Allah, İsimlerinde ve Sıfatlarında yarattıklarına benzemez:
Bundan dolayıdır ki; Allah kendisini bir takım isimlerle isimlendirirken, sıfatlarını da başka isimlerle göstermiştir. Kendisini isimlendirdiği isimler, O'na hastır. Kendisine nisbet edildiklerinde hiç kimse bu isimlerinde O'na ortak olamaz. Yarattıklarından bazılarını da, kendilerine izafe edildiklerinde onlara has bir takım isimlerle isimlendirmiştir ki, izafe ve tahsis edilmeleri kaldırıldığında o isimler birbirlerinin aynı olur. Ancak iki ismin birbirlerinin aynı olması, o ismin işaret ettiği şeylerin birbirlerine benzemeleri ve izafetle tahsisten soyutlanarak ıtlak üzere söylendiklerinde aynı olmaları veya her ikisinin aynı oldukları anlamına gelmediği gibi izafet ve tahsisle birlikte de müsemmâlarının birbirlerine denk olmalarını gerektirmez. Artık izafe ve tahsis edildiklerinde nasıl birbirlerinin aynı olabilir?
Meselâ, Allah kendisini Hayy (diri) diye isimlendirerek: "Allah ki O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, daima diri (Hayy) ve yaratıklarını koruyup yönetici (Kayyûm)'dur." (Bakara, 255) buyurmaktadır.
Aynı şekilde bazı kullarını da hayy (diri) diye isimlendirerek: "Ölüden diriyi kim çıkarıyor; diriden ölüyü kim çıkarıyor?" (Yûnus, 31) buyurmaktadır.
Ancak buradaki diri, oradaki diri değildir. Çünkü oradaki "Diri" Allah'a has bir isimdir. "Diriyi ölüden çıkarır." sözündeki "diri" ise yaratılmamış olan canlıya has isimdir. Sadece her ikisi tahsisten (özelleştirme) tecrid edilip ıtlak (genelleştirme) üzere söylendiklerinde birbirlerinin aynı olurlar. Ancak ıtlak üzere söylenenin hariçte bir varlığı yoktur. Fakat akıl, iki müsemmâ arasında bir ortaklık bulunduğunu düşünür. Ama tahsis edildiğinde yaratanı yaratılandan ve yaratılanı da yaratandan ayırt eden şeylerle kayıtlanmış olur.
Allah'ın bütün isim ve sıfatları için bu durum geçerlidir. Onlardan bir bölümü kelimelerin eş anlamlı olmasında, bir kısmı da Yaratıcı'ya has özelliklerinde hiçbir yaratılmışın O'na ortak olmasına izafet ve ihtisasla anlaşılır.
Aynı şekilde Allah kendisini "Alîm" ve "Halîm" diye isimlendirdiği gibi bazı kullarını da âlim ve hâlim diye isimlendirerek şöyle buyurmaktadır: "Biz sana âlim (bilgin) bir çocuk(un olacağını) müjdeleriz!" (Hicr, 53) Âyetle müjdelenen Hz. İshak'tır. Diğer bir âyette de Hz. İsmail kastedilerek: "Ona hâlim bir erkek çocuk müjdeledik" (Saffat, 101) buyurulmaktadır. Ancak buradaki âlim, O Alîm gibi ve hâlim de, O Halîm gibi değildir.
Allah kendisini "Semi" ve "Basîr" diye isimlendirerek: "Allah size, mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici (semi'), her şeyi görücüdür (basîr)." (Nisa, 58) buyurmaktadır. Bunun yanında bazı kullarını da semi' ve basîr diye isimlendirerek: "Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye kendisini işitir (semi) ve görür (basîr) kıldık." (İnsan, 2) buyurmaktadır. Ancak bu semi', O semi' gibi ve basîr O Basîr gibi değildir.
Allah kendisini "Rauf ve "Rahim" diye isimlendirerek: "Çünkü Allah insanlara Rauf (çok şefkatli), Rahim (çok merhametli)'dir." (Hac, 65) buyurmaktadır. Bunun yanında bazı kullarını da raûf ve rahîm diye isimlendirerek: "Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere raûf (şefkatli), rahim (merhametli)dir." (Tevbe, 128) buyurmaktadır. Ancak buradaki raûf, O Raûf gibi ve rahîm de O Rahîm gibi değildir.
Allah kendisini "Melik" diye isimlendirerek: "(O) Melik (Hükümrân, mülkün sahibi ), Kuddûs (noksanlığı gerektiren her şeyden pâk ve münezzeh)'tir." (Cuma, 1) buyuruyor. Bunun yanında bazı kullarına da bu ismi vererek şöyle buyurmaktadır: "Onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral (melik) vardı." (Kehf, 79), "Kral (Melik) getirin onu bana, dedi." (Yûsuf, 54) Ancak buradaki Melik, O Melik gibi değildir.
Allah kendisini "Mü'min" ve "Müheymin" diye isimlendirmiştir. Bunun yanında bazı kullarına da mü'min ismini vererek şöyle buyurmaktadır: "Öyle ya, mü'min olan, fâsık (yoldan çıkmış) kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar." (Secde, 18) Ancak buradaki mü'min, O Mü'min gibi değildir.
Allah kendisini "Aziz" diye isimlendirerek: "O öyle Allah'tır ki...... Aziz, Cebbar, Mütekebbir (ulu)'dur." (Haşr, 23) Bunun yanında bazı kullarını da aziz diye isimlendirerek şöyle buyurmaktadır: "Aziz'in karısı da şöyle dedi." (Yûsuf, 51) Ancak buradaki aziz, O Azîz gibi değildir.
Allah yine kendisini "Cebbar" ve "Mütekebbir" diye isimlendirmektedir. Bunun yanında bazı kullarını cebbar ve mütekebbir diye isimlendirerek şöyle buyurmaktadır: "İşte Allah, her kibirli (mütekebbir) zorba (cebbâr)'ın kalbini böyle mühürler." (Mü'min, 35) Ancak buradaki cebbar, O Cebbar gibi ve mütekebbir de O Mütekebbir gibi değildir. Bu şekildeki isimlendirmeler hakkındaki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Aynı şekilde Allah, sıfatlarını da bir takım isimlerle isimlendirmiş ve bunun yanında kullarının sıfatlarını da benzeri isimlerle isimlendirmiştir. Meselâ kendisi hakkında:
"O'nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar." (Bakara, 255)
"Onu kendi ilmi ile indirdi." (Nisa, 166)
Yine şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz rızk veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyat, 58)
"Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?" (Fussilet, 15)
Öte yandan kulun sıfatını da ilim ve kuvvet olarak isimlendirmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 85)
"Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır." (Yûsuf, 76)
"Yanlarında bulunan bilgi ile sevinip övündüler." (Mü'min, 83)
"(O) Allah'dır ki sizi za'ftan yarattı. Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi. Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi." (Rûm, 54)
"Kuvvetinize kuvvet katsın." (Hûd, 52)
"Göğü kendi ellerimizle (bieydin, yani kuvvetimizle) biz kurduk." (Zâriyat, 47)
"Kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla." (Sâd, 17)
Ancak buradaki ilim, Allah'ın ilmi gibi olmadığı gibi, kuvvet de O'nun kuvveti değildir. Bunlar birbirine benzememektedir.
Allah, kendisini "dileyen" olmakla vasıflandırdığı gibi kulunu da dileyen olmakla vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır:
"Bu bir öğüttür. Dileyen Rabbine varan bir yol tutar. Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz." (İnsan, 29)
"Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar. Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Allah (herşeyi) bilendir, hikmet sahibidir." (Müzemmil, 19)
Aynı şekilde Allah, kendisini olduğu gibi kulunu da "irade sahibi" olmakla vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır: "Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Allah ise (sizin için) âhireti istiyor. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir." (Enfâl, 67)
Allah, kendisini "mahabbet/sevmek" ile vasıflandırdığı gibi kulunu da sevmekle vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi'dir, Alim'dir." (Mâide, 54)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân, 31)
Allah kendisini "razı olma" ile vasıflandırdığı gibi kulunu da razı olmakla vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır: "Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır." (Mâide, 119) Bilindiği gibi, ne Allah'ın dilemesi (meşîeti) kulun dilemesi, ne iradesi kulun iradesi, ne sevgisi (mahabbeti) kulun sevgisi ve ne de rızâsı kulun rızâsı gibidir.
Allah kendisini kâfirlere buğzetmekle (makt) vasıflandırmakta ve onları da buğzetmekle vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır: "Küfredenlere şöyle seslenilir: Allah'ın buğzu, sizin kendinize olan buğzundan elbette daha büyüktür. Zira siz imana davet ediliyorsunuz, fakat küfrediyordunuz." (Mü'min, 10) Ancak onların buğzu, O'nun buğzu gibi değildir.
Yine Allah kendisini (kâfirlere karşı) "mekr (tuzak kurmak)" ve "keyd (hile yapmak)" ile niteliyor ve bunun yanında kulunu da aynı şekilde bununla niteleyerek şöyle buyuruyor:
"Onlar tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu." (Enfâl, 30)
"Onlar hileli bir düzen kurarlar, ben de hileli bir düzen kurarım." (Târik, 15-16)
Ancak onların ne tuzak kurmaları Allah'ın tuzak kurması gibidir, ne de hile düzenlemeleri Allah'ın hile düzenlemesi gibidir.
Allah kendisini "amel/iş yapmak" ile niteleyerek: "Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için bir çok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır." (Yasin, 71) buyurmaktadır. Bunun yanında kulunu da iş yapmakla niteleyerek şöyle buyurmaktadır: "O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz." (Yâsîn, 54) Ancak kulun iş yapması, Allah'ın iş yapması gibi değildir.
Allah kendisini "münâdât (sesli konuşma)" ve "münâcât (gizli konuşma)" ile niteleyerek:
"Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu (kendisiyle) özel konuşmak için yaklaştırdık." (Meryem, 52)
"Onlara sesleneceği gün..." (Kasas, 62)
"Rableri onlara nida etti." (A'râf, 22) buyurmaktadır.
Bunun yanında kullarını da "münâdât (sesli konuşma)" ve "münâcât (gizli konuşma) ile niteleyerek şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed), odaların arkasından sana bağıranların çokları, düşüncesiz kimselerdir." (Hucurât, 4)
"Peygamberle gizli konuşacağınız zaman..." (Mücâdele, 12)
"Ey insanlar, (kendi aranızda) gizli konuştuğunuz zaman günah, düşmanlık ve Resule karşı gelme üzerinde konuşmayın." (Mücâdele, 9)
Ancak kulların "münâdâ (sesli konuşma)" ve "münâcât (gizli konuşma)"ları, Allah'ın sesli ve gizli konuşması gibi değildir.
Allah kendisini (teklîm) konuşmayla niteleyerek:
"Ve Allah Musa ile de konuştu." (Nisa, 164)
"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi O'nunla konuşunca..." (A'râf, 143)
"O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş..." (Bakara, 253)
Bunun yanında kulunu da (teklîm) konuşmayla niteleyerek şöyle buyurmaktadır:
"Kral dedi ki: O'nu bana getirin, O'nu kendime özel danışman edineyim. O'nunla konuşunca (Yûsuf'a): Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi." (Yûsuf, 54) Ancak her iki (teklim) konuşma birbirinin aynı değildir.
Allah kendisini "tenbie (haber verme, bildirme)" ile nitelemekte, bunun yanında bazı kullarını da haber vermekle niteleyerek şöyle buyurmaktadır:
"Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü haber verip, Allah da onun bu davranışını ona açıklayınca (Peygamber, hanımına) bu söylediklerinin bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. (Peygamber) bunu ona haber verince eşi: 'Bunu sana kim söyledi?' dedi. (Peygamber) '(Her şeyi) bilen, haber alan (Allah) bana söyledi' dedi." (Tahrîm, 3) Ancak Allah'ın (tenbie) haber vermesiyle kulun haber vermesi birbirlerinden farklıdır.
Allah kendisini "ta'lîm (öğretme)" ile nitelemekte ve bunun yanında kulunu da öğretmekle niteleyerek şöyle buyurmaktadır:
"Çok merhametli (Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı öğretti." (Rahman, 1-4)
"Allah'ın size öğrettiğinden onlara öğretirsiniz." (Mâide, 4)
"Andolsun ki, Allah müminlere büyük lütufta bulundu. Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara kendi aralarından, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi." (Al-i İmrân, 164) Ancak Allah'ın öğretmesi, kulun öğretmesi gibi değildir.
Aynı şekilde Allah kendisini "gazab etmek" ile niteleyerek: "Allah, onlara gazab etmiş, onları lânetlemiştir." (Fetih, 6) buyurmaktadır. Bunun yanında kulunu da gazab etmekle niteleyerek şöyle buyurmaktadır: "Musa, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce..." (A'râf, 150) Ancak Allah'ın gazaba, gelmesi, kulun gazaba gelmesi gibi değildir.
Allah kendisini Arşı üzerine istiva etmek (yerleşme, yükselme, oturma) ile nitelemekte ve bunu Kur'an'da yedi yerde zikretmektedir. Bunun yanında bazı yaratıklarını da başka şeyler üzerine istiva etmekle niteleyerek şöyle buyurmaktadır:
"...böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince (istiva)..." (Zuhrûf, 13)
"Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde (istiva)..." (Mü'minûn, 28)
"(Gemi) Cûdî (Dağı'nın) üzerine yerleşti/oturdu. (istiva)" (Hûd, 44)
Ancak Allah'ın "istivası (yerleşme, yükselme, oturma)", yaratıklarının "istivası" gibi değildir.
Allah kendisini "eli açık olmakla (bastu'l-yedeyn)" niteleyerek: "Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir." (Mâide, 64) Bunun yanında bazı kullarını da el açıklığıyla niteleyerek şöyle buyurmaktadır: "Elini sıkıp boynuna bağlama (eli sıkı cimri olma) onu büsbütün de açma (büsbütün eli açık da olma); sonra kınanmış ve eli boş kalırsın." (İsrâ, 29) Ancak ne Allah'ın eli, kulun eli gibidir, ne de el açıklığı, kulun el açıklığı gibidir. Şayet el açıklığından amaç, cömertlik ise, O'nun cömertliği de kulun cömertliği gibi değildir. Kur'an'da saydıklarımızın örnekleri pek çoktur.
Kısacası: Allah'ın kendisi hakkında isbat ile zikrettiklerini (isbat) kabul etmeli ama bu konuda yarattıklarına benzerliğini de (nefiy) reddetmeliyiz.
O halde her kim: "Allah için ne ilim, ne kuvvet, ne konuşma, ne sevme, ne rıza gösterme, ne münâdâ (sesli konuşma) ne münâcât (gizli konuşma) ne istiva (oturma) vardır." derse; muattileden olup münkirdir; Allah'ı ma'dum (yok olan) şeylere ve cemedata (cansızlara) benzetmektir.
Her kim de: "Allah'ın, benim ilmim gibi bir ilmi, kuvvetim gibi bir kuvveti, sevgim gibi bir sevgisi, rızam gibi bir rızası, ellerim gibi elleri, oturmam (istivam) gibi bir oturması (istivası) vardır." derse; Allah'ı yarattıklarına benzetmektir.
Aksine benzerliği olmayan bir kabule ve ta'tili olmayan bir tenzihe inanmalıyız. (isbat bilâ teşbih, tenzih bilâ ta'tîl).
Bu hususlar "iki temel kural" ve "iki misal", bir de kapsamlı "hatime" ile daha iyi anlaşılır.