Tevhide Davet

VAKIAMIZDA KÜFRÜ GEREKTİREN ŞEYLERE DAİR FAYDALI SÖZLER | ABDULLÂH ÂL'UŞ ŞEYH

Başlatan Tevhîd Müdafaası, 28.05.2023, 00:12

« önceki - sonraki »

Murad ve 4 Ziyaretçiler konuyu incelemekte.

Tevhîd Müdafaası


[Müşrikler, Tevhidi Hafife Alıp Şirki Tazim Eder]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu sapıklar, Allâh'ın birlenmesini hafife alıp Allâh'ın dışındakilerden ölülere dua etmeyi tazim ederler. Tevhid kendilerine emredilip şirkten nehyedildiklerinde -Allâhu Teâlâ'nın şu kavliyle müşriklerden haber verdiği gibi- bunu hafife alırlar:

"Onlar seni görünce ancak eğlenceye alırlar." (el-Furkân, 25/41)

Rasûl kendilerini şirkten nehyettiğinde onlar onunla alay ettiler. Allâhu Teâlâ müşrikler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Çünkü onlar, kendilerine, 'Allâh'tan başka ibadete layık, hak ilah yoktur' denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı. 'Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?' diyorlardı." (es-Sâffât, 37/35-36)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) Rasûlleri de tasdik etmiştir." (es-Sâffât, 37/37)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: Bu, yalancı bir sihirbazdır. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey." (Sâd, 38/4-5)"156

Allâh kendisine rahmet etsin, Şeyh çokça şey zikretti.

"Müşrikler her daim nebileri sefih görür, onları delilikle, dalaletle ve sefihlikle vasfederler, nitekim Nûh'un kavmi Nûh'a, Âd da Hûd Aleyhima's Selâm'a şöyle demişti:

"Onlar: Sen bize tek Allâh'a ibadet edelim diye mi geldin? Dediler." (el-A'râf, 7/70)

Kendisi sebebiyle peygamberleri sefih gördükleri ve inkâr ettikleri en azim şey tevhiddir. Bunlara bazı vecihlerden benzeyenleri de bu hâl üzere bulursun; eğer Allâh'ın tevhidine, dini Allâh'a halis kılmaya, insanın Allâh'tan başkasına ibadet etmemesine ve Allâh'tan başkasına tevekkül etmemesine davet eden bir kişiyi görseler, kendilerindeki şirk sebebiyle o kişiyle alay ederler."157



156- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 377.

157- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 378.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Müşrikler, Allâh'a İbadet Etmekten Yüz Çevirir, O'na Şirk Koşmaktan ise Huzur Duyarlar]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bunların birçoğu mescitleri harap eder. Beş vakit namaz için bina edilmiş mescidi atıl ve harabe bir hâlde, insanların verdikleri dışında kisvesi olmadan ve sanki hanlardan bir hanmış gibi bulursun. Ölülerin üzerine inşa edilen meşhetlere gelince, onları üzerinde sütreler, altın, gümüş ve mermer süslemeler bulunur hâlde, nezir sahiplerini oraya gidip gelir hâlde bulursun.

Bunun yegâne sebebi, onların Allâh'ı, ayetlerini ve Rasûlü'nü hafife alıp şirki tazim etmeleri değil midir? Zira onlar, meşhedin kendisi için inşa edildiği ölünün ve onlardan istigasede bulunmanın, Allâh Azze ve Celle için inşa edilen evin içerisinde Allâhu Teâlâ'ya dua edip O'ndan istigasede bulunmadan daha faydalı olduğuna itikat ederler. Bu yüzden kendilerince daha azim olanı tercih etmişlerdir, bunu yaparken de Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinde hâllerinden bahsettiği Arap müşriklerine benzediler:

"Allâh'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O'na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, 'Şu, Allâh için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için' dediler. Ortakları için olan Allâh'ınkine eklenmiyor. Allâh için olan ise ortaklarınkine ekleniyor. Ne kötü hükmediyorlar." (el-En'âm, 6/136)

Arap müşrikleri, Allâh için ziraat ürünleri ve davarlar ayırdıkları gibi ilahları için de ziraat ürünleri ve davarlar ayırıyorlardı. İlahlarının payının başına bir şey gelirse Allâhu Teâlâ'nın payından alıp ilahlarının payına katar ve şöyle derlerdi: "Allâh zengindir, ilahlarımız ise fakirdir." Böylece Allâh'tan başkası için ayırdıkları payı, Allâh için ayırdıkları paya üstün tutuyorlardı. Aynı şekilde, onların nezdinde meşhetler için bağışlanılan bu vakıflar ve nezirler, onların nezdinde mescitler için, mescitlerin imarı için ve Allâh'ın yolunda cihat etmek için bağışlanılan şeylerden daha azimdir.

Bunlardan biri tazim ettiği kabre gittiğinde onun yanında ağlar, boyun eğer, dua eder ve yalvarır. Beş vakit namazda, Cuma namazında, gece namazında ve Kuran kıraatinde bulmadığı bir yumuşaklık, tevazu, ubudiyet ve kalp huzuru bulur. Bu Allâh'ın Kitabı'na ve Rasûl'ü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine tabi olan ihlas sahibi muvahhidlerin değil de bidat uyduran müşriklerden başka kimin hâli olabilir?

Bunun bir benzeri de bu kişilerden biri, şiir beyitlerinin nağmeyle okunduğunu işittiğinde, Allâhu Teâlâ'nın ayetlerini işittiğinde bulmadığı huzur ve huşu bulup ağlama hasıl olur. Böylece müşrik bidatçileri duyduğu zaman huşu duyar, ama ihlaslı takva sahiplerini duyduğu zaman huşu duymaz. Dahası, Allâh'ın ayetlerini işittiklerinde başka bir şeyle meşgul olarak bundan uzaklaşmaya çalışırlar, onu kerih görürler ve onunla ve onu okuyanla alay ederler. Böylece Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden en büyük paya sahip olurlar:

"De ki: Allâh'la, O'nun ayetleriyle ve Rasûl'üyle mi alay ediyordunuz?" (et-Tevbe, 9/65)

Kuran'ı duyduklarında onu eğlenen kalplerle, boş sözlü dillerle duyarlar, sanki sağır ve körlerdir. Şiir beyitlerini duyduklarında ise kalpleri huzur bulur, dilleri sessiz olur ve hareketleri de sükûnet bulur, o kadar ki susayanları bile su içmez.

Bunlardan bazıları şiir beyitlerinin nağmeyle okunduğunu dinlerken müezzin ezanı okumaya başlarsa şöyle derler: "Biz, bu adamın bizi davet ettiği şeyden (namazdan) daha faziletli bir şey içerisindeyiz!" Bazıları da şöyle der: "Biz hazretteydik (yanındaydık/huzurdaydık). Namaz için kalktığımızda da kapıya vardık!" Birisi bana bunu söyleyen şu sapmış şeyhler hakkında sordu, ben de şöyle dedim: Doğru söylemiş! O, şeytanın hazretindeydi (yanındaydı/huzurundaydı), sonra Allâh'ın kapısına vardı. Zira bunda bulunan bidatler ve dalaletler, şeytanın huzurda bulunmasındandır ki başka bir yerde bu açıklanmıştır."158



158- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 381-383.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Allâhu Teâlâ'dan Değil, Şeyhlerinden Medet Ummayı Tercih Edenler]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Ölülerden nebîlere, imamlara ve şeyhlere dua etmeyi Allâh'a dua etmekten daha faziletli kılanlara gelince, bunlar çeşit çeşittir. Bazıları daha evvel geçmişti, bazıları ise çeşit çeşit hikâyeler anlatırlar:

Müritlerden birinin Allâh'tan istigasede bulunması, Allâh'ın ona medet etmemesi, şeyhinden istigasede bulunduğunda ise şeyhinin ona medet ettiğine dair hikâye...

Düşman beldesinde bir esirin Allâh'a dua etmesi, Allâh'ın onu oradan çıkarmaması, ölmüş şeyhlerden birine dua ettiğindeyse şeyhin gelip onu İslam beldelerine getirmesine dair hikâye...

Bir şeyhin müridine "Allâh'tan bir isteğin olursa benim kabrime gel!" demesi, başkasının "Allâh'a benimle tevessül et!" demesi, bir başkasının da "Falancanın kabri, denenmiş panzehirdir!" demesine dair hikâye...

Bunlar ve benzerleri, sair müşriklere benzeyerek bu duaları, Allâh'a ihlasla dua edenlerin dualarına tercih ediyorlar. Bunların birçoğuna dua ettikleri şeyhlerinin sureti görünür, onlar da bu gördüklerinin ya o şeyh olduğunu ya da onun suretinde bir melek olduğunu zannederler, ama aslında o, onları saptıran bir şeytandır.

Bunlardan bazıları başlarına bir güçlük geldiğinde şeyhinden başkasına dua etmez ve şeyhinden başkasının ismini de zikretmezler. Çocuğun, annesini anmaya düşkün olduğu gibi bunlar da şeyhlerini anmaya düşkündür. Bunlardan biri şeyhinden yardım ister ve "Ey falanca!" der, oysa Allâhu Teâlâ muvahhidlere şöyle buyurmuştur:

"Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allâh'ı anın." (el-Bakara, 2/200)

Bunlardan bazıları Allâh adına yemin ettiğinde yalan söyler, şeyhi ve imamı adına yemin ettiğinde ise yalan söylemeden doğruyu söyler. Böylece şeyhi bu kişi nezdinde ve onun sadrında Allâh'tan daha uludur.

Eğer nebiler ve salihler gibi ölülere dua etmek Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etmeyi kapsıyorsa, o hâlde şu iki fırkadan hangisi Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etme hususunda daha önceliklidir: Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etmeyi kapsamasıyla beraber ölülere dua etmeyi ve onlardan medet ummayı emreden kişi mi yoksa Allâh'ın Rasûllerinin emrettiği gibi Allâh'a ortak koşmadan yalnızca O'na dua etmeyi emreden, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e itaat etmeyi ve Rasûl'ün getirdiği her şeye tabi olmanın vacipliğini emreden kişi mi?

Yine bu muvahhidler, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in haber verdiği şeylerde onu tasdik ederek, emrettiği şeylerde ona itaat ederek, neyle gönderildiğini bilme hususunda itinayla davranarak, ondan rivayet edilen sahih, zayıf, doğru ve yalanın arasını ayırarak, buna muhalif olan şeylere değil de buna tabi olarak ve Allâhu Teâlâ'nın şu kavliyle amel ederek cenabı peygambere riayet etme hususunda insanların en önde gelenleridir:

"Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!" (el-A'râf, 7/3)

Müşriklerin ve Hristiyanların benzerleri olan şu sapıklara gelince, onların dayanakları ya zayıf hadislerdir ya mevzu hadislerdir ya da kendisiyle ihticac edilmeyen kişilerden nakillerdir. Bu nakiller de ya o ihticac edilmeyen kişilere atılmış iftiralardır ya da onlardan sadır olmuş bir galattır, zira bunlar, masum olmayan kişilerden tasdik edilmeksizin nakledilmiştir. Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sabit olan bir şeye sarılırlarsa da kelimeyi yerlerinden değiştirirler ve muhkemini terk edip müteşabihine sarılırlar, tıpkı Hristiyanların yaptığı gibi."159



159- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 383-384.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[İstigâse'nin Tek Çeşit Olduğu İddiası]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Yine aynı şu sapığın (Bekrî'nin) yaptığı gibi: İstigase (medet umma) lafzını aldı -ki istigase, canlıyla yapılan ve ölüyle yapılan istigase diye ikiye ayırılır ve canlıyla yapılan istigase de canlının güç yetirebildiği ve güç yetiremediği şeyler şeklinde ayrılır- ve bunların hepsinin tek bir hükmü olduğunu zannetti. Bu ona yetmedi, ta ki bir şahıstan bir şey istemeyi de istigase olarak isimlendirilen şeyler kapsamına dahil etti. Bu da ona yetmedi, ta ki talep eden kişinin, istediği şeyi istigase yaptığı kişiden değil, Allâh'tan talep ettiğini iddia etti. Buna göre birisiyle istigase yapan kişi, Allâh'tan istigase yapmaktadır.

Bundan sonra da nebi olsun salih olsun tüm ölülerle istigase yapmayı caiz kıldı. İçerisine celal sahibi Allâh'tan başkasının bilmediği kadar şirk ve dalalet soktuğu bu genel, külli iddiasını da insanların Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den kendileri için hem dünyada hem ahirette dua etmesini istemeleri ve Allâh'a, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duası ve şefaatiyle teveccüh etmeleri gibi cüzi ve has vakalarla ihticac etti.

Sünnetin getirdiği şeyin kuşkusuz hak olduğu malumdur. Ancak bu, bu genel iddiaların hepsinin ispatını ve zıddının iptal edilmesini gerektirmez, zira külli bir iddia cüzi bir delil ile sabit olmaz, bilhassa da ihtilaf ve ayrılık olduğu zaman bu böyledir.

Bu da bayram günü Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in evinde -Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in yüzü onlara değil de duvara çevrilmişken- iki kız çocuğun Â'işe Radiyallâhu Anhâ'nın yanında şarkı söylemesini, herkes için bütün çalgı aletlerinin ve bunlarla Allâh'a yaklaşmanın helal olduğunu ispat etmek isteyen kişiye benzer.

Veyahut da Allâhu Teâlâ'nın "Kavli dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele!" (ez-Zumer, 39/17-18) kavliyle tüm kavillerin dinlenebileceğine ihticac edip de burada kavil derken Kuran'ın kastedildiğini bilmeyen bir kişiye benzer, nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Onlar bu kavli (Kuran'ı) hiç düşünmediler mi?" (el-Mu'minûn, 23/68)

Yoksa, her kavli dinlenmenin caiz olmadığı kabul edilir. Allâh Azze ve Celle ayetleriyle dalga geçenlerle oturmayı nehyetmiştir. Onların alay etmeye dalmaları de bir çeşit kavildir. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Âyetlerimiz hakkında alaylı tartışmalara dalanları gördüğün vakit..." (el-En'âm, 6/68)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Oysa Allâh size Kitap'ta 'Allâh'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlarla oturmayın' diye hüküm indirmiştir." (en-Nisâ, 4/140)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir." (el-Furkân, 25/72)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size derler." (el-Kasas, 28/55)"160



160- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 384-385.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile İstigâse'de Bulunmayı Caiz Görenlerin Düştüğü Hatalar]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu sapığa (Bekrî'ye) göre, istigase hususunda Allâhu Teâlâ'nın vesilelerinden bir vesile olması anlamında, Allâh'dan istigasede bulunulan her şeyde Rasûl'den istigasede bulunmak caizdir. Ona göre bu salihler hakkında da sabittir. Bu sapığa göre Rasûl hayattayken olduğu gibi ölümünden sonra da kendisi hakkında bu sabittir, zira o Allâh'ın katında daimî bir ziyade içerisindedir, hürmeti hiç azalmaz.

Böylece de birkaç vecihten hataya düştü:

Birincisi: Bekrî, ölümünden sonra Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile duada tevessülde bulunan kişiyi istigase eden olarak isimlendirdi. Bu ise -onun bu hususta icma olduğunu iddia etmesine rağmen- hakiki veya mecazi olarak ümmetlerin hiçbirinin lügatinde bilinmez. Zira istigasede bulunulan kişi, bizzat kendisine sorulup kendisinden talep edilen kişidir, bu zat kendisi vasıtasıyla bir başkasından istenilen kişi değildir.161

İkincisi: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hayatında sahabenin onunla tevessül etmesinin, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duası ve şefaatiyle değil de bizzat zatıyla tevessül etmeleri olduğunu zannetmesidir. Buna göre Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ölümünden sonra onunla tevessül etmek de böyledir. Bu ise bir hatadır. Ancak birinci hatasının hilafına insanlardan bir taife ona bu hususta muvafakat eder, zira ilkinde ona muvafakat eden hiç kimseyi bilmiyorum.

Üçüncüsü: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istemeyi de Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigase etmeye dahil etti. Bu, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem hayattayken sahih ve caizdir. Bekrî ise Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hayatta olmasıyla ölü olmasının arasını eşit saydı. Burada istigase lafzını kullanma hususunda isabet etse de hayatta olması ve ölü olmasını eşit saydığı için hata etti.

Bu hususun âlimlerden birinden nakledildiğini bilmiyorum, ama bu bazı insanların kelamında mevcuttur. Mesela Şeyh Yahyâ es-Sarsarî'nin şiirlerinde bunun bir kısmı bulunmaktadır ve Şeyh Muhammed İbn'un Nu'mân'ın da "el-Mustegîsîne bi'n Nebî Aleyh'is Selâm fi'l Yakzati ve'l Menâm (Uyanıkken ve Uykudayken Nebî Aleyh'is Selâm ile İstigase Edenler)" kitabı bulunmaktadır. Zannı galibimle bu adam da ondan nakilde bulunmuştur. Bu kişiler de salah ve din bulunmaktadır, ancak kendileri, hükümlerin kendisinden elde edildiği naslar hususunda bilgi sahibi olan, İslam'ın şeriatı ve helal ile haram bilgisinin kavillerinden alındığı ilim ehlinden değildirler. Ayrıca onların şeri delilleri veya razı olunan bir alimden de nakilleri bulunmamaktadır. Aksine, zor anlarda şeyhinden istigasede bulunacağı ve ona dua edileceğine dair gelen âdeti insanların çoğunun takip etmesi gibi bunlar da bir âdeti takip ettiler.

Fazilet, ilim ve züht sahibi tanıdığım bazı şeyhler, başlarına bir şey geldiğinde Şeyh Abd'ul Kâdir (Geylânî) cihetine birkaç adım atıp onunla istigasede bulunuyorlardı. Bunu insanların birçoğu yapar. Bu yüzden aralarında fazilet sahiplerinden biri onları uyardığında uyarıyı dikkate aldılar ve üzerinde bulundukları şeyin İslâm dininden olmadığını, aksine putperestlere benzemek olduğunu bildiler.

Ancak bunların, korkunç ceza başına gelen bu sapık ahmak (Bekrî) gibileri dışındakilerin hepsi, bundan nefyetmeyi ve nehyetmeyi küfür saymazlar. Çünkü bu sapık ahmak, Hâricîler, Râfızîler ve Cehmiyye gibi bir söz uyduran sonra da muhalefet edenleri tekfir eden aşırı bidat ehlindendir. Zira bu adamın görüşüne ne öncekilerden ne de sonrakilerden Müslümanların âlimlerinden hiçbiri muvafakat etmemiştir.

Bu adam, aralarından bir kişi muvafakat etsin diye yazdığı cevapla beraber Mısır âlimlerini gezdi, ancak hiçbiri ona muvafakat etmedi. Mısır âlimlerinden benim yazdığım cevaba muhalefet etmelerini istemiş, ancak hiçbiri muhalefet etmedi. İnsanlardan bazıları vefat etmiş Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmenin caiz olduğu hususunda ona muvafakat etse de bunun istigase diye isimlendirilmesi hususunda, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigase yapılmasını inkâr edenlerin küfrü hususunda ve bunu inkâr etmenin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e sövmek olduğu hususunda muvafakat etmemiştir. Aksine çoğu, Allâh'tan başkasının gücünün yetmediği şeyleri talep etme anlamında Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigasede bulunmanın men edilmesi hususunda muvafakat etmiştir. Ben bu anlamda Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile veya mahlukattan başkasıyla istigase etmenin caiz olmadığı hususunda ihtilaf eden bir âlim bilmiyorum.

Ancak garezi olan ve şeriat hususunda cahil olan bir grup, bu hususta azim bir şekilde kıyam etti ve otorite sahiplerinden garezi olanlardan medet umdu. İnsanları toplayıp çabalarının boşa gittiği, cehaletlerinin ortaya çıktığı, kasıtlarının ziyana uğradığı ve onlara destekçi olan ileri gelenler nezdinde hakkın ortaya çıktığı azim bir meclis kurdular. Bu kişiler de bu yaptıklarının hiç gerçekleşmemiş olmasını temenni ettiler, zira onların düşmanlık edip karşısında kıyama kalktıkları hak zuhur etti ve bu, mahlukatın onlara karşı dönmesine sebep oldu. Orada sanki kendi kuyularını kendileri kazdılar ve sanki kaş yaparken göz çıkardılar. Oysa bununla beraber onlar taassupta haddi aşmıştı ve toplulukları, otoritelerinin kuvveti ve şeytanlarının tuzakları çoktu."162



161- İbnu Teymiyye Rahimehullâh, başka bir yerde bu meseleyi şöyle diyerek açıklamıştır:

"Oysa Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigasede bulunan kimse ondan yardım talep ediyor ve istiyordur. Vesile kılınan varlığa ise ne dua edilir ne ondan bir şey istenilir ne de ondan bir şey dilenir. Sadece onun vasıtasıyla istenilir. Herkes, dua edilen varlık ile kendisi vesilesiyle dua edilen varlığı birbirinden ayırt etmektedir." (Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 1/103)

162- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 243-249.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Bidat Ehli, Bidatlerine Muhalefet Edenleri Tekfir Eder]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu kişinin (Bekrî'nin) ve benzerlerinin izlediği bu yol, cehalet ve zulmü bir araya getiren bidat ehlinin yoludur. Bunlar Kitab'a, sünnete ve sahabenin icmasına muhalif bir bidat uydururlar ve dinden çıkan Hâricîler gibi bidatleri hususunda kendilerine muhalefet edenleri tekfir ederler. Yine kendilerini muhalefet eden sahabe ve müminlerin cumhurunu tekfir eden Rafızîler gibi; onlar Ebû Bekr'i, Ömer'i, Osmân'ı -Allâh kendilerinden razı olsun-, onlara dostluk besleyenleri ve ehl-i sünnet ve'l cemaatin imamlarını bile tekfir ettiler.

İlim ve iman ehli ise ilme, adalete ve rahmete sahiptir. Kendisiyle bidatten salim olup sünnete muvafakat ettikleri hakkı bilirler ve kendilerine zulmetmiş olsa bile haktan sapanlara karşı adil davranırlar. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Kendiniz aleyhine de olsa, Allâh için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun." (en-Nisâ, 4/135)

Allâhu Teâlâ şöyle de buyurmaktadır:

"Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allâh'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır." (el-Mâ'ide, 5/8)

Bu yüzden ilim ve sünnet ehli muhaliflerini tekfir etmez, velev ki bu muhalif onları tekfir etse de. Zira küfür, şeri bir hükümdür. İnsanlar, (intikam olarak) benzeriyle karşılık veremezler. Mesela biri senin hakkında yalan söylese veya eşinle zina yapsa, senin onun hakkında yalan söyleyip eşiyle zina etme hakkın yoktur. Zira zina ve yalan, Allâhu Teâlâ'nın hakkı sebebiyle haramdır. Aynı şekilde tekfir etmek de Allâhu Teâlâ'nın hakkıdır. Bu yüzden de biz, Allâhu Teâlâ'nın ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in tekfir ettiği kişi dışında kimseyi tekfir etmeyiz.

Yine, muayyen bir şahsın tekfiri ve öldürülmesinin cevazı, kendisine muhalefet edenlerin küfre girdiği nebevî hüccetin ulaşmasına bağlıdır. Yoksa dinden bir hususu bilmeyen herkes küfre girmez.

İşte bundan dolayı Kudâme bin Maz'ûn Radiyallâhu Anh ve ashabı gibi sahabe ve tabiinden bir taife alkolü helal addedip bunun Mâ'ide suresindeki ayetten163 fehmettikleri anlama göre salih amel işleyenlere helal olduğunu zannettiklerinde, Ömer Radiyallâhu Anh, Alî Radiyallâhu Anh ve onlar gibi sahabeden âlimler onların tövbe etmelerinin isteneceğine, helal addetme hususunda ısrar ederlerse kâfir olacaklarına, eğer bunun haram oluşunu ikrar ederlerse celde yiyeceklerine dair ittifak etti. Burada ilk baştan helal addettikleri için hakkı onlara beyan edene kadar tekfir etmediler, zira onlara arız olan bir şüphe vardı. Eğer ısrar etmiş olsaydılar küfre girmiş olurlardı.

İki Sahih'de ailesine şöyle diye kişinin hadisi sabittir: "Ben öldüğüm zaman beni toz haline getirin, sonra beni denize atın. Allâh'a yemin olsun ki eğer Allâh bana güç yetirirse, bana alemlerde kimseyi azap etmediği şekilde azap edecektir." Allâh karaya emretti, kara da adamın parçalarını iade etti, Allâh denize emretti, deniz de adamın parçalarını iade etti. Allâh şöyle dedi: "Bu yaptığını yapmaya seni iten neydi?" Adam dedi ki: "Senden duyduğum korku ya Rab!" Allâh da adamı affetti.164

Bu adam, bu işi yaptığı zaman Allâh'ın onu tekrar bir araya getirmeye güç yetiremeyeceğini ve tekrar bir araya getirmeyeceğini düşündü ya da bunun caiz olduğunu düşündü. Her ikisi de küfürdür. Ancak bu kişi cahildi, muhalefet edilmesiyle kişiyi kâfir kılan hak onun için yeterince açıklığa kavuşmamıştı, böylece de Allâh onu bağışladı.

Bu yüzden de ben hulûliyye olan ve Allâhu Teâlâ'nın arşın üzerinde olduğunu nefyeden nefyedici Cehmiyye'ye derdim ki: Ben size (bu inançlarda) muvafakat etseydim kâfir olurdum, zira ben sizin kavlinizin küfür bir söz olduğunu biliyorum. Lâkin benim indimde tekfir edilmiyorsunuz, zira siz cahilsiniz. Bu da onların ulemasına, kadılarına, şeyhlerine ve emirlerine hitabendir."165



163- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İman edip salih ameller işleyenlere; Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allâh, iyilik edenleri sever." (el-Mâ'ide 5/93)

164- Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no. 3481, 3478; Muslim, Hadis no. 2756-2757.

165- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 249-253.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile İstigase Yapmaya Getirilen Deliller]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

Bekrî, şöyle diyen âmânın hadisiyle ihticac etti: "Allâh'ım! Rahmet Nebîsi olan Sen'in Nebîn Muhammed ile Sana teveccüh ederek Sen'den istiyorum!"167

Ancak bu hadis, iki vecihten dolayı onun lehine bir hüccet değildir:

Birincisi: Bu istigase değildir, sadece Nebîyle yapılan teveccühtür.

İkincisi: Bu âmâ Nebî'nin duası ve şefaatiyle teveccüh etti. Zira o, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den dua talep etti ve duanın sonunda şöyle dedi: "Allâh'ım, onu benim için şefaatçi kıl!"168

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bu adam için şefaat ettiği böylece bilinir. Bu adam, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in zatıyla değil şefaatiyle tevessül etti. Nitekim sahabe, yağmur namazında Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessül ediyorlardı, yine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra Abbâs Radiyallâhu Anh'ın duasıyla tevessül ettikleri gibi."169

"Yine bu hadisin başında, bu adamın Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den kendisi için dua etmesini talep etmesi geçmektedir. Böylece bu hadis, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in o adam için şefaat edip dua ettiğine ve Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in de o adama Allâhu Teâlâ'ya dua edip Allâh'tan yaptığı şefaatin kabul edilmesini istemesini emrettiğine delalet eder.

Adamın şu sözüne gelince: "Ey Muhammed! Bu ihtiyacımı gidersin diye seninle Rabbime teveccüh ediyorum!" Bu söz, kalpte hatıra getirilen bir kişiye hitaben söylenilmiştir. Nitekim namazlarımızda şöyle deriz: "Ey Nebî! Allâh'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun!" Yine insan, sevdiklerini ve buğz ettiklerini kalbinde hatırına getirip onlarla konuşur, bunun örneği çoktur."170

"Bekrî'nin zikrettiği Âdem'in tevessülü171 ve Mansûr'un hikayesine172 gelince, buna cevap iki vecihten verilir:

Birincisi: Bunların bir aslı bulunmamaktadır, bunlarla hüccet ikame edilmez ve isnatları da yoktur.

İkincisi: Velev ki bunlar, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in zatıyla tevessül etmeye delalet etse de onunla istigase yapmaya delil değildir.

Devenin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e şikâyet etmesine gelince, bu aynı ademoğlunun ona şikâyet etmesi gibidir. İnsanlar kıyamet gününde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istigasede bulunacakları gibi o hayattayken de her daim ondan istigasede bulunurlardı.

Daha evvel, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den makamına yaraşır bir şey istendiğinde bu hususta bir ihtilafın bulunmadığını söylemiştik. O hayattayken gücünün yettiği şeylerde ondan talepte bulunmak ve o hayattayken ondan istigasede bulunmak hakkında da hiç kimse ihtilaf etmemiştir.

Bu sebeple Bekrî'nin zikrettikleri, ihtilafın membaına dair delil teşkil etmemektedir. Ancak bu adam (Bekrî), istigase lafzını ve bu lafzın genel manasını alıp onunla şüpheye düşürdü. Bu zikrettikleri ancak "Herhangi bir şeyde, hayatta da olsa ölü de olsa hiç kimse Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istigasede bulunamaz" diyenlere uyar. Salihler bir yana, Nebî'ler ve Rasûller bir yana, hatta öncekilerin ve sonrakilerin efendisi bir yana, akıl sahibi bir kişinin bunu avamdan herhangi bir kimse hakkında bile söylemeyeceği malumdur. Bazı hususlarda herkesten istigasede bulunacağı muhakkakken, Allâh'ın indinde mahlûkatın en faziletlisi ve en kerimi hakkında durum nicedir? Ancak bundan nefyedilmesi, iki şeye dönmektedir: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra onunla istigase etmek ve Allâhu Teâlâ'dan başka kimsenin gücünün yetmediği şeyleri ondan talep etmek."173



167- Tirmizî, Hadis no: 3578; İbnu Mâce, Hadis no: 1385; İbnu Huzeyme, Sahîh, Hadis no: 1219; Nesâ'î, es-Sunen'ul Kubrâ, Hadis no: 10419-10421.

168- Tirmizî, Hadis no: 3578; İbnu Mâce, Hadis no: 1385; İbnu Huzeyme, Sahîh, Hadis no: 1219; Nesâ'î, es-Sunen'ul Kubrâ, Hadis no: 10419-10421.

169- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 257-262.

170- Yakın lafızlarla İbnu Teymiyye, İktidâ'us Sirât'il Mustakîm, 2/318-319.

171- Bekrî'nin delil olarak getirdiği kıssa, şöyle rivayet edilmiştir: Ömer İbn'ul Hattâb Radiyallâhu Anh şöyle dedi: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Âdem günahı işleyince şöyle dedi: Ya Rabb! Muhammed'in hakkıyla Sen'den beni bağışlamanı istiyorum.

Allâh şöyle buyurdu: Ey Âdem! Ben henüz Muhammed'i yaratmamışken onu sen nereden bildin?

Âdem dedi ki: Ya Rabb! Ben onu bilirim, zira Sen beni elinle yarattığında, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın direklerinin üzerinde La İlahe İllallâh Muhammed'un Rasûlullâh yazdığını gördüm. Ben de bildim ki Sen, Kendi isminin yanına ancak Sana en sevimli olan mahlukatını katarsın!

Allâh şöyle buyurdu: Doğru söyledin ey Âdem! Muhakkak ki Muhammed, mahlukatın bana en sevimli olanıdır. Bana onun hakkıyla dua edesin, Ben de seni bağışladım. Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım."

Hâkim hadisi rivayet ettikten sonra şöyle diyor: "Bu, isnadı sahih olan bir hadistir." Zehebî ise bu hadisin mevzuu olduğunu belirtmiştir. (Hâkim, el-Mustedrak ala's Sahîhayn, İlmiyye, 2/672)

172- Bekrî'nin delil olarak getirdiği Mansûr kıssası, şöyle rivayet edilmiştir: İbnu Humeyd şöyle dedi: Müminlerin Emiri Ebû Ca'fer (Mansûr), Mâlik ile Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in mescidinde münazara etti.

Mâlik ona şöyle dedi: "Ey Müminlerin Emiri! Bu mescitte sesini yükseltme. Zira Allâhu Teâlâ bir topluluğu tedip edip şöyle buyurdu: "Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin." (el-Hucurât, 49/2) Bir topluluğu ise methedip şöyle buyurdu: "Allâh'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar..." (el-Hucurât, 49/3) Bir topluluğu zemmedip şöyle buyurdu: "Sana bağıranların." (el-Hucurât, 49/4) Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ölüyken hürmeti (saygınlığı) aynı hayatta iken hürmeti (saygınlığı) gibidir."

Bunun üzerine Ebû Ca'fer tevazu gösterip şöyle dedi: "Ey Ebû Abdillâh! Kıbleye yönelip mi dua edeyim yoksa Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e mi yöneleyim?"

Mâlik şöyle dedi: "Senin ve atan Âdem Aleyh'is Selâm'ın kıyamet gününde Allâhu Teâlâ'ya olan vesileniz o iken neden ondan yüz çevirirsin? Aksine ona yönel ve şefaat iste ki Allâh onu şefaatçi kılsın. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman..." (en-Nisâ, 4/64)" (Kadı İyâz, eş-Şumenî'nin haşiyesiyle eş-Şifâ, 2/40-41)

173- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 262-268.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[İbnu Teymiyye'nin Kelamının Sonu]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu cahillerin görüşüne gelince, bu, dinden irtidadı ve âlemlerin Rabbi'ne küfrü gerektirir. Hiç kuşku yok ki bunların görüşünün aslı, Allâhu Teâlâ'nın mağfiret etmediği küfür olan Allâh'a ortak koşma kapsamındandır. Zira Allâh Subhânehu ve Teâlâ Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

"Şöyle dediler: Sakın ilahlarınızı bırakmayın." (Nûh, 71/23)

Ayetin sonuna kadar.174 Seleften birden fazla kişi şöyle demiştir: Bunlar Nûh kavminde bulunan salihlerden bir topluluğun isimleridir. Ölümlerinden sonra onların kabirlerinin yanı başında itikaf yaptılar. Sonra da onların timsallerini tasvir edip onlara ibadet ettiler. Buhârî'nin Sahîh'inde ve Ehl-i Hadis'ten bir cemaatin de zikrettiği gibi, hadis, tefsir ve nebîlerin kıssalarına dair kitaplarda da yakın ibarelerle bu zikredilmiştir.

Allâhu Teâlâ Nebî'si Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e şöyle demesini emretti:

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana vahyolunuyor." (el-Kehf, 18/110)

Dalalet ehli ise şöyle der: "Bunu Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bizzat kendisi söylemiştir. Ancak bize gelince, biz onun hakkında o bir insandır diyemeyiz, aksine biz, falanca ve falancanın söylediği gibi söyleriz. Herkim Muhammed'in tamamıyla beşer olduğunu iddia derse küfre girmiştir!"

Bunu onlardan bir grup söylemektedir. Bu da Hristiyanların Mesih hakkında söylediğine benzemektedir. Hristiyanlar şöyle derler: "O tamamıyla insan değildir." Dahası, Mesih onlara göre ilahlığı ve insanlığı, tanrılığı ve beşer olmayı topluca kapsayan bir isimdir. Bunu da sofilerin ve şiilerin aşırılarından bir taife söyler, aynı Hristiyanların Mesih hakkında söylediği gibi ilâhlığın ve insanlığın nebilerde ve salihlerde bir araya toplandığını (ittihad) söylerler."175

"Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine ölülerden -nebî olsun, salihlerden olsun, başkası olsun- hiç kimseye dua etmeyi; ne medet umma lafzı ile ne de başka bir lafız ile meşru kılmadığını zaruri olarak biliyoruz. Tıpkı ümmetine ölüler için ve ölülere secde etmeyi ve benzeri şeyleri meşru kılmadığı gibi. Aksine biz, bunların hepsinden nehyettiğini de bunların Allâh ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in nehyettiği şirk olduğunu da biliyoruz. Lâkin sonraki dönemdekilerin çoğunda cehaletin yaygın oluşu ve risaletin eseri hakkındaki ilmin az oluşu sebebiyle onları bununla tekfir etmemiz mümkün değildir, ta ki Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in getirdiği ve kendilerinin muhalefet ettiği şey onlara açıklanana kadar.

İşte bu yüzdendir ki ben bu meseleyi İslam dinini bilen kime anlattıysam meseleyi anlayıp şöyle demiştir: "Bu İslam dininin aslıdır!"

Ashabımızdan ârif şeyhlerin en önde gelenlerinden bazıları şöyle derdi: "Bu, onun (İbnu Teymiyye'nin) bize beyan ettiği en azim meseledir!" Zira onlar bunun dinin aslından olduğunu biliyorlardı.

Bu kişi (Bekrî) ve benzerleri ise başka bir nahiyede İslam üzere olduklarını iddia eder, ölülere dua eder, onlardan ister, onlara sığınır, onlardan yardım isterlerdi. Bazen de ölülerle yaptıkları bundan daha azim olurdu. Çünkü onlar, kendi başlarına gelen bir zaruretten dolayı ölüye gider, kabrinin yanında ihtiyaçlarının karşılanacağını umarak zor durumda kalanların yaptığı şekilde ölüye ve ölü ile dua ederler. Bu ise onların Allâh'a ibadet edip O'na dua etmelerinin hilafınadır. Zira bunu, çoğunlukla Allâh'a ibadet etmekle mükellef oldukları için (zorunluluktan) ve âdet sebebiyle yaparlardı. Öyle ki İslam şeriatından ayrılmış düşman (Tatarlar) Dımaşk'a geldiğinde, başlarına gelen zorluğu kaldırmasını umdukları ölülerin kabirlerinin yanında ölülerden yardım dilemeye başladılar. Şairlerden biri şöyle dedi:

"Ey tatarlardan korkanlar... Ebû Ömer'in kabrine sığının!"

Veyahut da şöyle dedi:

"Ebû Ömer'in kabrine sığının... Sizi bu zor durumdan kurtarsın!"

Ben onlara şöyle dedim: Bu medet umduklarınız; şayet sizinle beraber savaşta olsaydı, Uhud Günü hezimete uğrayan Müslümanlar gibi hezimete uğrarlardı. Zira Allâh, bunu gerektiren sebeplerden dolayı ve Allâh Azze ve Celle'nin bu husustaki hikmetinden dolayı ordunun bozguna uğrayacağını taktir etmiş. İşte bu yüzden de din hususunda marifet sahipleri ve keşif ehli bu defa savaşa katılmadı, zira bu Allâh'ın ve Rasûlü'nün emrettiği şer'î bir savaş değildi.

Bundan sonra biz dini Allâh'a halis kılmayı ve Allâh'tan medet ummayı, Allâh'tan başkasından medet umulmayacağını, yani yakın bir melek veya gönderilmiş bir nebîden medet umulmayacağını emretmeye başladık.

Ne zamanki insanlar işlerini düzeltti, Rabblerinden medet umma hususunda doğru sözlü oldular, Rabbleri düşmanlarına karşı daha önce benzeri görülmemiş bir yardımla onlara yardım etti. Bundan evvel tatarlar böylesine hezimete uğramamıştı, zira daha evvel mevcut olmayan bir şekilde Allâh'ın tevhid edilmesi ve Rasûlü'ne itaat edilmesi kabule şayan oldu. Çünkü Allâh, Rasûlü'ne ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım eder. Nitekim Allâhu Teâlâ Bedir Günü hakkında şöyle buyurdu:

"Hani Rabbinizden yardım dilemiştiniz, O da size cevap vermişti." (el-Enfâl, 8/9)

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Bedir Günü şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Hayy, ey Kayyûm! Sen'den başka -ibadete layık, hak- hiçbir ilah yoktur! Rahmetinle Sen'den medet umarım!"

Başka bir lafızda şöyle geçmektedir: "Benim tüm işimi düzelt ve beni, göz açıp kapayana kadar bile kendi nefsime ve mahlûkatından kimseye bırakma!"176

"Bunlar ise ölü ve gaip kimselere dua eder ve onlardan biri şöyle der: "Ben senden medet umarım, sana sığınırım. Bize medet et! Bizi kurtar!" Yine şöyle der: "Sen benim günahlarımı bilirsin!" Bazıları ise ölülere şöyle der: "Beni bağışla! Bana merhamet et! Beni affet!" Ve buna benzer şeyler söylerler.

Aralarında bunu söylemeyen akıl sahipleriyse şöyle derler: "Ben günahlarımı sana şikâyet ederim! Düşmanımı sana şikâyet ederim! Emirlerin zulmünü, bidatlerin zuhur etmesini, zamanın verimsizliğini ve başka şeyleri sana şikâyet ederim!" Kabirdeki ölüye, dininde veya dünyasında başına gelen zararı şikâyet eder, şikâyet etmesindeki maksadı ise şikâyet ettiğinde ölünün bu zararı ortadan kaldırmasıdır. Bununla beraber şöyle de diyebilirler: "Başımıza gelen zararı sen bilirsin! İşlediğim günahları da sen bilirsin!"

Böylece canlı veya ölü hiçbir insanın bilmesi mümkün olmayan kulların günahları ve küçük detaylar hususunda bu ölüyü veya gaip olan canlı kişiyi bilgi sahibi addeder. Sonra onlardan bazıları isteklerini ve şikâyetlerini, bu kişinin ihtiyaçlarını karşıladığını düşünerek ona yöneltir, tıpkı isteyen kişinin -veçhini bilmese de yollardan bir yolla Rabb'inin bunları gidermesinin mümkün olmasından dolayı ve istemenin bir vesile ve sebep olmasından dolayı- istekleriyle ve şikâyetleriyle Rabb'ine hitap etmesi gibi.

Aralarındaki akıl sahipleri şöyle der: "Bizim maksadımız, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Allâh'a bizim için sormasıdır." Bunlar da Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem vefat ettikten sonra kendileri için Allâh'dan istemesini ondan istediklerinde, onun onlar için isteyeceğini ve şefaat edeceğini zannederler. Nitekim, Sahâbe Radiyallâhu Anhum istiskada ve başka zamanlarda ondan istediklerinde Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem istemiş ve şefaat etmişti, yine kıyamet gününde kendisinden şefaat istendiğinde şefaat edecektir.

Ancak bunlar, bilmezler ki ölüden veya gaipten istemek kesinlikle gayrı meşrudur ve bunu sahabeden kimse yapmamıştır, aksine (ölümünden sonra) ondan isteyip ondan dua talep etmekten yüz çevirip başkalarından istemeye ve başkalarından dua talep etmeye yöneldiler. Ayrıca şunu da bilmezler: Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, sair nebiler, salihler ve başkalarından, onlar hayattayken istenilen şeyler, ölümlerinden sonra istenilmez. Vallâhu Alem."

Özetlenmiş bir şekilde Şeyh'ul İslâm İbnu Teymiyye'den alıntı sona erdi.



174- Allâhu Teâlâ ilgili ayette şöyle buyurmuştur:

"Şöyle dediler: Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd'i, Suvâ'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i hiç bırakmayın." (Nûh, 71/23)

175- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 403-404.

176- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 411-414.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[İbnu Teymiyye Rahimehullâh'ın Sözlerinin Değerlendirilmesi]

Allâhu Teâlâ sana rahmet etsin, Şeyh'ul İslâm'ın kelamı üzerine saat saat, gün gün, ay ay ve yıl yıl düşün! Umulur ki Allâh'ın tüm rasûllerini kendisiyle gönderdiği ve bütün kitaplarını kendisiyle indirdiği İslam dinini anlarsın. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki biz her ümmete, 'Allâh'a ibadet edin ve Tâğût'tan sakının!' diye (emretmeleri için) bir Rasûl gönderdik." (en-Nahl, 16/36)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona: Benden başka -ibadete lâyık, hak- ilah yoktur; şu hâlde yalnız Bana ibadet edin, diye vahyetmiş olmayalım." (el-Enbiyâ, 21/25)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce gönderdiğimiz rasûllerimize sor..." (ez-Zuhruf, 43/45)

Sonra da Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın zikrettiği, kendi zamanında ilim ve marifet iddia edip fetva vermeye ve kadılığa atanan kişilerin içine düştüğü büyük şirk nevileri üzerinde düşün! Ancak ne zamanki Şeyh bu hususta onları uyarıp bunun Allâh ile Rasûlü'nün haram kıldığı şirkin bizzat kendisi olduğunu beyan edince, onlar bunu kavrayıp üzerinde bulundukları şeyin şirk ve dalalet olduğunu anladılar ve hakka boyun eğdiler. Bazılarına da bu açıklanınca İbnu Teymiyye'ye şöyle dediler: "Bu, senin bize beyan ettiği en güzel meseledir!"

İşte bunların üzerinde düşündüğünde İslâm'ın garipliği senin için açıklığa kavuşur. Bu da Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğine dair tevatürle rivayet edilen hadisleri doğrulamaktadır: "Siz, sizden öncekilerin izini takip edeceksiniz..."177

Bu adamda (Bekrî'de) vuku bulan şey ve Allâh'tan başkasından yardım dilemeye cevaz vermesi, Allâh'tan başkasından medet ummanın ve Allâh'tan medet umulan her şeyde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den de medet ummanın caiz olduğunu iddia etmesi, bu hususa Kuran ile sünnetin müteşabihleriyle ihticac etmesi ve Allâh'tan başkasının gücünün yetmediği zorlukları giderme ve fayda verme hususunda Allâh'tan başkasından medet umulmaz diyenleri tekfir etmesi üzerinde de düşün!

Sonra da Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın muhkem ayetlerle ve sarih hadislerden oluşan kati burhanlarla verdiği cevap üzerinde düşün! Düşün ki, eğer Allâh sana hidayet bahşederse ve insanların çoğunu ateşe atan, babaların ve ataların üzerinde bulunduğu yolla aldanma şüphesini senden uzak kılarsa, bu mesele ve beldelerin ahalisinin birçoğunun karar kıldığı ameller senin için açıklığa kavuşsun.

Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın kendi zamanında yaşayan bu müşrikler hakkında zikrettiği en hayret verici şeylerden biri de şudur: Onlardan biri kabre secde eder, kıbleye sırtını döner ve başka biri şöyle der: "Kıble avamın kıblesidir, falanca şeyhin kabri ise havasın kıblesidir."

Allâh'ın rahmeti üzerine olsun, Şeyh şöyle dedi: "Bunu söyleyen de insanların arasında en çok ibadet eden ve en çok zühde sahip olan ve kendisine tabi olunan bir şeyhtir."

Ben (Abdullâh bin Muhammed bin Abd'il Vehhâb) derim ki: Bunun bir benzerinin de bugün, bu devirde, Alî'nin ve başkalarının meşhetlerinde ve de kabirlerin üzerine inşa edilmiş mescitlerde işlendiği ve [bunu yapanların, kabirlere ibadet ederken] Allâh'ın evlerinde bulundukları zaman hissettikleri yumuşaklık, huşu ve ağlamadan daha fazla yumuşaklık, huşu ve ağlama hissettikleri görülür.

Dahası, bunlardan biri Allâhu Teâlâ'nın huzurunda namaza kalktığında, karganın gagaladığı gibi gagalar. Bunlardan biri Allâh adına yalan yere yemin-i gamusda (yalancı şahitlikte) bulunur, ancak kendisine filancanın türbesi adına veyahut falancanın adına yemin et denilince yalan yere yemin etmeyi kabul etmez. Böylece falanca veya türbesi ve filanca şeyh, onun göğsünde Allâh'tan daha yücedir. Şüphesiz biz, Allâh'a aitiz ve O'na döneceğiz, bu ne kadar da azim bir musibettir! Tallâhi bu fitne yayıldı da kör etti, kalplerde ve kulaklarda büyüdü de sağır etti!

Allâhu Teâlâ sana merhamet etsin, yine Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın şu kavli üzerinde düşün: "Bu hususun âlimlerden birinden nakledildiğini bilmiyorum, ama bu bazı insanların kelamında mevcuttur. Mesela Şeyh Yahyâ es-Sarsarî'nin ve Şeyh Muhammed İbn'un Nu'mân'ın sözlerinde bu mevcuttur. Hiç kuşkusuz ki bu kişiler ve benzerleri hükümlerin kendisinden elde edildiği naslar hususunda bilgi sahibi olan, İslam'ın şeriatı ve helal ile haram bilgisinin kavillerinden alındığı ilim ehlinden değildirler."

Zira Şeyh Yahyâ es-Sararî el-Hanbelî'nin şiirlerinin bir kısmında Rasûller'e dua etme ve onlardan medet umma bulunmaktadır. Kabir ziyaretiyle alakalı tasnif eden diğerleri de böyledir. Sakın buna aldanma veya bu hususta onları taklit etme! Zira onların, bu hususta ne Kitap'tan ne Sünnet'ten ne de razı olunan bir alimden sahih bir dayanağı bulunmamaktadır. Aksine, tıpkı Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın dediği gibi bir âdeti takip ettiler, bu yüzden bu hususta onlara tabi olunmaz. Dinde ancak âlemlerin Rabbi'nin kelamı, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve onun ashabı Radiyallâhu Anhum Ecma'în'in kelamına tabi olunur.

Sen sahabe veya onlara ihsan ile tabi olanlardan birinin, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra ona gidip ondan medet umduğunu veya onu Rabbi'ne şefaatçi kılıp, "Ey Allâh'ın Rasûl'ü! Benim için Rabb'ine şefaatçi ol ve borcumu öde!", "Sıkıntımı gider!", "Bana yardım et!" ya da "Günahlarımı bağışla!" dediğini bulur musun? Aksine onlar tevhidi yalnız Allâhu Teâlâ'ya has kıldılar ve cüzünü korudular. Bu yüzden de Abdullâh bin Ömer, Allâh her ikisinden ve diğer sahabeden razı olsun, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayınca ayakta durup şöyle derdi: "Ey Allâh'ın Rasûl'ü! Selam senin üzerine olsun!" Sonra durup şöyle derdi: "Ey Ebû Bekir! Selam senin üzerine olsun!" Sonra durup şöyle derdi: "Ey babacığım! Selam senin üzerine olsun!"178 Sahabeden biri dua etmek istediğinde, kabrin duvarına sırtını dönüp kıbleye yönelirdi, böylece kabrin yanında dua etmemiş olurdu.

İmam Ahmed ve başkaları Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayıp ona salat-u selam gönderdikten sonra kişinin kıbleye yöneleceğini ve sırtını kabre dönmemek için kabri soluna alacağını, daha sonra da kendisi için dua edeceğini zikretmiştir. Anam babam kendisine feda olsun, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayıp salat gönderdiğinde yüzünü ona döneceğini, dua etmek istediğinde ise hücreyi soluna alacağını, kıbleye yöneleceğini ve Allâh'a dua edeceğini de zikretmişlerdir.

Mâlik'in ashabı ise kabre yaklaşıp Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e selam vereceği, sonra da kıbleye yönelerek, kabre sırtını dönerek dua edeceğini zikretmiştir. Kişinin kabre sırtını dönmeyeceği de söylenmiştir. Bu hususta ihtilaf etmelerinin sebebi de bu yapıldığında kişinin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e sırtını çevirmiş olacak olmasındandır. Ancak hücreyi soluna aldığında ihtilafsız olarak mahzur ortadan kalkar.

Mâlik, el-Mebsût'ta şöyle dedi: "Ben Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in kabrinin yanında durulmayacağını düşünürüm, aksine salat getirip selam vermelidir!"179

İşte bu, sahabe Radiyallâhu Anhum'dan, onlara ihsan ile tabi olanlardan ve dört imamdan oluşan selef-i sâlihîn yoludur!

İmam Mâlik Rahimehullâhu Teâlâ ne kadar da güzel söylemiştir! "Ümmetin evvelini ıslah eden şeyden başkası bu ümmetin sonunu ıslah edemez!"180

Lakin ümmetlerin, peygamberlerinin ahitlerine bağlı kalmaları zayıfladıkça onun yerine icat ettikleri bidati, şirki ve diğer şeyleri koydular. Bu yüzden de imamlar kabri istilam edip onu öpmeyi kerih görmüştür ve insanların oraya ulaşmasını men etmek için bina inşa ettiler. Vallâhu A'lem!

Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın kelamının sonundaki şu sözü üzerinde de düşün! "Bu kişilerin görüşünün aslı, Allâhu Teâlâ'nın -kişi tövbe etmeden- mağfiret etmediği büyük şirk ve küfürdür. Bu, dinden irtidadı ve âlemlerin Rabbi'ne küfrü gerektirir."

Kitap ve sünnetten hüccet kendisine ikame edildikten sonra bunu yapmakta ısrar eden kişinin, bunu işlediğinde küfre gireceğini ve dinden irtidat etmiş olacağını ne kadar da açık bir şekilde söyledi! Allâh'ın Rasûl'ü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i kendisiyle gönderdiği İslâm dinini bilen hiç kimse zaten bu hususta çekişmez. Vallâhu A'lem!



177- Buhârî, Hadis no: 7320.

178- Mâlik, Yahyâ rivayetiyle el-Muvatta, thk: Abd'ul Bâkî, 1/44.

179- Kadı İyâz, eş-Şifâ, Dâr'ul Fikr, 2/85.

180- Kadı İyâz, eş-Şifâ, Dâr'ul Fikr, 2/88.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

Tevhîd Müdafaası


[Mürtedin Tarifi ve Hükmüne Dair] Fasıl

İknâ ve şerhinde181 şöyle geçer:

"Mürtedin Hükmü Babı.

Mürted, mümeyyiz dahi olsa İslâm'ından sonra ister lafzen ister itikat ederek ister şüphe duyarak ister fiilen küfre giren kişidir. Mümeyyizin İslâm'ı sahih olduğu gibi riddeti de sahihtir.

Ancak Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı ikrah altındaki kişi mürted addedilmez:

"Kalbi iman ile dolu olduğu hâlde ikrah altında olan müstesna..." (en-Nahl, 16/106)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinin umumi olmasından dolayı alay ederek bunları yapsa da mürted addedilir:

"İçinizden kim dininden irtidad ederse..." (el-Mâ'ide, 5/54) Ayetin sonuna kadar.182

Âlimler, mürtedin katlinin vacip oluşunda icma etmişlerdir.

Herkim Allâhu Teâlâ'ya ortak koşarsa, Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı İslam'ından sonra küfre girmiştir:

"Hiç şüphesiz Allâh, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun aşağısını dilediği kimse için bağışlar..." (en-Nisâ, 4/48, 4/116)

Herkim Allâh'ın rububiyetini veya vahdaniyetini inkâr ederse küfre girer, zira onları inkâr eden Allâhu Teâlâ'ya ortak koşmuştur. Herkim Allâh'ın sıfatlarından bir sıfatı inkâr eder yahut da Allâh'a bir eş ya da evlat nispet ederse küfre girer.

Herkim nübüvvet iddia ederse yahut da Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sonra nübüvvet iddia eden birini tasdiklerse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini yalanlamıştır:

"Lâkin o, Allâh'ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur..." (el-Ahzâb, 33/40)

Herkim bir nebîyi veya Allâh'ın kitaplarından bir kitabı veya kitapların içinden bir şeyi inkâr ederse veya melekleri yahut melek olduğu sabit olanlardan bir tanesini inkâr ederse Kuran'ı yalanladığı için küfre girer. Herkim ölümden sonra dirilmeyi inkâr ederse küfre girer. Herkim Allâh'a ve Rasûlü'ne söverse küfre girer. Herkim Allâh'la, kitaplarıyla ya da Rasûlleriyle alay ederse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Allâh ile ayetleriyle ve Rasûlü ile mi..." (et-Tevbe, 9/65) Ayetin sonuna kadar.183

Şeyh (İbnu Teymiyye) şöyle dedi: Herkim Allâh'ın Rasûlü'ne buğzederse veya Rasûl'ün getirdiğine buğzderse ittifakla küfre girer. Herkim Allâh ile kendisi arasına vasıtalar koyup onlara tevekkül eder, onlara dua eder ve onlardan isterse icma ile kâfir olur, zira bu şöyle diyen putperestlerin fiiline benzer:

"Biz onlara ancak bizi Allâh'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." (ez-Zumer, 39/3)

Herkim Allâh'ın meşru kıldığı dinden bir şeyle alay mahiyetinde sarih bir söz söyler veya fiil işlerse, önceki geçen ayetten dolayı küfre girmiştir. Herkim Kuran'ın değerini düşürürse küfre girer."184

"Kendisinin Yahudi veya Hristiyan olduğunu söylemesi gibi herkim kendisini İslam'dan çıkaran bir söz söylerse kâfirdir. Herkim Allâh'ın vaadi veya tehdidiyle alay ederse kâfirdir, zira bu Allâh ile alay etmeye benzer. Herkim İslam dışında bir din edinenleri tekfir etmezse veya onların küfürleri hususunda şek ederse kâfirdir."185

Nihayet şöyle dedi: "Herkim "Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e bâtın ilimlerde değil, zahir ilimlerde muhtacım" derse, ya da "Hızır'ın Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın şeriatından çıkabildiği gibi Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şeriatından çıkabilen veliler vardır" derse kâfirdir."186

"Herkim sahabe Radiyallâhu Anhum'a veya onlardan birine söverse ve sövmesiyle beraber Alî'nin ilah olduğunu veyahut da Cibrîl'in (nübüvveti ilettiği kişi hususunda) hata ettiği iddiasını eklerse, bu kişinin küfründe şüphe bulunmamaktadır. Dahası, böyle bir kişinin tekfirinde duraksayanın küfründe şüphe bulunmamaktadır. Ancak sahabeye sadece lanet eden veya mutlak anlamda kötü görene gelince, bu ihtilaf konusudur, İmam Ahmed bu kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesi hususunda duraksamıştır."187

"Sihir öğretmek, öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihir, kendisine sihir yapılan kişinin bedenine, aklına veya kalbine dokunmaksızın bunlarda tesir gösteren bağlanmış bir ip, rukye, konuşulan veya yazılan sözler yahut da yapılan bir şeydir. Sihrin hakikati vardır. Sihrin bazısı öldürür, bazısı hasta eder, bazısı erkeği hanımından alı koyar, bazısı kişiyle eşinin arasını ayırır, bazısı iki eşi birbirinden nefret ettirir, bazısı iki kişiyi birbirine sevdirir.

Sihri öğretmekle ve yapmakla kişi küfre girer ister haramlığına itikat etsin ister mübahlığına itikat etsin fark etmez, aynı süpürge veyahut başka bir cansız şeye binip havada uçanlar gibi.

Cinlere azmeden ve cinleri toplayıp onların kendisine itaat ettiğini iddia eden kişi küfre girmez, ancak öldürülme dışında beliğ bir tazirle cezalandırılır. Kâhin ve Arrâf da böyledir. Kâhin kendisine haber getiren cinleri görendir. Arrâf ise müneccim gibi tahmin yürüten kimsedir.

(Kehanette bulunmak için) küçük taşları veya buğdayı yere atan ve kürek kemiğine bakanlara gelince, bunlar yaptıklarının mübah olduğuna itikat etmediğinde ve kendisinin bununla (kehanetle) gayb ilimlerini bilmediğine itikat ettiğinde tazir edilir ve bırakılır. Aksi takdirde küfre girer."188

"Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e zahir ilimlerde muhtacım..." sözünün sonuna kadar olan ibarenin şerhinde (Buhûtî), kendi zamanında Mısır ve Şam'da bu belanın yayılmış olduğunu söyledi.189 Allâh Subhânehu ve Teâlâ en iyi bilendir.

Allâh, Muhammed'e, âline ve ashabına din gününe kadar, Allâh arzı ve onun üstündekileri miras alana kadar (herkes ölüp Allâh'tan başkası kalmayana kadar) -ki Allâh, varislerin en hayırlısıdır- daimî ve hiç bitmeyen bir salat u selam eylesin. Âmîn!


(Faydalı Sözler İsimli Eser Sona Ermiştir. Hamd Yalnız Allâh'adır!)


181- İknâ kitabı, Dımaşk müftüsü Şeyh'ul İslam Haccâvî (968 H) Rahimehullâh'ın telif ettiği Hanbelî fıkhına dair benzeri olmayan; Hanbelî fıkhına dair el-Mustev'ib, el-Muharrar ve el-Mukni gibi kitapları kaynak alan ve muteahhir Hanbelîlerin dayanağı addedilen fıkıh kitabıdır. Şerhi ise, Keşşâf'ul Kinâ ismiyle meşhur olup Allâme Mansûr el-Buhûtî (1051 H) Rahimehullâh tarafından yazılmıştır. Şerhi zamanında yaşayan Hanbelî uleması tarafından o kadar çok beğenilmiştir ki, bazısı Buhûtî'nin yazdığı şerhten sonra kendi yazdıkları şerhe ihtiyaç kalmadığı için yazdıkları şerhleri yok etmiştir.

182- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! İçinizden kim dininden irtidad ederse, (bilin ki) Allâh onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allâh onları sever, onlar da Allâh'ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allâh yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allâh'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allâh, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (el-Mâ'ide, 5/54)

183- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, 'Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk', derler. De ki: Allâh ile âyetleriyle ve Rasûlü ile mi alay ediyordunuz?" (et-Tevbe, 9/65)

184- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/225-228.

185- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/230-231.

186- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.

187- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/234-239.

188- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/272-276.

189- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)

🡱 🡳

Benzer Konular (5)