Tevhide Davet

15 Şevval 1445, 01:48

Haberler:

Telegram adresimiz: https://t.me/darultawhid

Ana Menü

Son İletiler

#1
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 22.04.2024, 22:04

[İmam] Hafız Ebû Bekir el-Hatîb Rahimehullâhu Teâlâ'nın Görüşünün Zikri

Dedi ki: "Sıfata dair söyleneceklere gelince; selefin izlediği yol bunları ispat edip zahirlerine göre hüküm vermektir ve keyfiyeti ile teşbîhi sıfatlardan nefyetmektir. Sıfatlar hakkında söylenecek söz, zat hakkında söylenecek sözün bir ayrıntısıdır. Biz sıfatlar hususunda zat hakkında izlediğimiz yolu ve misali izleriz. Âlemlerin Rabbinin isbat edilmesi malum olduğuna göre, -ki O'nu isbat etmek, ancak O'nun varlığını isbat etmektir ve O'nu sınırlandırmayı yahut keyfiyetlendirmeyi isbat etmek değildir- aynı şekilde O'nun sıfatlarını isbat etmek de ancak sıfatlarının varlığını isbat etmektir ve onları sınırlandırmayı yahut keyfiyetlendirmeyi isbat etmek değildir.

Buna göre biz el, işitmek, görmek dediğimiz vakit, bu sadece Allâh'ın Kendi nefsi hakkında isbat ettiği sıfatları isbat etmekten ibarettir. Bizler el, kudret anlamındadır, işitmek ve görmenin anlamı da ilimdir, demeyiz. Aynı şekilde bunların organ olduklarını ve onlarla ilgili fiili işlemenin araçları olduklarını da söylemeyiz. Bunları organ olan ellere, işitmelere ve görmelere benzetmeyiz ve şöyle deriz: Bunları isbat etmenin vacib oluşu, tevkîfin (Kuran ve sünnetin) bunlarla varit olmasından dolayıdır. Yine bunların teşbih edilmesini nefyetmek de vaciptir, zira Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11)

Yine Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ﴾

"Hiçbir şey O'na denk değildir." (el-İhlâs, 112/4)"

Alıntı sona erdi.[273]

Hafız Zehebi dedi ki: "Sıfatların zahirleri ile kastedilen, yani kitap ve sünnetteki lafızların kullanıldıkları anlam dışında bâtınî bir anlamının olmamasıdır. Nitekim Mâlik ve başkaları şöyle demiştir: "İstivâ malumdur."

Yine aynı şekilde işitme, görme, [ilim,] kelâm, irâde, yüz ve benzeri sıfatlar hakkında söylenecek söz de böyledir: Bunlar malumdur, dolayısıyla açıklamaya ve tefsire ihtiyaç yoktur, fakat bunların hepsinin keyfiyeti bizim için meçhuldür." [274]

Zehebî dedi ki: "Nazar ehli olan müteahhirler sonradan ortaya çıkmış bir görüşe sahip olmuşlardır ki bu görüşe onlardan önce kimsenin sahip olduğunu bilmiyorum. Derler ki: Bu sıfatlar geldiği gibi kabul edilir ve bunların zahirlerinin kastedilmediğine itikat etmekle beraber tevil edilmezler.

Bundan, zahir ile iki hususun kastedildiği anlamı çıkmaktadır:

Birincisi: Bunların hitabın delâleti dışında bir tevili yoktur. Nitekim selef, istivânın malum olduğunu söyledi. Süfyân ve başkalarının da dediği gibi: Onun okunması, onun tefsiridir. Yani bunlar, dil açısından açık, maruf ve seçiktir. Bunlar için tevil ve tahrifin dar geçitlerine başvurulmaz. İşte bu, selefin mezhebidir ve bununla birlikte selef, bu sıfatların hiçbir şekilde beşerin sıfatlarına benzemedikleri hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü el-Bârî'nin ne zatında ne de sıfatlarında hiçbir benzeri yoktur.

İkincisi: Tıpkı beşerin vasfının zihinde şekillendiği gibi bu sıfatlardan hayalde şekillenen şeyin bunların zahirleri olmasıdır. Ancak bu, zahir ile kastedilen değildir. Çünkü sıfatları çok olsa dahi Allâhu Teâlâ tektir, Samed'dir, O'nun benzeri yoktur. Zira sıfatlarının hepsi haktır ancak bu sıfatların misli ve benzeri yoktur. Onu görüp de bize niteliklerini anlatabilen kimdir?

Allâh'a yemin ederim ki bizler, içimizde bulunan ruhun tanımı hususunda bile aciz, bitkin, şaşkın ve dehşete düşmüş haldeyiz. Her gece ruhumuzun el-Bârî'si tarafından vefat ettirildiği vakit (uykuda) nasıl yükseliriz? O, ruhları nasıl salıverir? Ölümden sonra ruhlar nasıl intikal eder? Öldürülmesinden sonra Rabbi nezdinde kendisine rızık verilen şehidin hayatı nasıldır?

Şu anda nebîlerin hayatı nasıldır? Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem kardeşi Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın kabrinde namaz kıldığına nasıl şahit olmuştur? Sonra nasıl onu altıncı semâda gördü ve onunla karşılıklı konuşarak ona âlemlerin Rabbine başvurmasını ve O'ndan ümmetinin yükünü hafifletmesini istemesini tavsiye etmiştir? Mûsâ, babası Âdem ile nasıl tartıştı ve Âdem nasıl takdir edilmiş bulunan kaderi ve tövbe edip, tövbenin kabul edilmesinden sonra kınamanın faydasız olduğu hüccetiyle Mûsâ'ya galip geldi?

Aynı şekilde biz cennette nasıl olacağımızı ve hurîleri vasfetmekten de aciziz.

Ya oradan meleklere geçsek meleklerin zatları, keyfiyetleri, bazılarının dünyayı bir lokmada yutabilmelerinin mümkün olması, bununla birlikte parlak, güzel ve nuranî cevherlerinin saf olması hususunda durumumuz nicedir?

Allâh ise daha ulu ve daha büyüktür. En büyük örnek yalnız O'nundur. Mutlak kemal O'na aittir. O'nun aslen bir benzeri yoktur.

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11) [275]

Zehebi'nin sözleri sona erdi. [276]

Hatîb, 463 H yılında vefat etti. Kendisinden sonra Bağdât'ta bu alandaki bilgi dalında onun benzeri hiç kimse gelmedi.


[273] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 253-254.
[274] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 254.
[275] Diğer nüshada mezkûr ayet yerine şu ayet geçmektedir:

﴿آمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ﴾

"Allâh'a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız." (Âl-i İmrân, 3/52)
[276] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 251.
#2

Mütercimlerden Son Söz

Bismillâh'ir Rahmân'ir Rahîm.

Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a hamdolsun, salat u selam, nebîmiz Muhammed'in, al u ashabının üzerine olsun.

Bundan sonra: Allâh'tan yardım ve tevfik dileyerek tercümesine başladığımız Türk diline ilk defa kazandırılan Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh'ın oğlu Şeyh Abdullâh Rahimehullâh'ın kaleme aldığı el-Kelimât'un Nâfi'e fi'l Mukeffirât'il Vâki'a, yani "Vakıamızda Küfrü Gerektiren Şeylere Dair Faydalı Sözler" risalesinin tercümesini bitirmiş bulunmaktayız.

Allâhu Teâlâ, ilahî hikmeti ve adaleti gereği insanları fıtrat üzere yaratmış ve Kendisini onlara, ayetleriyle tanıtmıştır. Ancak onları iman etmeye zorlamamış ve ademoğluna ebedi saadet ve ebedi bedbahtlık arasında ihtiyar sahibi kılmıştır. Fıtrat üzere yaşayıp Allâh'ın birliğine inanan ilk nesiller gelip geçmiş, sonra salih zatlar hususunda bazı insanlar aşırıya kaçmış, onlara ilahî vasıflar yüklemişlerdir. Allâh'ın salatı ve selamı üzerine olsun, Nûh peygamberi Allâh vazifelendirmiş, o da insanları Allâh'a ve Allâh'ın birliğine davet etmeye başlamıştır. İnsanların kimisi Allâh'a tevhidle teslim oldu, O'na itaat ederek boyun eğdi ve Allâh'a isyan edenlere düşmanlık gösterdi, kimisi de bunun aksini yaparak kötü bir akıbet olan kendi sonlarını seçti. Böylece hem dünyada kurtuluş gemisine binemeyerek boğularak ölümle, hem de ahirette Allâh'ın hüccetinden yüz çevirme sebebiyle ebedi bir azapla karşı karşıya kaldılar.

İlahî kaza vuku bulduktan ve Allâh, iman edenleri yeryüzüne varis kıldıktan sonra, yine zamanla sapmalar vuku buldu, Müslümanlar ve kafirler olmak üzere iki sınıfa ayrılıp her toplum, kendi doğrusu uğruna mücadele etmeye başladı. Tarih boyunca bu hak batıl mücadelesi devam edegeldi.

Allâh, peygamberlerin dinlerinin tahrif edildiği, yeryüzünün şirk zülümatına gark olduğu, hidayet nurunun gitgide söndüğü bir fetret devrinde, son peygamberi Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i göndererek bizlere büyük bir lütufta bulundu. İnsanlık, Allâh'ın bu ihsanı sayesinde hakkı ve batılı gördü, kimisi hakka tabi oldu, kimisi de batıla duçar oldu.

Daha sonraki devirlerde kendisini İslam'a intisap eden halklar arasında cehalet yaygınlaştı. Cehaletin yaygınlığı, ilmin azlığı sebebiyle bu halklar arasında da şirk yer yer görülmeye başladı. Her devrin alimleri, bu şirke karşı mücadele etmiş, insanları bu durumdan kurtarmak için çaba sarfetmiş ve bazısı, şirke karşı risaleler dahi kaleme almıştır. Ancak Kıyamete yaklaştıkça her devir, bir öncekinden daha şerli, her topluluk, bir öncekinden daha kötü oldu. Zamanla artık kendisini ilme nispet eden bazı insanlar, şirki güzel görmüş, insanları şirke davet etmiş ve hatta şirk uğruna kitaplar tasnif etmişlerdir.

Böylece kendilerini ilme intisap edenler de ikiye ayrıldı: Bir kesim, şirk işleyenlerin yaptıklarının batıl olduğunu, onların müşrik olduğunu söyleyerek onları tekfir etmiş, bir kesim ise şirk işleyenlerin yaptıklarının batıl olduğunu savunmakla beraber kâh şirk işleyenlere meyletmek, kâh onları mazur görmek, kâh karşı çıktığında toplumun kabul görmemesi ve toplumun onları tecrit edip yalız bırakmasından dolayı onları tekfir edememiş ve onların "Şirk işleyen, cahil, günahkar Müslüman kardeşler" olarak isimlendirmişlerdir. Bununla da yetinmemişler, tevhid ve İslam ile amel etmeyenlerin tekfir edilmesinin sapkınlık ve aşırılık olduğunu söylemişler ve bunun, kendi tabirleriyle "sapkın harici Vehhabilik" düşüncesine ait olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Risaletin eserlerinin yeryüzünden silindiği, peygamberlerin getirdiği davetin unutulduğu bu ahir zamanda, İslam'a intisap eden insanlar arasında hâkim olan düşünce de ya Allâh'a ortak koşmanın güzel olduğu yönündedir ya da Allâh'a ortak koşmanın kötü olduğu ve İslam dininin güzel olduğu ancak tevhid ve İslam'la amel etmeyenlerin tekfir edilmesinin sapkınlık ve aşırılık olduğu yönündedir.

Tercümesini sunduğumuz bu risaleyi Şeyh Abdullâh, Müslümanın küfre girmesini gerektiren ve onu dinden çıkartan bazı fiillerin ve kavillerin beyanı ile kişinin iki şehadeti telaffuz etmesinin, İslam'a intisap etmesinin ve dinin şer'i hükümlerinin bir kısmıyla amel etmesinin onun tekfir edilmesine, öldürülmesine ve mürtetlere katılmasına mâni olmamasının beyanı sadedinde hazırlamıştır.

Şeyhin bu risaleyi yazmasının nedeni, kendi devrinde kendini ilme ve fıkha nispet eden bazılarının bu hususta hataya düşüp, iki şehadeti telaffuz edip ben Müslümanım diyen insanın, küfür yahut şirk işleseler dahi tekfir edilemeyeceğini ileri sürmeleri ve bunların tekfir edileceğine dair fetva verenlere karşı çıkmalarıdır.

Şeyh Rahimehullâh bu risalesinde, bu görüşün batıl olduğunu, bu görüşün cehaletten, ilme ihanetten ve taassuptan kaynaklandığını ve Kuran, Sünnet ve geçmiş alimlerin sözlerinden bir dayanağı olmadığını ispat etmiş ve böylesi insanların tekfir edilmesine dair sünnet ve din ehlinin imamları olan dört imamın ashabından müçtehit ulemanın sözlerini delil olarak sunmuştur.

Bu risalede dört mezhep ashabından büyük şirk hakkındaki ve kendi zamanlarında İslam'a intisap edip küfrü gerektiren fiil ve kavilleri işleyen kişileri tekfir etmelerine dair nakillere yer vermiş ve fıkıh kitaplarında yer alan mürtedin hükmü babı/küfrü gerektiren sözler bablarına benzer bir üslup takip etmiştir. Alimlerin, birbirinden bağımsız İslam'ı bozan farklı itikatlara sahip olan yahut bu tarz amellerde bulunan kişileri tekfir ettiklerine dair de birçok farklı örnek vermiş bulunmaktadır. Heytemî, Nevevî, Sinân'ud Dîn el-Amâsî, Ebû Şâme, Tartûşî, İbnu Akîl, İbnu Teymiyye, İbn'ul Kayyim, Kudûrî, Haccâvî ve Buhûtî Rahimehumullâh gibi alimlerden nakillerde bulunmaktadır.

Müellif küfrü gerektirmese de kendisine muhalif mezhep ve itikada sahip olan -hususen de müteahhir mezhep mensupları nezdinde muteber addedilen- alimlerden de nakillerde bulunmuştur. Böylece tekfir fikrinin aslında selefî-vehhâbî bir fikir olmadığını, aksine Eş'arî/Mâturîdî hatta tarikat mensubu alimlerin bile küfür söz yahut fiil işleyenleri tekfir ettiğini, yani aslında bunun İslam dininin aslı olduğunu herkes nezdinde ispat etmiş bulunmaktadır. Nakilleri verdikten sonra da bazı açıklamalara yer vermiş ve okuyucuyu insaflıca tefekkür etmeye yönlendirmiştir.

Allâh, müellife rahmetiyle muamele etsin, bizlere ve siz okuyuculara da istifade etmeyi nasip eylesin. Salih amelleri, minnetiyle tamama erdiren Allâh'a hamdolsun. Salat u selam, nebîmiz Muhammed'in, al u ashabının üzerine olsun. Âmîn.
#3
Tevhide Davet / DİNDE İHLAS VE SÜNNETE İTTİBA ...
Son İleti Gönderen Subul’us Selâm - 20.04.2024, 08:40

إِخْلَاصُ الدِّيْنِ وَاتِّبَاعُ السُّنَّةِ

Dinde İhlas ve Sünnete İttiba Etmek1

Şeyh'ul İslam Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh

Allâhu Teâlâ kendisine rahmet edip bağışlasın, Şeyh'ul İslam Muhammed bin Abd'il Vehhâb'ın şöyle bir risalesi de vardır:

Rahmân ve Rahîm olan Allâh'ın adıyla,

Bu mektubun kendisine ulaştığı Müslümanlardan herkese, Allâh bizi ve onları hak dinine iletsin ve sıratı müstakiminde ilerlemeyi nasip etsin. Bizi ve onları iki Halil'i olan Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ve İbrâhîm Aleyh'is Selâm'ın dini ile rızıklandırsın.

Selâmun Aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

Bundan sonra;

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde fitne (şirk) kalmayıp din, tamamıyla Allâh'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." (el-Enfâl, 8/39)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hep birlikte Allâh'ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin." (Âl-i İmrân, 3/103)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Nûh'a emrettiğini, size de din kıldı."

Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kadar:

"Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" diye." (eş-Şûrâ, 42/13) Ayetin sonuna kadar.2

Allâh'tan ve ateşten korkan her insanın kendisini yaratan Rabbinin kelamı üzerinde düşünmesi vaciptir.

İnsanlardan herhangi birinin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dininden başka bir şeyle Allâh'a itaat etmesi mümkün olabilir mi? Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Rasûl'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız." (en-Nisâ, 4/115) Ayetin sonuna kadar.3

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dini tevhiddir ki o da Lâ İlâhe İllallâh Muhammedun Rasûlullâh'ı bilmek ve bunların gerektirdikleri ile amel etmektir.

Eğer insanların hepsi bunu söylüyor denilirse, o kimseye şöyle denilir:

İnsanlardan kimisi vardır ki bu sözü söyler, fakat bu sözün manasının "Allâh'tan başka yaratan yoktur" ya da "Allâh'tan başka rızık veren yoktur" veya buna benzer şekilde olduğunu zanneder.

Kimisi vardır bunun manasını fehmetmez.

Kimisi de bunun gerekleriyle amel etmez.

Kimisi de bunun hakikatini akletmez.

Bundan daha tuhaf olanı ise, bunun manasını bir yönden kavrayan fakat buna ve ehline de bir yönden düşmanlık edenlerdir.

Bundan da tuhaf olanı ise bunu sevip kendisini bunun ehline nispet eden, ancak bunun dostları ile düşmanlarının arasını ayırmayandır.

Ey tüm noksanlıklardan tenzih ettiğim en büyük Allâh'ım! Birbirine zıt iki fırka tek bir dinde bir arada bulunup da hepsi hak üzere olur mu? Allâh'a yemin ederim ki hayır!

"Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?" (Yûnus, 10/32)

Şayet şöyle denilirse: "Tevhid güzeldir, din haktır, ancak tekfir ve savaş hariçtir!" cevaben denilir ki:

Tevhid ile ve Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dini ile amel edin ki tekfir ve savaş hükmü üstünüzden kalksın! Eğer ki tevhidin hakkı, ona buğzedip düşmanlık göstermek bir yana onu ikrar edip hükümlerinden yüz çevirmekse, Allâh'a and olsun ki bu küfrün bizzat kendisi ve en açığıdır.

Kendisine bundan herhangi bir şey karışık gelen kişi, Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve ashabının siretini mütalaa etsin.

Allâh'ın selamı, rahmeti ve bereketi mektubun başında olduğu gibi sonunda da üzerinize olsun.




1- Er-Rasâil'uş Şahsiyye, 27. Mektup, sf. 182-183; ed-Durar'us Seniyye, 2/55-56.

2- Ayetin tamamı şöyledir:

"Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" diye Nûh'a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey, Allâh'a ortak koşanlara ağır geldi. Allâh, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır." (eş-Şûrâ, 42/13)

3- Ayetin tamamı şöyledir:

"Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Rasûl'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir." (en-Nisâ, 4/115)
#4
E-Kitaplar / PDF TEVHÎD KELİMESİ KÜFÜR İLE ...
Son İleti Gönderen Subul’us Selâm - 18.04.2024, 19:44

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Oku        İndir
#5
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 15.04.2024, 14:53

İmam Ebu'l Kâsım Abdullâh bin Halef el-Mukri el-Endulisî'nin Görüşünün Zikri

Mulahhas şerhinde nüzul hadisini zikrederken şöyle dedi:

"Bu hadiste, ilim ehlinin dediği gibi Allâhu Teâlâ'nın temas olmaksızın[271] ve keyfiyetlendirmeksizin, yedi kat semanın üstünde, arşın üzerinde olduğuna dair bir delil bulunmaktadır. Onların görüşlerinin delili, Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿ثُمَّ ‌اسْتَوَى ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ﴾

"Sonra arşa istivâ etti." (el-A'râf, 7/54)

Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:

﴿لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ ۞ مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ﴾

"Me'âric (yükselme yolları) sahibi Allâh tarafından kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı..." (el-Me'âric, 70/2-3)

Ayette geçen Urûc kelimesi, yükselmek anlamına gelir.

Mâlik bin Enes dedi ki: "Allâh Azze ve Celle, fi's Semâ (semadadır), ilmi ise her yerdedir ve ilminin olmadığı bir yer yoktur."

"Fi's Semâ," sözü ile kastettiği "Ala's Semâ"dır, (semanın üzerinde olmasıdır)."

Nihayet söyle dedi: "Zikrettiklerimin hepsi, istivânın mecazi olduğunu ve istivânın manasının istila olduğunu savunan kişinin görüşünün batıllığı hususunda açık delillerdir. Çünkü istilanın manası lügatte birisine galip gelmeye çalışmaktan sonra meydana gelir, ancak Allâh'a hiçbir kimse galip gelemez.

Ümmet, kastedilenin mecaz olduğu noktasında ittifak etmediği sürece sözü hakikati üzerine hamletmek, sözün bir hakkıdır. Zira Rabbimizden bize indirilene tabi olmanın bundan başka yolu yoktur. Ancak Allâh'ın kelamı -bir başka veçhe teslim olmayı gerektiren bir şey bunu men etmedikçe- vecihlerden en şöhret bulmuş olanına ve en zahiri olanına hamledilmelidir. Şayet her iddiacının mecaz iddiasını kabul etseydik, ibadetlerden hiçbiri sabit olmazdı. Fakat Allâh, Arapların -alışageldiği hitabın ve dinleyenlerin nezdinde manası sahih olacak şekilde- anlayacağı tarzın dışında ümmete hitap etmekten münezzehtir.

İstivâ lügatte malumdur ve anlaşılan bir şeydir. İstivâ, uluvv (yücelik), bir şeyin üzerine yükselmek ve orada temekkün etmek (yerleşmek) demektir.

Şayet biri bize ihticac ederek şöyle dese: "Şayet bu şekilde olsaydı, Allâh mahlûkata benzerdi. Çünkü mekânların kuşattığı ve ihtiva ettiği şeyler mahluktur."

Denilir ki: Bu, bunu gerektirmez. Çünkü Allâhu Teâlâ'nın,

﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾

"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11)

Yine, Allâh yarattıklarına kıyas edilmez, O mekânlardan önce de vardı. Akıllarda doğrulanmıştır ve delillerle de sabittir ki Allâh, ezelde hiçbir mekânda değildi ve yok da değildi. Durum böyleyken yarattıklarından bir şeye nasıl kıyas edilir? Veya O'nun ve yarattıklarının arasında nasıl bir misallik veya benzerlik olur? Allâh, zalimlerin dedikleri şeylerden çok daha yücedir.

Eğer birisi şöyle derse: "Bizler, Rabbimizi ezelde var olmakla ve hiçbir mekânda olmamakla vasıflandırdık. Sonra Allâh mekânları yarattı ve böylece Kendisi de bir mekânda oldu. Böylece Allâh'da değişiklik ve intikal söz konusu olduğunu ikrar etmiş oluruz. Böylece, Allâh ezelde sahip olduğu (mekânsızlık) sıfatından zail oldu ve bir mekânda bulunup diğer bir mekânda bulunmadı."

Ona denilir ki: Aynı şekilde sen de Allâh'ın bir mekânda olmadığını, sonra da her mekânda olduğunu iddia ettin. Senin mabudun sana göre değişiklik gösterdi ve bir mekânda değilken tüm mekânlara intikal etti!

Eğer şöyle derse: "Şüphesiz Allâh, ezelde de şu anda olduğu gibi tüm mekânlardaydı."

Bu durumda iddia sahibi, Allâh ile beraber ezelde eşyayı ve mekânları var etmiştir ki bu fasittir.

Şayet şöyle derse: "Allâh'ın ezelde mekânda değilken, sonra mekâna intikal etmesi senin katında caiz mi?"

Ona şöyle denilir: İntikal ve hâl değiştirmeye gelince; bunu, O'nun hakkında ıtlak etme yolu yoktur. Çünkü O'nun ezelde var olması, bir mekânda olmasını gerektirmez. Aynı şekilde O'nun intikal etmesi de bir mekânda olmasını gerektirmez. O bu hususta yaratılmışlar gibi değildir.

Fakat, her ne kadar aynı anlamlara sahip olsalar da biz "Mekânı olmayan [bir mekâna] istivâ etmiştir," deriz ancak "O intikal etmiştir" demeyiz. Nitekim "O'nun arşı var" deriz, ancak "O'nun serîri (yatağı) var" demeyiz. Yine "O, el-Hakîm'dir" deriz, ancak "O, el-Âkil'dir (akıl sahibidir)" demeyiz. "O, İbrâhîm'in halilidir" deriz, ancak "O, İbrâhîm'in sadîkidir (arkadaşıdır)" demeyiz. Çünkü biz Allâhu Teâlâ'nın Kendi nefsini isimlendirdiği şeyler dışında başka bir şey ile isimlendirmeyiz, sıfatlandırmayız ve O'nun üzerine ıtlak etmeyiz. Nefsini vasıflandırdığı şeyleri O'ndan def etmeyiz, zira bu Kur'ânı defetmektir." [272]


[271] Şeyh Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân Âl'uş Şeyh Rahimehullâh, şöyle demiştir:

"Kişinin, "Allâh, arşa temas etmeden istiva etti," sözüne gelince; biz daha önce selefin ve İslam imamlarının mezhebinin, Kitap ve Sünnet'te yer alan hususlara ziyade yapmamak ve onları aşmamak olduğunu ve onların Kitap ve Sünnet'in durduğu ve sonlandırdığı yerde durup sonlandırdıklarını zikretmiştik.

İmam Ahmed Rahimehullâh şöyle demiştir: "Allâhu Teâlâ, Kendi nefsini vasfettiğinden veya Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Onu vasfettiğinden başkasıyla vasfedilmez." İmam Ahmed'den alıntı sona erdi.

Bu ise onların Allâh'a dair ilimlerinden, göğüslerinde yer alan Allâh'ın azametinden, onların nezdinde Allâhu Teâlâ'nın heybetinin şiddetli olmasından ve celalinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır.

Temas lafzı sonradan icat edilmiş bidat bir lafızdır. Kendisine uyulan ve tabi olunan hiç kimse bunu söylememiştir. Eğer ki bu ibareyle nassların delalet etmiş olduğu istivayı, uluvvu, yüksekliği ve fevkiyyeti (yukarıda olmayı) nefyetmek kastediliyorsa bu batıl bir sözdür. Bunu söyleyen sapmıştır, Kitab'a, Sünnet'e ve ümmetin selefinin icmasına muhalefet etmiştir, sahih akıllara ve sarih nasslara karşı kibir sergilemiştir ve şüphesiz bu kişi, kendisinden önce geçmiş Cehmîler'in cinsinden bir Cehmî'dir.

Ancak temas lafzıyla bu manayı kastetmiyorsa, hatta istiva lafzının delalet etmiş olduğu uluvv, fevkiyyet ve yüksekliği de isbat ediyorsa, bu kişi hakkında kendisinin sapık bir bidatçi olduğu ve sıfatlar konusunda şüphe ve vehim uyandıran bir söz sarfettiği söylenir.

Bu temas lafzını nefyetmek de isbat etmek de caiz değildir. Bu konuda vacib olan şey, Kitap ve Sünnet'e uymak, selefi ve imanî tabirler kullanmak ve müteşabihi terk etmektir." (ed-Durar'us Seniyye, 3/289-290)

[272] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 227-233.
#6

[Mürtedin Tarifi ve Hükmüne Dair] Fasıl

İknâ ve şerhinde181 şöyle geçer:

"Mürtedin Hükmü Babı.

Mürted, mümeyyiz dahi olsa İslâm'ından sonra ister lafzen ister itikat ederek ister şüphe duyarak ister fiilen küfre giren kişidir. Mümeyyizin İslâm'ı sahih olduğu gibi riddeti de sahihtir.

Ancak Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı ikrah altındaki kişi mürted addedilmez:

"Kalbi iman ile dolu olduğu hâlde ikrah altında olan müstesna..." (en-Nahl, 16/106)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinin umumi olmasından dolayı alay ederek bunları yapsa da mürted addedilir:

"İçinizden kim dininden irtidad ederse..." (el-Mâ'ide, 5/54) Ayetin sonuna kadar.182

Âlimler, mürtedin katlinin vacip oluşunda icma etmişlerdir.

Herkim Allâhu Teâlâ'ya ortak koşarsa, Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı İslam'ından sonra küfre girmiştir:

"Hiç şüphesiz Allâh, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun aşağısını dilediği kimse için bağışlar..." (en-Nisâ, 4/48, 4/116)

Herkim Allâh'ın rububiyetini veya vahdaniyetini inkâr ederse küfre girer, zira onları inkâr eden Allâhu Teâlâ'ya ortak koşmuştur. Herkim Allâh'ın sıfatlarından bir sıfatı inkâr eder yahut da Allâh'a bir eş ya da evlat nispet ederse küfre girer.

Herkim nübüvvet iddia ederse yahut da Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sonra nübüvvet iddia eden birini tasdiklerse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini yalanlamıştır:

"Lâkin o, Allâh'ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur..." (el-Ahzâb, 33/40)

Herkim bir nebîyi veya Allâh'ın kitaplarından bir kitabı veya kitapların içinden bir şeyi inkâr ederse veya melekleri yahut melek olduğu sabit olanlardan bir tanesini inkâr ederse Kuran'ı yalanladığı için küfre girer. Herkim ölümden sonra dirilmeyi inkâr ederse küfre girer. Herkim Allâh'a ve Rasûlü'ne söverse küfre girer. Herkim Allâh'la, kitaplarıyla ya da Rasûlleriyle alay ederse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Allâh ile ayetleriyle ve Rasûlü ile mi..." (et-Tevbe, 9/65) Ayetin sonuna kadar.183

Şeyh (İbnu Teymiyye) şöyle dedi: Herkim Allâh'ın Rasûlü'ne buğzederse veya Rasûl'ün getirdiğine buğzderse ittifakla küfre girer. Herkim Allâh ile kendisi arasına vasıtalar koyup onlara tevekkül eder, onlara dua eder ve onlardan isterse icma ile kâfir olur, zira bu şöyle diyen putperestlerin fiiline benzer:

"Biz onlara ancak bizi Allâh'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." (ez-Zumer, 39/3)

Herkim Allâh'ın meşru kıldığı dinden bir şeyle alay mahiyetinde sarih bir söz söyler veya fiil işlerse, önceki geçen ayetten dolayı küfre girmiştir. Herkim Kuran'ın değerini düşürürse küfre girer."184

"Kendisinin Yahudi veya Hristiyan olduğunu söylemesi gibi herkim kendisini İslam'dan çıkaran bir söz söylerse kâfirdir. Herkim Allâh'ın vaadi veya tehdidiyle alay ederse kâfirdir, zira bu Allâh ile alay etmeye benzer. Herkim İslam dışında bir din edinenleri tekfir etmezse veya onların küfürleri hususunda şek ederse kâfirdir."185

Nihayet şöyle dedi: "Herkim "Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e bâtın ilimlerde değil, zahir ilimlerde muhtacım" derse, ya da "Hızır'ın Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın şeriatından çıkabildiği gibi Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şeriatından çıkabilen veliler vardır" derse kâfirdir."186

"Herkim sahabe Radiyallâhu Anhum'a veya onlardan birine söverse ve sövmesiyle beraber Alî'nin ilah olduğunu veyahut da Cibrîl'in (nübüvveti ilettiği kişi hususunda) hata ettiği iddiasını eklerse, bu kişinin küfründe şüphe bulunmamaktadır. Dahası, böyle bir kişinin tekfirinde duraksayanın küfründe şüphe bulunmamaktadır. Ancak sahabeye sadece lanet eden veya mutlak anlamda kötü görene gelince, bu ihtilaf konusudur, İmam Ahmed bu kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesi hususunda duraksamıştır."187

"Sihir öğretmek, öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihir, kendisine sihir yapılan kişinin bedenine, aklına veya kalbine dokunmaksızın bunlarda tesir gösteren bağlanmış bir ip, rukye, konuşulan veya yazılan sözler yahut da yapılan bir şeydir. Sihrin hakikati vardır. Sihrin bazısı öldürür, bazısı hasta eder, bazısı erkeği hanımından alı koyar, bazısı kişiyle eşinin arasını ayırır, bazısı iki eşi birbirinden nefret ettirir, bazısı iki kişiyi birbirine sevdirir.

Sihri öğretmekle ve yapmakla kişi küfre girer ister haramlığına itikat etsin ister mübahlığına itikat etsin fark etmez, aynı süpürge veyahut başka bir cansız şeye binip havada uçanlar gibi.

Cinlere azmeden ve cinleri toplayıp onların kendisine itaat ettiğini iddia eden kişi küfre girmez, ancak öldürülme dışında beliğ bir tazirle cezalandırılır. Kâhin ve Arrâf da böyledir. Kâhin kendisine haber getiren cinleri görendir. Arrâf ise müneccim gibi tahmin yürüten kimsedir.

(Kehanette bulunmak için) küçük taşları veya buğdayı yere atan ve kürek kemiğine bakanlara gelince, bunlar yaptıklarının mübah olduğuna itikat etmediğinde ve kendisinin bununla (kehanetle) gayb ilimlerini bilmediğine itikat ettiğinde tazir edilir ve bırakılır. Aksi takdirde küfre girer."188

"Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e zahir ilimlerde muhtacım..." sözünün sonuna kadar olan ibarenin şerhinde (Buhûtî), kendi zamanında Mısır ve Şam'da bu belanın yayılmış olduğunu söyledi.189 Allâh Subhânehu ve Teâlâ en iyi bilendir.

Allâh, Muhammed'e, âline ve ashabına din gününe kadar, Allâh arzı ve onun üstündekileri miras alana kadar (herkes ölüp Allâh'tan başkası kalmayana kadar) -ki Allâh, varislerin en hayırlısıdır- daimî ve hiç bitmeyen bir salat u selam eylesin. Âmîn!


(Faydalı Sözler İsimli Eser Sona Ermiştir. Hamd Yalnız Allâh'adır!)


181- İknâ kitabı, Dımaşk müftüsü Şeyh'ul İslam Haccâvî (968 H) Rahimehullâh'ın telif ettiği Hanbelî fıkhına dair benzeri olmayan; Hanbelî fıkhına dair el-Mustev'ib, el-Muharrar ve el-Mukni gibi kitapları kaynak alan ve muteahhir Hanbelîlerin dayanağı addedilen fıkıh kitabıdır. Şerhi ise, Keşşâf'ul Kinâ ismiyle meşhur olup Allâme Mansûr el-Buhûtî (1051 H) Rahimehullâh tarafından yazılmıştır. Şerhi zamanında yaşayan Hanbelî uleması tarafından o kadar çok beğenilmiştir ki, bazısı Buhûtî'nin yazdığı şerhten sonra kendi yazdıkları şerhe ihtiyaç kalmadığı için yazdıkları şerhleri yok etmiştir.

182- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! İçinizden kim dininden irtidad ederse, (bilin ki) Allâh onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allâh onları sever, onlar da Allâh'ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allâh yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allâh'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allâh, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (el-Mâ'ide, 5/54)

183- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, 'Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk', derler. De ki: Allâh ile âyetleriyle ve Rasûlü ile mi alay ediyordunuz?" (et-Tevbe, 9/65)

184- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/225-228.

185- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/230-231.

186- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.

187- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/234-239.

188- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/272-276.

189- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.
#7
Davetimiz / RAMAZAN BAYRAMI 1445 H
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 10.04.2024, 09:50

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Allâh en büyüktür, yücedir. Allâh'a çokça hamdolsun, sabah akşam O'nu tenzih ederiz. Allâh en büyüktür, Allâh'tan başkasına ibadet etmeyiz, kâfirlerin hoşuna gitmese de dini sadece O'na has kılarız. Allâh'tan başka ibadete layık -hak- ilah yoktur, O birdir. Vaadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Allâh'tan başka ibadete layık -hak- ilah yoktur ve Allâh en yücedir.

Bundan sonra:

Yüce Allâh'ın izniyle 1445 H senesinin Ramazan Bayramı'na ulaşmış bulunuyoruz. Şirkin dünyayı kuşattığı ve halis tevhid ehlinin, siyah bir boğanın üzerindeki beyaz kıllar kadar az olduğu bu ahir zamanda, şirkten ve ehlinden teberri eden, Allâh'ı birleyip hayatlarını tevhid üzere idame eden, müminleri dost edinip kâfirleri düşman belleyen, dini Allâh'a has kılıp Allâh'ın kelimesinin yücelmesi için vahdet ve ülfet içerisinde çaba sarf eden tüm Müslümanların bayramını tebrik eder, Yüce Allâh'tan her birimizin amellerini salih amel katına yükseltmesini, bizlerden kabul buyurmasını, günahlarımıza kefaret kılmasını ve günahlarımızı affetmesini niyaz ederiz. Allâhu Teâlâ sizden de bizden de kabul etsin, bayram size ve bize mübarek olsun!

Allâh'ım! Dinine zafer ver ve dinin düşmanlarını helak eyle! Bizleri dininin ensarı, temiz Muhammedî şeriatın koruyucuları kıl! Bize hidayet ver, bizimle insanları hidayete erdir ve hidayeti bize kolaylaştır! Bizleri peygamberinin dinine sımsıkı sarılan seçkin kullarından eyle ve Kuran ve sünnete hakiki anlamda ittiba edenlerden eyle! Hidayet ettikten sonra kalplerimizi eğriltme, kalplerimizi Sen'in dinin üzere sabit kıl!

Rabbimiz! Bizleri Sen'in yolunda mücadeleyi ikame eden, tevhidin şanlı sancağını gökyüzünde dalgalandıran, şirk ve dalaletin izini yeryüzünden silen, Sen'in kelimeni yücelten ve İslam'ı ikame eden kulların kıl! Bizleri küfür, şirk, bidat ve nifak ehlinin kalbine saplanmış bir hançer, zulüm, fısk, bağy ve tuğyan ehlinin belini kıran bir yük eyle! Kardeşliğimizi ve birliğimizi pekiştir; kuşkusuz ki Sen'sin Veliyy'ut Tevfîk!..

Tekabbalallâhu minnâ ve minkum, Îdun Mubârak aleynâ ve aleykum!
#8
1445H / Ynt: RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVV...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 10.04.2024, 03:11

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
عِيدُ الْفِطْرِ / ١ شَوَّال ١٤٤٥

RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVVAL 1445 H
10.04.2024 M

Şevval ayının hilali bu akşam 29 Ramazan 1445 H (09.04.2024 M) tarihinde Allâh'ın izni ve yardımı ile muvahhidler tarafından gözetlenmiş ve görülmüştür.

«اللَّهُ أَكْبَرُ، اللَّهُمَّ أَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالأَمْنِ وَالإِيمَانِ، ‌وَالسَّلَامَةِ ‌وَالإِسْلَامِ، وَالتَّوْفِيقِ لِمَا يُحِبُّ رَبُّنَا وَيَرْضَى، رَبُّنَا وَرَبُّكَ اللَّهُ.»
"Allâh en büyüktür. Allâh'ım! Bunu üzerimizde emniyet, iman, selamet, İslam ve Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu şeylerde başarı ayı kıl! (Ey Hilal!) Benim ve senin Rabbin Allâh'tır." (Tirmizî, Hadis no: 3451; Dârimî, Sünen, Hadis no: 1729-1730)

Hicri takvime göre Ramazan Bayramının ilk günü yani 1 Şevval 1445, Miladi 10.04.2024 Çarşamba gününe denk gelmektedir. Vallâhu A'lem!
#9
1445H / RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVVAL 14...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 09.04.2024, 21:17

Bismillâh. Adil müslümanların Türkiye ve başka diyarda hilali gözetlemesine rağmen hilal görülmedi. Bazı yerlerde hava kapalıydı. Müslüman olduğunu bildiğimiz ama adalet vasfı taşımayan bazı kimseler hilali görmüşler. Onların şahitliklerini kabul etmediğimizden sabaha başka diyardan Türkiye saati ile 3:30 civarı hilal görüldüğüne dair haber gelmezse ayı otuza tamamlayacağız inşaallah
#10
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 08.04.2024, 11:53

İbnu Abd'il Berr dedi ki: "Allâhu Teâlâ'nın, şu buyruğu ile ihticac etmelerine gelince,

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Bu ayetin zahiri onlar için hüccet değildir."[265]

İbnu Abd'il Berr dedi ki: "O arşın üzerindedir ve ilmi her yerdedir.

Suneyd, Dahhâk'tan bu ayet hakkında şöyle dediğini zikretmiştir: "O arşın üzerindedir, ilmi ise nerede olurlarsa olsunlar, onlarladır."

Dedi ki: Sufyân es-Sevrî'den de bunun benzeri bana ulaşmıştır.

Abdullâh bin Mes'ûd dedi ki: "Sema ile yer arasındaki mesafe beş yüz yıldır. Her sema ile diğer sema arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Yedinci sema ile kürsü arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Kürsü ile su arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Arş, suyun üzerindedir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ da arşın üzerindedir ve amellerinizi bilir." [266]

Bu sözü veya yakın lafzı, el-İstizkâr kitabında zikretmiştir. [267]

Yine Ebû Ömer dedi ki: "Kendilerinden tevilin (tefsirin) nakledildiği sahabe ve tabiin alimleri, icma ederek Allâhu Teâlâ'nın:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Buyruğunun tevili (tefsiri) hakkında şöyle demişlerdir: O, arşın üzerindedir, ilmi ise her yerdedir. Bu konuda, sözü delil olarak kabul edilecek hiç kimse onlara muhalefet etmemiştir." [268]

Yine şöyle demektedir: "Ehl-i Sünnet, Kitap ve sünnette varit olmuş sıfatları ikrar etme ve bu sıfatları hakikat üzere hamledip mecaza hamletmeme hususunda icma etmiştir. Şu kadar var ki onlar bu sıfatların hiçbirisini keyfiyetlendirmezler.

Cehmiyye, Mu'tezile ve Hâricîler'e gelince, onların hepsi bunları inkâr eder, bu sıfatların hiçbirisini hakikat üzere hamletmez ve onları ikrar edenlerin Müşebbihe olduğunu iddia ederler. Kendileri ise bunları ikrar edenlere göre, Ma'bûd'un Kendisini nefyeden kimselerdir." [269]

Hafız Zehebî dedi ki: "Allâh'a yemin ederim doğru söylemiştir. Çünkü sair sıfatları tevil edip, bu hususta varit olan sıfatları mecâzî söz olarak hamleden kişiye gelince, onun sıfatları manalarından soyması, kendisini Rabbi ta'tîl etmeye (yok saymaya) ve O'nu olmayan bir varlığa benzetmeye götürür." [270]

Ebû Ömer bin Abd'il Berr, ilim deryalarından ve eser imamlarından biriydi. Gözlerin onun benzerini görme ihtimali çok azdır. Dört bir yanda fazileti şöhret kazanmıştır. 463 H senesinde, 96 yaşındayken vefat etti.


[265] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149.

[266] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/150-151.

[267] İbnu Abd'il Berr, el-İstizkâr, 2/527-529.

[268] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149-150.

[269] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/156.

[270] Zehebî, el-Uluvv, sf. 250.
🡱 🡳