بسم الله الرحمن الرحيم
الحَمْدُ للهِ وَحْدَهُ، وَالصَّلاة وَالسَّلامُ على مَنْ لا نبيَّ بَعْدَهُ، وَبَعْدُ
İmam Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah’ın es-Sunne adlı eseri, Ehl-i sünnet ve selef itikadıyla alakalı en mühim kaynaklardan birisidir. Bu kitapta İmam Abdullah bin Ahmed, akidevi konularla alakalı çeşitli meselelerde babası başta olmak üzere çeşitli selef alimlerinden nakillerde bulunmakta ve hadisler rivayet etmektedir. Bu kitabın muhtevası ve konusu hakkında daha önce bilgi verilmişti, kitap hakkında bilgi almak isteyenler oraya müracaat edebilir. http://darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=686.msg2007#msg2007
Biz burada daha ziyade bu kitabın sıhhat durumu ve Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’e nisbeti üzerinde duracağız. Zira Zahid el-Kevseri’den başlayarak birtakım muasır zevat, bu kitaba dil uzatmakta ve yeri geldiğinde kitabın İmam Abdullah’a aidiyetinde şüphe ekmekte, oradan bir şey çıkmayacağını gördüklerinde de bu sefer Abdullah rahimehullah’ın bizzat kendisine dil uzatmaya yeltenmektedirler. Abdullah bin Ahmed'in sika bir imam olduğu hususunda ise şüphe yoktur ve yukarda verdiğimiz adreste de bahsedildiği üzere bizzat babası onu tezkiye etmiştir. Üstlerine gittiğinizde bu kimselerin birçoğunun aslında bizzat İmam Ahmed’le alakalı da gevelemeye başladıkları lakin bu imamın kadrinin yüceliğinden ötürü açıktan dil uzatmaya cesaret edemedikleri görülmektedir. Muasır Cehmiyye, Kuburiyye, Sofiyye, İttihadiyye vb fırkaların bu kitapla asıl dertleri öncelikle kitabın içindeki Allah’ın sıfatlarıyla alakalı rivayetlerdir. İkinci sıkıntıları da kitapta geçen Ebu Hanife’nin yerilmesini ihtiva eden bazı haberlerdir. Bütün bunlardaki ortak problem olarak gördükleri husus ise klasik Eşari-Maturidi anlayışına aykırı bu rivayetlerin İmam Ahmed gibi imametinde ittifak edilmiş bir zatın oğlunun kitabında, üstelik bir çoğu da babasına isnad etmek suretiyle yer almış olmasıdır. O yüzden bu kitap, adeta birileri için kabus niteliğindedir. Zira İbnu Teymiyye, Muhammed bin Abdilvehhab, İbn’ul Kayyim hatta Berbehari, Hallal, Herevi gibi Hanbeli-selefi-eseri ulemaya çok kolay dil uzatan, kitaplarını kara listeye alan, bu alimleri Mücessime-Müşebbihe-Haşeviyye hatta kafir, müşrik gibi sıfatlarla kolayca yaftalayan tasavvufçu-kelamcı zümre; sıra İmam Ahmed’in oğlu Abdullah ve Kitab’us Sunne adlı eserine gelince ne yapacaklarını şaşırmaktadırlar. Zira bu kitaba dil uzatmanın bedeli diğerlerine nazaran biraz daha ağırdır. İşin ucu İmam Ahmed’e dayanmaktadır. İmam Ahmed’e de dil uzattıklarında herkes bu kimselerin asıl niyetini anlayacak ve bunların Mutezile ve Cehmiyye’den bir farkı olmadığını idrak edecektir. O yüzden en kolay yol olarak kitabın uydurma olduğunu, Abdullah bin Ahmed’e nisbetinin sahih olmadığını söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadırlar. Bunu dile getiren muasır zevatın bu hususta bir selefleri olduğunu ben bilmiyorum. Yani Kevseri ve benzerlerinden önce hangi muhakkik alim bu kitabın sıhhati hakkında şüphe ibraz etmiştir, bu iddiacıların bunu ortaya koyması gerekir. Yazıldığı tarihten bu yana ümmetin elinde gezen bu kitap 1000 küsur sene okunduktan ve –iddialarına göre- ümmet bu kitapla bin sene zehirlendikten! Sonra bir akıllının (!) çıkıp da bu kitabın aslında sahih olmadığını tesbit edivermesinde bir tuhaflık yok mu acaba?! Öyle görünüyor ki bu tamamen taassub ve acziyet eseri bir iddiadır, itibara alınacak tarafı da yoktur.
Şimdi sözkonusu es-Sunne kitabının sıhhatini kabul eden, kitaptan nakil yapan, kitabın ismini zikreden birçok alim mevcuttur. İbnu Ebi Ya’la, İbnu Teymiyye, İbn’ul Kayyim, Zehebi gibi selef itikadına mensup birçok alim bu kitabı İmam Abdullah bin Ahmed’e nisbet etmiştir. Lakin biz bunlardan değil de hassaten Eşari-Maturidi camiasında da kabul gören birtakım alimlerden sözkonusu kitabın sıhhatini kabul ettiklerine dair nakilde bulunmak istiyoruz ki kitabın mevsukiyetiyle alakalı şüpheler iyice dağılmış olsun.
Şafii alimlerinden Hafız İbnu Hacer el-Askalani harf ve ses meselesiyle alakalı Mutezile, Eşariler vb’nin görüşlerini nakletmekte, ardından da şöyle demektedir:وَأَثْبَتَتِ الْحَنَابِلَةُ أَنَّ اللَّهَ مُتَكَلِّمٌ بِحَرْفٍ وَصَوْتٍ أَمَّا الْحُرُوفُ فَلِلتَّصْرِيحِ بِهَا فِي ظَاهِرِ الْقُرْآنِ وَأَمَّا الصَّوْتُ فَمَنْ مَنَعَ قَالَ إِنَّ الصَّوْتَ هُوَ الْهَوَاءُ الْمُنْقَطِعُ الْمَسْمُوعُ مِنَ الْحَنْجَرَةِ وَأَجَابَ مَنْ أَثْبَتَهُ بِأَنَّ الصَّوْتَ الْمَوْصُوفَ بِذَلِكَ هُوَ الْمَعْهُودُ مِنَ الْآدَمِيِّينَ كَالسَّمْعِ وَالْبَصَرِ وَصِفَاتُ الرَّبِّ بِخِلَافِ ذَلِكَ فَلَا يَلْزَمُ الْمَحْذُورُ الْمَذْكُورُ مَعَ اعْتِقَادِ التَّنْزِيهِ وَعَدَمِ التَّشْبِيهِ وَأَنَّهُ يَجُوزُ أَنْ يَكُونَ مِنْ غَيْرِ الْحَنْجَرَةِ فَلَا يَلْزَمُ التَّشْبِيهَ وَقَدْ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ فِي كِتَابِ السُّنَّةِ سَأَلْتُ أَبِي عَنْ قَوْمٍ يَقُولُونَ لَمَّا كَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى لَمْ يَتَكَلَّمْ بِصَوْتٍ فَقَالَ لِي أَبِي بَلْ تَكَلَّمَ بِصَوْتٍ هَذِهِ الْأَحَادِيثُ تُرْوَى كَمَا جَاءَتْ وَذَكَرَ حَدِيثَ بن مَسْعُودٍ وَغَيْرِهِ
“Hanbeliler, Allah’ın harf ve sesle konuştuğunu kabul etmişlerdir. Harflere gelince Kur’an’ın zahiri bunu açıkça ifade etmektedir. Sese gelince; bunu reddedenler bunun gırtlaktan işitilen kesintili hava olduğu gerekçesini getirmişlerdir. Bunu kabul edenler ise bu vasfedilen sesin işitme ve görmede olduğu gibi insanlara has olduğunu, Rabbin sıfatlarının ise bunun hilafına olduğunu, tenzih itikadı ve de teşbihin reddedilmesiyle beraber olduğunda bu zikredilen sakıncanın sözkonusu olmayacağını, bunun gırtlak olmadan da sözkonusu olabileceğini, bunun teşbihi gerektirmeyeceğini ifade ederek cevap vermişlerdir. Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, Kitab’us Sunne’de şöyle demiştir: ‘Ben babama, Allah Musa (as)’a konuştuğunda sesle konuşmamıştır, diyen bir topluluk hakkında sordum, bunun üzerine babam bana şöyle dedi: Bilakis, sesle konuşmuştur. Bu hadisler geldikleri gibi rivayet edilirler. (Böyle dedikten sonra) İbn Mes’ud hadisi ve başka rivayetleri zikretti.” (Feth’ul Bari, 13/460)
Böylece, İbn Hacer (rh.a) –Allah’a ses ve harf isnad etmenin teşbih ve tecsim olduğunu iddia edenlerin aksine- İmam Ahmed bin Hanbel’in ve diğer Hanbelilerin harf ve sesi Allah’a isnad ettiklerini ifade etmekte, bunların delillerini zikretmektedir. Burada aynı zamanda Abdullah bin Ahmed’in es-Sunne adlı kitabının uydurma olduğunu iddia edenlere de bir cevap vardır. Çünkü İbn Hacer gibi araştırmacı bir alim, bu kitaptaki rivayetleri esas almış ve kitabın sıhhatiyle alakalı bir söz söylememiştir. Esasında bu tip iddialar, minareyi çalan kılıfını hazırlar özdeyişinde olduğu üzere sırf bu kimselerin bu kitaplardaki açık rivayetleri inkar edebilmek için sarıldıkları ve de belki kendilerinin de inanmadığı bir yalandan ibarettir.
İbn’ul Cevzi -ki sıfatlarla alakalı bahislerde kendi mezhepdaşı olan Hanbelilerle zıt düştüğü bilinmektedir- mevzu hadislerle alakalı eserinin bir yerinde şöyle demektedir:
وَقَدْ رَوَى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ فِي كِتَابِ السُّنَّةِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ قَالَ إِنَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ قَالُوا لِمُوسَى عَلَيْهِ السَّلامُ هَلْ يَنَامُ رَبُّنَا وَهَذَا هُوَ الصَّحِيحُ
“Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’in, Kitab’us Sunne’de Said bin Cubeyr’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: İsrailoğulları Musa’ya ‘Rabbimiz uyur mu’ diye sordular. İşte bu rivayet sahihtir…” (el-İlel’ul Mutenahiye, 1/28)
İşte “selefi” ve “vehhabi”! olmayan bu iki muhakkik alimin ve diğer alimlerin şehadetleri kitabın sıhhati için yeterlidir. Bunun haricinde Fuat Sezgin, Tarih’ut Turas’il Arabi, 3/232 ve Kettani, er-Risalet’ul Mustetrafe sf 37 gibi muasır zevat da bu kitabı Abdullah bin Ahmed’e nisbet edenler arasındadır. Böylece es-Sunne kitabının sıhhatine dil uzatanların iddialarının temelsizliği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Velhamdulillahi Rabbil alemin.