KURTULUŞ SAVAŞÇILARININ ELBANİ VE İRCA MESELESİNDEKİ TEZATLARI (MURAT GEZENLER, EBU HANZALA, FARUK FURKAN VE DİĞERLERİ)
Bismillahirrahmanirrahim,
Son zamanlarda Ebu Hanzala isimli şahsın yaptığı bir konuşmada Nasıruddin el Elbani hakkında sarfettiği sözler gündeme oturmuş bulunmaktadır. Ebu Hanzala Elbani’nin tağutlara destek olduğu, onlara müslüman hükmü verdiği gibi hususların yanı sıra Mürcii akidesinde olduğunu gösteren başka bir delil olarak Elbani’nin Allah ve Rasulune söven kimseleri tekfir etmemesini de zikretmiştir. Bunun üzerine Ubeydullah Arslan isimli başka bir cehennem davetçisi Elbani’yi müdafaa ederek Ebu Hanzala’ya Harici, cehennem köpeği vb ifadelerle saldırmıştır. Bunun üzerine Murat Gezenler ve Faruk Furkan da konuya müdahil olup Ebu Hanzala’yı müdafaa etmişlerdir. Şimdi hepsi de değişik fırka ve zihniyetlerdeki cehennem davetçileri olan bu şahısların kendi aralarındaki atışma ve münazaraları bizi ilgilendirmemektedir. Elbani konusuna da girmeyeceğiz çünkü biz yukarda Elbani’nin Allaha ve Rasulune dil uzatanlar eğer bunu cehaletten, kötü terbiyeden vs ‘den dolayı yapıyorlarsa tekfir edilmezler şeklindeki görüşünü ve diğer Mürcii ve Cehmi görüşlerinin değerlendirmesini yapmıştık. Bizim bu yazımızdaki gaye ise bu vesileyle gündeme gelen “irca” konusuna dikkat çekmek ve bu irca hastalığının sadece Elbani’ye has olmadığını, onu Mürcie olmakla suçlayanların da aynı hastalıktan muzdarip olduklarını vurgulamaktadır.
Şimdi Elbani isimli sözde muhaddis olduğu iddia edilen şahsın Mürcii ve Cehmi zihniyete sahip bir mülhid kafir olduğu hususu zaten açıktır. Bu adamın sözlerini hikmet nazarıyla inceleyen herkes bunu görür. Ubeydullah Arslan’ın da akidesi ortadadır. Açıkça demokratik seçimlerde oy kullanmayı teşvik eden, şirk hususunda cehaletin özür olduğunu savunan bu batıl davetçisiyle alakalı da konuşmayı zaid addediyoruz. Bu şahsın Elbani’yi savunması da gayet normaldir. Zaten Elbani’ye yaptığı savunmada aslında konuyla alakalı kendi akidesini de ortaya koymuştur. Çünkü tesbit edebildiğimiz kadarıyla konu hakkında şöyle demiştir: “…Diğer konuya gelince cehaletinden dolayı peygambere küfür eden genç bir kimseye kafir dememiştir iddiası; İmam el-Elbanî bu genci cehaletinden dolayı mazur görür, küfür devleti onu bu hale getirmiştir, saptırmıştır, aklını çalmıştır, dini öğretmemiştir bu durumda halini gözetin, onu bilinçlendirin diye yol gösterir, tekfirden uzak kalın diye öğüt verir. Bu durumda bu görüşünden dolayı kafir damgası yemesi hak mıdır?” Görüldüğü gibi Allaha Peygambere söven birisini tekfir etmemesi konusunda Elbani’ye hak vermektedir, bu şahsın aldığı kötü eğitim ve terbiyeden dolayı bu hale geldiğini iddia ederek bu şahsı tekfir etmemek gerektiğini ileri süren Elbani’nin görüşünü herhangi bir itirazda bulunmadan aktarmıştır. Esasında Allaha ortak koşma hususunda cehaleti özür gören birisinin Allaha sövme hususunda cehaleti özür görmesine de şaşılmaz. Çünkü bu adamlara göre asılların aslı olan tevhidi yerine getirmemiş, Allahı birlememiş, ona ortak koşmuş ve bu surette Allaha eksiklik ve noksanlık izafe etmiş olan birisi müslüman kalabiliyorsa; aynı zihniyete göre Allahı tazim etmeyen, ona hürmet etmeyen, saygısızlık yapan birisi de pekala müslüman kalabilir. İkisi arasında şiddet ve derece bakımından farklar sözkonusu olabilse de neticede ikisi de imana zıt olan, Allaha iman eden hiç kimsede bulunmayacak olan fiillerdir. Birinde cehaleti, tevili vs mazeret gören birisi diğerinde de pekala görebilir.
Şimdi buradaki asıl mesele bu halis muhlis şirk davetçilerinden ziyade sözde tevhid adına bu şirk davetçilerine itirazda bulunan kişilerin durumudur. Şimdi Ebu Hanzala, Murat Gezenler, Faruk Furkan ve diğerleri; Elbani’yi veya Ubeydullah Arslan’ı tenkid ettiler, irca ve tecehhüm ile suçladılar, hatta sözleri küfürdür dediler… Peki bu şahısları muayyen olarak hakiki anlamda tekfir ediyorlar mı? Yani mesele Elbani’ye sövüp saymak değil, Elbani kafirdir diyebiliyorlar mı? Ağızlarından böyle bir ifade sadır oldu mu? Bilakis Faruk Furkan gibiler kitaplarında Elbani’nin hadislerle alakalı değerlendirmelerini alırlar, Şeyh Albani bu hadise sahih dedi, zayıf dedi vs. Elbani kimdir ki hadislere sahih desin, hasen desin? Evvela bu adamın akidesi nedir, saniyen hadis sahasında ehliyeti var mıdır? Elbani’nin hadis sahasında otorite olduğunu kim tayin etmiştir? Elbani denilen şahıs öncelikle ilmi hocalardan alan birisi değildir yani suhufidir, sayfacıdır, ilmi kitaplardan almıştır. Suud selefilerinden aklı başında olanlar Elbani’nin görüşlerine ve hadis kritiklerine itibar etmezler. Cehaletin yaygın olduğu bir ortamda hadis sahasında bazı çalışmalar yaparak şöhret bulmuştur ve cahiller onu muhaddis ilan etmiştir o kadar. Akide olarak ona muhalefet edenlerin, onu tekfir edenlerin ilmi konularda ona itibar etmeleri ise kendi çelişkileridir. Bu birinci mesele bunu soru işareti olarak bırakıp diğer meseleye geçiyorum. İkinci olarak bu şahısların Elbani’yi tenkid ederken kullandıkları usulle alakalıdır. Çünkü bir kimse davasında haklı dahi olsa bunu yanlış bir delillendirme ile, batıl bir usulle gerekçelendiriyorsa o kişi tasdik edilmez. Mesela Faruk Furkan konuyla alakalı yazısında Ubeydullah Arslan’a hitaben diyor ki:
“Face’den yaptığınız açıklamalarınızda Elbânî’nin Allah’a ve Rasulüne söven genç hakkında söylemiş olduğu sözlerini “Şeyh genci cehaletiyle mazur görüyor” tarzında tevil ederek çok büyük ve ilmî bir hata etmişsiniz. Zira Elbânî, genci cehaletiyle mazur gördüğü için değil, onun yaptığı bu küfrü, kalbî küfür olarak değerlendirmediği için tekfir etmiyor. Eğer genci cehaleti sebebiyle mazur görse bu, asıl olarak onun, gencin yaptığı bu işi küfür kabul ettiği; ama cehaletini buna mani saydığı anlamına gelir ki, böylesi bir yaklaşım –her ne kadar kabul etmesek de– izah edilebilir bir yaklaşım olurdu. Fakat Elbânî böyle yapmıyor; aksine gencin söylediği sözün kalben inanılmadan söylenen bir söz olduğunu ve bunun amelî küfür kapsamında değerlendirileceğini, dolayısıyla şahsın kâfir olmayacağını ifade ediyor ki, işte bu, kelimenin tam anlamıyla ircâ fikridir, Cehm b. Safvan’ın söylediği sözün aynısıdır ve tüm ulema tarafından reddedilmiş bir görüştür.”
Dikkat edilirse Allaha sövmeyi küfür olarak kabul edip, cehaleti bu noktada özür görmekle kalsaydı bu izah edilebilirdi diyor. Faruk Furkan’a soruyoruz: Allaha ve Rasulune sövme konusunda cehaleti özür görmenin neresi izah edilebilir? Nasıl izah edilebilir? Mutlak küfür olan bir meselede o ameli küfür olarak görmeyen birisi ile küfür olarak görüp de cehaleti özür gören birisi arasında nasıl bir fark vardır? Bu ikisi de Şari’nin kafir olarak vasfettiği birisini müslüman olarak isimlendirme hususunda ittifak etmiyorlar mı? Küfre iman ismini vermek ise küfür değil mi? Ama sizin gibi kurtuluş savaşçısı zihniyetinde olanların ekserisi “kafire kafir demeyen kafirdir” kaidesine bir sürü batıl tafsilat getirdiğiniz için bu meselede de bocalamanız normaldir. Yani Elbani bizzat amelin kendisine küfür demiyor –gerçi o halde bile onu tekfir edip etmediğiniz meçhul!- lakin böyle demese de sadece cehaleti tekfir manisi olarak görseydi bundan dolayı irca ile suçlanamazdı mı diyorsun? Murat Gezenler de konuyla ilgili ses kaydında Elbani muayyen bir şahsın tekfiri hakkında konuşsaydı bunun bir izahı olurdu fakat o bizzat amelin kendisine küfür dememektedir benzeri kelamlar etmektedir. Ona da soruyoruz: Allaha Peygambere açıkça söven muayyen bir şahsın tekfirinde duraksamanın nasıl bir izahı olabilir? Tekfir engellerinden bahsediyorsan bu konuyla alakalı tekfir engeli olabilecek yegane şey bu şahıs bunu ikrah altında mı yaptı, bunun tahkikidir. Bu hususta cehalet ve tevilin bir geçerliliği olabilir mi sana göre? Hadi sana göre olmadı diyelim, müslüman kıble ehli birisi Allaha ve Rasulune hakaret eden bir kimse hakkında cehalet ve tevili nasıl mazeret görecek? Çünkü bu fiil zaten şahsın kalbinde iman olmadığını göstermektedir, Allaha ve Rasulune iman etmiş olan birisi asla böyle bir şeye kalkışmaz. Bunun küfür olduğunu bilmemesinin hükme ne gibi bir tesiri olacaktır? Açıkça bellidir ki Allaha ve Rasulune söven bir kimsenin küfrü hakkında şüphe eden kişi imanın küfrün ne olduğunu bilmeyen birisidir. O yüzdendir ki Sahnun (ra) gibi alimler böyle birisinin de tıpkı söven kişi gibi kafir olduğunu beyan etmişlerdir. Sahnun’dan veya başka bir alimden bu hususta mutlak muayyen ayrımı yapılacağına dair en ufak bir kavil getirilebilir mi? Mesele bu kadar açıkken neye dayanarak muayyen şahsı veya cehalet özrünü konuşsaydı izahı olurdu diyebiliyorsunuz? Eğer Elbani’yi suçladığın Mürcie’likten beriyseniz bunlara usulen cevap vermeniz gerekir. Tabi size göre ve diğer kurtuluş savaşçısı zihniyet mensuplarına göre cehalet özrü meselesi itikadi konu değil, usuli ve fıkhi bir konu olduğundan dolayı taraftarlarınıza Elbani’nin görüşünün sizin usulunuze göre ihtilaf sahası olabilecek cehalet gibi tekfirin manileri kısmına değil, bizzat küfür olan bir fiili küfür addetmeme yani mutlak tekfir hükmünü kabul etmeme kısmına dahil olduğu mesajını veriyorsunuz. Lakin zaten bu usulunuz baştan sona batıldır. Dinin aslını ihlal eden birisini cehaletten dolayı mazur görmek asla usuli ve fıkhi bir hata sayılmaz, bu bilakis kafiri müslüman görmektir ve bunu iddia eden birisi imanla küfür arasındaki farkı bilmeyen birisidir. Bu mesele aslında geniş izah isteyen bir konudur fakat biz burada şimdilik sadece işaret etmekle yetinelim.
Bu vesileyle şunu herkes bir kez daha anlasın ki Elbani, Ubeydullah Arslan vb’nin dahil olduğu telefi camiasıyla kendilerine cihad ehli diyen kurtuluş savaşçıları arasında itikadi noktada ciddi bir ihtilaf yoktur. İhtilaf sadece lafzidir ve de büyük oranda siyasidir. Sözkonusu yazıda ismi geçen Zevahiri, Makdisi, Ebu Katade, Tartusi gibi zevat düne kadar kurtuluş savaşçıları nezdinde baş tacı idi. Türkiye’de Murat Gezenler, Ebu Hanzala gibi kimseler bu adamların kitaplarını yayar, bunları alim olarak insanlara lanse ederlerdi. Derken IŞİD grubu ile el Kaide arasındaki malum ihtilaftan sonra birden yollar ayrıldı, bu ismi geçen cihad ulemasının (!) hepsi birden IŞİD’e cephe aldılar ve bundan sonra birden gözden düştüler, düne kadar bunları tekfir ettiğimiz için bizleri Harici, tekfirci ilan edenler, hakaretler hatta tehditler yağdıranlar bir anda bu adamların aslında ne büyük bir belam, müşrik, mürcii vs olduğunu keşfediverdiler!! Aslında Suud selefileri ile aralarındaki ihtilaf nasıl ki akidevi değil, siyasi bir ihtilafsa aynı şekilde el Kaide cenahıyla olan ihtilafları da akidevi değil siyasi bir ihtilaftır. Bu fırkaların hiç biri tekfir meselesini itikadi konu olarak görmezler, tekfir edenlere de etmeyenlere de göre tekfir konusu fıkhi meseledir, bundan dolayı tekfir etmeyen tekfir edilmez. O yüzden Elbani’yi tekfir etmeseler şaşılmaz.
İrca meselesinde ise bu adamların hiç kimseyi tenkid etme hakları yoktur. Çünkü bu zihniyet mensuplarından ircanın bulaşmadığı hiçbir kişi ve kuruluş kalmamış ki bunlar bu meseleden salim olsunlar! Eğer küfür ameli işleyen birisinin ikrah hali dışında da mümin kalabileceğini iddia etmek irca ve cehmilik ise ki öyledir, tağuta muhakemenin küfür olduğunu kabul edip sonra küfür diyarında bunu yapan birisinin mümin kalacağını iddia eden Ebu Hanzala şimdi irca’dan uzak mıdır? Keza aynı kişi ve onun gibi cehaletin mazeret olmamasını ilmin yayılmasına bağlamış olan ve ilmin yayılmadığı yerlerde cehaletin özür olacağını ileri sürenler ve bu surette İslama yeni giren kişinin küfür işlese de müslüman kalacağını iddia edenler Mürcie’den nasıl beri olacaktır? Bu kurtuluş savaşçısı zihniyetindeki davetçilere sorun; tağutu çökertmek amacıyla tağuta asker olunabilir mi, ne cevap verecekler? Eğer küfür dedikleri askerliğin tağutu çökertme amacıyla caiz olacağını iddia ediyorlarsa böyle birisi Mürcie’den beri olduğunu nasıl iddia edebilir? Yine bunlara sorun Hatib bin Ebi Beltia kıssasını nasıl izah ediyorlar? Hatib’in yaptığı fiilin yani casusluğun küfür olduğunu kabul edip de Hatib’in cehaletten, tevilden veya batini halinin iyi olmasından dolayı mümin kalmaya devam ettiğini ileri süren bir kimsenin Mürcie’den ne farkı vardır? Bu konularda bu şahısların fikirlerini öğrenmek isteyenler Gezenlerin, Furkanın, Hanzala’nın ve bütün bunların üstadı niteliğinde olan Abdulkadir bin Abdulaziz’in kitaplarından bunları görebilir. Biz gerekirse bunları delillendiririz, burada sadece işaret etmekle yetindik. Kısacası bu kimseler başkalarını Mürcie’likle suçlamadan önce dönsünler kendi hallerine baksınlar, kendi Mürcie’liklerini temizlesinler. Bu irca zihniyeti öyle bir pisliktir ki bundan kurtulabilen çok azdır, bu hususta Allahtan ayaklarımızı kaydırmamasını ve hidayet üzere sabit kılmasını diliyoruz. İrca bahsi önemli ve geniş bir bahistir herkese tavsiyemiz akidelerini bu söylenenler ışığında tekrar gözden geçirmeleri doğrultusunda olacaktır. Ahiru da’vana en’il hamdu lillahi Rabbil alemin.