Bismillahirrahmanirrahim,
Türkiye’de malum olduğu üzere son günlerde dini görünümlü birtakım cemaatlerle alakalı bazı olaylar ard arda patlak verdi. İlk olarak Uşşaki isimli tarikatın şeyhi olduğu ileri sürülen Fatih Nurullah takma adlı Eyüp Fatih Şağban’ın, tarikat mensubu 12 yaşındaki bir kıza tacizde bulunduğu yönünde haberler neşredildi. Bu husustaki bazı değerlendirmelerimizi biraz sonra paylaşacağız inşaallah. Buna ilaveten daha çok tevhid ehli selefi olma iddiasındaki çevreleri ilgilendiren iki hadise daha yaşandı ki bunların birincisi İzmir’de Ebu Haris’in cemaatine atfedilen mescid kurşunlama olayıdır. İkincisi ise Konya’da iki radikal cemaat arasındaki sürtüşme ve bunun neticesinde bir kişinin hayatını kaybetmesiyle neticelenen hadiselerdir. Bütün bunların değerlendirmesine geçmeden önce bazı hususları belirtmek istiyoruz. Evvela, bu sözkonusu haberleri mecburen ancak fasık ve kafir haber kaynaklarından elde ettiğimiz ve başka bir yerden teyid imkanımız olmadığı için yazdığımız her şeyi “eğer bütün bu anlatılanlar doğruysa” kaydıyla yazıyoruz, okuyanlar da bu ihtiyat payıyla okusun. Her ne kadar sözkonusu haberlerin doğruluğuna dair elimizde birçok karine olsa da biz yine de “fasıktan gelen haberi araştırma, tebeyyün etme” yönündeki ilahi emre binaen (Hucurat: 6) bu ihtiyat payını bırakacağız. Zaten bizim buradaki asıl maksadımız bu haberlerin kendisi değildir. Bunlara benzer olaylar çeşitli zamanlarda sık sık vuku bulmaktadır. Maksadımız, bu ortaya çıkan haberler vesilesiyle bir takım uyarılar ve nasihatlarde bulunmak ve de yapılan algı operasyonlarına dikkat çekmektir.
Birinci gündem başlığı olan Uşşaki tarikatı liderinin bir kız çocuğuna tacizde bulunması iddiası, bir süredir tartışılıyor. Bu vesileyle “biti kanlanan” birtakım İslam düşmanı müptezeller yine sahneye çıkıp tarikatlar yasaklansın, cemaatler lağvedilsin veya en azından devlet kontrolüne alınsın tarzı kelamlar ediyorlar. Taciz olayıyla alakalı haberler, yorumlar çarşaf çarşaf yayınlanarak 28 Şubat öncesi Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz üçgenindeki olayları aratmayacak tarzda bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Topluma “bakın bu dinciler de ahlaktan faziletten dem vurdukları halde onların da eleştirdikleri kesimlerden bir farkı yok hatta daha beterler” mesajı veriliyor. Dinsiz güruh aslında kendi pespaye yaşam tarzlarından duydukları vicdani rahatsızlığı arada bir patlak veren bu tarz olaylarla örtbas ederek kısa süreli iç rahatlaması yaşıyorlar. Yani kendileri zinayı, eşcinselliği, müstehcenliği, başka akla hayale gelen gelmeyen türden her türlü kepazeliği savundukları hatta birebir yaşadıkları halde, dini motifli yapılarda yaşanan en ufak bir olayı –az önce bahsettiğimiz suçluluk duygusunun da verdiği eziklikle- dağ gibi büyütüp topluma arz ediyorlar. Bu laik kemalist zihniyetin mensupları, kendi “mahallelerinde” yaşanan bu tarz olaylarda ise genelde suskun kalmayı ya da olayları bir ferdin şahsi suçu olarak minimize etmeyi tercih ediyorlar. Evet, her fert ancak kendi günahından mesuldür ve başka kişiler o günahtan dolayı suçlanamaz, o ferdin müntesibi olduğu topluluk da suçlanamaz. Ancak bir şartla ki sözkonusu ferdin müntesibi olduğu topluluk, bu günaha rıza göstermiyorsa, günahı savunmuyorsa veyahut da bu tarz günahları hayat felsefesi olarak benimsemiyorsa! Günahları yaşam tarzı olarak benimseyen kimselerin, kendi içlerinde bu günahları işleyen fertlere tek başına suçu yıkma gibi bir lüksleri olmadığı gibi, kendileri dışında birileri o günahları işlediği zaman eleştirmeleri de bir çelişkidir. Şimdi düşünün ki adam zina, livata vs her tür sapıklığı özgürlük olarak görüyor, hatta bunun bayraktarlığını yapıyor, lakin Ümraniye’deki bir Kuran Kursunda yaşanan livata hadisesi ya da Bursa’daki badeci şeyhin, müritleriyle “aile boyu” yaşadığı iddia edilen birtakım sapkın ilişkiler sözkonusu olduğunda bir anda ahlak zabıtası kesiliyor, gazetelerde günlerce bu haberleri işliyor, hatta yetmedi “Şehvetiyye tarikatı” diye kitaplar yazıyor! Halbuki, bu yaşanan olayların büyük çoğunluğu reşit fertlerin kendi gönül rızasıyla yaptığı fiillerdir ve bunlar İslama göre haram olsa da İbahiye mezhebinin esaslarına göre oluşturulan mevcut laik TC kanunlarına göre bu tarz sapkınlıkların hiç birisi suç değildir! Şu an hakimler ceza veriyorsa, bu ancak kamuoyundaki infialden, biraz da muhafazakar hükümetin baskısından kaynaklanmaktadır.
Şunu da belirtmemiz gerekiyor ki Fatih Nurullah isimli Batini-Sufi-Rafizi karması zındığın taciz olayıyla alakalı medyaya yansıyan ifadeler ve ses kayıtları incelendiğinde kızın bizzat annesinin kızını bu şeyh denilen müptezele –gördüğünü iddia ettiği bazı rüyaları vs bahane ederek- peşkeş çektiği, kızın da vaziyetten çok rahatsız olmadığı ve sözkonusu tacizlerin –bir kısmının annenin gözü önünde olmak kaydıyla!- defalarca yaşandığı anlaşılmaktadır. Keza kızın babasının da olayda –en iyimser yaklaşımla- pasif kaldığı, namusuna el uzatan bir alçağın karşısında hala şeyhim falan diyerek kem küm etmekten başka bir şey yapmadığı görülmektedir. Dediğimiz gibi, biz olayın iç yüzünü bilemeyiz, lakin medyaya yansıyan bilgi ve belgelerden bizim çıkarttığımız, belki başka bir çok kişinin de edindiği samimi kanaat ve izlenimler bu yöndedir. Bu bilgiler doğruysa, sözkonusu ailenin bu namussuzluğa prim vermesi veya en azından seyirci kalmasının sebebi nedir, tarikatta makam mevki sahibi olmak isteyen bir kadının çevirdiği işler mi, yoksa işin içinde birtakım derin yapılar mı var, Allah bilir. Aylarca –her iki tarafın da rızasıyla!- devam eden bu olay, daha sonra niye birden patlak verdi, şeyhten sızdırılacak paranın miktarında mı anlaşılamadı, arada başka ihtilaflar mı yaşandı, yoksa bu derin bir şebekenin düzenlediği bir komploydu da ifşa etme zamanı mı geldi, ya da herşey kendi doğal seyrinde yaşandı, artık vicdanlar bu olayı kaldıramadığından ötürü bu şekilde mi ifşa edildi, bunların da doğrusunu Allah bilir. Ama ne olursa olsun, bu tarz olaylar Türk toplumunun geldiği noktayı göstermesi bakımından üzerinde ibretle düşünülmesi gereken hadiselerdir. Az önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, mevcut medyanın olayı bir tane sapık ihtiyarın üstüne yıkıp ailenin, hatta kızın olaya yaklaşım tarzını görmezden gelmesi tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Hiçbir uyanık geçinen kimse, sapık dahi olsa ailesinin sahip çıktığı bir çocuğa bu ahlaksızlıkları kolay kolay yapamaz. Her taciz olayında aile açısından en iyi ihtimalle ihmal sözkonusudur ki bu olayda ihmalin de ötesinde bir teşvik göze çarpmaktadır. Olaya laik feminist zihniyetin dayattığı açıdan değil de İslam hukuku açısından yaklaşıldığında sadece erkek şahıs değil, bu olaya rıza gösteren herkesin suçlu kabul edilip cezalandırılması lazımdır. İşin bir de şu yönüne dikkat çekmek gerekir: Bu olayı ve daha öncesinde yaşanan Şehvetiyye tarikatı, Fıkıh-der rezaleti gibi olayları topluca değerlendirdiğimizde şeyh veya hoca kılığında bir sapığı gördüğümüz gibi, bu sapığın etrafında olup onun isteklerine icabet eden, bunlardan rahatsız olmayan büyük veya küçük kitleleri görüyoruz. Kanaatimce olayın en vahim noktası budur. Yani daha düne kadar namus için can alan, can veren bir toplumda; üstelik bu toplumun muhafazakar sayılan bir kesiminde nasıl olur da karısını, kızını, hatta kendisini şeyh adı verilen soytarılara peşkeş çeken kişiler ortaya çıkabilir, üstelik bunlar kalabalık cemaatler teşkil edebilir? Bu toplum bu hale nasıl geldi? 20-25 sene önce olsa ilk işinde, bilemediniz ikinci üçüncü işinde kafasına kurşunu yiyecek ya da en iyi ihtimalle şikayet edilip polise yakalanacak olan namussuzlar, nasıl olur da aylarca yıllarca faaliyetlerini rahatça devam ettirebiliyor, kendilerine yandaş ve suç ortağı bulabiliyor? İşte bütün bunlar bu toplumun ne hale geldiğini, getirildiğini gösteren birer ibret vesikasıdır.
Bu konuyla alakalı son olarak, bu tip hadiselerden yola çıkarak fırsatçılık yapan, tarikatlar kapatılsın, cemaatler dağıtılsın vesair çağrılarda bulunan laik, kemalist, alevi, solcu vesair bilumum din düşmanı güruha da bir çift lafımız olacak. Evet, bizler de –inşaallah- tevhid ehli selefi muvahhidler olarak günümüzdeki tarikatların ve cemaatlerin birer şirk ve fesad yuvası olduğunu düşünüyoruz ve de tevhid akidesine dayalı bir İslami devlet nizamında günümüzdeki şekliyle sofi tarikatlara yer olmadığına ve tasfiye edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Lakin şunu herkesin bilmesi gerekir ki, tarikatlar sadece Nakşi, Kadiri, Uşşaki gibi Sünni görünümlü tarikatlardan ibaret değildir. Geçmişte ve günümüzde çeşit çeşit tarikatlar vardır. Mesela bir zamanlar devlette ve cemiyet hayatında son derece etkili olan ve eskisi kadar olmasa da kalıntıları devam eden Masonluk, tam bir tarikat organizasyonudur. Laik TC’nin kuruluşunda büyük rolleri olan ve halen belli alanlarda etkisi azalarak da olsa devam eden Sabataycılık bir Yahudi tarikatıdır. Türkiye’de 15-20 milyon civarında mensubu olan Alevilik, aslında sufi bir tarikat niteliğindedir. Peki, Sünni tarikatlarla alakalı yaşanan olaylardan hareketle atıp tutan birtakım gazeteci, yazar, yorumcu vs kılığındaki tiplerin bu tip tarikatlarla alakalı herhangi bir yorumu var mı, duyan oldu mu? Keza, tasavvufi tarikatları bazen haklı bazen haksız eleştiren, yerden yere vuran birtakım ilahiyatçıların ve akademisyenlerin, bugüne kadar Alevi-Bektaşi tarikatı ve liderleri hakkında herhangi bir yorum yaptığı –nadir istisnalar hariç- vaki midir? Ağızlarından salyalar saçarak Türkiye’de hangi tarikatın hangi devlet kurumlarında örgütlendiğine, ne kadar güce sahip olduğuna dair araştırmalar, bilgi ve belgeler yayınlayan gazeteci kılıklı şahsiyetlerin, devlet içindeki Mason-Sabatayist-Alevi-Bektaşi gibi tarikatların kadrolaşması hakkında herhangi bir fikri var mıdır acaba, duyan gören var mı? Tarikatlardaki mutlak itaat kültürü, şeyhin veya liderin sorgulanamaz oluşu, bir kısım tarikatlarda raslanan belli bir seviyeye ulaşan kişiden haram-helalin kalkması gibi düşünceler, dini değil de tarikat mensupluğunu esas alan dostluk ve kardeşlik anlayışı gibi şeyler elbette ki din açısından sorunludur ve de din emniyetinin yanı sıra mezkur vakalarda yaşandığı gibi namus, mal, can ve akıl emniyeti açısından da sorunlar oluşturmaktadır. Ancak ikiyüzlü dezenformasyon görevlilerinin oluşturmaya çalıştığı algıda olduğu gibi bu sapkınlıklar sadece Sünni kökenli tarikatlarda yaşanmaz, bilakis şeriatın tamamen dışına çıkmış ve daha serbest kuralların, hatta kuralsızlığın esas olduğu Batini oluşumlarda bu vakalar daha fazladır, daha da ötesi bir çoğunda ahlaksızlık kural haline gelmiştir. Mesela Sabataycı Yahudi dönmelerinde ve bir kısım Alevilerde var olduğu iddia edilen “mum söndü” konusu nedir, aslı var mıdır? Bu konular hakkında değil İsmail Saymaz’ın “Şehvetiyye Tarikatı” kitabı gibi kitap yazmak, araştırma yapmak, hatta konuşmak, bu kavramı ağza almak bile Türkiye’nin yazılı olmayan yasalarında kesin olarak yasaktır. Şimdi biz ne yapalım, kemalistler Sünni görünümlü tarikatların ve cemaatlerin bütün kirli çamaşırlarını döktüğü gibi, biz de işi gücü bırakıp Batini tarikatların bu tarz pisliklerini mi ifşa edelim? Çok gerekirse bunu da yaparız, bu konularda meraklısı için birçok bilgi ve belge mevcuttur. Son olarak şunu da söyleyelim bugün bu taciz vakasında ismi geçen Fatih Nurullah isimli şahıs, aslında İslamcılardan ziyade Kemalistlere ve Alevilere daha yakın birisi olup geçmişte Odatv gibi karanlık odaklar tarafından şişirilmiş bir balondur. Ayrıca bu kişinin müntesip olduğu Uşşaki tarikatı, diğer bir çok tarikatta olduğu gibi silsilesini Ali (ra)’a dayandırır. Nakşibendilik gibi tarikatlar ise silsileyi gibi Ebubekr ra’a dayandırır. Böylece tarikatlar silsileleri bakımından genelde Bekri ve Alevi olmak üzere ikiye ayrılır. (Tabi bu tarikat silsilelelerinin hiç birinin sahih bir aslı, dayanağı yoktur!) Halvetiliğin bir kolu olan Uşşakilik; tıpkı Kadirilik, Bektaşilik gibi “Alevi” yani Ali ra’a dayandırılan tarikatlar sınıfında yer alır. “Alevi” tarikatlarda ehl-i beyt muhabbeti ön plana çıktığı için Şii temayülü sözkonusu olabilmektedir. Bunun en tipik örneği, geçtiğimiz aylarda koronavirüsten ölen Haydar Baş’tır. Kadiri şeyhi olan bu kişi, son yıllarda açıktan açığa Şii propagandası yapmasıyla tanınmaktaydı. Onun hakkında da ahlaki zaaflar taşıdığı yönünde iddialar mevcuttu. Buna rağmen Kemalistler böyle birisine sahip çıkabilmişlerdi. Fatih Nurullah da bir dönem Muaviye ra gibi bazı sahabelere dil uzatmasıyla gündeme gelmişti ve bu konuda Cübbeli Ahmetle birtakım polemikleri olmuştu. O yüzden diyoruz ki bu kişi muhafazakar Sünnilerden ziyade Kemalistlere, Alevilere, Rafizi Şia’ya daha yakındır. Ama şu an yaptığı iddia edilen rezillikler İslam’a ve Ehli sünnete mal edilmeye çalışılmaktadır. Bu tür algı operasyonlarına karşı uyanık olunmalı ve bu operasyonları yürütenlerin bu kişilerden beş beter halde oldukları, hatta bunların dostu oldukları unutulmamalıdır. Yeri gelmişken kendisini İslam’a nisbet eden bütün davetçilere, bu tip konularda son derece dikkatli olmalarını tavsiye ediyoruz. Eline, beline, diline sahip olmayan birisinin davadan bahsetme hakkı yoktur! Vesselam.