Tevhide Davet

SİYERDEN ALTI KONUNUN AÇIKLAMASI | ŞEYH MUHAMMED BİN ABDİLVEHHÂB RAHİMEHULLÂH

Başlatan Subul’us Selâm, 03.03.2023, 02:04

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Subul’us Selâm



شَرْحُ سِتَّةِ مَوَاضِيعَ مِنَ السِّيرَةِ

Siyerden Altı Konunun Açıklaması1

Şeyh'ul İslâm Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh

Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın adıyla,

Şeyh, İmâm Muhammed bin Abdilvehhâb Rahimehullâhu Teâlâ dedi ki:

Allâh sana rahmet etsin; siyerden şu altı konuyu iyice düşün ve güzel bir şekilde fehmet! Umulur ki bu vesîleyle Allâhu Teâlâ -nebîlerin dînine tâbi olman ve müşriklerin dînini terk etmen için- onları sana fehmettirir. Çünkü dîndârlık iddiâsında bulunan ve muvahhidlerden olduklarını iddiâ edenlerin [addedilenlerin]2 çoğu, (Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hayatından bilmeleri gereken) bu altı konuyu gerektiği gibi fehmetmezler:

Birinci Konu:3 Vahyin Nüzûlü (İnmesi) Kıssası

Burada Allâhu Teâlâ'nın Rasûlü'ne gönderdiği ilk âyetlerin,

"Ey örtüye bürünen (Peygamber), kalk ve uyar!" (el-Müddessir 74/1-2) kavlinden, şu kavline kadar olan kısım olduğu husûsu söz konusudur:4

"Rabb'in için sabret." (el-Müddessir 74/7)

Müşriklerin birçok şey yaptıklarını ve bu işlediklerinin -meselâ zînâ etmek gibi- zulüm ve adaleti ihlal etmek olduğunu bildiklerini fehmettiğinde; yine hacc, umre, miskînlere sadaka vermek ile onlara ihsânda bulunmak ve bunlardan başka ibâdetleri yerine getirdiklerinde bu yaptıklarıyla Allâh'a yaklaşmaya çalıştıklarını da bildiğinde... Onların nezdinde şirk bu ibâdetlerin en üstünüydü(!) ki şirk, -onların nezdinde- kendisiyle Allâh'a yaklaştıkları en üstün ibâdetti!..

Nitekim Allâhu Teâlâ, onların şöyle dediklerini zikretmiştir:

"...Biz onlara ancak bizi Allâh'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz..." (ez-Zümer 39/3)

Yine onlar şöyle demektedirler:

"...Bunlar, Allâh katında bizim şefâ'atçilerimizdir..." (Yûnus 10/18)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"...Onlar, Allâh'ı bırakıp şeytânları kendilerine velî edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar." (el-A'râf 7/30)

Allâhu Teâlâ'nın -zinâ, hırsızlık ve bu ikisi dışındaki şeylere karşı uyarmadan önce- Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e kendisine karşı (insanları) uyarmayı emrettiği ilk şeyin şirk olduğunu fehmedersin. Yine onlardan, putlara (ibâdet ederek) bağlananlar olduğunu, meleklere ve Âdemoğullarından birtakım velîlere (ibâdet ederek) bağlananlar olduğunu da bilirsin ki bu kimseler, "onlardan sadece şefâ'atlerini istiyoruz" diyorlardı. Bununla beraber Allâhu Teâlâ, Rasûlüne kendisiyle gönderdiği ilk âyette buna karşı uyarmakla başladı.

İşte bu meseleyi (zihninde) iyice sağlamlaştırdıysan artık sana müjdeler olsun! Bilhassa da devamındaki husûsların beş vakit namazdan da daha önemli olduğunu -beş vakit namazın, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in risâletinin onuncu yılında, Şi'bi Tâlib Muhasârası'ndan, Ebû Tâlib'in vefâtından ve Habeşistan hicretinin üzerinden iki sene geçtikten sonra İsrâ Gecesi'nde farz kılındığını- anladıysan (sana müjdeler olsun)! Eğer çokça yaşanmış bu türden olayların ve aşırı düşmanlığın hepsinin namaz farz kılınmadan önce bu şirk meselesi etrafında vukû bulduğunu anladıysan, meseleyi (hakkıyla) anlayacağını umarım.

İkinci Konu:

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, onları şirkten uyarmak ve bunun zıddı olan Tevhîdi onlara emretmek üzere kıyâm edince onlar (ilk başta) bunu kerîh görmemiş hatta güzel bulmuş ve bu dîne girmeyi içlerinden geçirmişlerdi. Ta ki Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem onların dînlerini açıktan yerip âlimlerini de cehâletle suçlayıncaya kadar...

İşte o zaman müşrikler, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ve ashâbına karşı düşmanlığa girişerek şöyle dediler:

"Anlayışımızı aşağıladı, dînimizi ayıpladı ve ilahlarımıza dil uzattı."

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Îsâ Aleyh'is Selâm'a ve annesine (Meryem Aleyh'as Selâm'a) yine meleklere ve sâlih kimselere dil uzatmadığı ma'lûmdur. Fakat Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem; onlara du'â edilmeyeceğini, onların fayda vermeyeceklerini ve zarar sağlamayacaklarını zikredince müşrikler bu sözleri "dil uzatma" olarak kabûl ettiler.

İşte bunu bildiğin zaman, bir insanın -Allâh'ı tevhîd edip şirki terk etse dahi- müşriklere karşı düşmanlık besleyip onlara olan düşmanlığını ve buğzunu (kinini) açıkça ortaya koymadıkça [dîninin ve]5 İslâm'ının istikâmet üzere (düzgün) olmayacağını da bilmiş olursun.

Allâhu Teâlâ'nın buyurduğu üzere:

"Allâh'a ve Âhiret Günü'ne imân eden bir toplumun, Allâh'a ve Rasûlüne karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin..." (el-Mücâdele 58/22) 

Bunu iyice [ve güzel bir şekilde]6 fehmettiysen, dîndar olduklarını iddiâ edenlerin çoğunun, (gerçekte) dîni bilmediklerini anlamış olursun. Yoksa (müşriklerle Müslümanlar arasında böyle bir düşmanlık gerekli olmasaydı) Müslümanları, yapılan işkencelere, esârete, dövülmeye karşı sabra ve Habeşistan'a hicrete yönelten neydi? Hâlbuki Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem insanların en merhametlisiydi [ve onlara bir ruhsat bulmadı]7. Eğer onlar için bir ruhsat bulsaydı, mutlaka onlara o ruhsatı verirdi. Allâhu Teâlâ şu âyeti [bu mevzû hakkında]8 indirdiği hâlde bu nasıl mümkün olur?

"İnsanlardan kimisi vardır ki; 'Allâh'a inandık' der, fakat Allâh yolunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allâh'ın azâbı gibi kabûl eder..." (el-Ankebût 29/10)

Bu âyet, sadece dilleriyle müşriklere muvâfakat edenler hakkında olunca acaba bundan başkalarının hâli ne olur?

Üçüncü Konu

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Müşriklerin Huzûrunda Necm Sûresi'ni Okumasına Dair Kıssa


Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem (Kur'ân okuduğu esnada) şu âyete geldiğinde,

"Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı?" (en-Necm 53/19)

Şeytân, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in tilâvetine (okuyuşuna) şu ifâdeleri karıştırdı:

"İşte şu yüce garânîk (kuğular) var ya, kesinlikle onların şefâ'atleri umulur."

Bunun üzerine müşrikler bunları, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in söylediğini sandılar. Bundan da [oldukça]9 hoşlandılar ve şu manada şeyler söylediler:

"İşte bizim istediğimiz de budur. Biz de biliyoruz ki fayda veren de zarar veren de -bir olan ve ortağı bulunmayan- Allâh'tır. Fakat bunlar, Allâh katında bize şefâ'at edeceklerdir."

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem (âyette geçen) secdeye10 ulaştığında secde etti, müşrikler de onunla birlikte secde etti. Böylece, müşriklerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i seçtikleri haberi (tasdîk ettikleri söylentisi) yayıldı ve Habeşistan'da bulunanlar bu haberi duyup (Mekke'ye) geri döndüler.

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem müşriklerin sözlerini reddedince onlar önceden üzerinde olduklarından daha şerli bir hâle döndüler. Müşrikler Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e: "Muhakkak ki sen bunu söyledin" dediklerinde Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Allâh'tan öylesine korkmuştu ki nihâyet Allâhu Teâlâ şu âyeti indirdi:

"Biz, senden önce hiçbir Rasûl ve Nebî göndermedik ki o bir temennîde bulunduğunda şeytân onun temennisine/dileğine bir şeyler katmaya kalkışmasın..." (el-Hacc 22/52)11

Kim bu kıssayı fehmeder, buna rağmen Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dîninde şüpheye düşer, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dîni ile müşriklerin dînini birbirinden ayırt etmezse Allâh o kimseyi uzak etsin! Bilhassa da onların: "Şu garânîk (kuğular)..." sözlerinden kasıdlarının melekler olduğunu bildiğinde...

Dördüncü Konu: Ebû Tâlib Kıssası

Her kim güzel bir şekilde bu kıssayı fehmeder; Ebû Tâlib'in tevhîdi ikrâr ettiğini, insanları ona teşvîk ettiğini, müşriklerin akıllarını aşağıladığını, İslâm'a girip şirkten ayrılanlara sevgi gösterdiğini; sonra ömrünü, malını, çocuklarını ve aşîretini Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e yardım etmek için ölünceye dek ortaya koyuşunu, sonra bu yolda büyük meşâkkate ve aşırı düşmanlığa karşı sabredişini fakat dîne girmeyip önceki dîninden berî olmadığı için onun Müslüman olmayışını, bununla beraber onun, dîne girmeme gerekçesi olarak; bunun, babası Abdulmuttâlib'e, Hâşim'e ve diğer (Kureyş) büyüklerine dil uzatma olduğu mazeretini ileri sürmesini; sonra (Ebû Tâlib vefât ettiği zaman) Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in amcasının ona olan akrabâlığına ve yaptığı yardımlara binâen ona istiğfârda bulunmasını ve ardından Allâhu Teâlâ'nın şu âyeti indirmesini iyice düşünürse...

"Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra en yakın akrabâsı olsa bile ne Nebî'ye ne de îmân etmiş olanların, müşriklere bağışlanma dilemesi yaraşmaz." (et-Tevbe 9/113)

Bu kıssayı beyân eden şudur: Basra veya Ahsâ ahâlisinden olup da dîni sevmekle ve Müslümanları sevmekle bir adam bilindiğinde, bununla birlikte bu dîne ne elleriyle ne mallarıyla yardımcı olmamasına ve Ebû Tâlib'in ileri sürdüğü mazeret kadar bile mazeretlerinin olmamasına rağmen [insanların birçoğu kendisinin Müslümanlarla beraber olduğunu zanneder]12. [Bundan dolayı kim "Ebû Tâlib Kıssası'nı" anlar ve]13dîne bağlılık iddiâ eden birçoklarının da gerçek yüzünü fehmederse, kendisi için doğru yol dalâletten (sapıklıktan) ayrışır ve kötü fehimleri de anlamış olur.

Vallâh'ul Muste'ân! 

Beşinci Konu: Hicret Kıssası

Hicret olayında onu okuyan çoğu kimsenin bilmediği faydalar ve ibretler vardır. Lâkin şu an bizim murâdımız hicret kıssasının meselelerinden bir meseledir ki bu; Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ashâbından olup da -dînden şüphe etmeyip müşriklerin dînini de süslü göstermeyen lâkin ailesine, malına ve vatanına sevgi beslediği için- hicret etmeyen kimselerin oluşudur. Bedir'e çıkıldığında (hicret etmeyen bu kimseler), kerhen (istemeyerek) müşriklerle birlikte (savaşa) çıktılar. Derken onlardan bazıları, (Müslüman) okçular tarafından atılan oklarla öldürüldü ki oku atanlar (ok ile öldürdükleri) bu kişileri tanımıyordu (Müslüman olup olmadıklarını bilmiyordu). Sahâbeler, öldürülenler arasında falan ve falan kişilerin bulunduğunu duydukları zaman, bu onlara ağır geldi ve "Biz kardeşlerimizi öldürdük!" dediler.

İşte bunun üzerine de Allâhu Teâlâ şu âyeti indirdi:

"Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler der ki: Ne işte idiniz? Onlar derler ki: Biz yeryüzünde âciz kalan kimselerdik. Melekler der ki: Allâh'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada (bir yere) hicret etseydiniz. İşte onların durakları cehennemdir. O ne kötü bir dönüş yeridir. Ancak (hicret için bir) çareye güç yetiremeyen ve yol bulamayan erkek, kadın ve çocuklardan âciz kalmış olanlar müstesnâ. İşte böylelerini Allâh umulur ki affeder. Allâh çokça affedicidir, çokça bağışlayıcıdır." (en-Nisâ 4/97-99)

Her kim bunların kıssalarını gereğince düşünür ve sahâbelerin "Biz kardeşlerimizi öldürdük!" sözünü de gereğince düşünürse bilir ki; (Mekke'de kalan) bu kimselerin dîn hakkındaki (kötü) sözleri ya da müşriklerin dînini süslü gösterdiklerine dair sözleri onlara ulaşmış olsaydı, "Biz kardeşlerimizi öldürdük!" demezlerdi. Zîrâ Allâhu Teâlâ, -onlar hicretten önce, Mekke'deyken- Allâhu Teâlâ'nın şu kavliyle onlara beyân etti ki bu, îmândan sonra kâfir olmaktır: 

"Kalbi îmân ile dolu olduğu hâlde (inkâra) zorlanan müstesnâ, kim îmân ettikten sonra Allâh'ı inkâr eder..." (en-Nahl 16/106)14

Bundan daha beliğ olanı ise -onlar hakkında daha önce geçen- Allâhu Teâlâ'nın kelâmıdır. Melekler bunlara şöyle sordular: "Ne işte idiniz?" Ancak şöyle sormadılar: "Sizin tasdîkiniz nasıldı?" (Hicret etmeyip de Mekke'de kalan bu kimseler) "Derler ki: Biz yeryüzünde âciz kalan kimselerdik." Melekler onlara: "Senin yolunda ölünceye dek cihâd ettim!" diyen mücâhide Allâhu Teâlâ ve meleklerinin: "Yalan söyledin!" dedikleri gibi: "Yalan söylüyorsunuz!" demediler. Hâlbuki (o mücâhide) Allâhu Teâlâ: "Yalan söyledin!" demiş, melekler de: "Sen yalan söyledin, aksine sen, "cesur" desinler diye savaştın!" demişlerdi. Bunun gibi (aynı hadîste yer alan) âlim için ve sadaka veren kişi için de şöyle demişlerdi: "Sen yalan söyledin, aksine sen, "âlim" desinler diye öğrendin! (Sen yalan söyledin, aksine sen,) "çok cömert" desinler diye sadaka verdin!"15

Bunlara (Mekke'den hicret etmeyenlere) gelince; melekler onları yalanlamadılar, aksine onlara şu sözleriyle cevâb verdiler: "Allâh'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada (bir yere) hicret etseydiniz." Bundan sonra gelen âyet -ârif (bilgili) kimse için de câhil kimse için de- konuya daha da açıklık getirmektedir ki bu, Allâhu Teâlâ'nın şu kavlidir:

"Ancak (hicret için bir) çareye güç yetiremeyen ve yol bulamayan erkek, kadın ve çocuklardan âciz kalmış olanlar müstesnâ." (en-Nisâ 4/98)

İşte bu âyet, bunların (her yönüyle bir şey yapamayacak kadar âciz olanların) va'îd'in (tehdidin) dışında bırakıldığı husûsunda [çok çok]16 daha açıktır ve şüpheye yer bırakmamıştır. Lâkin bu -ilim talep etmeyenlerin hilâfına- ilim talep eden kimseler için böyledir. Bilakis Allâhu Teâlâ -ilim talep etmeyenler hakkında- şöyle buyurmaktadır:

"Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; onlar asla (hakka) dönmezler." (el-Bakara 2/18)

Her kim bu konuyu ve bundan önceki konuları gereğince fehmederse el-Hasen'ul Basrî Rahimehullâh'ın sözünü de fehmeder ki o şöyle demiştir:

"İmân, süsle ve temenniyle olmayıp ancak kalplerde yerleşen ve amellerle doğrulanandır."

Bu konuda Allâhu Teâlâ da şöyle buyurur:

"...O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da (güzel sözleri de) Allâh'a sâlih amel ulaştırır..." (Fâtır 35/10)

Altıncı konu: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Vefâtından Sonra Dînden Dönenler Kıssası

Her kim bu kıssayı işitirse kalbinde "âlimler" diye isimlendirilen şeytânların atmış olduğu şüphelerden zerre kadar bir şey kalmaz.17 Attıkları bu şüphe ise onların şu sözleridir:

"Bu (ameller) şirktir, fakat (bunları yapanlar) "La ilahe illallâh" demektedirler. Bu sözü (kelime-i tevhîdi) söyleyen bir kimse hiçbir şeyden dolayı tekfîr edilmez!" Bundan daha beteri ve açığa vurdukları şeylerin en büyüğü de şudur:

"Bedevîlerde İslâm adına hiçbir şey yoktur, fakat bu kimseler "La ilahe illallâh" diyorlar ve onlar bu sözleriyle İslâm ehlidirler. İslâm da onların mallarını ve kanlarını harâm kılmıştır!"

Hâlbuki bunların İslâm'ı bütünüyle terk ettiklerini ikrâr ederler, bununla birlikte onların ölümden sonra dirilmeyi inkâr edip bunu kabûl edenlerle alay ettiklerini, [şerî'atın hükümleriyle alay edip]18 atalarının Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dînine muhâlif olan dînini (yolunu) daha üstün gördüklerini de bilirler. Bütün bunlarla beraber bu azgın, câhil şeytânlar; bu bedevîlerin -onlardan bütün bu işlere cüret eden kimseler olsalar bile- "La ilahe illallâh" dedikleri için Müslüman olduklarını(!) açıkça ifâde ederler.

Bunların sözleri(nin lâzımı) Yahûdîlerin de "La ilahe illallâh" demelerinden dolayı Müslüman olmalarını(!) gerektirmektedir. Yine, bunların -zikrettiğimiz vasıflardaki bedevîleri kastediyorum- küfrü Yahûdîlerin küfründen kat kat daha gâlizdir.

Riddet Kıssası'nda bu meseleyi beyân eden şey, mürtedlerin riddetlerinde farklı farklı olmalarıdır.

Bunlardan kimisi Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i yalanladı, tekrar putlara ibâdet etmeye döndü ve (dîn'den dönme gerekçesi olarak) şöyle dediler: "Eğer Muhammed bir peygamber olsaydı, ölmezdi(!)"

Kimisi de iki şehâdet (Allâh'ın birliğine ve Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in risâletine şâhitlik) üzerine sebât etti, ancak Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in onu nübüvvetine ortak kıldığını zannederek Müseyleme'nin de nübüvvetini ikrâr etti. Çünkü Müseyleme, kendi lehine (Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in onu nübüvvetine ortak kıldığı konusunda) şâhitlik yapan birtakım yalancı şâhitler getirdi ve insanların çoğu onu tasdîk etti. Buna rağmen âlimler, bu husûsta cehâletleri de olsa bu kimselerin mürted olduğuna ve onların mürted olduğunda şüphe edenin de kâfir olduğuna dair icmâ ettiler.

Sen, âlimlerin; [Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i]19yalanlayıp tekrar putlara ibâdet etmeye dönüp Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e dil uzatanlarla Müseyleme'nin nübüvvetini ikrâr eden-lerin, (bu konular hâricinde) tamamıyla İslâm üzere sebât etseler bile hâllerinin (hükümlerinin) bir olduğunda (kâfir olduklarında) icmâ ettiklerini bildiğinde ki;

Onlardan kimisi iki şehâdet'i ikrâr edip Tuleyhâ'nın nübüvvet da'vetini tasdîk etti.

Kimisi de San'â'nın yöneticisi (Esved) el-Ansî'yi (nübüvvetini) tasdîk etti.

Âlimler, işte bunların ve onlardan Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i yalanlayıp putlara ibâdet etmeye geri dönenlerin hepsinin hâlinin (hükmünün) bir olduğunda [onların mürted oldukları husûsunda]20 icmâ ettiler.

Onlardan başka bir kesim de vardı ki bunların sonuncusu Fucâe'tu's Sülemî'dir.

Bu şahıs, Ebû Bekir Radıyallâhu Anh'a geldiğinde mürtedlerle savaşmak istediğini zikretti ve Ebû Bekir Radıyallâhu Anh'dan kendisini desteklemesini taleb etti. O da ona silâh ve binek vermişti. Es-Sülemî ise önüne geleni Müslüman-kâfir umursamadan öldürdü ve mallarını aldı. Bunun üzerine Ebû Bekir Radıyallâhu Anh onunla savaşmak için ordu teçhiz etti. Fucâe, orduyu sezince emirlerine şöyle dedi: "Sen de Ebû Bekir'in emirisin, ben de onun emiriyim. Üstelik ben kâfir de olmadım." Emir de dedi ki: "Eğer doğru söylüyorsan silâhını at." Bunun üzerine Fucâe silâhını attı. Onu, Ebû Bekir Radıyallâhu Anh'a gönderdiler, o da Fucâe'tu's Sülemî'nin ateşle diri diri yakılmasını emretti.

Sahâbenin, İslâm'ın beş rüknünü ikrâr etmesine rağmen, bu adam hakkında verdikleri hüküm buysa o hâlde yalnızca dilleri ile "La ilahe illallâh" demek dışında İslâm'ın tek bir kelimesini bile ikrâr etmeyip açıkça bunun manasını yalanlayan, açıkça; Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dîninden ve de Allâhu Teâlâ'nın Kitâbı'ndan berî olduklarını belirtip: "Bu şehirlilerin dînidir, bizim dînimiz ise atalarımızın dînidir" diyen, sonra da bu azgın câhillerin; -velev ki bedevîler, bütün bunları açıkça ortaya koysalar bile- "La ilahe illallâh" dediklerinde, bu kimselerin Müslüman olduklarına dair fetvâ vermeleri hakkında ne düşünürsün?

"...Seni -eksikliklerden- tenzîh ederim ey Allâh'ım! Bu büyük bir buhtândır (iftirâdır)!.." (en-Nûr 24/16)

Bedevîlerden birisinin söylediği şu söz ne kadar güzeldir. Bize gelip de İslâm hakkında bizden bir şeyler duyunca dedi ki: "Hepimizin -yani kendisinin ve bütün bedevîlerin- kâfir olduğuna şâhitlik ederim. Bizi İslâm ehli (Müslüman) olarak isimlendiren hocaların da kâfir olduklarına şâhitlik ederim!"

(Risâle) bitti. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a mahsûstur. Allâhu Teâlâ Muhammed'e, Âl'ine ve Ashâbı'na salât ve selâm etsin. (Âmin!)




1 Muellefât'uş Şeyh, 1/353-362 ve ayrıca ed-Durar'us Seniyye, 8/111-119.

2 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcut olup metinde yer alan "iddiâ edenlerin" ibâresi yerine kullanılmıştır.

3 Bu başlıklandırma ed-Durar'us Seniyye'de geçmektedir, biz de kolaylık olması bakımından bunu tercih ettik.

4 Şeyh Rahimehullâh'ın söz konusu ettiği âyetlerin tamamı şu şekildedir:

"Ey örtüye bürünen (Peygamber), kalk ve uyar! Rabbi'ni yücelt! Elbiseni temizle! Pisliklerden uzak dur! Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma ve Rabb'in için sabret!" (el-Müddessir 74/1-7)

5 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

6 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

7 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

8 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

9 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

10 Burada bahsedilen Necm Sûresi'nin son âyetidir. Burada Allâhu Te'âlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hemen, Allâh'a secde edin ve (yalnızca O'na) kulluk edin." (en-Necm 53/62)

11 Âyetin tamamı şu şekildedir:

"Biz, senden önce hiçbir Rasûl ve Nebî göndermedik ki o bir temennîde bulunduğunda şeytân onun temennisine/dileğine bir şeyler katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allâh, şeytânın kattığı şeyi iptal eder. Sonra Allâh, Kendi âyetlerini sağlamlaştırır. Allâh Alîm'dir, Hakîm'dir." (el-Hacc 22/52)

12 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniye'de mevcuttur.

13 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniye'de mevcuttur.

14 Âyetin tamâmı şu şekildedir:

"Kalbi îmân ile dolu olduğu hâlde (inkâra) zorlanan müstesnâ, kim îmân ettikten sonra Allâh'ı inkâr eder, kalbini küfre açarsa işte Allâh'ın gazâbı bunlaradır. Onlar için büyük bir azâb da vardır." (en-Nahl 16/106)

15 Müslim, Hadîs no: 1905; meleklerin bu şahıslara hitâb etmesi husûsu ise Tirmizî, Hadîs no: 2382'de geçmektedir.

16 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcuttur.

17 Bu cümle ed-Durar'us Seniyye'de şöyle geçmektedir: "O hâlde, bu kıssayı işittikten sonra kimin kalbinde "âlimler" diye isimlendirilen şeytânların atmış olduğu şüphelerden zerre kadar bir şey kalır?"

18 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniye'de mevcuttur.

19 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniye'de mevcuttur.

20 Parantez içi ilâve ed-Durar'us Seniyye'de mevcut olup metinde yer alan "bir olduğunda" ibâresi yerine kullanılmıştır.
"Eğer cahil ısrar ederse, büyüklenirse, sapıklığında ve dalaletinde kararlıysa, körlüğü hidayete seçmişse ve içerisine düşüp kendisi hakkında cedelleştiği şey, kendisini işleyen şahsı Müslümanlar fırkasından müşrikler zümresine çıkaran büyük şirk kapsamındansa, bu durumda adil hüküm, kılıçtır!" (el-Feth'ur Rabbânî min Fetâvâ'l İmâm eş-Şevkânî, 1/185)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)