Tevhide Davet

11 Zu'l-ka'de 1445, 09:04

Haberler:

Telegram adresimiz: https://t.me/darultawhid

Ana Menü

Son İletiler

#41

اَلرَّدُّ عَلَى الزَّنَادِقَةِ وَالْجَهْمِيَّةِ
فِيمَا شَكَّتْ فِيهِ مِنْ مُتَشَابِهِ الْقُرْآنِ وَتَأَوَّلَتْهُ عَلَى غَيْرِ تَأْوِيلِهِ
اَلشَّيْخُ الْإِمَامُ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ رَحِمَهُ اللّٰهُ تَعَالَى
#42
E-Kitaplar / PDF KELİME-İ TEVHÎD HAKKINDA B...
Son İleti Gönderen Subul’us Selâm - 02.04.2024, 12:00

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Oku        İndir
#43

[İbnu Teymiyye'nin Kelamının Sonu]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu cahillerin görüşüne gelince, bu, dinden irtidadı ve âlemlerin Rabbi'ne küfrü gerektirir. Hiç kuşku yok ki bunların görüşünün aslı, Allâhu Teâlâ'nın mağfiret etmediği küfür olan Allâh'a ortak koşma kapsamındandır. Zira Allâh Subhânehu ve Teâlâ Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

"Şöyle dediler: Sakın ilahlarınızı bırakmayın." (Nûh, 71/23)

Ayetin sonuna kadar.174 Seleften birden fazla kişi şöyle demiştir: Bunlar Nûh kavminde bulunan salihlerden bir topluluğun isimleridir. Ölümlerinden sonra onların kabirlerinin yanı başında itikaf yaptılar. Sonra da onların timsallerini tasvir edip onlara ibadet ettiler. Buhârî'nin Sahîh'inde ve Ehl-i Hadis'ten bir cemaatin de zikrettiği gibi, hadis, tefsir ve nebîlerin kıssalarına dair kitaplarda da yakın ibarelerle bu zikredilmiştir.

Allâhu Teâlâ Nebî'si Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e şöyle demesini emretti:

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana vahyolunuyor." (el-Kehf, 18/110)

Dalalet ehli ise şöyle der: "Bunu Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bizzat kendisi söylemiştir. Ancak bize gelince, biz onun hakkında o bir insandır diyemeyiz, aksine biz, falanca ve falancanın söylediği gibi söyleriz. Herkim Muhammed'in tamamıyla beşer olduğunu iddia derse küfre girmiştir!"

Bunu onlardan bir grup söylemektedir. Bu da Hristiyanların Mesih hakkında söylediğine benzemektedir. Hristiyanlar şöyle derler: "O tamamıyla insan değildir." Dahası, Mesih onlara göre ilahlığı ve insanlığı, tanrılığı ve beşer olmayı topluca kapsayan bir isimdir. Bunu da sofilerin ve şiilerin aşırılarından bir taife söyler, aynı Hristiyanların Mesih hakkında söylediği gibi ilâhlığın ve insanlığın nebilerde ve salihlerde bir araya toplandığını (ittihad) söylerler."175

"Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine ölülerden -nebî olsun, salihlerden olsun, başkası olsun- hiç kimseye dua etmeyi; ne medet umma lafzı ile ne de başka bir lafız ile meşru kılmadığını zaruri olarak biliyoruz. Tıpkı ümmetine ölüler için ve ölülere secde etmeyi ve benzeri şeyleri meşru kılmadığı gibi. Aksine biz, bunların hepsinden nehyettiğini de bunların Allâh ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in nehyettiği şirk olduğunu da biliyoruz. Lâkin sonraki dönemdekilerin çoğunda cehaletin yaygın oluşu ve risaletin eseri hakkındaki ilmin az oluşu sebebiyle onları bununla tekfir etmemiz mümkün değildir, ta ki Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in getirdiği ve kendilerinin muhalefet ettiği şey onlara açıklanana kadar.

İşte bu yüzdendir ki ben bu meseleyi İslam dinini bilen kime anlattıysam meseleyi anlayıp şöyle demiştir: "Bu İslam dininin aslıdır!"

Ashabımızdan ârif şeyhlerin en önde gelenlerinden bazıları şöyle derdi: "Bu, onun (İbnu Teymiyye'nin) bize beyan ettiği en azim meseledir!" Zira onlar bunun dinin aslından olduğunu biliyorlardı.

Bu kişi (Bekrî) ve benzerleri ise başka bir nahiyede İslam üzere olduklarını iddia eder, ölülere dua eder, onlardan ister, onlara sığınır, onlardan yardım isterlerdi. Bazen de ölülerle yaptıkları bundan daha azim olurdu. Çünkü onlar, kendi başlarına gelen bir zaruretten dolayı ölüye gider, kabrinin yanında ihtiyaçlarının karşılanacağını umarak zor durumda kalanların yaptığı şekilde ölüye ve ölü ile dua ederler. Bu ise onların Allâh'a ibadet edip O'na dua etmelerinin hilafınadır. Zira bunu, çoğunlukla Allâh'a ibadet etmekle mükellef oldukları için (zorunluluktan) ve âdet sebebiyle yaparlardı. Öyle ki İslam şeriatından ayrılmış düşman (Tatarlar) Dımaşk'a geldiğinde, başlarına gelen zorluğu kaldırmasını umdukları ölülerin kabirlerinin yanında ölülerden yardım dilemeye başladılar. Şairlerden biri şöyle dedi:

"Ey tatarlardan korkanlar... Ebû Ömer'in kabrine sığının!"

Veyahut da şöyle dedi:

"Ebû Ömer'in kabrine sığının... Sizi bu zor durumdan kurtarsın!"

Ben onlara şöyle dedim: Bu medet umduklarınız; şayet sizinle beraber savaşta olsaydı, Uhud Günü hezimete uğrayan Müslümanlar gibi hezimete uğrarlardı. Zira Allâh, bunu gerektiren sebeplerden dolayı ve Allâh Azze ve Celle'nin bu husustaki hikmetinden dolayı ordunun bozguna uğrayacağını taktir etmiş. İşte bu yüzden de din hususunda marifet sahipleri ve keşif ehli bu defa savaşa katılmadı, zira bu Allâh'ın ve Rasûlü'nün emrettiği şer'î bir savaş değildi.

Bundan sonra biz dini Allâh'a halis kılmayı ve Allâh'tan medet ummayı, Allâh'tan başkasından medet umulmayacağını, yani yakın bir melek veya gönderilmiş bir nebîden medet umulmayacağını emretmeye başladık.

Ne zamanki insanlar işlerini düzeltti, Rabblerinden medet umma hususunda doğru sözlü oldular, Rabbleri düşmanlarına karşı daha önce benzeri görülmemiş bir yardımla onlara yardım etti. Bundan evvel tatarlar böylesine hezimete uğramamıştı, zira daha evvel mevcut olmayan bir şekilde Allâh'ın tevhid edilmesi ve Rasûlü'ne itaat edilmesi kabule şayan oldu. Çünkü Allâh, Rasûlü'ne ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım eder. Nitekim Allâhu Teâlâ Bedir Günü hakkında şöyle buyurdu:

"Hani Rabbinizden yardım dilemiştiniz, O da size cevap vermişti." (el-Enfâl, 8/9)

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Bedir Günü şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Hayy, ey Kayyûm! Sen'den başka -ibadete layık, hak- hiçbir ilah yoktur! Rahmetinle Sen'den medet umarım!"

Başka bir lafızda şöyle geçmektedir: "Benim tüm işimi düzelt ve beni, göz açıp kapayana kadar bile kendi nefsime ve mahlûkatından kimseye bırakma!"176

"Bunlar ise ölü ve gaip kimselere dua eder ve onlardan biri şöyle der: "Ben senden medet umarım, sana sığınırım. Bize medet et! Bizi kurtar!" Yine şöyle der: "Sen benim günahlarımı bilirsin!" Bazıları ise ölülere şöyle der: "Beni bağışla! Bana merhamet et! Beni affet!" Ve buna benzer şeyler söylerler.

Aralarında bunu söylemeyen akıl sahipleriyse şöyle derler: "Ben günahlarımı sana şikâyet ederim! Düşmanımı sana şikâyet ederim! Emirlerin zulmünü, bidatlerin zuhur etmesini, zamanın verimsizliğini ve başka şeyleri sana şikâyet ederim!" Kabirdeki ölüye, dininde veya dünyasında başına gelen zararı şikâyet eder, şikâyet etmesindeki maksadı ise şikâyet ettiğinde ölünün bu zararı ortadan kaldırmasıdır. Bununla beraber şöyle de diyebilirler: "Başımıza gelen zararı sen bilirsin! İşlediğim günahları da sen bilirsin!"

Böylece canlı veya ölü hiçbir insanın bilmesi mümkün olmayan kulların günahları ve küçük detaylar hususunda bu ölüyü veya gaip olan canlı kişiyi bilgi sahibi addeder. Sonra onlardan bazıları isteklerini ve şikâyetlerini, bu kişinin ihtiyaçlarını karşıladığını düşünerek ona yöneltir, tıpkı isteyen kişinin -veçhini bilmese de yollardan bir yolla Rabb'inin bunları gidermesinin mümkün olmasından dolayı ve istemenin bir vesile ve sebep olmasından dolayı- istekleriyle ve şikâyetleriyle Rabb'ine hitap etmesi gibi.

Aralarındaki akıl sahipleri şöyle der: "Bizim maksadımız, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Allâh'a bizim için sormasıdır." Bunlar da Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem vefat ettikten sonra kendileri için Allâh'dan istemesini ondan istediklerinde, onun onlar için isteyeceğini ve şefaat edeceğini zannederler. Nitekim, Sahâbe Radiyallâhu Anhum istiskada ve başka zamanlarda ondan istediklerinde Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem istemiş ve şefaat etmişti, yine kıyamet gününde kendisinden şefaat istendiğinde şefaat edecektir.

Ancak bunlar, bilmezler ki ölüden veya gaipten istemek kesinlikle gayrı meşrudur ve bunu sahabeden kimse yapmamıştır, aksine (ölümünden sonra) ondan isteyip ondan dua talep etmekten yüz çevirip başkalarından istemeye ve başkalarından dua talep etmeye yöneldiler. Ayrıca şunu da bilmezler: Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, sair nebiler, salihler ve başkalarından, onlar hayattayken istenilen şeyler, ölümlerinden sonra istenilmez. Vallâhu Alem."

Özetlenmiş bir şekilde Şeyh'ul İslâm İbnu Teymiyye'den alıntı sona erdi.



174- Allâhu Teâlâ ilgili ayette şöyle buyurmuştur:

"Şöyle dediler: Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd'i, Suvâ'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i hiç bırakmayın." (Nûh, 71/23)

175- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 403-404.

176- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 411-414.
#44
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 25.03.2024, 18:27

İmam, Âlim, Allâme, Mağrib'in Hâfızı, Zamanının Sünnet [Ehlinin] İmamı, et-Temhîd, el-İstizkâr ve Son Derece Değerli Eserlerin Müellifi Ebû Ömer Yûsuf bin Abdillâh bin Abd'il Berr en-Nemrî el-Endelusî'nin Görüşünün Zikri

Et-Temhîd isimli kitabında, İbn Şihâb'ın sekizinci hadisini şerh ederken şöyle dedi:

"Nüzul hadisinin isnadı sahihtir. Hadis ehli, onun sahihliği hususunda ihtilaf etmemiştir. Bu hadiste Allâh Azze ve Celle'nin semâda, yedi semânın üstünde, arşın üzerinde olduğuna delil vardır. Nitekim cemaat de böyle demiştir. Yine bu hadis, "Allâh her mekândadır ve arşın üzerinde değildir" görüşleri hususunda Mu'tezile ve Cehmiyye'ye karşı cemaatin hüccet[ler]i[nden]dir.

Hak ehlinin görüşünün sahih olduğuna ilişkin delil yüce Allâh'ın şu buyruğudur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine Allâh'ın şu buyruğudur:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

"Gökte olandan," kasıt, arşın üzerinde olandır. "Fî" lafzı bazen "alâ" manasında olur.[261] Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini görmez misin?

﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾

"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)

Yani yeryüzü üzerinde dolaşın. Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de aynı şekildedir:

﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾

"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de bunu destekler:

﴿تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ﴾

"Melekler ve Ruh O'na yükselir." (el-Me'âric, 70/4)

Bu ayete benzeyen ayetler de bunu destekler. Bu ayetlerin hepsi, Mutezile'nin görüşünü iptal etme hususunda açıktır.

İstivâ hususunda mecazı iddia etmeleri ve istivânın açıklamasına dair istila etti anlamında olduğunu söylemelerine gelince, bunun bir manası yoktur. Çünkü bu, lügatte zahir değildir. İstilanın lügatte manası, birisine galip gelmeye çalışmaktır. Allâh'a ise hiçbir şey galip gelemez.

Ümmet, kastedilenin mecaz olduğu noktasında ittifak etmediği sürece sözü hakikati üzerine hamletmek, sözün bir hakkıdır. Zira Rabbimizden bize indirilene tabi olmanın bundan başka yolu yoktur. Şayet her iddiacının mecaz iddiasını kabul etseydik, ibadetlerden hiçbiri sabit olmazdı. Fakat Allâh, Arapların -alışageldiği hitabın ve dinleyenlerin nezdinde manası sahih olacak şekilde- anlayacağı tarzın dışında ümmete hitap etmekten münezzehtir.

İstivâ lügatte malumdur ve anlaşılan bir şeydir. İstivâ, uluvv (yücelik), bir şeyin üzerine yükselmek, karar kılmak ve orada temekkün etmek (yerleşmek) demektir.

Ebû Ubeyde, Allâhu Teâlâ'nın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Buyruğu hakkında şöyle dedi: Yükseldi demektir. [Yine şöyle dedi:] Araplar, bineğin üstüne istivâ ettim (çıktım) ve evin üstüne istivâ ettim (çıktım) derler.

Başkası da şöyle dedi: İstivâ, karar kılmak manasındadır. Bu sözüne de, Allâh'ın şu buyruğunu delil gösterdi:

﴿‌وَلَمَّا ‌بَلَغَ ‌أَشُدَّهُ ‌وَاسْتَوَى﴾

"O yiğitlik çağına erişip, istivâ ettiğinde (olgunlaştığında)" (el-Kasas, 28/14)

Yani gençliği bitip, karar kıldığında. Artık gençliğinde değildi.

İbnu Abd'il Berr dedi ki: İstivâ, uluvvda karar kılmak demektir. Allâh Azze ve Celle, Kitabı'nda bize bu şekilde hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur:

﴿‌لِتَسْتَوُوا ‌عَلَى ‌ظُهُورِهِ﴾

"Onların sırtlarına istivâ etmeniz (yerleşmeniz) için." (ez-Zuhruf, 43/13)

Allâh yine şöyle buyurmuştur:

﴿‌فَإِذَا ‌اسْتَوَيْتَ أَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ﴾

"Böylece sen ve seninle beraber olan kimseler, gemiye istivâ ettiğiniz (bindiğiniz) zaman..." (el-Mu'minûn, 23/28)

Allâh yine şöyle buyurmuştur:

﴿‌وَاسْتَوَتْ ‌عَلَى ‌الْجُودِيِّ﴾

"Ve gemi, Cûdî dağının üzerine istivâ etti (yerleşti)." (Hûd, 11/44)" [262]


[261] 56. dipnota müracaat ediniz.
[262] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/139-142.
#45

[Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile İstigase Yapmaya Getirilen Deliller]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

Bekrî, şöyle diyen âmânın hadisiyle ihticac etti: "Allâh'ım! Rahmet Nebîsi olan Sen'in Nebîn Muhammed ile Sana teveccüh ederek Sen'den istiyorum!"167

Ancak bu hadis, iki vecihten dolayı onun lehine bir hüccet değildir:

Birincisi: Bu istigase değildir, sadece Nebîyle yapılan teveccühtür.

İkincisi: Bu âmâ Nebî'nin duası ve şefaatiyle teveccüh etti. Zira o, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den dua talep etti ve duanın sonunda şöyle dedi: "Allâh'ım, onu benim için şefaatçi kıl!"168

Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in bu adam için şefaat ettiği böylece bilinir. Bu adam, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in zatıyla değil şefaatiyle tevessül etti. Nitekim sahabe, yağmur namazında Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessül ediyorlardı, yine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra Abbâs Radiyallâhu Anh'ın duasıyla tevessül ettikleri gibi."169

"Yine bu hadisin başında, bu adamın Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den kendisi için dua etmesini talep etmesi geçmektedir. Böylece bu hadis, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in o adam için şefaat edip dua ettiğine ve Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in de o adama Allâhu Teâlâ'ya dua edip Allâh'tan yaptığı şefaatin kabul edilmesini istemesini emrettiğine delalet eder.

Adamın şu sözüne gelince: "Ey Muhammed! Bu ihtiyacımı gidersin diye seninle Rabbime teveccüh ediyorum!" Bu söz, kalpte hatıra getirilen bir kişiye hitaben söylenilmiştir. Nitekim namazlarımızda şöyle deriz: "Ey Nebî! Allâh'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun!" Yine insan, sevdiklerini ve buğz ettiklerini kalbinde hatırına getirip onlarla konuşur, bunun örneği çoktur."170

"Bekrî'nin zikrettiği Âdem'in tevessülü171 ve Mansûr'un hikayesine172 gelince, buna cevap iki vecihten verilir:

Birincisi: Bunların bir aslı bulunmamaktadır, bunlarla hüccet ikame edilmez ve isnatları da yoktur.

İkincisi: Velev ki bunlar, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in zatıyla tevessül etmeye delalet etse de onunla istigase yapmaya delil değildir.

Devenin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e şikâyet etmesine gelince, bu aynı ademoğlunun ona şikâyet etmesi gibidir. İnsanlar kıyamet gününde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istigasede bulunacakları gibi o hayattayken de her daim ondan istigasede bulunurlardı.

Daha evvel, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den makamına yaraşır bir şey istendiğinde bu hususta bir ihtilafın bulunmadığını söylemiştik. O hayattayken gücünün yettiği şeylerde ondan talepte bulunmak ve o hayattayken ondan istigasede bulunmak hakkında da hiç kimse ihtilaf etmemiştir.

Bu sebeple Bekrî'nin zikrettikleri, ihtilafın membaına dair delil teşkil etmemektedir. Ancak bu adam (Bekrî), istigase lafzını ve bu lafzın genel manasını alıp onunla şüpheye düşürdü. Bu zikrettikleri ancak "Herhangi bir şeyde, hayatta da olsa ölü de olsa hiç kimse Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istigasede bulunamaz" diyenlere uyar. Salihler bir yana, Nebî'ler ve Rasûller bir yana, hatta öncekilerin ve sonrakilerin efendisi bir yana, akıl sahibi bir kişinin bunu avamdan herhangi bir kimse hakkında bile söylemeyeceği malumdur. Bazı hususlarda herkesten istigasede bulunacağı muhakkakken, Allâh'ın indinde mahlûkatın en faziletlisi ve en kerimi hakkında durum nicedir? Ancak bundan nefyedilmesi, iki şeye dönmektedir: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra onunla istigase etmek ve Allâhu Teâlâ'dan başka kimsenin gücünün yetmediği şeyleri ondan talep etmek."173



167- Tirmizî, Hadis no: 3578; İbnu Mâce, Hadis no: 1385; İbnu Huzeyme, Sahîh, Hadis no: 1219; Nesâ'î, es-Sunen'ul Kubrâ, Hadis no: 10419-10421.

168- Tirmizî, Hadis no: 3578; İbnu Mâce, Hadis no: 1385; İbnu Huzeyme, Sahîh, Hadis no: 1219; Nesâ'î, es-Sunen'ul Kubrâ, Hadis no: 10419-10421.

169- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 257-262.

170- Yakın lafızlarla İbnu Teymiyye, İktidâ'us Sirât'il Mustakîm, 2/318-319.

171- Bekrî'nin delil olarak getirdiği kıssa, şöyle rivayet edilmiştir: Ömer İbn'ul Hattâb Radiyallâhu Anh şöyle dedi: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Âdem günahı işleyince şöyle dedi: Ya Rabb! Muhammed'in hakkıyla Sen'den beni bağışlamanı istiyorum.

Allâh şöyle buyurdu: Ey Âdem! Ben henüz Muhammed'i yaratmamışken onu sen nereden bildin?

Âdem dedi ki: Ya Rabb! Ben onu bilirim, zira Sen beni elinle yarattığında, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın direklerinin üzerinde La İlahe İllallâh Muhammed'un Rasûlullâh yazdığını gördüm. Ben de bildim ki Sen, Kendi isminin yanına ancak Sana en sevimli olan mahlukatını katarsın!

Allâh şöyle buyurdu: Doğru söyledin ey Âdem! Muhakkak ki Muhammed, mahlukatın bana en sevimli olanıdır. Bana onun hakkıyla dua edesin, Ben de seni bağışladım. Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım."

Hâkim hadisi rivayet ettikten sonra şöyle diyor: "Bu, isnadı sahih olan bir hadistir." Zehebî ise bu hadisin mevzuu olduğunu belirtmiştir. (Hâkim, el-Mustedrak ala's Sahîhayn, İlmiyye, 2/672)

172- Bekrî'nin delil olarak getirdiği Mansûr kıssası, şöyle rivayet edilmiştir: İbnu Humeyd şöyle dedi: Müminlerin Emiri Ebû Ca'fer (Mansûr), Mâlik ile Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in mescidinde münazara etti.

Mâlik ona şöyle dedi: "Ey Müminlerin Emiri! Bu mescitte sesini yükseltme. Zira Allâhu Teâlâ bir topluluğu tedip edip şöyle buyurdu: "Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin." (el-Hucurât, 49/2) Bir topluluğu ise methedip şöyle buyurdu: "Allâh'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar..." (el-Hucurât, 49/3) Bir topluluğu zemmedip şöyle buyurdu: "Sana bağıranların." (el-Hucurât, 49/4) Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ölüyken hürmeti (saygınlığı) aynı hayatta iken hürmeti (saygınlığı) gibidir."

Bunun üzerine Ebû Ca'fer tevazu gösterip şöyle dedi: "Ey Ebû Abdillâh! Kıbleye yönelip mi dua edeyim yoksa Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e mi yöneleyim?"

Mâlik şöyle dedi: "Senin ve atan Âdem Aleyh'is Selâm'ın kıyamet gününde Allâhu Teâlâ'ya olan vesileniz o iken neden ondan yüz çevirirsin? Aksine ona yönel ve şefaat iste ki Allâh onu şefaatçi kılsın. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman..." (en-Nisâ, 4/64)" (Kadı İyâz, eş-Şumenî'nin haşiyesiyle eş-Şifâ, 2/40-41)

173- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 262-268.
#46
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 18.03.2024, 12:00

Şeyh'ul İslam Ebû Osmân İsmâ'îl bin Abd'ir Rahmân en-Neysâbûrî es-Sâbûnî'nin Görüşünün Zikri

Sünnete dair risalesinde dedi ki:

"Hadis ashabı Allâh'ın -kitabında buyurduğu gibi- yedi semâsının üstünde, Arşının üzerinde olduğuna inanır ve şahitlik ederler. Ümmetin âlimleri ile selef imamlarının önde gelenleri, Allâh'ın Arşı üzerinde olduğu, Arşının da semâvâtının üzerinde olduğu hususunda hiç ihtilaf etmemişlerdir.

İmamımız Şâfi'î de el-Mebsût adlı eserinde kefaret hususunda mümine köleyi azat etmek meselesinde, Muâviye İbn'ul Hakem'in haberini delil göstermiştir. Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem siyahî cariyenin mümine olup olmadığını öğrenmek için ona şöyle dedi: "Rabbin nerede?" Cariye semâya işaret etti, çünkü kendisi Arap değildi. Bunun üzerine Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Onu azat et. Çünkü o mümine birisidir!" Böylelikle Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, cariye, Rabbinin semâda olduğunu ikrar edip, Rabbini uluvv ve fevkıyye (üstte oluş) sıfatlarıyla tanıtınca onun imanına hüküm verdi."[260]

Burada zikri geçen Sâbûnî fakih, muhaddis, sufi ve vaiz birisiydi. Zamanında Neysâbûr'un şeyhiydi. Güzel eserleri vardır. İbnu Huzeyme ve Serrâc'ın ashabından hadis dinlemiştir. 449 H yılında vefat etmiştir.


[260] Yakın lafızlarla Sâbûnî, Akîdet'us Selef ve Ashâb'ul Hadîs, Dâr'ul Âsıme, sf. 175-188.
#47
E-Kitaplar / PDF HUREYMİLA BELDESİ AHÂLİSİY...
Son İleti Gönderen Subul’us Selâm - 17.03.2024, 08:46

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Oku        İndir
#48

[Bidat Ehli, Bidatlerine Muhalefet Edenleri Tekfir Eder]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu kişinin (Bekrî'nin) ve benzerlerinin izlediği bu yol, cehalet ve zulmü bir araya getiren bidat ehlinin yoludur. Bunlar Kitab'a, sünnete ve sahabenin icmasına muhalif bir bidat uydururlar ve dinden çıkan Hâricîler gibi bidatleri hususunda kendilerine muhalefet edenleri tekfir ederler. Yine kendilerini muhalefet eden sahabe ve müminlerin cumhurunu tekfir eden Rafızîler gibi; onlar Ebû Bekr'i, Ömer'i, Osmân'ı -Allâh kendilerinden razı olsun-, onlara dostluk besleyenleri ve ehl-i sünnet ve'l cemaatin imamlarını bile tekfir ettiler.

İlim ve iman ehli ise ilme, adalete ve rahmete sahiptir. Kendisiyle bidatten salim olup sünnete muvafakat ettikleri hakkı bilirler ve kendilerine zulmetmiş olsa bile haktan sapanlara karşı adil davranırlar. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Kendiniz aleyhine de olsa, Allâh için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun." (en-Nisâ, 4/135)

Allâhu Teâlâ şöyle de buyurmaktadır:

"Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allâh'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır." (el-Mâ'ide, 5/8)

Bu yüzden ilim ve sünnet ehli muhaliflerini tekfir etmez, velev ki bu muhalif onları tekfir etse de. Zira küfür, şeri bir hükümdür. İnsanlar, (intikam olarak) benzeriyle karşılık veremezler. Mesela biri senin hakkında yalan söylese veya eşinle zina yapsa, senin onun hakkında yalan söyleyip eşiyle zina etme hakkın yoktur. Zira zina ve yalan, Allâhu Teâlâ'nın hakkı sebebiyle haramdır. Aynı şekilde tekfir etmek de Allâhu Teâlâ'nın hakkıdır. Bu yüzden de biz, Allâhu Teâlâ'nın ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in tekfir ettiği kişi dışında kimseyi tekfir etmeyiz.

Yine, muayyen bir şahsın tekfiri ve öldürülmesinin cevazı, kendisine muhalefet edenlerin küfre girdiği nebevî hüccetin ulaşmasına bağlıdır. Yoksa dinden bir hususu bilmeyen herkes küfre girmez.

İşte bundan dolayı Kudâme bin Maz'ûn Radiyallâhu Anh ve ashabı gibi sahabe ve tabiinden bir taife alkolü helal addedip bunun Mâ'ide suresindeki ayetten163 fehmettikleri anlama göre salih amel işleyenlere helal olduğunu zannettiklerinde, Ömer Radiyallâhu Anh, Alî Radiyallâhu Anh ve onlar gibi sahabeden âlimler onların tövbe etmelerinin isteneceğine, helal addetme hususunda ısrar ederlerse kâfir olacaklarına, eğer bunun haram oluşunu ikrar ederlerse celde yiyeceklerine dair ittifak etti. Burada ilk baştan helal addettikleri için hakkı onlara beyan edene kadar tekfir etmediler, zira onlara arız olan bir şüphe vardı. Eğer ısrar etmiş olsaydılar küfre girmiş olurlardı.

İki Sahih'de ailesine şöyle diye kişinin hadisi sabittir: "Ben öldüğüm zaman beni toz haline getirin, sonra beni denize atın. Allâh'a yemin olsun ki eğer Allâh bana güç yetirirse, bana alemlerde kimseyi azap etmediği şekilde azap edecektir." Allâh karaya emretti, kara da adamın parçalarını iade etti, Allâh denize emretti, deniz de adamın parçalarını iade etti. Allâh şöyle dedi: "Bu yaptığını yapmaya seni iten neydi?" Adam dedi ki: "Senden duyduğum korku ya Rab!" Allâh da adamı affetti.164

Bu adam, bu işi yaptığı zaman Allâh'ın onu tekrar bir araya getirmeye güç yetiremeyeceğini ve tekrar bir araya getirmeyeceğini düşündü ya da bunun caiz olduğunu düşündü. Her ikisi de küfürdür. Ancak bu kişi cahildi, muhalefet edilmesiyle kişiyi kâfir kılan hak onun için yeterince açıklığa kavuşmamıştı, böylece de Allâh onu bağışladı.

Bu yüzden de ben hulûliyye olan ve Allâhu Teâlâ'nın arşın üzerinde olduğunu nefyeden nefyedici Cehmiyye'ye derdim ki: Ben size (bu inançlarda) muvafakat etseydim kâfir olurdum, zira ben sizin kavlinizin küfür bir söz olduğunu biliyorum. Lâkin benim indimde tekfir edilmiyorsunuz, zira siz cahilsiniz.165 Bu da onların ulemasına, kadılarına, şeyhlerine ve emirlerine hitabendir."166



163- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İman edip salih ameller işleyenlere; Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allâh'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allâh, iyilik edenleri sever." (el-Mâ'ide 5/93)

164- Yakın lafızlarla Buhârî, Hadis no. 3481, 3478; Muslim, Hadis no. 2756-2757.

165- İbnu Teymiyye Rahimehullâh, sıfatları inkâr eden tevilcilerin tevillerinin, nasları inkâr manasına geldiğini, dolayısıyla onların bu görüşlerini kendisi savunmuş olsa bu durumda kafir olacağını söylüyor. Ancak tevil sahiplerini tekfir edebilmek için, onların hücceti fehmettiklerinin ve hücceti yalanladıklarının ortaya çıkması gerekir. Zira bu mesele, tevhidin aslına dair değil, hafi meselelerle alakalıdır. Bu hususta hüccetin ikame edilmesi, muhalifin görüşünün nassa muhalif olduğunu ortaya koymaktır. İbnu Teymiyye'nin bu kimseleri tekfir etmemesinin nedeni, meselenin hafi meselelerden olması ve onların hücceti fehmederek nassı yalanladıklarının ortaya çıkmamış olmasıdır.

Burada dikkat çekilmesi gereken mühim bir konu da şudur: Şeyh İbnu Teymiyye sıfatları tevil etmek gibi hafi görüşler ile zahir meselelerin arasını ayırmıştır. Zahir meselelerde sapkın fikirlere sahip olanları açıkça tekfir etmiştir. Ancak bazı sıfatlar hususunda cehalet gibi hafi meselelerde cehaletten dolayı Şeyh İbnu Teymiyye tekfir etmemiştir. Vallâhu alem.

166- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 249-253.
#49
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 12.03.2024, 05:47

İmam Ebû Ömer Ahmed bin Muhammed bin Abdillâh el-Endelusî et-Talemenkî el-Mâliki'nin Görüşünün Zikri

El-Usûl adlı iki ciltlik eserinde şöyle dedi:

"Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlar, Allâh'ın zatı ile arşına istivâ ettiği hususunda icma etti."

Yine bu kitabında şöyle dedi:

"Ehl-i Sünnet, Allâh'ın mecazen değil hakikaten arşın üstünde olduğu hususunda icma etti."

Sonra senedi ile Mâlik'in şu sözünü nakletti:

"Allâh semadadır, ilmi ise her yerdedir."

Sonra bu kitapta dedi ki:

"Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlar, Allâh'ın:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ

"Nerede olursanız O sizinle beraberdir" (el-Hadîd, 57/4) buyruğunun anlamının ve Kuran'da bulunan benzeri buyrukların anlamının Allâh'ın ilmiyle beraber olduğu hususunda icma etti. Zira Allâhu Teâlâ, zatıyla semâvâtın üstündedir, dilediği şekilde arşına istiva etmiştir."[259]

Bu, onun kitabında bulunan sözüdür. Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanların [selefinin], Allâh'ın zatı ile arşına istivâ etmesi hususunda icmasını nakletmesine bak!

Sünnet imamlarının birçoğu bu lafzı mutlak bir şekilde kullandı. Ulemanın birçoğu, bu lafzın mutlak bir şekilde kullanılmasını büyük imamlardan aktardı. Nitekim Hafız Ebû Nasr es-Siczî ve diğerlerinden bu lafız daha önce geçmişti. Sonra Zehebî'nin zikrettiği gibi İbnu Ebî Zeyd, bu hususu Risâle'sinde zikrettiğinde, bundan dolayı yalnızca onu nasıl eleştirirler?

Burada zikri geçen Talemenkî, Endülüs'teki büyük hafızlardan ve kıraat imamlarındandı. 80 küsur yıl yaşamış ve 429 H yılında vefat etmiştir.


[259] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 246; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 204.
#50
1445H / MÜBAREK RAMAZAN AYI 1445 H
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 11.03.2024, 18:57

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
شَهْرُ رَمَضان ١٤٤٥

MÜBAREK RAMAZAN AYI 1445 H
12.03.2024 M

Ramazan ayının hilali bu akşam 29 Şaban 1445 H (11.03.2024 M) tarihinde Allâh'ın izni ve yardımı ile muvahhidler tarafından gözetlenmiş ve görülmüştür.

«اللَّهُ أَكْبَرُ، اللَّهُمَّ أَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالأَمْنِ وَالإِيمَانِ، ‌وَالسَّلَامَةِ ‌وَالإِسْلَامِ، وَالتَّوْفِيقِ لِمَا يُحِبُّ رَبُّنَا وَيَرْضَى، رَبُّنَا وَرَبُّكَ اللَّهُ.»
"Allâh en büyüktür. Allâh'ım! Bunu üzerimizde emniyet, iman, selamet, İslam ve Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu şeylerde başarı ayı kıl! (Ey Hilal!) Benim ve senin Rabbin Allâh'tır." (Tirmizî, Hadis no: 3451; Dârimî, Sünen, Hadis no: 1729-1730)

Hicri takvime göre 1 Ramazan 1445, Miladi 12.03.2024 Salı gününe denk gelmektedir. Vallâhu A'lem!
🡱 🡳