafzı şöyledir:

«فإذا تفرقوا صعدوا إلى السماء، فيسألهم الله عز وجل، وهو أعلم بهم: من أين جئتم؟»
"Ayrıldıkları zaman göğe yükselirler. Allâh Azze ve Celle onları en iyi bilen olduğu halde onlara şöyle sorar: Nereden geliyorsunuz?" [51]

Bu konu hakkındaki hadisler gerçekten çoktur. Bu cevap, onları açıklamak için yeteri kadar geniş değildir. Zikrettiklerimizde -Allâh'ın kendisine hidayet ettiği ve rüştünü ilham ettiği kimselere- kifayet bulunmaktadır. Allâh'ın kendisi için fitne dilediği kimselere gelince, onun için bunda bir çıkış yolu yoktur. Bilakis, delillerin çokluğu onun şaşkınlığı ve sapıklığından başka bir şeyi artırmaz. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴿وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا
"Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır." (el-Mâ'ide, 5/64; el-Mâ'ide, 5/68)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴿وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا
"Biz, Kuran'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır." (el-İsrâ, 17/82)

Zikri celil olan Allâh şöyle buyurdu:

﴿يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا
"Allâh onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir." (el-Bakara, 2/26)

Allâh Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴿وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
"Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler." (et-Tevbe, 9/125)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

﴿قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُولَئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَعِيدٍ
"De ki: O, iman edenler için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İman etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kuran onlara kapalıdır. Onlara (sanki) uzak bir yerden bağırılıyor." (Fussilet, 41/44)


[50] Yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 2689.
[51] Yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 2689.

İ'tisam


{Keyfiyet Hakkında Sözler}

Şüphesiz ki, (bu ayet ve hadisleri zikretmemizdeki) maksat, Allâh'ın yarattıklarının uluvvunda (üzerinde) olduğunun ve O'nun, keyfiyetini ancak Kendisi'nin bildiği celaline layık bir istivâ ile semavatının üstünde arşının üzerine istivâ ettiğinin ispatını Kitap ve sünnet nasslarının ifade etmiş olması, hatta tevatür derecesine ulaşmış olmasıdır.

Şayet soru soran kişi, şöyle derse: Allâh arşının üzerine nasıl istivâ etmiştir?

Ona, Rabî'a'nın[52], Mâlik'in ve diğerlerinin söylediği gibi şöyle denilir: "İstiva malumdur. Keyfiyeti meçhuldür. Ona iman etmek vaciptir. Onun keyfiyeti hakkında soru sormak bidattir."

Aynı şekilde soru soran şöyle derse: Rabbimiz nasıl nüzul eder?

Ona şöyle denilir: Allâh nasıldır?

Soru soran, ben O'nun keyfiyetini bilmiyorum, dediğinde,

Ona şöyle denilir: Biz de O'nun nüzulünün keyfiyetini bilmeyiz. Zira sıfatın keyfiyetini bilmek, mevsufun keyfiyetini bilmeyi gerektirir. Çünkü sıfata dair ilim, mevsufa dair ilmin bir dalıdır. Allâh'ın zatının keyfiyetini bilmediğin hâlde, benden nasıl Allâh'ın arşına istivâsının, konuşmasının ve nüzulünün keyfiyetini talep edersin?

Sen, Allâh'ın hakikî, aslında sabit olup hiçbir benzeri olmayan kemal sıfatlar gerektiren bir zâtının olduğunu ikrar ediyorsan; o hâlde Allâh'ın istivâsı, nüzulü ve kelamı da aslında sabittir ve mahlûkatın istivâsı, kelamı ve nüzulü, O'na bu hususlarda benzemez. Şüphesiz Allâhu Teâlâ'nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir benzeri yoktur. Allâh'ın diğer zatlara benzemeyen hakikî bir zatı olduğunda, bu zat diğer zatların sıfatlarına benzemeyen hakikî sıfatlarla muttasıftır. Sıfatlar hakkında söylenenler, zat hakkında söylenenlerin dalıdır. Allâh'ın zatı mahlûkatın zatlarına benzemiyorsa, Yaratanın sıfatları, mahlûkatın sıfatlarına da benzemez.

İnsanların pek çoğu sıfatların çoğunun veya ekseriyetinin ya da tamamının yaratılmışların sıfatlarına benzediğini vehmederler, sonra da bu anlayışını nefyetmek ister ve sakıncalı durumlara düşerler.

Sakıncalı durumlardan biri, kişinin nasslardan anladığını yaratılmışların sıfatlarına benzetmesi ve nassların delalet ettiği hususun temsîl olduğunu zannetmesidir.

Sakıncalı durumlardan biri de kişinin ilimsiz bir şekilde bu sıfatları Allâh'tan nefyetmesi ve böylece Rabb'in hak ettiği kemal sıfatları ve celal niteliklerini ta'tîl etmesidir. Bu kişi, böylelikle Allâh'ın celaline ve azametine layık olan ilâhî sıfatlardan, Allâh ve Rasûlü'nün ispat ettiklerini ta'tîl eder.

Sakıncalı durumlardan bir başkası ise bu sıfatların zıttı olan cansızların veya var olmayan şeylerin sıfatları ile Rabbi vasfetmektir. Böylece bu kişi, Rabb'in hak ettiği kemal sıfatları ta'tîl etmiş ve O'nu noksan ve var olmayan şeylere benzetmiştir. Nassları, delalet etmekte olduğu sıfatlar yönünden ta'tîl etmiş ve bunların delalet ettiği şeyi, Allâh'ın yaratılmışlara benzetilmesi kılmıştır. Bu şekilde Allâh ve Allâh'ın kelâmında ta'tîl ve temsîli bir araya getirmiş ve Allâh'ın isimleri ve ayetleri hususunda mülhid konumuna düşmüştür.


[52]Rabî'a Rahimehullâh dedi ki:
 
"İstiva meçhul değildir. Keyfiyeti makul değildir. Risalet Allâh'tandır. Rasûl'e düşen tebliğidir. Bize düşen tasdiktir." (Lâlekâ'î, Şerhu Usûl'il İ'tikâd, 3/441, 581-582, no: 665, 928; Muvaffak'ud Dîn İbnu Kudâme el-Makdisî, İsbâtu Sifat'il Uluvv, no: 74; Muvaffak'ud Dîn İbnu Kudâme el-Makdisî, Zemm'ut Te'vîl, no: 42; Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 5/40)

İ'tisam


{İstiva ve Manası}

Bunun örneği, nasların tamamının, İlâh Tebârake ve Teâlâ'nın yücelik, yaratılmışların üstünde olmak ve Arş'a istivâ etmek ile vasıflanmasına delâlet etmesidir. Kitap ve sünnette, İlâh'ın âlemin içinde veya dışında değildir, âlemden ayrı veya iç içe değildir şeklinde bir vasfı yoktur. Bundan dolayı vehme düşen kimse, Allâhu Teâlâ'yı Arş'a istivâ etmekle vasıflandırdığında, O'nun istivâsının insanın gemi ve hayvan üzerine istivâ etmesi gibi olduğunu zanneder. Allâh'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

﴿وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ ۞ لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ﴾
"Ve size, onların sırtlarına istivâ etmeniz, sonra Rabbinizin nimetini zikretmeniz için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir." (ez-Zuhruf, 43/12-13)

Allâh hakkında ve de sıfatları hakkında cahil olan bu kimse, Allâh Arş'a istivâ etmişse, gemiye ve hayvana istivâ eden kimsenin bunlara muhtaç olduğu gibi, Allâh da Arş'a muhtaçmış izlenimine kapılır. Allâh, bundan büyük bir ululukla yücedir.

Bilakis, O'nun arşa ve onun dışındaki şeylere ihtiyacı yoktur. Allâh'ın dışındaki her şey ise O'na muhtaçtır. Allâh'ın arşa istivâ ettiğinde, O'nun arşa muhtaç olduğu nasıl vehmedilebilir? Allâh, bundan büyük ve mukaddestir.

Yine Allâhu Teâlâ'nın âlemin bazı kısımlarını diğerlerinin üstünde (tabaka tabaka) yarattığı ve üstte olanı alttakine muhtaç kılmadığı bilinmektedir. Bundan dolayı hava yerin üstündedir ve yerin kendisini taşımasına muhtaç değildir, yine bulut da yerin üstündedir ve onun kendisini taşımasına muhtaç değildir. Gökler yerin üstündedir ve onun tarafından taşınmaya muhtaç değildirler.

Yüceler Yücesi her şeyin Rabbi ve Melîki, yarattığı her şeyin üstünde olunca bu, Arş'ına veya yarattıklarına muhtaç olmasını nasıl gerekli kılar ki? Ya da yarattıklarından yüce olması, yaratılmışlar hakkında bile zorunlu olmadığı halde O'nun için bu ihtiyacı nasıl zorunlu kılabilir? Tıpkı Allâhu Teâlâ'nın şu kavli gibi:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ﴾
"Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır." (el-Mulk, 67/16)

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şu kavlinde olduğu gibi:

«ألا تأمنوني، وأنا أمين من في السماء»
"Siz bana güvenmiyor musunuz? Hâlbuki ben, semada olan (Allâh')ın eminiyim!"[53]

Yine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hastaya yapılacak rukye ile ilgili şu buyruğu:

«ربنا الله الذي في السماء تقدس اسمك»
"Gökte olan Rabbimiz Allâh! İsmin münezzehtir."[54]

Dolayısıyla, her kim bu naslardan Allâh'ın semavatın içerisinde bulunduğunu vehmederse, işte o, ulemanın ittifakıyla cahil bir sapıktır.

Birisi şöyle derse: Arş semada mıdır, Yoksa yerde mi?

Şöyle denilir: Semadadır.

Eğer şöyle denilirse: Cennet semada mıdır yoksa yerde mi?

Şöyle denilir: Semadadır. Bu ne Arş'ın ne de Cennet'in semanın içerisinde olmasını gerektirmez. Zira sema ile yükseklik kastedilmektedir, ister feleklerin üstünde isterse altında olsun.

Allâhu Teâlâ şöyle buyurdu:

﴿فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ﴾
"(...Artık o kimse) tavana bir ip atsın..." (el-Hac, 22/15)

Yine şöyle buyurdu:

﴿وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُورًا﴾
"...Ve gökten tertemiz su indirdik." (el-Furkân, 25/48)


[53] Buhârî, Hadis no: 4351; Muslim, Hadis no: 1064.
[54] Hâkim Rahimehullâh ve Zehebî Rahimehullâh nezdinde hadis sahihtir. (Hâkim, el-Mustedrak, Dâr'ul Kutub'il İlmiyye, Hadis no: 7512) Şeyh'ul İslam İbnu Teymiyye Rahimehullâh nezdinde hadis hasendir. (Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 3/139)

İ'tisam


Allâh'ın Yüceler Yücesi olduğu muhatapların kalplerinde yerleştiğinde, "Allâh semadadır" sözünden anlaşılan, O'nun yücelerde ve her şeyin fevkinde (üstünde) olduğudur. Tıpkı Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem "Allâh nerededir?" diye sorduğunda, "Semadadır" diyen cariye gibi. Cariye, Allâh'ı yaratılmış cisimlere tahsis etmeden ve bunlara hulul etmesi olmaksızın yalnızca yüksekte oluşunu kastetmiştir.

"Yükseklik" denilince, bu ifade bütün mahlûkatın üstünde olan her şeyi kapsar. Bunların üstünde olan her şey de semadadır.[55] Bu, orada O'nu ihtiva eden mevcut bir zarfın bulunmasını gerektirmez. Zira âlemin fevkinde (üstünde) Allâh'tan başka bir varlık mevcut değildir. Aynı şekilde "Arş semadadır" denildiğinde, bundan kasıt arşın semanın üzerinde olmasıdır.

Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ﴾
"Yeryüzünde gezin dolaşın." (Âl-i İmrân, 3/137; en-Nahl, 16/36)

Yine Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾
"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)

Firavun'dan naklederek şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾
"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)[56]

Özet olarak, her kim "Allâh semadadır" der ve bununla O'nun göğün boşluğunun içinde olduğunu öyle ki göğün Allâh'ı kuşatıp[57] ihata ettiğini kastederse, bu kişi hata etmiştir ve uzak bir sapıklıkla sapmıştır. Bu sözüyle Allâh'ın semavatının fevkinde arşının üzerinde mahlûkâtından ayrı olduğunu kastederse, isabet etmiştir.[58]


[55] Sema kelimesi, Arap dilinde uluvv ve yüksekte olmak anlamlarına gelmektedir. (Cevherî, es-Sihâh, 6/2382; İbnu Manzûr, Lisân'ul Arab, 14/397; Feyrûzâbâdî, el-Kâmûs'ul Muhît, sf. 1296) El-Hac, 22/15 ayetinde sema kelimesi, cumhur nezdinde tavan anlamında kullanılmıştır. (Begavî, Tefsîr, İhyâ'ut Turâs, 3/327) El-Furkân, 25/48 ayetinde ise bulut anlamında kullanılmıştır. (Taberî, Tefsîr, Dâru Hecr, 17/467; Vâhidî, et-Tefsîr'ul Basît, 16/526) Şeyh Rahimehullâh burada Allâh'ın semada olmasının, gökyüzünün içerisinde olduğu anlamında değil de Allâh'ın yüksekte olması anlamında olduğunu ifade etmektedir.

[56] Allâhu Teâlâ'nın ve arşının semada oluşuyla alakalı varit olan hadis ve ayetlerde fî harf-i cerri kullanılmıştır. Fî harf-i cerri, bazen zarfiyyet, yani bir şeyin belli bir mekân içerisinde olmasını ifade etse de bazı durumlarda alâ harf-i cerrinin anlamını, diğer bir tarifle isti'lâ veya bir şeyin, başka bir şeyin üzerinde olmasını da ifade eder. (Mecmû'at'un Nahiv içerisinde İbnu Hâcib, el-Kâfiye, sf. 95-96) Mezkûr ayetlerde de buna dikkat çekilmektedir. Zira Allâhu Teâlâ yeryüzünde gezin dolaşın derken, fî edatını yeryüzünün üzerinde dolaşın anlamında kullanmıştır. Yine sizi hurma kütüklerine asacağım, ayetinde maksat sizi hurma kütüklerinin üzerine asacağım, şeklindedir. Sair ayetlerin durumu da böyledir. (Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 3/53, 5/106; İbn'ul Kayyim, Nûniyye, Atâ'ât'ul İlm, 2/332; İbnu Ebi'l İzz el-Hanefî, Şerh'ul Akîdet'it Tahâviyye, Mu'esseset'ur Risâle, 2/383) Şu hâlde nasslarda Allâh ve arşı semadadır gibi ifadeler, O'nun veya arşının göğün içerisinde olduğu anlamına gelmez, bilakis üstünde olduğu anlamına gelir. Vallâhu a'lem.

[57] Diğer nüshada "kuşatıp," ibaresi yerine "sınırlandırıp" ibaresi geçmektedir.
[58] Hulul inancı, açık küfürlerden biridir. Âlimler, hulul inancının küfür oluşu hususunda icma nakletmiştir.

Hanefilerden Yûsuf Sinân'ud Dîn el-Amâsî (1000H) Rahimehullâh şöyle demektedir:

"Bil ki küfrü gerektiren şeyler, birkaç nevidir... Allâhu Teâlâ ile ilgili olan şeylere gelince, bir insan, Allâh Subhânehu'yu O'na laik olmayan bir şeyle vasıflarsa, Allâh'ı mahlukattan bir şeye benzetirse, ... hulûl ve ittihad görüşüne sahip olursa... Allâh Subhânehu ve Teâlâ'ya laik olmayan benzeri şeyleri söylerse -ki Allâh söylediklerinden büyük bir ululukla yücedir- kişi ister bunu kasıtlı yapsın ister şaka yoluyla yapsın, bunlar sebebiyle icmaen küfre girer. Bunlarda ısrar ederse öldürülür, tövbe ederse de Allâh onu affeder ve öldürülmekten kurtulur." (Yûsuf Sinân'ud Dîn el-Amâsî, Tebyîn'ul Mehârim, sf. 212-215)
Malikilerden Karrâfî (674H) Rahimehullâh şöyle demektedir:

"Yüce Allâh hakkında imkânsız olan ve bu kabilden olan babalık, oğulluk, hulûl, ittihad ve benzeri şeyleri reddetme hususundaki cehalete gelince, bunları Yüce Allâh hakkında caiz kılanların tekfiri hususunda Müslümanlar icma etti." (Karrâfî, el-Furûk, er-Risâle, 4/234)

Şafiilerden İbnu Hacer el-Heytemî (974H) Rahimehullâh şöyle demektedir:

"Veyahut da Allâh'ın bir şeyin içerisine hulul ettiğini veyahut da O'nun içine bir şeyin hulul ettiğini, O'nun bir evladı olduğunu, doğurduğunu veyahut doğurulduğunu söylerse küfre girer." (İbnu Hacer el-Heytemî, el-İ'lâm bi Kavâti'il İslâm, sf. 219)

Hanbelilerden Buhûtî (1051H) Rahimehullâh şöyle demektedir:

"Şeyh İbnu Teymiyye dedi ki: Yine Allâh'tan başka bir şey yoktur diyenin sözü; eğer bu sözüyle ittihad ehlinin Allâh'tan başka mevcut yoktur sözünü kastediyorsa, ayrıca ittihad ehli, Hâlik'in mevcut olması, mahlûkatın mevcut olmasıdır derler ve Hâlik mahlûktur, mahlûk Hâlik'tir, kul Rabb'dir, Rabb de kuldur ve bu manada başka şeyler" de derler. Bu sözlerin batıllığı hususunda icma vardır. Bunu söyleyen bir kişinin tevbe etmesi istenir, ederse ne ala, aksi takdirde öldürülür.

"Yine Allâhu Teâlâ zatıyla her mekandadır deyip Allâh'ı mahlûkatla iç içe kılanlar da böyledir. Böyle söyleyen bir kişinin tövbe etmesi istenir, ederse ne ala, aksi takdirde öldürülür." Bu fırkalar sebebiyle bela yayılmıştır. Onlar, tevhid ehlinden birçoğunun akidesini ifsat ettiler. Allâh'tan af ve afiyet dileriz." (Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ, Vezârat'ul Adl, 14/232-233)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)