4.) Rükün: İhtisab (Uyarmak-Hisbenin Kendisi)
Hisbenin birtakım dereceleri ve edepleri vardır. Söz konusu derecelerin ilki öğrenmek, sonra öğretmek, sonra engel olmak, sonra öğüt verip nasihat etmek, sonra ağır sözler söyleyip azarlamak, sonra işlenen fiili elle değiştirmek, sonra dövmekle tehdit etmek, sonra dövmek, sonra silah çekmek, sonra da yardımcılar ve askerler vasıtasıyla onu yenmeye çalışmaktır.
1- Derecelerin ilki öğrenmektir. Bununla kastımız münkerin nasıl cereyan ettiğini öğrenmek istemektir. Bu ise daha önce zikrettiğimiz tecessüs olup yasaklanmış bir eylemdir. Kişinin, müzik aletlerinin sesini duyabilmek için başkasının evini dinlemesi, içkinin kokusunu alabilmek için koklamaya kalkışması elbisenin altında müzik aleti olup olmadığını anlamak için eliyle yoklaması ve olan biteni kendisine haber vermek üzere komşularını istihbarat işinde kullanması doğru değildir. İki adil kişi, kendilerinden bilgi vermeleri istenmeksizin filanca adamın evinde şarap içtiğini veya evinde içilmek üzere hazırlanmış içki olduğunu söyleseler işte o zaman hisbe görevini yerine getiren kişinin o eve girme hakkı doğar ve izin alması gerekmez.
2- Öğretmek. Şüphesiz ki cahil kimse bir münkeri işlerken onun münker olduğunu bilmez. Eğer yaptığı şeyin münker olduğunu öğrenirse yapmaktan vazgeçer. Tıpkı namaz kılarken düzgün rüku ve secde yapmayan köylü adam gibi... Böyle birine güzelce konuyu öğretmek ve kıldığının namaz olmadığını ona yumuşak bir üslüpla anlatmak lazımdır. Adam namaz kılmak istemeseydi zaten namazı kökten bırakırdı. Kişinin cahil olduğunu kendisine söylemek de öğretmek kapsamına girer. Bir adama cahil olduğunu söylemek bir çeşit eziyettir. Mizaçlar, gerçek bir kusuru gizlemekten daha çok cahillik kusurunu örtmeye meyillidir. Çünkü cahillik nefsin suretindeki bir çirkinlik ve kalbin yüzündeki bir kara lekedir. Oysa avret mahallinin çirkinliği bedenin suretiyle ilgilidir. Nefis ise bedenden daha şereflidır ve onun çirkin olması bedenin çirkinliğinden daha kötüdür. İnsan, cahilliğinin ortaya çıkmasına çok daha fazla üzülür. Buna karşın bilgili olması onu sevindirdiği gibi, bilgili oluşunun başkası tarafından bilinmesi aldığı lezzeti daha da artırır. Eğer hisbe görevini yapan kişinin bu öğretmesi, karşısındakinin bir kusurunu ortaya çıkaracak ve kalbini kıracaksa o zaman işin bu yönünü telâfi etmek için onu yumuşaklıkla ele alıp hastalığını tedavi etmeli ve şöyle demelidir: ‘’Ey kardeşim, insan bilgili olarak doğmaz. Alimler bize öğretinceye kadar namazı nasıl kılacağımızı biz de bilmiyorduk. Belki senin yaşadığın köyde âlim yoktur veya olsa bile namazı anlatma ve açıklama hususunda ihmalkâr davranmıştır.’’ Bu şekilde gönül alıcı sözler söylenerek doğruyu öğretme işi ona eziyet vermeksizin yapılmalıdır. Münker karşında susma sakıncasından kaçınıp yapmaması mümkünken onun yerine Müslüman’a eziyet verme sakınıncasını yapmayı yeğleyen kişi kanı idrarla yıkamış demektir. Dinle ilgisi olmayan bir hata görürse ona doğruyu öğretmesi gerekmez. Çünkü hatayı yapan senden bir bilgi öğrenir ama sana düşman olur. Fakat vermiş olduğun bilgiyi ganimet bileceğini ve sana düşman olmayacağını bilirsen bunu yapabilirsin. Böyle adamlar ise pek nadir bulunur.
3- Öğüt verip nasihat ederek münkere engel olmak ve münkeri işleyen adamın Allah'tan korkmasını söylemek. Bu sayılanlar, münker olduğunu bildiği hâlde kötü bir fiili işleyen veya içki içmeye, zulmetmeye ve gıybete devam eden kimseler gibi, yaptığı şeyin münker olduğunu bile bile onda ısrar edenler için geçerlidir. Böyle yapanlara ögüt verilmeli, Allah'tan korkması söylenmeli, yaptığı çirkin fiille ilgili azap tehditlerine dair hadisler okunmalı, selefîn hayat hikâyeleri ve takva sahiplerinin örnek davranışları anlatılmalıdır. Bütün bunları yaparken son derece şefkatli ve nazik olmalı, onu azarlayıp kızmamalı ve merhametle yaklaşmalıdır. Bu görevi yerine getiren kişi, karşısındaki adamın günaha girmesini kendisi için bir musibet olarak görmelidir. Çünkü Müslümanlar tek bir nefis gibidirler. İşte burada büyük bir tehlike vardır ki ondan sakınılması gerekir. Çünkü bu tehlike ölümcüldür. Söz konusu tehlike, bilgisi olan adamın bu cahile doğruyu öğretme anında bilgisi sayesinde kendisinin aziz ve karşısındakinin cahilliği sebebiyle zelil olduğunu zannetmesidir. Hatta bazen bu görevi yerine getirmeye çalışan kişi doğruyu öğretirken diğerini zelil kılmak ve bilginin şerefiyle ayrıcalıklı biri olduğunu göstermek ister. Eğer görevini yapmaya çalışan kişinin amacı buysa, onun işlediği bu münker engel olmaya çalıştığı münkerden daha çirkindir. Böyle yapan bir hisbe görevlisi, başkasını ateşten kurtarıp kendisini yakana benzer. Bu ise cehaletin zirvesidir.
Bu, büyük bir hata ve korkunç bir felakettir. Şeytan, bu yöntemi kullanarak yüce Allah’ın kendisine nefsinin kusurlarını gösterdiği ve hidayetinin nuruyla basiret gözünü açtığı kimseler dışında her insanı tuzağa düşürür. Çünkü başkasına hükmetmek ve onu kontrol etmek şu iki yönden nefse büyük bir zevk verir: Birincisi bilmenin rahatlığı, diğeri ise başkasına hükmetme ve onun üzerinde yetki kullanmaktır. Bunlar ise gösterişten ve makam talebinden kaynaklanır ki bu, kişiyi gizli şirke götüren gizli arzudur. Bu durumu anlamanın bir ölçüsü vardır ve hisbe görevini yerine getirenin bizatihi kendisinin bununla sınanması gerekir. Şöyle ki, kötülüğü işleyen insanın kendi kendine veya başka bir hisbe görevi yapan kişinin eliyle münkerden kaçınması, kendi eliyle kaçınmasından daha çok hoşuna gidiyorsa, hisbe işi kendisine zor ve ağır geliyor ve başkasının kendi yerine bu işi yapmasını daha çok istiyorsa hisbe görevini yapmaya devam etsin. Çünkü bu durumda onu harekete geçiren şey din demektir. Fakat günah işleyen kişinin kendi öğüdünü dinlemesini ve onun engel olmasıyla günahını terk etmesini, başkasının öğüdünü dinleyip günahı terk etmesine tercih ediyor ve buna seviniyorsa, nefsinin arzusuna uyan ve yaptığı hisbe görevini kendisinin makamını ortaya koymak için bir vesile olarak kullanan biri demektir. Bu durumda yüce Allah’tan korksun ve önce kendi nefsini hesaba çeksin! Böylesine şöyle denilir: “Önce nefsine öğüt ver! Öğüdünü dinlerse o zaman insanlara öğüt vermeye başla. Aksi halde benden utan!”
Bir keresinde Dâvüd et-Tai’ye şöyle denilir: “Bu devlet yöneticilerinin yanına girip onlara iyiliği emreden ve kötülük yapmalarına mani olan adam hakkında ne dersin?” Dâvud der ki: ‘’onu kamçılamalarından korkarım.’’ Derler ki: ‘’o buna dayanır!’’ Der ki: ‘’onu öldürmelerinden korkarım.’’ Derler ki: ‘’o buna da dayanır!’’ O zaman Davud şöyle der: “Onun gizli hastalığa, kendini beğenme hissine kapılmasından korkarım.” Ancak burada gizli bir incelik var. O da şu: Ne bilgi sahibi olma ne de başkasına hükmetme saikine bakmaksızın, münkerin ortadan kalkması onun eliyle olmazsa bunun sevabını kazanamaz. Bu ise pek nadirdir.
4- Ağır sözler söyleyip azarlamak. Bu yönteme başvurulabilmesi için günah işleyen kişinin yumuşaklık ve nezaketle bundan vazgeçmemesi, yaptığında ısrarcı olup öğüt ve nasihatlere alay ederek karşılık vermesi gerekir. Bu, İbrahim aleyhisselamın şu sözüne benzer: “Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 67) Burada ağır sözler söylemekten kastımız müstehcen ve yalan sözler söylemek değildir. Aksine, günahı işleyen kişide bulunan çirkin vasıfları müstehcen sayılmayan ifadelerle dile getirmektir. “Ey fasık, ey ahmak, ey cahil, Allah’tan korkmuyor musun, ey köylü, ey beyinsiz...” gibi sözleri buna örnek verebiliriz. Çünkü her fasık, ahmak ve cahildir. Ahmak olmasaydı Allah’a isyan etmezdi. Bu mertebenin iki edebi vardır:
a) Zaruret ve yumuşak davranmanın fayda vermemesi hali dışında bu yönteme başvurmamak.
b) Ağır sözleri söylerken doğruyu söylemek, ağzına geleni söylememek. Gerekli olduğu kadar söz söylemek gerekir. Hisbe görevini ifa eden kişi bu sözleri söylemenin karşısındakini etkilemediğini anlarsa sadece ona kızgınılığını göstermekle, onu hakir görmekle ve işlediği günahtan dolayı konumunu küçümsemekIe yetinsin. Eğer ağır sözler söyledigi zaman dövmeyecegini, münkerden hoşlanmadığını mimikleriyle gösterdiğinde dövülmeyeceğini anlarsa o zaman bunu mimikleriyle belli etmesi gerekir. Ama bunu yaparken işlenen münkeri kalbiyle inkâr etmesi yetmez. Aksine kaşlarını çatıp surat asarak yapılan işten hiç hoşlanmadığını göstermesi gerekir.
5- Müzik aletlerini kırmak, şarabı dökmek va gaspçıyı gaspettiği evden çıkarmak örneklerinde olduğu gibi münkeri elle düzeltmek. Bu mertebede de iki edep söz konusudur.
a) Münkeri İşleyen kişiyi ona müdahale etmeden konuşarak yaptığı işten vazgeçirebiliyorsa elini kullanmaması gerekir. Münker işleyen birini gaspettigi araziden ve meccidden çıkma hususunda ikna etmek mümkünse onu zorla çıkarması ve sürüklemesi caiz olmaz. Hisbe görevini yerine getiren kişi, münkeri işleyenin içtiği içkiyi dökmesini ve çaldıgı müzik aletini kırmasını sağlayabiliyorsa kendisinin zor kullanarak bunu yapmaması gerekir.
b) Münkeri elle düzeltirken ihtiyaç duyulan miktarla yetinmeli, daha ileriye gitmemelidir. Şöyle ki, çirkin fiili yapanı elinden tutarak götürmek varken ayağından sürüklemek doğru olmaz. Çünkü bu hususta kişiye daha fazla eziyet vermeye gerek yoktur. Müzik aletlerini yakmamalı, onun yerine onları kırarak iş görmez hâle getirmelidir. Kırmanın sınırı da söz konusu müzik aletinin, onu yenibaştan yaparken çekilen sıkıntı kadar tamir sıkıntısına sebep olacak şekilde işlevsiz hâle getirilmesidir. Şarapları dökerken de mümkün mertebe şarabın Içinde olduğu kapları kırmaktan kaçınmalıdır. Şarap kaplarını taş atmakla kırmaktan başka çaresi yoksa bunu yapmasında bir beis yoktur. Bu durumda şarap kabının kıymetini ödemesi gerekmez. Çünkü söz konusu kap içkiyi dökmesine engel teşkil etmiştir. Eğer içen adam şarabı eliyle örterse onu dökmesini sağlamak için eline vururuz. Çünkü kişinin kaptaki mülkiyetinin dokunulmazlığı canının dokunulmazlığından fazla değildir. Eğer içilen şarap ağzı dar olan şişelerde bulunuyorsa ve onu dökmeye çalışmak uzun zaman alacak ve bu arada diğer fasık arkadaşları gelip buna engel olacaksa o zaman hisbe görevini yapan kişi şişeleri kırabilir. Bu bir mazerettir. Fakat şarap içenin fasık arkadaşlarının gelmesinden korkmaz da zaman kaybetmekten ve şarabı dökmek için harcayacağı zaman zarfında kendi işlerinin kesintiye uğrayacağından endişe ederse şişeleri kırmasında bir beis yoktur. Şarabı kolayca dökmesi mümkünse şişeyi kırması caiz olmaz.
- “Gaspçıyı, zecretme yoluyla gaspettiği evden zorla çıkarmak caiz oluyor da şarap şişesini zecretme yoluyla kırmak neden caiz olmuyor?" diye sorulursa şöyle deriz:
Zecretmek, o münkerin gelecekte tekrarlanmaması, ceza vermek ise geçmişte işlenen münker içindir. Savuşturmak ve defetmek ise münker işlendiği anda olur. Toplum bireylerinin yapacağı şey sadece münkeri gördükleri anda onu savuşturup defetmeleridir ki bu o münkeri imha etmektir. Bundan başka bir şey yapmaya hakları yoktur. Münkeri imha etmekten daha fazlasını yapmak ise ya önceki bir suçtan dolayı kişiyi cezalandırmak veya ileride gerçekleşecek bir suçtan zecretmek anlamina gelir. Bunları yapmak ise halkın değil, kamu yöneticilerinin görevidir. Kamu yöneticisi, böyle bir şeyi yapmada maslahat olduğunu görürse yapabilir.
- “Zecir yoluyla devlet başkanının fasıkların yaşadığı evleri tahrip etmesi niçin caiz değil?" diye sorulursa şöyle deriz:
Eğer şeriatta buna dair bir hüküm olsaydı elbette maslahatlar haricinde olmazdı. Ancak biz maslahatları icat etmiyoruz, aksine maslahatlara uyuyoruz. Şeriatın ilk döneminde şarap kaplarınıı kırmak zecre şiddetle ihtiyaç olduğu için yapılan bir uygulamaydı. Daha sonraları çok fazla ihtiyaç olmadığı için bu uygulamanın yapılmaması kırma hükmünün ortadan kalkması anlamına gelmez. Aksine hüküm, illetinin ortadan kalkmasıyla ortadan kalkar, illetin geri dönmesiyle geri döner. Devlet başkanının bunu yapmasına cevaz vermemizin sebebi maslahatlara uymaktır. Halkın böyle bir şeyi yapmasına cevaz vermememizin sebebi ise konu hakkındaki içtihat yaklaşımının örtülü ve herkes tarafından anlaşılmaz olmasıdır. O hâlde diyoruz ki ilk önce şaraplar dökülürse daha sonra kapların kırılması caiz olmaz. Kapların kırılması, şaraptan dolayı caiz olmuştur. Kaplarda şarap olmadığı hâlde kırılmaları, sadece şarap için kullanılan kapların kırılması dışında mal telef etmek anlamına gelir. İlk asırdaki uygulamanın şu iki anlamı ifade ettiğini söyleyebiliriz:
Birincisi: insanları şarap içmekten zecretmeye duyulan şiddetli ihtiyaçtır. İkincisi ise içleri şarapla dolu olan kapların şaraplara has olmasıdır. Bu iki mana hükümde etkili olup onları yok saymak doğru olmaz. Bir üçüncü anlam ise bu hükmün, insanları şarap içmekten zecretmeye şiddetle ihtiyaç olduğu görüşünde olan kamu yöneticisinden çıkmasıdır. Bu da hükmün verilmesinde etkilidir. Maksada ulaşmak için bunlardan başka yol yoktur. Buraya kadar söylediklerimiz hisbe görevini yapacak kişinin bilmesi gereken fıkıhla ilgili inceligi olan davranış şekilleriydi.
6- “Bu yaptığını bırak yoksa sana şöyle şöyle yaparım.” sözünde oldugu gibi, münker işleyeni tehdit edip korkutmak. Adamı dövmeden önce mümkün mertebe bu tehdidin yapılması gerekir. Bu mertebede gözetilmesi gereken edep, “elbette evine el koyacağım” veya “karını alacağım” gibi sözler söyleyerek yapılması caiz olmayan bir şeyle adamı tehdit etmemektir. Bu sözleri samimi olarak söylerse haram işlemiş olur. Samimi olarak söylemezse yalancı sayılır. Hisbe görevini yapan kişinin, adamı yaptığı işten caydıracağına kanaat getirdiğinde yapmak niyetinde olmadığı şeyleri söyleyerek onu korkutmasında bir beis yoktur.
7- Doğrudan elle, ayakla veya başka bir şeyle, silah çekmeden münkeri işleyeni dövmek. Zaruret halinde ve adamın yaptığı işten vazgeçmesini sağlayacak kadar olması şartıyla halktan birinin bunu yapması caizdir. Adam münkeri bıraktığında onu bırakmak ve dövmeye devam etmemek gerekir.
8- Hisbe görevini yapan kişinin tek başına münker sahibiyle başa çıkamayıp silahlı adamlara ihtiyaç duyması. Bazı durumlarda suçlu olan adam da kendi yardımcılarından destek alabilir ve silahlı çatışma çıkabilir. Bu durumda ne yapılacağı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları böyle bir durumda kamu yöneticisinin iznine gerek olmadığını söylemişlerdir. Çünkü gazaya çıkan fertlerin kâfirlerle savaşması caizdir. Toplumun bireyleri de fesatçılan sindirme hakkına sahiptir. Diğer bazılarına göre ise bu hususta kamu yöneticisinin iznine ihtiyaç vardır. Çünkü ondan izin almaksızın bireylerin kendi başlarına bu işe kalkışmaları fitneye ve fesadın dalga dalga yayılmasına sebep olur. Doğru olan bu sonuncu görüştür.