Tevhide Davet

(BİLİNMESİ VÂCİB OLAN) BEŞ MESELEYE DAİR BİR RİSALE | MUHAMMED BİN ABD'İL VEHHÂB

Başlatan Subul’us Selâm, 24.02.2023, 03:01

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Subul’us Selâm


رِسَالَةٌ فِي الْمَسَائِلِ الْخَمْسِ (الْوَاجِبَةِ مَعْرِفَتُهَا)

(Bilinmesi Vâcib Olan) Beş Meseleye Dair Bir Risale1

Şeyh'ul İslâm Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh

Yine -Allâh Ruhunu Arındırsın ve Mezârını Nûrlandırsın- Şeyh'ul İslâm Muhammed bin Abdilvehhâb'a ait ibâresi şu şekilde olan bir risâle mevcuttur:

Beş şeyi bilmek senin üzerine vâcibdir:

Birincisi

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i "Hidâyet ve hak dîn ile..." (et-Tevbe 9/33; Saff 61/9) gönderdiğinde Allâh'ın onu kendisi ile gönderdiği ilk kelime (vahiy), Allâhu Teâlâ'nın şu kavli olmuştur:

"Ey örtüye bürünen (Peygamber), kalk ve uyar! Rabbi'ni yücelt!" (el-Müddessir 74/1-3)

"Uyar!" âyeti; "Allâh'a ortak koşulmasına karşı uyarmak" manasındadır.

Hâlbuki müşrikler, şirki Allâhu Teâlâ'ya yaklaşma vesîlesi edindikleri bir dîn kılmışlardı. Bunun yanı sıra, sayılamayacak kadar çok zulümleri ve fâhiş işleri (çirkin hayâsızlıkları) ise yaptıklarının masiyet (günâh) olduğunu bilerek icrâ ediyorlardı.

Her kim, Allâhu Teâlâ'nın, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e; onları zinâ etmek, anne ve kız kardeşlerle nikâhlanma gibi husûslarda uyarmadan önce, kendisi ile Allâhu Teâlâ'ya yaklaştıklarını iddiâ ettikleri dînlerine karşı uyarmasını emrettiğini iyice kavrar ve onların işlemekte olduğu şirkin gerçek yüzünü anlarsa hayretler içinde kalır. Bilhassa da onların şirkinin günümüzde birçok insanın işlediği şirkten daha hafîf olduğunu anladığı zaman!

Zîrâ Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine du'â eder. Sonra ona kendinden bir ni'met verdiği zaman, daha önce O'na du'â ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allâh'a eşler koşmaya başlar. De ki: Küfrünle biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateş ehlindensin." (ez-Zümer 39/8)

İkincisi

Onları şirke karşı uyardığı vakit, aynı zamanda onlara tevhîdi emretmiştir. Tevhîd, dîni ihlâs ile Allâhu Teâlâ'ya has kılmaktır.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinin manası da budur:

"Rabbi'ni yücelt!" (el-Müddessir 74/3) Yani; "ihlâslı bir şekilde Allâhu Teâlâ'yı yücelt!"

Bu âyet ile Ezân'ın tekbîri ya da benzeri şeyler kast olunmamıştır. Zîrâ bunlar Medîne döneminde meşrû kılınmıştır.

Bir kimse ihlâs içerisinde olmadıkça şirki terk etmesinin bir faydasının bulunmadığını anladığında ve ihlâsın manasını iyice kavradığında insanların çoğunun zannettiği şekilde ihlâsın (ibâdeti Allâh'a has kılmanın) ve sâlih kimselere du'â etmeyi terk etmenin, onların değerini düşürmek olduğu görüşünün tıpkı Hristiyanların Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i, -Îsâ Aleyh'is Selâm'ın Allâh'ın kulu ve elçisi olduğunu ve Allâhu Teâlâ ile birlikte Îsâ Aleyh'is Selâm'a ibâdet edilmemesi gerektiğini söylediğinde- Îsâ Aleyh'is Selâm'a dil uzatmakla ithâm etmesi gibi olduğunu anladığında...

Bütün bunları anlayan, İslâm'ın garîbliğinin de farkına varır. Bilhassa da; âlim olduğunu iddiâ edenlerin yaptıkları şeyleri; bu bahsettiğimiz meseleye [meselenin ehline]2 düşmanlıklarını ve bunu dîn edinenleri tekfîr etmelerini, Ebû Tâlib Türbe'si ve benzeri ile Kevvâz Türbe'si ve benzeri türbelere tapanlarla beraber onlara (tevhîd ehline) karşı verdikleri mücâdeleyi, kezâ onların tâbi oldukları şeyleri terk ettiğimiz için, onlara bizim kanlarımızın ve mallarımızın helâl olduğuna dair fetvâ vermelerini ve onlar sizin dîninizi inkâr ediyor, demelerini kalbinde iyice canlandırarak düşünürse...

Bu konuyu ve bir önceki anlattığımız husûsu ancak; onların bu meselenin (tevhîdin) ehline karşı ve müşriklere karşı nasıl muâmelede bulunduklarını zihninde canlandırarak (ve mukâyese ederek) gerçek manada anlayabilirsin...

Bundan sonra, "İslâm Dîni'nin sadece ma'rifetten (bilgiden) ibâret olmadığı" gerçeğini, zîrâ İblîs'in ve Firavun'un onu bildiğini, aynı şekilde Yahûdîlerin "...kendi öz oğullarını bildikleri gibi onu (Rasûlullâh'ı) bildiklerini..." (el-Bakara 2/146), (buna rağmen Müslüman sayılmadıklarını da) anlarsın. Muhakkak İslâm (bilmek ve ardından) bununla amel etmek; sevmek, buğz (nefret) etmek ve bu yolda babaları ve oğulları dost edinmeyi terk etmektir.3

Üçüncüsü


Bütün kalbinle, Allâh Subhânehu'nun; Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i yalanlanması ve kendisine isyân edilmesi için değil, tasdîk edilmesi ve (kendisine) uyulması için gönderdiğine inanmalısın.

HHele bir de âlim olduğunu iddia eden kimselerin tevhidi ikrâr ettiklerini ve tevhîdin, Allâh'ın ve Rasûlü'nün dîni olduğunu ikrâr (kabûl) ettikleri hâlde, ona (tevhîd akîdesine) dâhil olan herkesin canları ve malları helâl olan Hâricî olduklarını, tevhîde buğzedenlerin, ona dil uzatanların ve insanları tevhîdden uzaklaştıranların da hak üzere olduğunu söylemelerini ve bunun gibi şirki ikrâr edişlerini ve (buna rağmen) "bizim ibâdet ettiğimiz hiçbir türbe yoktur!" demelerini, bilakis onların türbecilerle beraber yürüttükleri cihâdın (!) ma'rûf (herkesçe bilinen, geçerli) bir cihâd olduğu ve onlara muhâlefet eden kimsenin ise malının ve kanının helâl olacağı iddiâlarını da düşünürsen!..

İşte insan bu üçüncü meseleyi hakkıyla anladığında; onların (söz konusu müşriklerin), "Tevhîd, Allâh'ın ve Rasûlü'nün dînidir, lâkin ona buğz ve düşmanlık kaçınılmazdır. Türbeperestlerin yaptıkları şirktir, lâkin onlar Sevâd'ul A'zam'dır (büyük çoğunluktur) ve onlar hak üzeredir" kelâmlarını kabûl etmesi ve onlar şirk işliyor dememesi (bunu kabûl etmemesi) hasebiyle velev ki bir günlüğüne dahi olsa kalbinde (bu zıdları) bir araya topladığını anlar. Delilikten daha beter olduğu hâlde kalpte bu zıdların bir araya gelmesi, Allâhu Teâlâ'nın kudretinin en büyüklerinden ve sana, Allâh'ı ve senin kendi nefsini tanıtan şeylerin en büyüklerindendir. Nefsini tanıyan ve Rabbini de tanıyan kimsenin ise işi tamama erer (kemâle ulaşır). (Bu zıtların bir günlüğüne dahi olsa bir kalpte toplanması böyle büyük bir şeyken) bu iki zıddın Sâlih'in, Hayevân'ın4 ve benzeri kişilerin kalbinde, yirmi seneden fazla bir zaman boyunca bir arada bulunduğunu bildiğinde, durum nicedir?

Dördüncüsü

Bilirsin ki Allâhu Teâlâ, Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e şöyle vahyetmiştir:

"And olsun ki sana da ve senden öncekilere de şöyle vahyolundu: Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrâna uğrayanlardan olacaksın!" (ez-Zümer 39/65)

Bununla beraber onlar (Mekke müşrikleri) -isteklerinin yerine getirilmesi durumunda İslâm'ı kabûl edeceklerine dair söz vererek- Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i bir tek şirk kelimesi söylemeye ya da bir tek şirk ameli işlemeye iknâ etmek (ayartmak) için çalıştılar [çalıştıklarını sen de görebilirsin, bilakis]5 şimdi sen, ihlâs sâhiblerinin en üstünü, en güzel amellerin sâhibi (olan Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in), şirk kelimesini -şirkten hoşlan-madığı hâlde sırf bu kimselerin İslâm'a girmelerini sağlamak için- telaffuz ettiğinde "amelleri boşa çıkacaklardan ve hüsrâna uğrayanlardan" olacağını bildiysen, kendisini onlardan biri gibi gösteren, bu tarz (şirk içeren) yüz kelimeyi, ticâretinin kârlı olması ya da tıpkı Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve ashâbının, Allâh ona Mekke'yi fethettirene kadar, haccetmekten alıkonmaları gibi Tevhîd ehli hac yapmaktan engellendiğinde bu sözleri hac yapmak için söyleyen kimsenin hâli nice olur?

Her kim bunu iyice kavrarsa Allâh Azze ve Celle nezdindeki Tevhîd'in önemi ve şirkin önemi o kimseye açılır. Fakat bunu dört yılda öğrenebilirsen, senin için çok iyi! Bundan kastım tam bir ma'rifettir (bilgidir), tıpkı senin istem dışı da olsa bir damla idrârın çıktığında kâmil (eksiksiz yerine getirilmiş) tahâreti bozduğunu bildiğin gibi!

Beşincisi

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in getirdiklerine bir kısmını diğerinden ayırmadan tümüyle îmân edilmesi farz kılınmıştır. Her kim bir kısmına îmân eder de diğer kısmını inkâr ederse hakiki manada kâfirdir. Bilakis, Kitâb'ın tümüne îmân etmek kaçınılmazdır.

Bunu öğrendiysen; (bil ki) kimileri namaz kılıyor ve oruç tutuyor, birçok muhârrematı (yasaklanmış ameli) terk ediyor ancak -buna uymanın doğru olduğunu iddiâ ederek- kadınlara mîrâstan pay vermiyor. Bilakis eğer onlardan biri onların âdetlerine muhâlefet ederek kadınlara mîrâstan pay verse onların kalpleri bu ameli reddeder. Veyahut da kadının, iddetini kocasının evinde geçirmesi gerektiğini ve Allâhu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu bilmesine rağmen inkâr eder ve de kadının, (boşandığı) kocasının evinde kalmasının uygun olmadığını ve kadının evden çıkarılması gerektiğini iddiâ ederler:

"...Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak açık 'çirkin bir hayâsızlık' göstermeleri durumu başka..." (et-Talâk 65/1)

Allâhu Teâlâ'nın bu şekilde şerî'at kıldığını (hükmettiğini) bilmelerine rağmen İslâm selâmı ile selâmlamayı da inkâr ediyor, câhiliye selâmını sırf böyle alıştıkları için İslâm selâmına tercih ediyorlar. Bu kimseler, -ma'siyet (günâh) işleyen, farzları terk eden, meselâ zinâ eden yahut ebeveynine karşı iyilikle muâmeleyi terk edip (bunu yaparken) hataya düştüklerini ve Allâhu Teâlâ'nın doğru hükmettiğini itirâf edenlerin aksine- küfre düşmüşlerdir. Zîrâ (Kitâb'ın) bir kısmına îmân etmişler ve diğer bir kısmını inkâr etmişlerdir.

Bil ki; sana, uyman için bu üç misali verdim. İnsanlar arasında bunun gibi, Allâh'ın Kur'ân'da çizdiği sınırlara muhâlefet ettikleri şeyler çoktur. Onlar nezdinde ailelerinin alışkanlıkları olan şeyler ma'rûf olarak addedilir. Eğer bir kimse, Allâh'ın (Kitâbı'nda) zikrettiği bir şeyi yapar veyahut da onların âdetlerini terk ederse o kimseyi kınar ve onu sefîhlikle (akılsızlıkla) suçlarlar. Bu ise kendisinin hata ettiğini ve Allâh'ın (Kitâbı'nda) zikrettiğine îmân ettiğini itirâf ederek; bir hata işleyenin veyahut da bir ameli terk eden kimsenin aksinedir.

Bil ki; bu beşinci mesele, günümüzde İslâm'ın garîbliği sebebiyle insanlar için en çok tehlikeli olan husûslardandır. Vallâhu A'lem (Allâh en doğrusunu bilendir)!




1- el-Cevâhir'ul Mudiyye, sf. 9-12 (Mecmûat'ur Rasâ'il ve'l Mesâ'il'in Necdiyye içinde 4/9-12); ed-Durar'us Seniyye, 1/120-124.

2- Bu parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de yer almaktadır.

3- Tıpkı şu âyeti kerîmede buyrulduğu gibi:

"Ey îmân edenler, eğer küfrü îmâna tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi velîler edinmeyin!.." (et-Tevbe 9/23)

4- İsmi geçen kişiler, Şeyh Rahimehullâh döneminde yaşayan bazı şahıslar olsa gerek. Vallâhu Alem.

5- Bu parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de yer almaktadır.
"Eğer cahil ısrar ederse, büyüklenirse, sapıklığında ve dalaletinde kararlıysa, körlüğü hidayete seçmişse ve içerisine düşüp kendisi hakkında cedelleştiği şey, kendisini işleyen şahsı Müslümanlar fırkasından müşrikler zümresine çıkaran büyük şirk kapsamındansa, bu durumda adil hüküm, kılıçtır!" (el-Feth'ur Rabbânî min Fetâvâ'l İmâm eş-Şevkânî, 1/185)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)