CÜBBELİ’NİN AHMET HAKAN’IN PROGRAMINDA YAPTIĞI YENİ AÇIKLAMALAR HAKKINDA!
Bismillahirrahmanirrahim,
Malum olduğu üzere “Cübbeli Ahmet” ismiyle maruf olan Ahmet Mahmut Ünlü, geçtiğimiz günlerde CNN Türk kanalında Ahmet Hakan Coşkun’un sunduğu Tarafsız Bölge programına çıkarak, bundan bir süre önce ortaya attığı “Selefiler Silahlanıyor” tarzı iddialarını sürdürdü, kendisi hakkındaki ithamlara sözde birtakım cevaplar verdi, bazı yeni iddialarda bulundu. İnternette yer alan programa ait kayıtlardan takip ettiğimiz kadarıyla yaptığı ithamlara Milli Görüş, Haksöz cemaati gibi Selefilikle alakası olmayan grupları da dahil etti. Öyle anlaşılıyor ki bu kişi, kendisine rakip olan veya kendisini deşifre eden bütün kişi ve kuruluşları “Selefi, Vahhabi, Tekfirci, dış güçlerin maşası, vatan haini” gibi çeşitli yaftalarla etiketleyerek etkisiz hale getirmeye ve bilhassa devleti ve de bazı toplum kesimlerini bu gruplara karşı kışkırtmaya çalışıyor. Ama Allaha hamdolsun ki istediği tesiri meydana getirememiş gözüküyor. Zira yaklaşık 1 senedir “Selefiler silahlanıyor” tezviratını sürdürmesine rağmen, kamuoyunda yeterli yankı uyandıramadı. Bu senenin Ocak ayında başlattığı bu kampanyayı geçtiğimiz aylarda tekrar etti, ardından savcılığa çağrıldı, ancak ifadesinde kayda değer bir bilgi veremediği ortaya çıktı. Şimdi Ahmet Hakan’ın programına tekrar çıkarak küllenen tartışmayı tekrar alevlendirmeye çalıştı ancak bunda da başarılı olamadığı görünüyor. Başarılı olmak bir yana, iddialarının altını dolduramaması zaten iyice azalan itibarını bitme noktasına getirdi. Selefilikle uzaktan yakından alakası olmayan çevreler dahi bu şahsa olan tepkilerini yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Geçmişte adının karıştığı birtakım gayri ahlaki ve gayrı islami işlere dair şeyler tekrar konuşulmaya başlandı ve kısacası Fatır: 43. ayet-i kerimede ifade edildiği üzere “kötü tuzak sahibine dolandı”. Aklına gelen, kulağına üfürülen her şeyi yerli yersiz konuşmasıyla tanınan bu gevşek ahlaklı kişiyi artık aklı başında hiç kimsenin ciddiye alacağına ihtimal vermediğimizden dolayı bu şahsın kendine has hezeyanlarıyla alakalı çok fazla bir yorum yapmak istemiyoruz ve kendisini Rabbul alemin olan Allah’a havale ediyoruz. Rabbimiz ona layık olduğu şekliyle muamele buyursun (Amin)
Burada asıl ele almak istediğimiz konu, sözkonusu programda gerek Cübbeli’nin gerekse de eski düşmanı yeni dostu Ahmet Hakan’ın dillendirdiği bazı söylemlerdir ki bunları bazen farklı yerlerde de duymakta ve görmekteyiz. Mesela bu ikili, selefilerin mevcut sistemi “tağut” olarak gördüklerini ve dolayısıyla bu sisteme askerlik yapanları da “kafir” olarak vasfettiklerini nazara vererek bu tarz söylemlerin suç olması, cezalandırılmasını gerektiğini ifade ettiler. Nedim Şener dilinin ucuyla da olsa bu tarz söylemlerin şiddete dönüşmediği müddetçe mevcut demokratik sistemde suç sayılamayacağını söylemeye çalışsa da çok başarılı olamadı. Halbuki söylediği şey demokratik sistemin mantığına göre doğruydu. Zira bu toplumda “selefiler” dışında da mevcut askerlik sistemini benimsemeyen birtakım gruplar vardır. Mesela vicdani retçiler gibi veya aşırı sol, Kürtçü bazı çevreler gibi hatta Hristiyan referanslara dayanarak mevcut dünyevi sistemleri şeytani yapılar olarak gören ve bundan dolayı askerlik hizmetini, milli marşları, ulusal bayraklara tazimde bulunmayı reddeden Yehova Şahitleri gibi birçok grup bugünün Türkiye’sinde serbestçe faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar sorun olmazken sadece “selefilerin” nazara verilip hedef tahtası haline getirilmesinin iyi niyetle bir alakası yoktur. Hatta bunun ötesinde selefiler dışında da bir çok İslamcı çevrede tağuti sistemin okulları, askerliği, mahkemeleri, oy kullanmanın hükmü gibi konular yıllardır tartışılmaktadır. Bu konular ve darul harp, Cuma namazı gibi meseleler Türkiye’de en aşağı 40 senedir konuşulmaktadır ve de bu mevzular konuşulmaya başlandığı, birtakım gruplar bu ve benzeri hususlarda sisteme karşı red tavrı takınmaya başladığı 80’li yıllarda Türkiye’de daha selefiliğin ismi dahi yoktu. O dönemler bu konularda benzer fetvalar veren Sadreddin Yüksel, Cemalettin Kaplan, Yusuf Kerimoğlu gibi medrese ekolünden gelen zevat selefi miydi şimdi? Bunları Ahmet Hakan da Cübbeli de çok iyi bilir. Lakin eski radikallerin çoğu sisteme tabi olup meydanda sadece selefiler kalınca bütün bu düşünceler de selefiliğe has düşünceler gibi algılanmaya ve algılatılmaya başlandı. Halbuki laik-demokratik sistem kendisini İslama nisbet eden bütün mezhepler nezdinde batıl ve küfürdür, hatta Yahudi ve Hristiyanlara göre dahi öyledir. Bunun selefiliğe has bir tarafı yoktur. Üstelik askerliğe küfür demek suç olmalı diyen Ahmet Hakan, gençliğinde sisteme tağut diyen, askerliğe ve sistemin diğer kurumlarına bu gerekçeyle sıcak bakmayan radikal İslamcı grupların içinde bulunmuş, bilhassa koyu İran yanlısı tutumuyla bilinen Tevhid, Selam, Evrensel Mesaj gibi yayın kuruluşlarıyla irtibatlı olduğu söylenen birisi iken şimdi 25-30 sene önceki Ahmet Hakan’ın fikirlerini savunan kimselerin cezalandırılmasını savunabiliyor. İslami hassasiyetlerden mi yoksa nefsani nedenlerden mi kaynaklanıyor bilmiyoruz ama Ahmet Hakan’ın geçmişte askerlik yapmamak için çürük raporu aldığı, hatta bu amaçla dalağını aldırdığı gibi birçok haber geçmişte gazetelerde yerini almıştır. Cübbeli hakkında da benzer iddialar vardır. Zaten Cübbeli’nin de geçmişte laik sistem ve taraftarları aleyhinde bir çok beyanları vardır. Birileri onlar gibi dönüp kendi dinlerine ihanet etmediler diye mi suçlu olmaktadırlar? Yani güya vatan millet hassasiyetlerini kışkırtarak selefiler aleyhinde kamuoyu oluşturmaya çalışan bu kişiler, kendilerinin dahi benimsemediği ve uygulamadığı konuları gündeme getirerek neyi amaçlamaktadırlar?
Şimdi bizler burada sözümona Cübbeli’ye ve Ahmet Hakan’a cevap vermek adına “fikir özgürlüğü, hür düşünce” gibi ithal kavramlara hatta laikliğe, demokrasiye, bilmem hangi tağuti yasaya referans veren sözde tevhid davetçileri gibi batıl kavramlara arkamızı yaslayarak konuşmayacağız. Lakin amacımız bu kişilerin kendi inandıklarını iddia ettikleri değerlerle çeliştiklerine dikkat çekmektir. Bir diğer mesele de, sözkonusu programda Cübbeli’nin de dillendirdiği ve başka birtakım kimselerin de dillerine pelesenk ettikleri “bunlar bize kafir diyorlar, malımızı canımızı helal sayıyorlar, karımızı kızımızı cariye görüyorlar” türünden söylemlerdir. Yani insan gerçekten hayret ediyor! Sen büyük çoğunluğu her tür hırsızlığı, arsızlığı helal sayan ve fırsatını bulduğunda hiçbir ölçü gözetmeksizin yapmaktan çekinmeyecek olan, şu an yapmıyorsa da Allah korkusundan değil, sadece toplum baskısından ya da kanun korkusundan dolayı uzak duran laik, demokratik, cahili bir toplumun içinde yaşayacaksın; lakin böyle bir toplumun fertleriyle hiçbir alıp veremediğin olmayacak, bilakis herkese beyefendi, hanımefendi diyerek saygı tazim göstereceksin; fakat iş tekfirci adını verdiğin azınlıktaki üç beş garibana gelince sırf bunlar bana kafir diyor, öyleyse de malımı, canımı, ırzımı helal görüyordur şeklinde yafta yapıştırıp insanları bu kesimlerden uzaklaştırmaya çalışacaksın? Kaldı ki İslam’da ganimet, cariye gibi meseleler belli bir usul kaideye bağlanmıştır ve hiç kimse kafasına göre gözüne kestirdiği birinin canına, malına veya namusuna kafir olduğu gerekçesiyle el uzatamaz. Bütün bunlar İslam savaş hukuku çerçevesinde uygulanacak hükümlerdir. Hele ki müslümanların İslama davetten başka bir mesuliyetleri olmayan günümüz şartlarında bu tarz meseleleri ancak ahmak ya da istismarcı kişiler gündeme getirebilir. Yani, günümüzde kafir denilen kişiler açısından dahi böyle sıcak bir tehlike sözkonusu değilken birilerinin sürekli “bakın bunlar size şu gözle bakıyor” diyerek propaganda yapmaları artniyetli bir yaklaşımın ürünüdür. Hikmet sahibi kimseler böyle şeylerle ilgilenmezler. Hristiyanların ve Yahudilerin bize kafir dedikleri, düşman oldukları, ellerine fırsat geçtiğinde hiçbir kötülüğü yapmaktan geri durmayacakları, Yahudilerin kendileri dışındaki insanları insan olarak dahi görmedikleri belli olduğu hatta bu sayılanların bir kısmı bizzat Kuran nassıyla sabit olduğu halde; cizyelerini verdikleri ve kafalarındaki bu düşünceleri pratiğe geçirmedikleri müddetçe İslam devletinde yaşamaya devam ederler, hatta bu bahsedilen kitap ehli kadınlarıyla evlenmeye dahi müsaade edildiği malumdur. Kafirler bir yana, müslümanlar arasında bulunup da çeşitli tevillerle müslümanları tekfir eden Hariciler ve sair bidat ehline de bu düşüncelerini hayata geçirmedikleri müddetçe savaş ilan edilmez. Öyle ki Ali radiyallahu anh, kendisini tekfir ettikleri halde Haricilere –ta ki onlar saldırıya geçene kadar- ancak uyarı, nasihat, tazir, tedib gibi hususların dışında ilişmemiştir. Hatta sahabenin en büyük alimleri arasında yer alan İbni Abbas’ı Haricilerle münazaraya göndermiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de –kendisine ve müslümanlara bakış açıları belli olduğu halde- Yahudi ve Hristiyan alimleriyle münazarada bulunduğu sabittir. Günümüzde birileri; kendi dinlerini, mallarını, canlarını, namuslarını Allah Rasülü ve ashabının dininden, malından, canından, namusunda daha üstün görüyor olacaklar ki “beni tekfir eden, malımı, canımı, namusumu helal sayan kişilerle konuşamam, münazara edemem” gibi gerekçelerle tevhid ehlini dinlemekten dahi imtina etmektedirler. Şeytan, hakkı dinlemelerine engel olmak için bu vesveseyi kalplerine atmıştır. Halbuki bu kimseler tağutu reddeden akıl sahiplerinden olduklarını iddia ediyorlarsa onlara düşen, “sözü dinleyip en güzeline uymaktır” (Zümer 17-18) Vesselam.