Tevhide Davet

ÇOK AZÎM VE FAYDALI ALTI ESÂS | ŞEYH MUHAMMED BİN ABDİLVEHHÂB RAHİMEHULLÂH

Başlatan Subul’us Selâm, 10.02.2023, 02:28

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Subul’us Selâm


سِتَّةُ أُصُولٍ عَظِيمَةٌ مُفِيدَةٌ

Çok Azîm ve Faydalı Altı Esâs1

Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh

Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın adıyla,

Şeyh Muhammed bin Abdilvehhâb Rahimehullâhu Teâlâ şöyle demiştir:

Akla hayâle gelmeyecek açıklıkta bir beyânla Allâhu Teâlâ'nın avâma (herkese); her şeye gâlib olan Melik'in (hükümrân olan Allâhu Teâlâ'nın) kudretine delâlet eden en büyük âyetler (işâretler/delîller) olan altı esâsı beyân etmesi, sonra bunun akabinde -çok azı müstesnâ- âlemin en zekîlerinden ve Âdemoğullarının en akıllılarından dahi birçoğunun bu altı esâsta yanılgıya düşmesi acâibin de acâibidir.

Birinci Esâs:

Dîni (ibâdeti), bir olan ve ortağı bulunmayan Allâhu Teâlâ'ya has kılmak ve bunun zıddının -ki bu da Allâhu Teâlâ'ya şirk (ortak) koşmaktır- beyânı ve Kur'ân'ın çoğunun; çeşitli vecihlerden (yönlerden), avâmdan olan en aptal kimsenin bile fehmedebileceği şekilde bu esâsın beyânı hakkında oluşudur. Sonra ümmetin çoğuna olanlar olduğunda şeytân onlara ihlâsı (ibâdeti Allâhu Teâlâ'ya has kılmayı) sâlihlerin değerini düşürme ve onların haklarını ihmâl etme sûretinde gösterdi. Allâhu Teâlâ'ya şirk koşmayı ise sâlihleri sevmek ve onlara tâbi olmak sûretinde gösterdi.

İkinci Esâs

Allâhu Teâlâ dînde birlik olmayı emretmiş ve dînde ayrılığa düşmekten nehyetmiştir.2

Allâhu Teâlâ bunu avâmın fehmedeceği şekilde, şifâ olan [ve yeterli gelen]3 bir beyânla beyân etmiştir. Bizden önce ayrılığa düşüp ihtilâf ederek helâk olan kimseler gibi olmaktan bizi nehyetmiştir4 ve Müslümanlara dînde birlik olmalarını emrettiğini ve onları dînde tefrikaya (ayrılığa) düşmekten de nehyettiğini zikretmiştir!5 Sünnet'te bu konuda vârid olan acâibin de acâibi (en hayret verici) husûslar da bu meseleyi iyice aydınlığa kavuşturmaktadır. Sonra, iş öyle bir hâle geldi ki; dînin usûlünde ve furûsunda tefrikaya düşmek, dînde ilim ve fıkıh oldu!.. Dînde birlik olmayı emretmek de bir zındık yahut mecnûndan (deliden) başkasının söylemeyeceği bir işe dönüştü!..

Üçüncü Esâs:

Muhakkak ki (dînde) birlik olmayı tamamlayan şeylerden biri, Habeşli bir köle olsa dahi üzerimize emîr olan kimseyi dinleyip itâat etmektir.6

Allâhu Teâlâ onun için bunu; yaygın [(sadra) şifâ]7 olan ve yeterli gelen bir şekilde; hem şer'î hem de kaderî bir beyân ile çeşitli vecihlerde beyân etmiştir. Sonra bu esâs, ilim (sâhibi olduğunu) iddiâ edenlerin çoğunluğu nezdinde bilinmeyen bir şeye dönüşmüştür. (İşin ilmî noktasında bile durum böyleyken) nerede kaldı onunla amel etmek?

Dördüncü Esâs:

İlmin ve ulemânın, fıkhın ve fukahânın beyânı ile onlara benzeyip de onlardan olmayanların beyânıdır.

Bu esâsı Allâhu Teâlâ, el-Bakara Sûresi'nin başındaki şu kavlinden,

"Ey İsrâîloğulları, üzerinizdeki ni'metimi hatırlayın..." (el-Bakara 2/40)

İbrâhîm Aleyh'is Selâm'ı zikretmeden önceki şu kavline kadar [bir önceki âyet gibi]8 beyân etmiştir:

"Ey İsrâîloğulları..." (el-Bakara 2/122)

Sünnet'te -bu mevzûda- sârih olan; çok, açık ve net kelâm, avâmdan aptal bir kimse için dahi mevzûyu iyice aydınlığa kavuşturmaktadır. Sonra bu en gârib şeylerden birine dönüştü; (Kitâb ve Sünnet'te anlatılan gerçek) ilim ve fıkıh, bid'at ve dalâlete dönüşüp insanların nezdinde (ilim nâmına) en hayırlı şey de hakka bâtılı giydirmek (karıştırmak) oldu! Allâhu Teâlâ'nın mahlûkâta farz kıldığı ve medhettiği ilim ise (insanlar nezdinde) zındık veya mecnûndan başkasının ağzına almadığı bir şeye dönüştü! Bu ilmi inkâr eden, ona düşmanlık gösteren, (insanları) ondan sakındırmak ve nehyetmek için (eser vb.) tasnîfte bulunan9 kimse ise (güya) fakîh ve âlim olmuştur!

Beşinci Esâs:

Allâh Subhânehu'nun Evliyâullâh'ı (Allâh dostlarını) beyânı ve Evliyâullâh ile (onlardan olmayıp da) kendilerini onlara benzeten Allâh düşmanlarından; münâfıkların ve fâcirlerin arasını ayırmasıdır.

Bu konuda Âl-i İmrân Sûresi'ndeki âyet kâfî gelir ki o da Allâhu Teâlâ'nın şu kavlidir:

"De ki: Eğer Allâh'ı seviyorsanız bana uyun ki Allâh da sizi sevsin..." (Âl-i İmrân 3/31)

Yine el-Mâ'ide Sûresi'ndeki âyet (de kâfî gelir) ki o da Allâhu Teâlâ'nın şu kavlidir:

"Ey îmân edenler! İçinizden kim dîninden irtidâd ederse Allâh (onların yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği bir topluluk getirir..." (el-Mâ'ide 5/54)

Yine Yûnus Sûresi'ndeki Allâhu Teâlâ'nın şu kavlidir:

"Haberiniz olsun, Allâh'ın velîleri; onlar için hiçbir korku yoktur, mahzûn da olmayacaklardır. Onlar îmân eden ve (Allâh'tan) sakınanlardır." (Yûnus 10/62-63)

Sonra iş, ilim sâhibi olduğunu, mahlûkâtın yol göstericisi ve Şerîat'ın koruyucusu olduklarını iddiâ edenlerin çoğunluğu nezdinde; evliyâ (olabilmek) için Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e tâbi olmayı terk etmenin kaçınılmaz olduğu ve Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e tâbi olanın evliyâdan olamayacağı, yine evliyâ (olabilmek) için cihâdı terk etmenin kaçınılmaz olduğu ve cihâd edenin evliyâdan olamayacağı ve yine evliyâ (olabilmek) için îmânı ve takvâyı terk etmenin kaçınılmaz olduğu ve kendisini îmân ve takvâ ile sınırlandıranın evliyâdan olamayacağı anlayışına dönüşmüştür!

Ey Rabbimiz! Sen'den af ve âfiyet dileriz ki Sen, şüphesiz du'âları işitensin (Âmîn)!..

Altıncı Esâs

Şeytânın ortaya attığı; Kur'ân'ın ve Sünnet'in terki ile birbirinden ayrı muhtelif reylere (görüşlere) ve hevâlara uyulması hakkındaki şüphenin reddidir.

Bu şüphe de şudur: "Mutlak müçtehidden başkası Kur'ân'ı ve Sünnet'i bilmez. Müçtehid de şu şu vasıflarla vasıflanan kimsedir!.." Öyle ki bunlar tam manasıyla belki Ebû Bekir Radıyallâhu Anh ve Ömer Radıyallâhu Anh'da bile bulunmayan vasıflardır... "Eğer bir insan böyle (özelliklere sâhib) değilse onun Kur'ân'dan ve Sünnet'ten yüz çevirmesi -bunda şek ve işkâl (kapalılık) bulunmaksızın- kesinlikle bir farzdır! Her kim Kur'ân'da ve Sünnet'te hidâyeti ararsa-Kur'ân ve Sünnet'i fehmetmenin güçlüğü sebebiyle- ya zındık yahut da mecnûndur!.."

Allâh'ı, O'na hamd ederek tesbîh ederim! Allâh Subhânehu bu mel'ûn şüpheye reddiye olarak kaç kez çeşitli vecihlerde -şerî'at ve kader yönünden de yaratma ve emretme yönünden de- beyân etti ki bu (ilimde) genel bir zarûret seviyesine ulaştı.

"Ancak insanların çoğu bilmezler..." (el-A'râf 7/187);

"Doğrusu onların çoğu üzerine o söz (azâb) hak olmuştur; artık îmân etmezler. Biz, onların boyunlarına çenelere kadar dayanan halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz, önlerine bir sed, arkalarına da bir sed çektik. Böylelikle (gözlerini) perdeledik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen ancak Zikr'e (Kur'ân'a) uyan ve görmediği hâlde Rahmân'dan içi titreyerek korkan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve bol bir ecirle müjdele." (Ya-Sin 36/7-11)

Risâlenin sonu. Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a hamd olsun. Allâh, Efendimiz Muhammed'e, Âl'ine ve Ashâbı'na Dîn (Cezâ/Kıyâmet) Günü'ne kadar çokça salât ve selâm eylesin. (Âmîn!..)




1- Müellefât'uş Şeyh, 1/393-397; ed-Durar'us Seniyye, 1/172-174.

2- Şeyh Rahimehullâh şu âyet-i kerîmeye ve benzerlerine işâret etmektedir:


﴿وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا.﴾ [آل عمران: 103]

"Hepiniz topluca Allâh'ın ipine yapışın ve dağılıp ayrılmayın!.." (Âl-i İmrân 3/103)

3- Bu parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de zikredilmiştir.

4- Şeyh Rahimehullâh şu âyet-i kerîmeye işâret etmektedir:


﴿وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ.﴾ [آل عمران: 105]

"Kendilerine apaçık delîller geldikten sonra, ayrılığa düşüp ihtilâf edenler gibi olmayın!.." (Âl-i İmrân 3/105)

5- Şeyh Rahimehullâh şu âyet-i kerîmeye işâret etmektedir:


﴿شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلاَ تَتَفَرَّقُوا فِيهِ.﴾ [الشورى: 105]

"Dîni ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin! diye Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimizi Allâh sizin için de dîn kıldı..." (eş-Şûrâ 42/13)

6- Şeyh'ul İslâm Rahimehullâh'ın bu sözü, Ebû Zerr Radıyallâhu Anh'ın Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den rivâyet etmiş olduğu şu hadîse işâret etmektedir:


«إِنَّ خَلِيلِي أَوْصَانِي أَنْ أَسْمَعَ وَأُطِيعَ، وَإِنْ كَانَ عَبْدًا مُجَدَّعَ الْأَطْرَافِ».

"Dostum (Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bana, (başımızdaki) burnu kulağı kesik bir köle dahi olsa dinleyip itâat etmemi vasiyet etti." (Müslim, Hadîs no: 1837; ayrıca İbnu Mâce, Hadîs no: 2862)

Müslim, hadîsi bu lafızla kaydettikten sonra bu hadîsin, "burnu kulağı kesik Habeşli bir köle dahi olsa" lafzıyla da rivâyet edildiğini belirtmiştir.

7- Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcut olup ibârede yer alan "yaygın" kelimesi yerine kullanılmıştır.

8- Bu parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de zikredilmiştir.

9- Bu ifâde, ed-Durar'us Seniyye'de şu şekildedir: "...(insanları) ondan sakındırmak ve nehyetmek için ciddiyet gösteren..."
"Eğer cahil ısrar ederse, büyüklenirse, sapıklığında ve dalaletinde kararlıysa, körlüğü hidayete seçmişse ve içerisine düşüp kendisi hakkında cedelleştiği şey, kendisini işleyen şahsı Müslümanlar fırkasından müşrikler zümresine çıkaran büyük şirk kapsamındansa, bu durumda adil hüküm, kılıçtır!" (el-Feth'ur Rabbânî min Fetâvâ'l İmâm eş-Şevkânî, 1/185)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)