Eş'arî'nin Öğrencisi, Mutekellim Ebu'l Hasan Alî bin Mehdî et-Taberânî[243]'nin Görüşünün ZikriMüşkil'ul Âyât adlı kitabında, Allâhu Teâlâ'nın,﴿الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5) buyruğu ile ilgili bölümde şöyle demektedir:"Bil ki, Allâh semânın üstünde, her şeyin üstünde, arşının üzerine istivâ etmiştir, yani onun üzerindedir. İstivânın manası üstüne çıkmaktır. Nitekim Araplar, onun üstüne çıktım anlamında şöyle derler: 'Bineğin sırtına istivâ ettim, damın üzerine istivâ ettim.' Yine şöyle derler: 'Güneş başımın üzerine istivâ etti, kuş başımın tepesi üzerine istivâ etti,' yani havada yükseldi ve tam benim başımın üstünde oldu, demektir. Kadîm Celle Celâluhu da arşının üstüne yükselmiştir. Allâh'ın şu buyruğu, O'nun semâda arşının üstünde oluşu hususunda sana rehberlik eder:﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾
"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)Yine Allâh'ın şu buyruğu:﴿يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ﴾
"Ey Îsâ! Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim..." (Âl-i İmrân, 3/55)Belhî, Allâh'ın arşın üzerinde istivâ etmesinin, O'nun arşın üzerinde istila etmesi demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu da Arapların, 'Bişr, Irak üzerine istivâ etmiştir,' yani orayı istila etmiştir sözlerinden alınmıştır."Taberî dedi ki: "Burada istivânın istila anlamına kullanılmadığının delalet eden bir şey de şudur: Eğer istila anlamına gelseydi, diğer mahlûkatı bir tarafa özellikle arşını istila etmekle mahsus kılması gerekmezdi. Çünkü o hem arşın üzerine hem de diğer mahlûkatın üzerine istila etmiştir ve bu şekilde vasfettiğinde arşın herhangi bir meziyeti (üstünlüğü) yoktur. Böylelikle onun söylediği bu görüşün fasitliği açığa çıkmaktadır.Diğer taraftan yine ona şöyle denilir: Hiç kuşkusuz ki istivâ, Arapların, kişi daha önce imkân sahibi olmamasına karşın sonradan imkân sahibi olduğunda kullandıkları "filan kişi şunun üzerine istivâ, yani istila etti" sözleri kabilinden kullandıkları istila anlamında değildir. El-Bârî Azze ve Celle, daha önce imkân sahibi değilken, sonradan imkân sahip olmakla nitelendirilemeyeceğine göre, istivânın manası, istila etmeye değiştirilemez."Sonra Taberî şöyle dedi: "Eğer şöyle denilirse: Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾
"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)Ona şöyle denilir: Bu, O'nun semanın üstünde, arşın üzerinde olduğu anlamındadır. Nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾
"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)Manası "yeryüzünün üstünde" şeklindedir. Yine Allâh şöyle buyurmuştur:﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾
"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)[244]Eğer şöyle denilirse: "Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?﴿وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ﴾
"Göklerde ve yerde Allâh O'dur." (el-En'âm, 6/3)
Ona şöyle denilir: Bazı kıraat imamları, "göklerde" buyruğunda vakıf yapar, sonra da "Yerde gizlediğinizi bilir" buyruğu ile okumaya başlarlar. [245] Durum ne olursa olsun, eğer bir kimse: Filan kişi Şam'da ve Irak'ta hükümdardır diyecek olursa, bu onun hükümdarlığının Şam'da ve Irak'ta söz konusu olduğuna delâlet eder. Onun zatı itibariyle ikisi içerisinde olduğu anlamına gelmez." [246]
[243] Doğrusu, isminin Taberî olduğudur, nitekim tabakat kitaplarında ve risalenin diğer nüshasında da ismi böyle geçmektedir. Vallâhu alem! (İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 195; Safedî, el-Vâfî bi'l Vefayât, 22/90; Tâc'ud Dîn Subkî, Tabakât'uş Şâfi'iyyet'il Kubrâ, 3/466; Dâvûdî, Tabakât'ul Mufessirîn, 1/436; Kâtip Çelebi, Sullem'ul Vusûl, 2/398).
[244] 56. dipnota müracaat ediniz.
[245] Semâvât kelimesinde vakıf yapılacağına dair görüş, İbnu Cerîr et-Taberî (İbnu Kesîr, Tefsîr'ul Kur'ân'il Azîm, thk. Selâme, 3/239-240; Kurtubî, el-Câmi'u li Ahkâm'il Kur'ân, 6/390) ve İbnu Batta (İbnu Batta, el-İbâne, 7/136-139) gibi bazı ulemanın tercihidir.
Bu durumda ayetin meali "Göklerde Allâh O'dur. Yerde gizlediğinizi bilir..." şeklinde olur.
İbn'ul Kayyim Rahimehullâh, burada vakıf yapılmamasının daha doğru olduğunu belirtmiş ve bu bağlamda güzel bir faydadan şöyle bahsetmiştir:
"Burada apaçık bir hikmet sebebiyle 'gökler' çoğul olarak gelmiştir. Bu hikmet ise zarfın Allâh Tebâreke ve Teâlâ'nın İsmi içerisinde bulunan İlahlık manası ile taalluk etmesidir. Böylece mana şöyle olur: 'Allâh göklerin her birinde hem İlah hem de Ma'bûd'dur.' Allâh bu cinsten her birinde İlah edilendir ve ibadet edilendir. Bundan dolayı burada çoğul olarak zikredilmesi, tek bir cins lafzıyla yetinmekten daha beliğ ve iyidir.
Bu manayı sünnete mensuplardan bazıları yakalayamadığında, bu ayeti ayetle münasip olmayan bir biçimde tefsir ettiler ve şöyle dediler: 'Göklerde' lafzında tam bir vakıf yapılır sonra Allâhu Teâlâ'nın 'Yerdekini bilir' kavlinden başlanır.' Ayetin fehmi hususunda yanıldılar. Ayetin manası ancak benim sana anlattığım manadır. Bu mana ise tefsir ehlinin muhakkiklerinin görüşüdür." (İbn'ul Kayyim, Bedâ'i'ul Fevâ'id, Dâru Âlem'ul Fevâ'id, 1/202-203)
[246] Yakın lafızlarla İbnu Teymiyye, Beyânu Telbîs'il Cehmiyye, 4/287-292; Zehebî, el-Uluvv, sf. 231-233, no: 552.