Tevhide Davet

11 Zu'l-ka'de 1445, 13:00

Haberler:

İletişim adresimiz: info@darultawhid.com

Ana Menü

Son İletiler

#71

[İstigase Yapmak İçin Kâfirlerin ve Münafıkların Kabirlerine Gidenler]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu aşırı müşriklerden birinin isteği bir kâfir tarafından dahi karşılansa Rasûl'e yönelmez, aksine, ihtiyacının karşılanacağını düşündüğü yerden talep eder. Bazen salih bir adamın kabri zannettiği bir mezara gider, aslında orada bir kâfirin veya münafığın kabri bulunmaktadır. Bazen de o kabirde yatanın bir kâfir veya münafık olduğunu bilir ve yine oraya gider, tıpkı bir topluluğun kiliselerine veyahut kendilerine adakları kabul ettiği söylenen yerlere gittiği gibi. Buna onların avam olanları düşer, ilkine ise havas olanları düşer.

Hatta, kadılar kadılığını üstlenen ashabımızdan birine, benim bundan nehyettiğim ulaştığında, bundan dolayı onda bir şüphe ve vesvese olmuş, zira benim zikrettiğimin hak olduğuna itikat ediyordu ancak aynı zamanda bir itirazı da vardı. Bu yüzden de gizlice ashabımızdan birine şöyle demiş: "Ben, Karâfe'de bulunan bir kabrin yanında dualara icabet edildiğini tecrübe etmiştim." Ashabımızdan olan bu adam da ona şöyle demiş: "O hâlde ben de seninle beraber ona gideceğim, böylece kimin kabri olduğunu öğrenelim." İkisi beraber ona gitmiş, kabrin üzerinde de "Alî'nin Kulu" yazılı olduğunu görmüşler. Böylece de kabirde yatanın ya Râfızî ya da bir İsmâ'îlî olduğunu anlamışlar.

Beldede Ubeydîler'in148 Allâh'ın salih evliyaları olduğunu zanneden büyük bir topluluk vardı. Ben Ubeydîler'in münafık zındıklar olduklarını ve aralarındaki en hayırlıların da Rafızîler olduğunu zikrettiğimde şaşırıp şöyle demeye başladılar: "Biz karın ağrısı olan atları onların kabirlerine götürüyoruz, kabirlerinin orada da şifa bulurlar!" Ben onlara dedim ki: "Bu, onların küfrüne dair en büyük delillerdendir!" At seyislerinden bir grup çağırdım ve onlara dedim ki: "Siz Şam'da ve Mısır'da olduğunuzda atların karnı ağrıdığında nereye götürüyorsunuz?" Seyisler dedi ki: "Şam'da atları Yahudilerin ve Hristiyanların kabirlerine götürüyoruz. Kuzey diyarlarında olduğumuzda, Uleyka, Menîka ve benzerleri gibi İsmâ'îlî beldelerdeki kabirlere götürürüz. Mısır'da ise orada bulunan Hristiyanların bir manastırına ve şu şeriflerin kabirlerine götürürüz." Ubeydîler, kendilerini Ehl-i Beyt'tenmiş gibi gösterdikleri için seyisler de onların şeriflerden olduğunu zannediyorlardı. Ben dedim ki: "Peki atları, Leys bin Sa'd, Şâfi'î, İbn'ul Kâsım, Nefîse ve başkaları gibi salih Müslümanların mezarlarına götürüyor musunuz?" Seyisler dedi ki: "Hayır." Ben de söylediklerime şaşıranlara dedim ki: "Dinleyin! Bunlar atları sadece kâfirlerin ve münafıkların kabirlerine götürüyorlar!"

Daha sonra da şöyle diyerek bunun sebebini onlara anlattım: "Çünkü bu insanlar, mezarlarında azap görürler, hayvanlar da onların sesini duyuyor. Nitekim bu, sahih hadiste sabit olmuştur.149 Bunu hayvanlar duyduklarında, ürkerler. Duydukları ürkme sebebiyle karınları zayıflar ve dışkılarını yaparlar, zira ürkmek, ishali gerektirir." Bu anlattıklarıma şaşırdılar. Bu düşünceyi insanlara sıkça zikretmezdim, kimsenin bunu söylediğini de bilmemekteydim. Sonradan bazı âlimlerin bunu zikrettiklerini gördüm.

Burada maksadımız şudur: İnsanlardan birçoğu, batında kâfir veya münafık olan kimselerin kabirlerini tazim eder ve onlara göre bu ölüyle Rasûl, tek bir nevidir. Zira ölünün, salih bir zat olduğunda ihtiyaçlarını giderdiğine itikat etmektedirler. Bu kişiye göre bu ölü de Rasûl de kendisiyle istigase yapılan nevidendir.

İnsanlar tarafından yüceltilen ve aslında yalandan ibaret olan, üstüne oranın bir kâfirin kabri olduğu söylenilen ne kadar çok meşhet vardır! Mesela Lübnan Dağı'nın eteğindeki Nûh Aleyh'is Selâm'ın kabri olduğu söylenen meşhet gibi.150 Marifet ehli, bunun Amâlikalılar'dan birinin kabri olduğunu söyler. Yine Kahire'de bulunan Huseyn'in meşhedi ve Dımaşk'ta bulunan Ubey bin Ka'b'ın kabri... Âlimler bunların da yalandan ibaret olduğu hususunda ittifak etti.151 Âlimlerden bazıları bu iki kabrin de iki Hristiyan'ın kabri olduğunu söylemiştir. Meşhetlerin birçoğu da tartışmalıdır ve yanlarında da kabir vesilesiyle saptırdıklarını saptıran şeytanlar vardır."152



148- Burada Şeyh'ul İslâm'ın kastettikleri Fâtımîler olarak da bilinen Benû Ubeyd el-Kaddâh ve mensuplarıdır. Vallâhu alem.

149- Buhârî, Hadis no: 1374.

150- Şems'ud Dîn es-Sehâvî, el-Mekâsid'ul Hasene, sf. 746; Aliyy'ul Kârî, el-Esrâr'ul Merfû'e, sf. 401; İbnu Kesîr, el-Bidâye ve'n Nihâye, thk. Turkî, 1/281.

151- Şems'ud Dîn es-Sehâvî, el-Mekâsid'ul Hasene, sf. 746; Aliyy'ul Kârî, el-Esrâr'ul Merfû'e, sf. 401; İbnu Kesîr, el-Bidâye ve'n Nihâye, thk. Turkî, 11/582; Hamevî, Mu'cem'ul Buldân, 2/469.

152- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 327-331.
#72
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 15.01.2024, 20:30

Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne isimli kitabındaki İstivâ Babı'nda ise şöyle dedi: "Şayet şöyle denilecek olursa: İstiva hakkında görüşünüz nedir? Ona şöyle denilir: Şüphesiz Allâh arşının üzerine istivâ etmiştir. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine şöyle buyurdu:

﴿إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ

"Güzel sözler O'na yükselir." (Fâtır, 35/10)

Yine şöyle buyurdu:

﴿بَلْ رَفَعَهُ اللهُ إِلَيْهِ

"Bilakis Allâh onu, kendi katına kaldırmıştır." (en-Nisâ, 4/158)

Firavun'dan naklederek şöyle buyurdu:

﴿يَاهَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ۞ أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا

"Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın İlâhı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum..." (Gâfir, 40/36-37)

Firavun, Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın "Allâh semaların üstündedir" sözünü yalanladı.

Allâh Azze ve Celle yine şöyle buyurmaktadır:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ﴾

"Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır." (el-Mulk, 67/16)

Semavatın üzerinde arş bulunmaktadır, arş da semavatın üzerinde olduğu için şöyle buyurdu:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Zira Allâh, semanın üstündeki arşa istivâ etmiştir. Her yukarıda olan semadır. Arş da semaların en yukarısıdır. Allâh, şöyle buyurduğunda:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Bundan bütün gökleri kastetmemektedir, göklerin en yukarısı olan arşı kastetmektedir."[235]

Dedi ki: "Görüyoruz ki; bütün Müslümanlar dua ederken ellerini semaya doğru kaldırıyorlar. Çünkü Allâh, göklerin yukarısında olan arşın üzerine istivâ etmiştir. Eğer Allâh, arşın üzerinde olmasaydı, Müslümanlar ellerini arşa doğru kaldırmazlardı.

Mu'tezile, Cehmiyye ve Harûriyye'den bazıları, istivâ kelimesinin istilâ etti, mâlik oldu ve kahretti anlamında olduğunu ve Allâhu Teâlâ'nın her yerde olduğunu söylerler. Allâh'ın arş üzerinde oluşunu inkâr ettiler. İstivayı kudretle açıklarlar. Eğer dedikleri gibi olsaydı, arş ile yedinci arz arasında bir fark olmazdı. Çünkü Allâh her şeye kadirdir. Aynı şekilde eğer Allâh'ın arşa istivâsı, istilâ anlamında olsaydı, o zaman "O her şeyin üzerine istivâ etmiştir" denilmesi de caiz olurdu. Müslümanlardan hiç kimse "Allâh helalara ve tuvaletlere istivâ etmiştir" demeyi caiz görmez. Böylelikle, arşın üzerine istivâ etmenin, istila etmek olarak açıklanmasının batıl olduğu ortaya çıkmıştır." [236]

Daha sonra bunun dışında Kitaptan, sünnetten ve aklî deliller zikretti.

El-İbâne kitabı, Ebu'l Hasan'ın en meşhur eserlerinden birisidir. Bu eseri Hâfız İbnu Asâkir şöhrete kavuşturmuş, ona itimat etmiştir ve İmam Muhyiddîn en-Nevevî, kendi el yazısıyla bu eserin nüshasını çıkarmıştır.


[235] Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne, Dâr'ul Fadîle, sf. 405-408.

[236] Eş'arî, el-İbâne fî Usûl'id Diyâne, Dâr'ul Fadîle, sf. 409-413.
#73

[Allâhu Teâlâ Puthaneleri ve Türbeleri Methetmemiştir]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Allâhu Teâlâ, Kitabı'nda meşhetleri zikretmedi, aksine mescitleri zikredip onların yalnızca Kendisi'nin olduğunu zikretti. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Rabbim adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi doğrultun..." (el-A'râf, 7/29)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allâh'ın mescidlerini, ancak... imar eder." (et-Tevbe, 9/18)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allâh'ın, (binalarının) yükselmesini ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde..." (en-Nûr, 24/36)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allâh'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi." (el-Hacc, 22/40)

Ancak Allâhu Teâlâ bu ayette puthaneleri ve meşhetler gibi şirk evlerini zikretmedi, ateşgâhları da zikretmedi, zira manastırlar ve kiliseler Ehl-i Kitab'ındır. Burada methedilenler, nesih edilip değiştirilmeden evvel inşa edilenlerdir, nitekim nesih edilip değiştirilmeden evvel Allâh'a ve son güne iman eden ve de salih ameller işleyen Yahudileri, Hristiyanları ve Sabiileri methetti. Puthaneleri, ateşgâhları, yıldız tapınaklarını ve türbeleri Allâh hiçbir şekilde methetmemiş, ancak Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in lanet ettiği kimselerin kıssasında onları zikretmiş ve Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Duruma hâkim olanlar ise: Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız, dediler." (el-Kehf, 18/21)

İşte Ashab-ı Kehf'in üzerine mescit yapanlar, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şu sözüyle lanetlediği Hristiyanlardandı:

"Allâh, Yahudilere ve Hristiyanlara lanet etsin! Nebilerinin kabirlerini mescid edindiler."142 Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: "Salihlerin de."143 144

"Kabirdekilere dua etmek de bunun (hanif dine müşriklerin dininden bir şeyler sokuşturmanın) en azim vesilelerindendir. Doğulu şeyhlerden biri gelmişti ve benimle bu hususta konuşmuştu. Bunun fesatlığını ona beyan ettiğimde şöyle dedi: "Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmamış mıydı? "Eğer işleriniz sizi çaresiz bırakırsa kabir ashabına gidin!" Ben de dedim ki: "Bu ilim ehlini ittifakıyla yalandır, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den bunu hadis ulemasından kimse rivayet etmemiştir."145

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı da Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sahih hadisteki şu sözünün doğruluğu zuhur eder: "Siz sizden öncekilerin izini karış karış takip edeceksiniz, hatta bir kertenkele deliğine girecek olsalar bile siz de girerdiniz." Dediler ki: "Ey Allâh'ın Rasûlü! Yahudiler ve Hristiyanlar mı?" Buyurdu ki: "Başka kim olabilir ki?"146 147



142- Buhârî, Hadis no: 1390; Muslim, Hadis no: 531.

143- İbnu Kesîr, Tefsîr, İlmiyye, 5/134.

144- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 309-311.

145- Bu söz, şu şekilde de nakledilmiştir: "Eğer işleriniz hususunda çaresiz kalırsanız kabir ashabından yardım isteyin!" (Aclûnî, Keşf'ul Hafâ, Mektebet'ul Kudsî, 1/85, no: 213)

Bu sözün uydurma bir hadis olduğuna dair şu kaynaklara müracaat edilebilir: İbn'ul Kayyim, İgâset'ul Luhefân, Dâru Atâ'ât'il İlm, 1/387; Birgivî, Ziyâret'ul Kubûr, Dâr'ul Beşîr, sf. 52; Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 1/356, 11/293.

146- Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no: 7320.

147- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 317.
#74
1445H / 1 RECEP 1445 H
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 13.01.2024, 01:31

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
١ رَجَبٌ ١٤٤٥

1 RECEP 1445 H
14.01.2024 M

Recep ayının hilali bu akşam 29 Cumâd'el Âhire 1445 H (12.01.2024 M) tarihinde tarafımızdan gözetlenmesine karşın görülememiştir. Bu sebeple Cumâd'el Âhire ayı, hilalin görülememesi durumunda ayın otuz güne tamamlanması emrini içeren hadisler doğrultusunda otuz güne tamamlanacaktır inşallah.

Hicri takvime göre 1 Recep 1445, Miladi 14.01.2024 Pazar gününe denk gelmektedir. Vallâhu A'lem!
#75
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 10.01.2024, 23:39

Ebu'l Hasan el-Eş'arî, Cumel'ul Makâlât kitabında şöyle dedi:

"Bu anlatılanlar, hadis ashabı ve ehlisünnetin görüşlerinin özetidir:

Hadis ashabı ve ehlisünnetin görüşünün özeti şudur: Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, rasullerini, Allâh'tan geleni ve güvenilir ravilerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den naklettiklerini kabul etmektir. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmezler. Allâh birdir, yektir, tektir ve Sameddir. Ne eş edinmiştir ne de çocuğu vardır. Allâh arşının üzerindedir, nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma..." (Sâd, 38/75)

Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿‌بَلْ ‌يَدَاهُ ‌مَبْسُوطَتَانِ﴾

"Bilakis, O'nun iki eli de açıktır." (el-Mâ'ide, 5/64)

Yine keyfiyetsiz olarak iki gözü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Yine yüzü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿‌وَيَبْقَى ‌وَجْهُ ‌رَبِّكَ ‌ذُو ‌الْجَلَالِ ‌وَالْإِكْرَامِ﴾

"Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır." (er-Rahmân, 55/27)

Kuran, Allâh'ın kelamıdır ve mahlûk değildir. Vakıf (Kuran'ın yaratılmış olup olmadığı hususunda duraksama) ve lafız (bizim Kuran'ı telaffuz edişimizin mahlûk olup olmadığı) hakkında söylenecek şey ise şudur: Her kim vakfı (bu hususta duraklamayı) veya lafzı(n mahluk olduğunu) savunursa, onların nezdinde o kimse bidatçidir. Kuran'ın lafzı (telâffuzu) için ne yaratılmıştır denir ne de yaratılmamıştır denir.[230]

Yine onlar, dolunay gecesinde ayın görüldüğü gibi, kıyamet gününde Allâh'ın gözlerle görüleceğini ikrar ederler. Müminler Allâh'ı [gözleriyle] görür ama kâfirler O'nu göremez. Çünkü onlar, Allâh'tan perdelenmiştirler." [231]

Sonra onların geri kalan sözlerini nakletti.

Yine bu kitapta dedi ki: "Mutezile şöyle der: Allâh'ın arşa istivâ etmesi, istilâ etmesi anlamındadır." [232]

İşte bunlar, onun sözleridir.

Yine bu kitabında dedi ki: "Mutezile, Allâhu Teâlâ'nın;

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Kavli hakkında dedi ki: İstila etti manasındadır." [233]

Dedi ki: "Elin manasını nimet olarak tevil ettiler ve Allâhu Teâlâ'nın;

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Kavlini, ilmimizle şeklinde tevil ettiler." [234]

Eş'arî Rahimehullâh, istivâyı istila olarak tevil etmeyi sadece Mutezile ve Cehmiyye'den nakletti. Bu görüşün aksini sarihçe ifade edip bunun ehlisünnetin görüşüne muhalif olduğunu beyan etti.


[230] İmam Ahmed bin Hanbel Rahimehullâh şöyle dedi:
"Kim, 'Benim Kuran okuyuşum mahlûk değildir' derse bidatçidir. Yine kim, 'Benim Kuran okuyuşum mahlûktur' derse Cehmî'dir." (Zehebî, Siyeru A'lâm'in Nubelâ, 11/288)

[231] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/226-227.

[232] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.

[233] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/131.

[234] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/173.
#76
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 02.01.2024, 22:58

Eş'ariyye Taifesinin İmamı, Eserler Sahibi, İmam Ebu'l Hasan el-Eş'arî'nin Görüşünün Zikri
 
İhtilâf'ul Musallîn ve Makâlât'ul İslâmiyyîn ismini verdiği kitabında, Haricîler, Rafizîler, Cehmiyye ve diğer fırkaları zikretti, nihayetinde şöyle dedi:

"Sünnet Ehlinin ve Hadis Ashabının Görüşünün Zikri

Onların görüşünün özeti şöyledir: Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini, Allâh'tan geleni ve sika ravilerin Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den naklettiklerini kabul ederler ve bunlardan hiçbir şeyi reddetmezler. Allâh Arşın üzerindedir. Nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma." (Sâd, 38/75)

Yine şöyle buyurduğu gibi:

﴿‌بَلْ ‌يَدَاهُ ‌مَبْسُوطَتَانِ﴾

"Bilakis, O'nun iki eli de açıktır." (el-Mâ'ide, 5/64)

Mu'tezile ve Hâricîlerin iddia ettiği gibi, Allâhu Teâlâ'nın isimleri, Kendisi'nden başkadır denilemez. Allâh'ın ilminin olduğunu ikrar etmişlerdir ve Mu'tezile'nin nefyettiği gibi, Allâh'tan bunları nefyetmezler. Yine şöyle derler: Kuran, Allâh'ın kelamıdır ve mahluk değildir.

Onlar, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den gelen hadisleri tasdik ederler:

«إن الله ينزل إلى سماء الدنيا، فيقول: هل من مستغفر»

"Şüphesiz Allâh, dünya semasına iner ve bağışlanma isteyen var mı der."[224]

Nitekim hadiste geçtiği gibi.

Kıyamet günü Allâh'ın geleceğini ikrar ederler. Nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿‌وَجَاءَ ‌رَبُّكَ ‌وَالْمَلَكُ ‌صَفًّا ‌صَفًّا﴾

"Melekler sıra sıra olduğu zaman Rabbin geldiği vakit." (el-Fecr, 89/22)

Yine Allâh'ın dilediği şekilde kullarına yakınlaştığını ikrar ederler." [225]

Nihayet şöyle dedi: "İşte bunlar onların (inanılmasını) emrettikleri, kullandıkları ve rivayet ettikleri kanaatlerin özetidir. Onların görüşlerinden nakletmiş olduğumuz her şeyi biz de kabul ediyor ve benimsiyoruz. Muvaffakiyetimiz ancak Allâh'tandır." [226]

Bu zikredilen kitabında, el-Bârî Teâlâ, Diğer Mekânların Dışında Belirli Bir Mekânda Mıdır babında istivâdan bahsederek dedi ki:

"Bu hususta on yedi görüş üzere ihtilaf edilmiştir. Bu görüşlerden biri şudur: Sünnet ehli ve hadis ashabı der ki: Allâh cisim değildir, diğer şeylere benzemez ve O, arşa istivâ etmiştir. Nitekim O şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahmân arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Bizler görüş ile Allâh'ın önüne geçmeyiz, aksine deriz ki: Keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir ve O'nun iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

﴿لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾

"İki elimle yarattığıma." (Sâd, 38/75)

Hadiste geldiği gibi O, dünya semasına nüzul eder." [227]

Sonra dedi ki: "Mutezile, arşına istivâ etti, istilâ etti manasındadır dedi." [228]

"Eli de nimet olarak tevil ettiler. Allâhu Teâlâ'nın:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا﴾

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (el-Kamer, 54/14)

Kavlini de ilmimizle şeklinde tevil ettiler." [229]


[224] İbnu Ebî Şeybe, Musannef, Dâru Kunûzi İşbîliyâ, Hadis no: 31534; yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 758.
[225] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/226-228.
[226] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/229.
[227] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.
[228] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/168.
[229] Eş'arî, Makâlât'ul İslâmiyyîn, el-Mektebet'ul Asriyye, 1/173.
#77
Tevhide Davet / Ynt: İSLAM DİNİNİN ASLI RİSALE...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 31.12.2023, 00:20

Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâh'ın şu sözüne gelince:

Alıntı Yap"9- Bu kimselerin en tehlikeli olanları ise; tevhid ile amel eden; fakat onun önemini bilmeyen, tevhidi terk edenlere buğzetmeyip onları tekfir etmeyenlerdir."

Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâh'ın şu sözüne gelince:

Alıntı Yap"Bu kimselerin en tehlikeli olanları."

Bunun sebebi, amel ettikleri şeyin önemini bilmemeleri ve tevhidlerini sahih kılan kaçınılmaz ağır şartları gereğince yerine getirmemeleridir. Zira tevhid, şirki nefyetmeyi, şirkten beri olmayı, şirk ehline düşmanlık göstermeyi, onlara hüccet ikame ederek onları tekfir etmeyi gerektirdiğini bilmektesin. Belki bu kişi, kendi hâliyle aldanmaktadır. Bu kişi, üzerine vazife olan ihlas kelimesinin nefy ve isbat bakımından delalet ettiği şeyleri gereğince yerine getirmemiştir.

Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâh'ın şu sözü de böyledir:


Alıntı Yap"10- Onlardan bir kısmı ise şirki terk edip onu kerih görür; fakat şirkin önemini bilmeyip..."

Bu çeşit kimseler, önceki çeşide göre doğruya daha yakındır, ancak şirkin önemini bilmemektedir. Zira o, eğer şirkin önemini bilseydi, o zaman muhkem ayetlerin delalet ettiği şeyleri yapardı, nitekim (İbrâhîm) Halîl Aleyh'is Selâm'ın şu sözü gibi:

"Ben, sizin ibâdet ettiklerinizden beriyim (uzağım). Ancak beni yaratan hâriç." (ez-Zuhruf, 43/26-27)

Yine onun şu sözü:

"Biz, sizlerden ve Allâh'ın dışında ibadet ettiklerinizden gerçekten uzağız. Sizi inkâr ettik. Sizinle aramızda, sürekli bir düşmanlık ve buğz (öfke) belirmiştir." (el-Mumtehine, 60/4)

Şirki tanıyıp terkedenlerin, vela hususunda, ibadet eden ve edilenlerden bera hususunda, şirke ve ehline buğz edip düşmanlık göstermesi hususunda böyle olması kaçınılmazdır.

İşte bu iki çeşit, İslam iddiasında bulunan kimselerin çoğunluğunun hâline galebe çalmıştır. Hakikati hususundaki cehaletleri nedeniyle, ihlas kelimesini ve onun gerektirdiği kişinin kendisiyle muvahhid olduğu vacip olan kemalini yerine getirmeyi men edecek şeyler kendilerinden sadır olur. Dinin hakikati hususunda cahil olup aldanmışlar ne kadar da çoktur!

Allâhu Teâlâ'nın şirk ehlini tekfir edip onları muhkem ayetlerde küfürle vasfettiğini bildiğinde, Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu gibi:

"Müşriklerin, kendi küfürlerine kendileri şahid iken Allâh'ın mescitlerini imar etme hakları yoktur." (et-Tevbe, 9/17)

Sünnette de böyledir.

Şeyhülislam (İbnu Teymiyye) Rahimehullâhu Teâlâ diyor ki:

"Tevhid ve sünnet ehli, rasûllerin haber verdikleri şeyler hususunda onları tasdik edip emrettikleri şeylerde onlara itaat ederler. Rasûllerin söylediklerini ezberler, fehmeder ve onunla amel ederler. Aşırıların tahriflerini, batıl ehlinin intihallerini ve cahillerin tevillerini ondan nefyederler. Allâhu Teâlâ'ya yaklaşarak ve onlardan değil Allâh'dan mükafat talep ederek Rasûllere muhalefet edenlerle cihad ederler.

Cehalet ve aşırılık ehli, rasûllerin emrettiği şeylerle nehyettikleri şeylerin arasını ayırmaz, onlardan sahih olarak nakledilen ve onlar hakkında iftira olan şeylerin arasını ayırmaz, rasûllerin muradının hakikatini fehmetmez ve rasûllere itaat etme yollarını araştırmazlar. Aksine, rasûllerin getirdiği şeyler hakkında cahildirler, sadece kendi emelleri için onlara tazim ederler."7

Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Şeyhulislam'ın (İbnu Teymiyye'nin) anlattıkları, (Muhammed bin Abd'il Vehhâb'ın zikrettiği) son iki çeşidin hâline benzemektedir.

Geriye yeni ortaya çıkan bir mesele kaldı ki bu mesele hakkında Şeyhulislam İbnu Teymiyye konuşmuştur. Bu mesele, bir sebepten dolayı ilk başta muayyen tekfir yapılmamasıdır. Şeyhulislam İbnu Teymiyye Rahimehullâh, kendisine hüccet ikame edilmeden önce böyle birisinin tekfiri hususunda kendisine tevakkuf etmeyi (duraksamayı) gerekli kılan bu sebebi zikretmiştir.

Şeyhulislam İbnu Teymiyye Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:

"Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hiç kimseye ölülerden -nebi olsun sâlih olsun başkası olsun- hiç kimseye dua etmeyi ne medet umma lafzı ile ne de başka bir lafız ile meşru kılmadığını zaruri olarak biliyoruz. Tıpkı ümmetine ölüler için ve ölü olmayanlara secde etmeyi ve benzeri şeyleri meşru kılmadığı gibi. Aksine biz, bunların hepsinden nehyettiğini de bunların Allâh ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in nehyettiği şirk olduğunu da biliyoruz.

Lâkin sonraki dönemdekilerin çoğunda cehaletin yaygın oluşu ve risaletin eseri hakkındaki ilmin az oluşu sebebiyle onları bununla tekfir etmemiz mümkün değildir, ta ki Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in getirdiği ve kendilerinin muhalefet ettiği şey onlara açıklanana kadar."

Şeyhulislam İbnu Teymiyye'den yapılan alıntı sona erdi.8

Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Şeyhulislam İbnu Teymiyye Rahimehullâh, -beyan ve ısrardan sonra olması müstesna- onlar hakkında özellikle muayyen kimselere küfür ismini vermemesini gerekli kılan hususu zikretmiştir. Hiç kuşkusuz ki o, tek başına bir ümmet oldu. Zira o, kendilerini ibadette şirk koşmaktan nehyettikten sonra bazı alimler onu tekfir etmiştir. Bundan dolayı, onun söylediği şekilden başka bir şekilde onlara davranması imkansızdır.

Şeyhimiz Muhammed bin Abd'il Vehhâb'ın davetinin başlangıcında başına geldiği gibi. Nitekim o, bazı insanların Zeyd bin Hattâb Radiyallâhu Anh'a dua ettiklerini işittiğinde şöyle dedi: "Allâh, Zeyd'den daha hayırlıdır!" Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh, yumuşak sözlerle şirki nefyetme hususunda onları eğitti ve maslahatı ve de nefretin söz konusu olmamasını göz önünde bulundurdu.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ en doğrusunu bilir!

[Allâh'ın salatı ve selamı efendimiz Muhammed'in, alinin ve ashabının üzerine olsun!]



7- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, Mektebetu Dâr'il Minhâc, sf. 327.

8- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, Mektebetu Dâr'il Minhâc, sf. 411.
#78
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 25.12.2023, 20:45

Kullâbiyye Taifesinin İmamı, İmam Ebû Muhammed Abdullâh bin Sa'îd bin Kullâb'ın Görüşünün Zikri

Allâh'ın sıfatlarını, yukarıda olmasını ve arşının üzerinde olmasını kabul etme hususunda ve Cehmiyye'nin görüşünü inkâr etme hususunda insanların en önde gelenlerindendi. O, ihtiyari fiillerin, Rabbin zatı ile kaim olduğunu inkâr edenlerden ve Kuran, (Allâh'ın) zatı ile kaim olarak bir manadır ve de o dört mana üzeredir diyenlerden, bilinen ilk kişidir.[220]

Ebu'l Abbâs el-Kalânisî ve Ebu'l Hasan el-Eş'arî ona destek oldular ancak Ebu'l Hasan el-Eş'arî, bazı şeylerde ona muhalefet etti. Lakin Eş'arî, İnşallahu Teâlâ, lafızlarıyla birlikte nakledilecek olan sözlerinde olduğu gibi, Allâh'ın sıfatlarını, yukarıda olmasını ve arşının üzerinde olmasını kabul etme hususunda İbnu Kullâb'ın yolu üzeredir.

İbnu Fûrak, İbnu Kullâb'ın sözlerini derlediği el-Mucerrad isimli kitabında onun şöyle dediğini nakleder:

"Allâh'ın âlemin içinde veya dışında olmadığını söyleyen, aklın da naklin de dışına çıkmış, düpedüz Allâh'ın varlığını nefyetmiştir. Çünkü ona, Allâh'ı yok olmakla vasıflandır denilse, bundan fazlasını söyleyemez. Böyle diyen kişi, Allâh'ın verdiği haberleri de reddetmiş ve ne bir nassın ne de aklın caiz gördüğü bir şeyi söylemiştir." [221]

İbnu Kullâb sonra şöyle dedi: "Allâh indinde mahlukatın en seçkini ve yaratıkların en iyisi olan Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Allâh'ın nerede olduğunu mahlukat arasında en iyi bilendir ve o, Allâh'ın gökte olduğunu söyleyenin bu sözünü tasvip edip onun mümin olduğuna şehâdet etmiştir, ancak Cehm bin Safvân ve ashabı, Allâh hakkında nerede sorusunun sorulmasını caiz görmüyor ve nerede olduğunu söylemenin mümkün olmadığını söylüyorlar." [222]

İbnu Kullâb şöyle dedi: "Eğer bu bir hata olsaydı, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buna karşı çıkma hususunda daha fazla hak sahibiydi ve bunu söyleyen cariyeye şöyle demesi gerekirdi: "Böyle deme! Bu sözünle Allâh'ın sınırlı olduğunu ve bir yerde olup başka yerde olmadığını vehmettiriyorsun. Ancak Allâh her yerdedir diyesin, zira dediğin yanlıştır, doğrusu ise budur!"

Ne var ki, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem böyle bir şey demedi ve cariyenin bu sözünün ne anlama geldiğini ve onun imandan olduğunu, dahası, onun kendisini söyleyenin imanını gerektiren bir şey olduğunu bilmesine rağmen bunu caiz gördü. Bu sebepledir ki bu sözü söylediği zaman Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem o cariyenin imanına şahitlik etti.

Kitap bunu söylemiş ve buna şahitlik etmişken, en açık ve en vurgulanmış biçimde fıtratın bünyesine ve insanların bilgilerine yerleştirilmişken, hak nasıl bunun aksi olabilir ki?

Zira Arap olsun, acem olsun; hatta mümin veya kâfir olsun, her kime "Rabbin nerededir?" diyerek O'nun hakkında sorsan, mutlaka: "Semadadır," karşılığını alırsın. Dili varsa, bunu açık açık söyler, eğer dili yoksa eliyle ima eder veya gözüyle işaret eder, ama hiçbir zaman başka yerlere işaret etmez.

Aklına dua geldiğinde ellerini göğe kaldırmayan bir kişiyi görmedik. Cehmiyye dışında da kendisine Rabbi hakkında sorulduğunda -onların dediği gibi- "Her mekândadır," diyen başka kimseyi de bulamadık. Bunun yanı sıra, onlar, insanların en faziletlisi olduklarını iddia ediyorlar. Buna göre akıllar yitirilmiş ve rivayetler sakıt olmuş ama Cehm ve onunla beraber olan elli kişi hidayet bulmuş! Fitnelerin saptırmalarından Allâh'a sığınırız."

Sözleri burada bitti. [223]


[220] İbnu Teymiyye Rahimehullâh'ın vasf ettiği şekliyle, sünnet ve bidat ehlinden akıl sahiplerinin cumhuru nezdinde fasitliği zorunlu olarak bilinen İbn Kullâb'ın bu görüşü, ehlisünnete muhaliftir. Geniş izahat için bkz. Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 12/162-234; İbnu Ebi'l İzz el-Hanefî, Şerh'ul Akîdet'it Tahâviyye, Mu'esseset'ur Risâle, 1/172-174; Ahmed bin Îsâ, Tevdîh'ul Mekâsid, 1/266-268.

[221] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 433.

[222] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 435.

[223] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 435-436.
#79
Tevhide Davet / Ynt: İSLAM DİNİNİN ASLI RİSALE...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 24.12.2023, 00:21

Sonra Şeyhimiz (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:

Alıntı Yap"Bu hususta muhalefet edenler çok çeşitlidir:

1- Bunların muhalefet bakımından en şiddetli olanları, bu hususların hepsine birden muhalefet edenlerdir."

Böylece şirki kabul edip din olarak itikat eder, tevhidi inkâr edip onun batıl olduğuna itikat ederler, nitekim bu, insanların çoğunun hâlidir.

Bunun sebebi ise, Kitap ve sünnetin delalet ettiği tevhidi bilmek ve onu nefyeden şirk, nidd edinme ve hevalara ve de ataların üzerinde bulunduğu şeye tabi olmak hususundaki cehalettir. Bu, onlardan önce gelen ve onlara benzeyen rasûllerin düşmanlarının hâli gibidir.

Onlar tevhid ehlini yalanla, iftirayla, bühtan ve fücurla itham ettiler. Hüccetleri ise şuydu: Biz "atalarımızı böyle yaparken bulduk." (eş-Şu'arâ, 26/74)

İnsanların bu çeşidi ve bunlardan sonra gelenler, ihlas kelimesinin delalet ettiği hususlara, onun için konulan hususlara ve dinden gerektirdiği hususlara muhalefet ettiler. O din ki, Allâhu Teâlâ ondan başkasını kabul etmez ve bu, Allâhu Teâlâ'nın kendisiyle bütün nebî ve rasûllerini gönderdiği İslam dinidir. Onların daveti bunun üzerine ittifak etti, nitekim bu, Allâhu Teâlâ'nın Kitabı'nda onlardan naklettiğinde hafi değildir.

Sonra Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:


Alıntı Yap"2- Onlardan bir kısmı sadece Allâh'a ibadet eder; fakat şirki inkâr etmez, şirk ehline de düşmanlık göstermez."

Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Şirki inkâr etmeyen kişinin tevhidi bilmediği gibi onu yerine getirmediği de malumdur. Tevhidin, ancak şirki nefyedip ayette zikredilen tağutu reddetmekle hasıl olduğunu bilmektesin.

Sonra Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:


Alıntı Yap"3- Onlardan bir kısmı şirk işleyenlere düşmanlık gösterir, fakat onları tekfir etmez."

İşte bu çeşit de La İlâhe İllallâh'ın delalet ettiği şirki nefyetmeyi ve onun gerektirmekte olduğu şirk işleyenleri, beyan sonrasında tekfir etmeyi, icmaen yerine getirmemiştir. Ayrıca bu, İhlâs suresinin ve şu surenin muhtevasıdır:

"De ki: Ey Kâfirler!" (el-Kâfirûn, 109/1)

Yine Allâh'ın Mumtehine suresindeki şu ayetteki buyruğunun muhtevasıdır:

"Sizi inkâr ettik..." (el-Mumtehine, 60/4)

Herkim Kuran'ın tekfir ettiklerini tekfir etmezse, rasûllerin getirdiği tevhidi ve tevhidin gerektirdiği şeylere muhalefet etmiştir.

Sonra Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:


Alıntı Yap"4- Onlardan bir kısmı tevhidi sevmez, fakat ona buğz da etmez."

Buna cevap şudur: Tevhidi sevmeyen kişi muvahhid olamaz. Çünkü tevhid, Allâhu Teâlâ'nın kulları için razı olduğu dinin bizzat kendisidir. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Sizin için din olarak İslam'dan razı oldum." (el-Mâ'ide, 5/3)

Şayet kişi, Allâh'ın razı olduğu şeyden razı olup da onunla amel etseydi, tevhidi mutlaka severdi. Sevgi de kaçınılamazdır, zira sevgi olmaksızın İslam elde edilemez; binaenaleyh tevhidi sevmeksizin İslam yoktur.

Şeyh İbnu Teymiyye Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:

"İhlas, Allâh'ı sevmek ve O'nun vechini istemektir. Kim Allâh'ı severse, Allâh'ın dinini de sever, kim de Allâh'ı sevmezse dinini de sevmez. İhlas kelimesinin [gerektirdiği] tevhidin şartları sevgiden kaynaklanır."

Sonra Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:


Alıntı Yap"6- Onlardan bir kısmı şirke buğzetmez fakat (aynı zamanda) onu sevmez."

Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Durumu böyle olan şahıs, La İlâhe İllallâh'ın nefyettiği şirki nefyetmemiş, gerektirdiği Allâh'tan başka ibadet edilenleri reddetmeyi ve bunlardan beri olmayı gerçekleştirmemiştir. İşte bu kimsenin, İslam'la aslen hiçbir bağı yoktur, kanı da malı da korunmuş değildir. Nitekim geçen hadis, buna delalet etmektedir.

Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâh'ın şu sözüne gelince:


Alıntı Yap"7- Onlardan bir kısmı şirki tanımaz, (dolayısıyla) onu inkâr da etmez."

[Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Her kim şirki tanımaz ve onu inkâr da etmezse, şirki nefyetmemiştir.] Şirki nefyeden, ondan ve şirk işleyenlerden teberri eden ve onları tekfir eden kişi ancak muvahhid olur. Şirk hususunda cehaletin varlığıyla La İlâhe İllallâh'ın delalet ettiği şeyler elde edilemez.

Kim, bu kelimenin manasını ve muhtevasını yerine getirmezse, İslam'la hiçbir bağı yoktur. Çünkü bu kişi, bu kelimeyi ve muhtevası olan ilmi, yakini, sıdkı, ihlası, mehabbeti, kabulü ve inkiyâdı (bağlılığı) yerine getirmemiştir. Bu çeşit kimseler ise bunlardan hiçbirine sahip değildir. La İlâhe İllallâh deseler bile, bu kelimenin neye delalet ettiğini ve muhtevasının ne olduğunu tanımamaktadırlar.

Sonra Şeyh (Muhammed bin Abd'il Vehhâb) Rahimehullâhu Teâlâ şöyle dedi:


Alıntı Yap"8- Onlardan bir kısmı tevhidi tanımaz ve (dolayısıyla) onu inkâr da etmez."

Ben (Abd'ur Rahmân bin Hasen) derim ki: Bu çeşit kimseler, bir önceki çeşit gibidir. Bu kimseler, kendisi için yaratıldıkları ve Allâhu Teâlâ'nın rasûllerini kendisiyle gönderdiği dine aldırış etmezler. Bu hâl, Allâhu Teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselerin hâlidir:

"Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar." (el-Furkân, 25/44)
#80
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 18.12.2023, 12:45

Hadis, Fıkıh ve Selefin Kavillerini Bilme Hususunda Kendi Zamanındaki Hanefîlerin İmamı, İmam Tahâvî'nin Görüşünün Zikri

Hanefîler katında maruf olan akidesinde dedi ki:

"Allâh kendilerinden razı olsun, dinin fukahasından olan Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in mezhebi üzere olan ehlisünnet ve'l cemaat'in akidesinin beyanın zikredilmesi:

Allâh'ın tevhidi hakkında, Allâh'ın tevfikine inanarak deriz ki: Allâh birdir, O'nun hiçbir ortağı yoktur. Hiçbir şey, O'nun benzeri değildir. O, mahlûkatı yaratmadan önce de sıfatlarıyla kadim idi. Kuran, Allâh'ın kelamıdır; keyfiyetsiz ve sözlü olarak O'ndan sadır olmuştur. Nebisine, onu vahiy olarak indirmiştir. Müminler de bu şekilde onu hak bilerek tasdik etmişlerdir. Kuran'ın, hakikî olarak Allâhu Teâlâ'nın kelamı olduğunu, mahlûk olmadığını yakinen bildiler. Her kim, onu işitip de onun beşer kelamı olduğunu iddia ederse kâfir olur. Cennet ehli için ru'yet (Allâh'ı görmek), kuşatma ve keyfiyet söz konusu olmaksızın haktır. Bu hususta Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sahih olarak gelen her hadis, onun buyurduğu gibidir ve bunların manası onun murad ettiği şekildedir. Şahsi görüşlerimizle tevil ederek bu konuya dalmayız. İslam'ın ayağı ancak teslim oluşun ve teslimiyet gösterişin üzerinde sapasağlam durabilir.

Her kim, bilinmesi mahzurlu olan bir bilgiyi elde etmek isteyip, anlayışı ile teslimiyete kanaat göstermeyecek olursa, onun bu amacı kendisinin katıksız tevhide ve sahih imana sahip olmasına engel olur. Her kim (sıfatları) nefyetmekten ve teşbihten kendisini korumayacak olursa, ayağı kayar ve tenzihi isabet ettiremez."[218]

Nihayet şöyle dedi: "Arş ve Kürsî, Allâh'ın Kitabı'nda açıkladığı gibi haktır. Allâh, arştan da arşın altındakilerden de müstağnidir (onlara muhtaç değildir). Her şeyi kuşatmıştır ve her şeyin üstündedir." [219]

Sonrasında diğer inanç esaslarını zikretti.

[Burada zikredilen Tahâvî, Ahmed bin Muhammed bin Selâme el-Ezdî'dir. Zamanında Ebû Hanîfe'nin ashabının reisiydi. İbnu Uyeyne ve İbnu Vehb'in ashabından rivayette bulunmuştur. Tasnifleri meşhurdur. 321 H senesinde 83 yaşında vefat etti. Allâhu Teâlâ kendisine rahmet etsin.]


[218] Tahâvî, Metn'ul Akîdet'it Tahâviyye, sf. 31-44.

[219] Tahâvî, Metn'ul Akîdet'it Tahâviyye, sf. 54-56.
🡱 🡳