Tevhide Davet

5 Zu'l-ka'de 1445, 02:29

Haberler:

İletişim adresimiz: info@darultawhid.com

Ana Menü

Son İletiler

#11

[Mürtedin Tarifi ve Hükmüne Dair] Fasıl

İknâ ve şerhinde181 şöyle geçer:

"Mürtedin Hükmü Babı.

Mürted, mümeyyiz dahi olsa İslâm'ından sonra ister lafzen ister itikat ederek ister şüphe duyarak ister fiilen küfre giren kişidir. Mümeyyizin İslâm'ı sahih olduğu gibi riddeti de sahihtir.

Ancak Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı ikrah altındaki kişi mürted addedilmez:

"Kalbi iman ile dolu olduğu hâlde ikrah altında olan müstesna..." (en-Nahl, 16/106)

Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinin umumi olmasından dolayı alay ederek bunları yapsa da mürted addedilir:

"İçinizden kim dininden irtidad ederse..." (el-Mâ'ide, 5/54) Ayetin sonuna kadar.182

Âlimler, mürtedin katlinin vacip oluşunda icma etmişlerdir.

Herkim Allâhu Teâlâ'ya ortak koşarsa, Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden dolayı İslam'ından sonra küfre girmiştir:

"Hiç şüphesiz Allâh, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun aşağısını dilediği kimse için bağışlar..." (en-Nisâ, 4/48, 4/116)

Herkim Allâh'ın rububiyetini veya vahdaniyetini inkâr ederse küfre girer, zira onları inkâr eden Allâhu Teâlâ'ya ortak koşmuştur. Herkim Allâh'ın sıfatlarından bir sıfatı inkâr eder yahut da Allâh'a bir eş ya da evlat nispet ederse küfre girer.

Herkim nübüvvet iddia ederse yahut da Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sonra nübüvvet iddia eden birini tasdiklerse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ'nın şu kavlini yalanlamıştır:

"Lâkin o, Allâh'ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur..." (el-Ahzâb, 33/40)

Herkim bir nebîyi veya Allâh'ın kitaplarından bir kitabı veya kitapların içinden bir şeyi inkâr ederse veya melekleri yahut melek olduğu sabit olanlardan bir tanesini inkâr ederse Kuran'ı yalanladığı için küfre girer. Herkim ölümden sonra dirilmeyi inkâr ederse küfre girer. Herkim Allâh'a ve Rasûlü'ne söverse küfre girer. Herkim Allâh'la, kitaplarıyla ya da Rasûlleriyle alay ederse küfre girer, zira Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Allâh ile ayetleriyle ve Rasûlü ile mi..." (et-Tevbe, 9/65) Ayetin sonuna kadar.183

Şeyh (İbnu Teymiyye) şöyle dedi: Herkim Allâh'ın Rasûlü'ne buğzederse veya Rasûl'ün getirdiğine buğzderse ittifakla küfre girer. Herkim Allâh ile kendisi arasına vasıtalar koyup onlara tevekkül eder, onlara dua eder ve onlardan isterse icma ile kâfir olur, zira bu şöyle diyen putperestlerin fiiline benzer:

"Biz onlara ancak bizi Allâh'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." (ez-Zumer, 39/3)

Herkim Allâh'ın meşru kıldığı dinden bir şeyle alay mahiyetinde sarih bir söz söyler veya fiil işlerse, önceki geçen ayetten dolayı küfre girmiştir. Herkim Kuran'ın değerini düşürürse küfre girer."184

"Kendisinin Yahudi veya Hristiyan olduğunu söylemesi gibi herkim kendisini İslam'dan çıkaran bir söz söylerse kâfirdir. Herkim Allâh'ın vaadi veya tehdidiyle alay ederse kâfirdir, zira bu Allâh ile alay etmeye benzer. Herkim İslam dışında bir din edinenleri tekfir etmezse veya onların küfürleri hususunda şek ederse kâfirdir."185

Nihayet şöyle dedi: "Herkim "Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e bâtın ilimlerde değil, zahir ilimlerde muhtacım" derse, ya da "Hızır'ın Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın şeriatından çıkabildiği gibi Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şeriatından çıkabilen veliler vardır" derse kâfirdir."186

"Herkim sahabe Radiyallâhu Anhum'a veya onlardan birine söverse ve sövmesiyle beraber Alî'nin ilah olduğunu veyahut da Cibrîl'in (nübüvveti ilettiği kişi hususunda) hata ettiği iddiasını eklerse, bu kişinin küfründe şüphe bulunmamaktadır. Dahası, böyle bir kişinin tekfirinde duraksayanın küfründe şüphe bulunmamaktadır. Ancak sahabeye sadece lanet eden veya mutlak anlamda kötü görene gelince, bu ihtilaf konusudur, İmam Ahmed bu kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesi hususunda duraksamıştır."187

"Sihir öğretmek, öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihir, kendisine sihir yapılan kişinin bedenine, aklına veya kalbine dokunmaksızın bunlarda tesir gösteren bağlanmış bir ip, rukye, konuşulan veya yazılan sözler yahut da yapılan bir şeydir. Sihrin hakikati vardır. Sihrin bazısı öldürür, bazısı hasta eder, bazısı erkeği hanımından alı koyar, bazısı kişiyle eşinin arasını ayırır, bazısı iki eşi birbirinden nefret ettirir, bazısı iki kişiyi birbirine sevdirir.

Sihri öğretmekle ve yapmakla kişi küfre girer ister haramlığına itikat etsin ister mübahlığına itikat etsin fark etmez, aynı süpürge veyahut başka bir cansız şeye binip havada uçanlar gibi.

Cinlere azmeden ve cinleri toplayıp onların kendisine itaat ettiğini iddia eden kişi küfre girmez, ancak öldürülme dışında beliğ bir tazirle cezalandırılır. Kâhin ve Arrâf da böyledir. Kâhin kendisine haber getiren cinleri görendir. Arrâf ise müneccim gibi tahmin yürüten kimsedir.

(Kehanette bulunmak için) küçük taşları veya buğdayı yere atan ve kürek kemiğine bakanlara gelince, bunlar yaptıklarının mübah olduğuna itikat etmediğinde ve kendisinin bununla (kehanetle) gayb ilimlerini bilmediğine itikat ettiğinde tazir edilir ve bırakılır. Aksi takdirde küfre girer."188

"Ben Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e zahir ilimlerde muhtacım..." sözünün sonuna kadar olan ibarenin şerhinde (Buhûtî), kendi zamanında Mısır ve Şam'da bu belanın yayılmış olduğunu söyledi.189 Allâh Subhânehu ve Teâlâ en iyi bilendir.

Allâh, Muhammed'e, âline ve ashabına din gününe kadar, Allâh arzı ve onun üstündekileri miras alana kadar (herkes ölüp Allâh'tan başkası kalmayana kadar) -ki Allâh, varislerin en hayırlısıdır- daimî ve hiç bitmeyen bir salat u selam eylesin. Âmîn!


(Faydalı Sözler İsimli Eser Sona Ermiştir. Hamd Yalnız Allâh'adır!)


181- İknâ kitabı, Dımaşk müftüsü Şeyh'ul İslam Haccâvî (968 H) Rahimehullâh'ın telif ettiği Hanbelî fıkhına dair benzeri olmayan; Hanbelî fıkhına dair el-Mustev'ib, el-Muharrar ve el-Mukni gibi kitapları kaynak alan ve muteahhir Hanbelîlerin dayanağı addedilen fıkıh kitabıdır. Şerhi ise, Keşşâf'ul Kinâ ismiyle meşhur olup Allâme Mansûr el-Buhûtî (1051 H) Rahimehullâh tarafından yazılmıştır. Şerhi zamanında yaşayan Hanbelî uleması tarafından o kadar çok beğenilmiştir ki, bazısı Buhûtî'nin yazdığı şerhten sonra kendi yazdıkları şerhe ihtiyaç kalmadığı için yazdıkları şerhleri yok etmiştir.

182- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! İçinizden kim dininden irtidad ederse, (bilin ki) Allâh onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allâh onları sever, onlar da Allâh'ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allâh yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allâh'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allâh, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (el-Mâ'ide, 5/54)

183- Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, 'Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk', derler. De ki: Allâh ile âyetleriyle ve Rasûlü ile mi alay ediyordunuz?" (et-Tevbe, 9/65)

184- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/225-228.

185- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/230-231.

186- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.

187- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/234-239.

188- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/272-276.

189- Özetle el-Buhûtî, Keşşâf'ul Kinâ an Metn'il İknâ, Vezârat'ul Adl, 14/233.
#12
Davetimiz / RAMAZAN BAYRAMI 1445 H
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 10.04.2024, 09:50

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Allâh en büyüktür, yücedir. Allâh'a çokça hamdolsun, sabah akşam O'nu tenzih ederiz. Allâh en büyüktür, Allâh'tan başkasına ibadet etmeyiz, kâfirlerin hoşuna gitmese de dini sadece O'na has kılarız. Allâh'tan başka ibadete layık -hak- ilah yoktur, O birdir. Vaadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Allâh'tan başka ibadete layık -hak- ilah yoktur ve Allâh en yücedir.

Bundan sonra:

Yüce Allâh'ın izniyle 1445 H senesinin Ramazan Bayramı'na ulaşmış bulunuyoruz. Şirkin dünyayı kuşattığı ve halis tevhid ehlinin, siyah bir boğanın üzerindeki beyaz kıllar kadar az olduğu bu ahir zamanda, şirkten ve ehlinden teberri eden, Allâh'ı birleyip hayatlarını tevhid üzere idame eden, müminleri dost edinip kâfirleri düşman belleyen, dini Allâh'a has kılıp Allâh'ın kelimesinin yücelmesi için vahdet ve ülfet içerisinde çaba sarf eden tüm Müslümanların bayramını tebrik eder, Yüce Allâh'tan her birimizin amellerini salih amel katına yükseltmesini, bizlerden kabul buyurmasını, günahlarımıza kefaret kılmasını ve günahlarımızı affetmesini niyaz ederiz. Allâhu Teâlâ sizden de bizden de kabul etsin, bayram size ve bize mübarek olsun!

Allâh'ım! Dinine zafer ver ve dinin düşmanlarını helak eyle! Bizleri dininin ensarı, temiz Muhammedî şeriatın koruyucuları kıl! Bize hidayet ver, bizimle insanları hidayete erdir ve hidayeti bize kolaylaştır! Bizleri peygamberinin dinine sımsıkı sarılan seçkin kullarından eyle ve Kuran ve sünnete hakiki anlamda ittiba edenlerden eyle! Hidayet ettikten sonra kalplerimizi eğriltme, kalplerimizi Sen'in dinin üzere sabit kıl!

Rabbimiz! Bizleri Sen'in yolunda mücadeleyi ikame eden, tevhidin şanlı sancağını gökyüzünde dalgalandıran, şirk ve dalaletin izini yeryüzünden silen, Sen'in kelimeni yücelten ve İslam'ı ikame eden kulların kıl! Bizleri küfür, şirk, bidat ve nifak ehlinin kalbine saplanmış bir hançer, zulüm, fısk, bağy ve tuğyan ehlinin belini kıran bir yük eyle! Kardeşliğimizi ve birliğimizi pekiştir; kuşkusuz ki Sen'sin Veliyy'ut Tevfîk!..

Tekabbalallâhu minnâ ve minkum, Îdun Mubârak aleynâ ve aleykum!
#13
1445H / Ynt: RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVV...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 10.04.2024, 03:11

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
عِيدُ الْفِطْرِ / ١ شَوَّال ١٤٤٥

RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVVAL 1445 H
10.04.2024 M

Şevval ayının hilali bu akşam 29 Ramazan 1445 H (09.04.2024 M) tarihinde Allâh'ın izni ve yardımı ile muvahhidler tarafından gözetlenmiş ve görülmüştür.

«اللَّهُ أَكْبَرُ، اللَّهُمَّ أَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالأَمْنِ وَالإِيمَانِ، ‌وَالسَّلَامَةِ ‌وَالإِسْلَامِ، وَالتَّوْفِيقِ لِمَا يُحِبُّ رَبُّنَا وَيَرْضَى، رَبُّنَا وَرَبُّكَ اللَّهُ.»
"Allâh en büyüktür. Allâh'ım! Bunu üzerimizde emniyet, iman, selamet, İslam ve Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu şeylerde başarı ayı kıl! (Ey Hilal!) Benim ve senin Rabbin Allâh'tır." (Tirmizî, Hadis no: 3451; Dârimî, Sünen, Hadis no: 1729-1730)

Hicri takvime göre Ramazan Bayramının ilk günü yani 1 Şevval 1445, Miladi 10.04.2024 Çarşamba gününe denk gelmektedir. Vallâhu A'lem!
#14
1445H / RAMAZAN BAYRAMI VE 1 ŞEVVAL 14...
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 09.04.2024, 21:17

Bismillâh. Adil müslümanların Türkiye ve başka diyarda hilali gözetlemesine rağmen hilal görülmedi. Bazı yerlerde hava kapalıydı. Müslüman olduğunu bildiğimiz ama adalet vasfı taşımayan bazı kimseler hilali görmüşler. Onların şahitliklerini kabul etmediğimizden sabaha başka diyardan Türkiye saati ile 3:30 civarı hilal görüldüğüne dair haber gelmezse ayı otuza tamamlayacağız inşaallah
#15
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 08.04.2024, 11:53

İbnu Abd'il Berr dedi ki: "Allâhu Teâlâ'nın, şu buyruğu ile ihticac etmelerine gelince,

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Bu ayetin zahiri onlar için hüccet değildir."[265]

İbnu Abd'il Berr dedi ki: "O arşın üzerindedir ve ilmi her yerdedir.

Suneyd, Dahhâk'tan bu ayet hakkında şöyle dediğini zikretmiştir: "O arşın üzerindedir, ilmi ise nerede olurlarsa olsunlar, onlarladır."

Dedi ki: Sufyân es-Sevrî'den de bunun benzeri bana ulaşmıştır.

Abdullâh bin Mes'ûd dedi ki: "Sema ile yer arasındaki mesafe beş yüz yıldır. Her sema ile diğer sema arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Yedinci sema ile kürsü arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Kürsü ile su arasındaki mesafe de beş yüz yıldır. Arş, suyun üzerindedir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ da arşın üzerindedir ve amellerinizi bilir." [266]

Bu sözü veya yakın lafzı, el-İstizkâr kitabında zikretmiştir. [267]

Yine Ebû Ömer dedi ki: "Kendilerinden tevilin (tefsirin) nakledildiği sahabe ve tabiin alimleri, icma ederek Allâhu Teâlâ'nın:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Buyruğunun tevili (tefsiri) hakkında şöyle demişlerdir: O, arşın üzerindedir, ilmi ise her yerdedir. Bu konuda, sözü delil olarak kabul edilecek hiç kimse onlara muhalefet etmemiştir." [268]

Yine şöyle demektedir: "Ehl-i Sünnet, Kitap ve sünnette varit olmuş sıfatları ikrar etme ve bu sıfatları hakikat üzere hamledip mecaza hamletmeme hususunda icma etmiştir. Şu kadar var ki onlar bu sıfatların hiçbirisini keyfiyetlendirmezler.

Cehmiyye, Mu'tezile ve Hâricîler'e gelince, onların hepsi bunları inkâr eder, bu sıfatların hiçbirisini hakikat üzere hamletmez ve onları ikrar edenlerin Müşebbihe olduğunu iddia ederler. Kendileri ise bunları ikrar edenlere göre, Ma'bûd'un Kendisini nefyeden kimselerdir." [269]

Hafız Zehebî dedi ki: "Allâh'a yemin ederim doğru söylemiştir. Çünkü sair sıfatları tevil edip, bu hususta varit olan sıfatları mecâzî söz olarak hamleden kişiye gelince, onun sıfatları manalarından soyması, kendisini Rabbi ta'tîl etmeye (yok saymaya) ve O'nu olmayan bir varlığa benzetmeye götürür." [270]

Ebû Ömer bin Abd'il Berr, ilim deryalarından ve eser imamlarından biriydi. Gözlerin onun benzerini görme ihtimali çok azdır. Dört bir yanda fazileti şöhret kazanmıştır. 463 H senesinde, 96 yaşındayken vefat etti.


[265] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149.

[266] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/150-151.

[267] İbnu Abd'il Berr, el-İstizkâr, 2/527-529.

[268] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/149-150.

[269] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/156.

[270] Zehebî, el-Uluvv, sf. 250.
#16

[İbnu Teymiyye Rahimehullâh'ın Sözlerinin Değerlendirilmesi]

Allâhu Teâlâ sana rahmet etsin, Şeyh'ul İslâm'ın kelamı üzerine saat saat, gün gün, ay ay ve yıl yıl düşün! Umulur ki Allâh'ın tüm rasûllerini kendisiyle gönderdiği ve bütün kitaplarını kendisiyle indirdiği İslam dinini anlarsın. Nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki biz her ümmete, 'Allâh'a ibadet edin ve Tâğût'tan sakının!' diye (emretmeleri için) bir Rasûl gönderdik." (en-Nahl, 16/36)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona: Benden başka -ibadete lâyık, hak- ilah yoktur; şu hâlde yalnız Bana ibadet edin, diye vahyetmiş olmayalım." (el-Enbiyâ, 21/25)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce gönderdiğimiz rasûllerimize sor..." (ez-Zuhruf, 43/45)

Sonra da Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın zikrettiği, kendi zamanında ilim ve marifet iddia edip fetva vermeye ve kadılığa atanan kişilerin içine düştüğü büyük şirk nevileri üzerinde düşün! Ancak ne zamanki Şeyh bu hususta onları uyarıp bunun Allâh ile Rasûlü'nün haram kıldığı şirkin bizzat kendisi olduğunu beyan edince, onlar bunu kavrayıp üzerinde bulundukları şeyin şirk ve dalalet olduğunu anladılar ve hakka boyun eğdiler. Bazılarına da bu açıklanınca İbnu Teymiyye'ye şöyle dediler: "Bu, senin bize beyan ettiği en güzel meseledir!"

İşte bunların üzerinde düşündüğünde İslâm'ın garipliği senin için açıklığa kavuşur. Bu da Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğine dair tevatürle rivayet edilen hadisleri doğrulamaktadır: "Siz, sizden öncekilerin izini takip edeceksiniz..."177

Bu adamda (Bekrî'de) vuku bulan şey ve Allâh'tan başkasından yardım dilemeye cevaz vermesi, Allâh'tan başkasından medet ummanın ve Allâh'tan medet umulan her şeyde Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den de medet ummanın caiz olduğunu iddia etmesi, bu hususa Kuran ile sünnetin müteşabihleriyle ihticac etmesi ve Allâh'tan başkasının gücünün yetmediği zorlukları giderme ve fayda verme hususunda Allâh'tan başkasından medet umulmaz diyenleri tekfir etmesi üzerinde de düşün!

Sonra da Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın muhkem ayetlerle ve sarih hadislerden oluşan kati burhanlarla verdiği cevap üzerinde düşün! Düşün ki, eğer Allâh sana hidayet bahşederse ve insanların çoğunu ateşe atan, babaların ve ataların üzerinde bulunduğu yolla aldanma şüphesini senden uzak kılarsa, bu mesele ve beldelerin ahalisinin birçoğunun karar kıldığı ameller senin için açıklığa kavuşsun.

Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın kendi zamanında yaşayan bu müşrikler hakkında zikrettiği en hayret verici şeylerden biri de şudur: Onlardan biri kabre secde eder, kıbleye sırtını döner ve başka biri şöyle der: "Kıble avamın kıblesidir, falanca şeyhin kabri ise havasın kıblesidir."

Allâh'ın rahmeti üzerine olsun, Şeyh şöyle dedi: "Bunu söyleyen de insanların arasında en çok ibadet eden ve en çok zühde sahip olan ve kendisine tabi olunan bir şeyhtir."

Ben (Abdullâh bin Muhammed bin Abd'il Vehhâb) derim ki: Bunun bir benzerinin de bugün, bu devirde, Alî'nin ve başkalarının meşhetlerinde ve de kabirlerin üzerine inşa edilmiş mescitlerde işlendiği ve [bunu yapanların, kabirlere ibadet ederken] Allâh'ın evlerinde bulundukları zaman hissettikleri yumuşaklık, huşu ve ağlamadan daha fazla yumuşaklık, huşu ve ağlama hissettikleri görülür.

Dahası, bunlardan biri Allâhu Teâlâ'nın huzurunda namaza kalktığında, karganın gagaladığı gibi gagalar. Bunlardan biri Allâh adına yalan yere yemin-i gamusda (yalancı şahitlikte) bulunur, ancak kendisine filancanın türbesi adına veyahut falancanın adına yemin et denilince yalan yere yemin etmeyi kabul etmez. Böylece falanca veya türbesi ve filanca şeyh, onun göğsünde Allâh'tan daha yücedir. Şüphesiz biz, Allâh'a aitiz ve O'na döneceğiz, bu ne kadar da azim bir musibettir! Tallâhi bu fitne yayıldı da kör etti, kalplerde ve kulaklarda büyüdü de sağır etti!

Allâhu Teâlâ sana merhamet etsin, yine Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın şu kavli üzerinde düşün: "Bu hususun âlimlerden birinden nakledildiğini bilmiyorum, ama bu bazı insanların kelamında mevcuttur. Mesela Şeyh Yahyâ es-Sarsarî'nin ve Şeyh Muhammed İbn'un Nu'mân'ın sözlerinde bu mevcuttur. Hiç kuşkusuz ki bu kişiler ve benzerleri hükümlerin kendisinden elde edildiği naslar hususunda bilgi sahibi olan, İslam'ın şeriatı ve helal ile haram bilgisinin kavillerinden alındığı ilim ehlinden değildirler."

Zira Şeyh Yahyâ es-Sararî el-Hanbelî'nin şiirlerinin bir kısmında Rasûller'e dua etme ve onlardan medet umma bulunmaktadır. Kabir ziyaretiyle alakalı tasnif eden diğerleri de böyledir. Sakın buna aldanma veya bu hususta onları taklit etme! Zira onların, bu hususta ne Kitap'tan ne Sünnet'ten ne de razı olunan bir alimden sahih bir dayanağı bulunmamaktadır. Aksine, tıpkı Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın dediği gibi bir âdeti takip ettiler, bu yüzden bu hususta onlara tabi olunmaz. Dinde ancak âlemlerin Rabbi'nin kelamı, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ve onun ashabı Radiyallâhu Anhum Ecma'în'in kelamına tabi olunur.

Sen sahabe veya onlara ihsan ile tabi olanlardan birinin, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra ona gidip ondan medet umduğunu veya onu Rabbi'ne şefaatçi kılıp, "Ey Allâh'ın Rasûl'ü! Benim için Rabb'ine şefaatçi ol ve borcumu öde!", "Sıkıntımı gider!", "Bana yardım et!" ya da "Günahlarımı bağışla!" dediğini bulur musun? Aksine onlar tevhidi yalnız Allâhu Teâlâ'ya has kıldılar ve cüzünü korudular. Bu yüzden de Abdullâh bin Ömer, Allâh her ikisinden ve diğer sahabeden razı olsun, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayınca ayakta durup şöyle derdi: "Ey Allâh'ın Rasûl'ü! Selam senin üzerine olsun!" Sonra durup şöyle derdi: "Ey Ebû Bekir! Selam senin üzerine olsun!" Sonra durup şöyle derdi: "Ey babacığım! Selam senin üzerine olsun!"178 Sahabeden biri dua etmek istediğinde, kabrin duvarına sırtını dönüp kıbleye yönelirdi, böylece kabrin yanında dua etmemiş olurdu.

İmam Ahmed ve başkaları Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayıp ona salat-u selam gönderdikten sonra kişinin kıbleye yöneleceğini ve sırtını kabre dönmemek için kabri soluna alacağını, daha sonra da kendisi için dua edeceğini zikretmiştir. Anam babam kendisine feda olsun, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i selamlayıp salat gönderdiğinde yüzünü ona döneceğini, dua etmek istediğinde ise hücreyi soluna alacağını, kıbleye yöneleceğini ve Allâh'a dua edeceğini de zikretmişlerdir.

Mâlik'in ashabı ise kabre yaklaşıp Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e selam vereceği, sonra da kıbleye yönelerek, kabre sırtını dönerek dua edeceğini zikretmiştir. Kişinin kabre sırtını dönmeyeceği de söylenmiştir. Bu hususta ihtilaf etmelerinin sebebi de bu yapıldığında kişinin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e sırtını çevirmiş olacak olmasındandır. Ancak hücreyi soluna aldığında ihtilafsız olarak mahzur ortadan kalkar.

Mâlik, el-Mebsût'ta şöyle dedi: "Ben Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in kabrinin yanında durulmayacağını düşünürüm, aksine salat getirip selam vermelidir!"179

İşte bu, sahabe Radiyallâhu Anhum'dan, onlara ihsan ile tabi olanlardan ve dört imamdan oluşan selef-i sâlihîn yoludur!

İmam Mâlik Rahimehullâhu Teâlâ ne kadar da güzel söylemiştir! "Ümmetin evvelini ıslah eden şeyden başkası bu ümmetin sonunu ıslah edemez!"180

Lakin ümmetlerin, peygamberlerinin ahitlerine bağlı kalmaları zayıfladıkça onun yerine icat ettikleri bidati, şirki ve diğer şeyleri koydular. Bu yüzden de imamlar kabri istilam edip onu öpmeyi kerih görmüştür ve insanların oraya ulaşmasını men etmek için bina inşa ettiler. Vallâhu A'lem!

Şeyh Rahimehullâhu Teâlâ'nın kelamının sonundaki şu sözü üzerinde de düşün! "Bu kişilerin görüşünün aslı, Allâhu Teâlâ'nın -kişi tövbe etmeden- mağfiret etmediği büyük şirk ve küfürdür. Bu, dinden irtidadı ve âlemlerin Rabbi'ne küfrü gerektirir."

Kitap ve sünnetten hüccet kendisine ikame edildikten sonra bunu yapmakta ısrar eden kişinin, bunu işlediğinde küfre gireceğini ve dinden irtidat etmiş olacağını ne kadar da açık bir şekilde söyledi! Allâh'ın Rasûl'ü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'i kendisiyle gönderdiği İslâm dinini bilen hiç kimse zaten bu hususta çekişmez. Vallâhu A'lem!



177- Buhârî, Hadis no: 7320.

178- Mâlik, Yahyâ rivayetiyle el-Muvatta, thk: Abd'ul Bâkî, 1/44.

179- Kadı İyâz, eş-Şifâ, Dâr'ul Fikr, 2/85.

180- Kadı İyâz, eş-Şifâ, Dâr'ul Fikr, 2/88.
#17
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 04.04.2024, 16:47

(İbnu Abd'il Berr Rahimehullâh, devamla der ki:)

"Abdullâh bin Dâvûd el-Vâsitî'nin rivayet ettiği hadis ile (dalalete) meyledenlere gelince, o İbrâhîm bin Abd'is Samed'den, o da Abdullâh bin Mücahid'den, o da babasından, o da İbnu Abbâs'tan rivayet ettiğine göre Allâh'ın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Buyruğu hakkında İbnu Abbâs şöyle demiştir: "Bütün yarattığı şeyleri istilâ etti, hiçbir mekân O'ndan hali değildir."

Cevap şudur: Bu hadis münkerdir. Onu nakledenler meçhul ve zayıftır. Abdullâh bin Dâvûd el-Vâsitî ve İbnu Mucâhid'e gelince, onlar zayıftır. İbrâhîm bin Abd'is Samed, bilinmeyen, meçhul birisidir. Onlar adil ravilerin ahad haberlerini kabul etmiyorlar. Durum böyleyken bu hadis gibi olanlarla nasıl ihticac ederler? Keşke akletseler!

Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğunu işitmediler mi?

﴿‌وَقَالَ ‌فِرْعَوْنُ يَاهَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ۞ أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا﴾

"Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın İlâhı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi..." (Gâfir, 40/36-37)

Allâhu Teâlâ'nın bu buyruğu, Mûsâ Aleyh'is Selâm'ın "İlâh'ım semadadır" dediğine ve Firavun'un onun yalancı olduğunu düşündüğüne delalet eder.

Eğer Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, gökte İlâh'tır ve yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ﴾

"Göklerde ve yerde Allâh O'dur." (el-En'âm, 6/3)

Yine Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu ile ihticac ederlerse:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Allâhu Teâlâ'nın nefsi ve zatı ile her yerde olduğunu iddia ettiler. Allâh'ın ismi mübarek, şanı yücedir.

Onlara denilir ki: Bizim aramızda, sizin aranızda ve geriye kalan ümmetin arasında Allâh'ın zatı ile semanın altında, yerde olmadığı hususunda bir ihtilaf yoktur. O zaman bu ayetleri, üzerinde icma edilmiş sahih manaya hamletmek vaciptir. Bu sahih mana da Allâh'ın semada ilâh olduğu, yani sema ehli katında ibadet edilen olduğu ve Allâh'ın yeryüzünde ilâh olduğu, yani yeryüzü ehli katında ibadet edilen olduğudur. Keza, tefsir ilminin erbabı da böyle demiştir. Tenzîl'in (Kuran'ın) zahiri, Allâh'ın arşın üzerinde olduğuna şahitlik eder. Dolayısıyla bu konudaki ihtilaf sakıt olur. Zahir ile mutlu olanlar, insanların en mutlularıdır.

Allâhu Teâlâ'nın diğer ayetteki şu buyruğuna gelince:

﴿وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

Bundan kastın, yeryüzü ehli katında ibadet edilen olması icmaen ve ittifaken açıklanmıştır. Bunun üzerine düşün, zira bu katidir [inşallah].

Allâh Azze ve Celle'nin yedi kat semanın üstünde, arşının üzerinde olması hakkındaki hüccetlerden biri de Arap olsun acem olsun tüm Muvahhidlerin, bir işte hüzünlendiklerinde ve üzerlerine bir sıkıntı indiğinde, yüzlerini semaya kaldırıp, ellerini semaya doğru kaldırarak Rableri olan Allâh Tebâreke ve Teâlâ'dan yardım istemeleridir. Bu avam arasında da havas arasında da çokça anlatılmasına ihtiyaç duyulmayacak kadar meşhur ve maruftur.

Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem siyahi cariyeye dedi ki: "Allâh nerededir?" Cariye semayı işaret etti. Sonra Rasûlullâh ona dedi ki: "Ben kimim?" Cariye dedi ki: "Allâh'ın Rasûlü'sün." Rasûlullâh dedi ki: "Onu azat et, şüphesiz o müminedir!" [263] Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, cariyenin başını semaya kaldırması ile yetindi."[264]


[263] Yakın lafızlarla Muslim, Hadis no: 537; Ebû Dâvûd, Hadis no: 930; Nesâ'î, Hadis no: 1218.

[264] Yakın lafızlarla İbnu Abd'il Berr, et-Temhîd, Mu'esseset'ul Furkân, 5/143-145.
#18
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
وَصَلَّى اللّٰهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَصَحْبِهِ
وَالتَّابِعِينَ لَهُمْ بِإِحْسَانٍ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
وَسَلَّمَ تَسْلِيمًا
آخِرُ الْكِتَابِ / تَمَّتْ
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى ذٰلِكَ
#19
بَابُ
مَا تَأَوَّلَتِ الْجَهْمِيَّةُ مِنْ قَوْلِ اللّٰهِ تَعَالَى: ﴿هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ.﴾ [الحديد: ٣]

فَزَعَمُوا أَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْأَوَّلُ قَبْلَ الْخَلْقِ فَصَدَقُوا.

وَقَالُوا: يَكُونُ الْآخِرُ بَعْدَ الْخَلْقِ، فَلَا تَبْقَى سَمَاءٌ وَلَا أَرْضٌ، وَلَا جَنَّةٌ وَلَا نَارٌ، وَلَا ثَوَابٌ وَلَا عِقَابٌ، وَلَا عَرْشٌ وَلَا كُرْسِيٌّ.

وَزَعَمُوا أَنَّ شَيْئًا مَعَ اللّٰهِ لَا يَكُونُ، هُوَ الْآخِرُ كَمَا كَانَ.

فَأَضَلُّوا بِهٰذَا بَشَرًا كَثِيرًا.

فَقُلْنَا: أَخْبَرَنَا اللّٰهُ عَنِ الْجَنَّةِ وَدَوَامِ أَهْلِهَا فِيهَا فَقَالَ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى:

﴿لَهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُقِيمٌ.﴾ [التوبة: ٢١].

وَقَالَ:

﴿خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا.﴾ [النساء: ٥٧].

وَقَالَ:

﴿أُكُلُهَا دَائِمٌ.﴾ [الرعد: ٣٥]،

فَإِذَا قَالَ اللّٰهُ: ﴿دَائِمٌ.﴾ [الرعد: ٣٥] أَيْ: لَا يَنْقَطِعُ أَبَدًا. وَقَالَ:

﴿وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ.﴾ [الحجر: ٤٨].

وَقَالَ:

﴿وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ.﴾ [غافر: ٣٩].

وَقَالَ:

﴿وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِـيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ.﴾ [العنكبوت: ٦٤].

وَقَالَ:

﴿مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا.﴾ [الكهف: ٣].

وَقَالَ:

﴿وَأَمَّا الَّذِينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفِي رَحْمَةِ اللّٰهِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ.﴾ [آل عمران: ١٠٧].

وَقَالَ:

﴿وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ ۞ لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ.﴾ [الواقعة: ٣٢-٣٣].

وَمِثْلُهُ فِي الْقُرْآنِ كَثِيرٌ. ثُمَّ ذَكَرَ أَهْلَ النَّارِ فَقَالَ:

﴿لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا.﴾ [فاطر: ٣٦].

وَقَالَ:

﴿أُولٰئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي.﴾ [العنكبوت: ٢٣]،

وَقَالَ:

﴿لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍ.﴾ [الأعراف: ٤٩].

وَقَالَ:

﴿وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ إِنَّكُمْ مَاكِثُونَ.﴾ [الزخرف: ٧٧].

وَقَالَ:

﴿سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ.﴾ [إبراهيم: ٢١].

وَقَالَ:

﴿خَالِدِينَ فِيهَا أُولٰئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ.﴾ [البينة : ٦].

وَقَالَ:

﴿كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا.﴾ [النساء: ٥٦].

وَقَالَ:

﴿كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا.﴾ [السجدة : ٢٠].

وَقَالَ:

﴿إِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌ.﴾ [الهمزة : ٨]،

وَمِثْلُهُ فِي الْقُرْآنِ كَثِيرٌ.

وَأَمَّا السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ فَقَدْ زَالَتَا لِأَنَّ أَهْلَهَا صَارُوا إِلَى الْجَنَّةِ، أَوْ إِلَى النَّارِ.

وَأَمَّا الْعَرْشُ فَلَا يَبِيدُ، وَلَا يَذْهَبُ لِأَنَّهُ سَقْفُ الْجَنَّةِ، وَاللّٰهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَلَيْهِ فَلَا يَهْلِكُ وَلَا يَبِيدُ.

وَأَمَّا قَوْلُ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ:

﴿كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ.﴾ [القصص: ٨٨]،

وَذٰلِكَ أَنَّ اللّٰهَ أَنْزَلَ:

﴿كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ.﴾ [الرحمن: ٢٦].

قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ: هَلَكَ أَهْلُ الْأَرْضِ، فَطَمِعُوا فِي الْبَقَاءِ، فَأَنْزَلَ اللّٰهُ مُخْبِرًا عَنْ أَهْلِ السَّمَاوَاتِ وَأَهْلِ الْأَرْضِ أَنَّهُمْ يَمُوتُونَ، وَقَالَ: ﴿كُلُّ شَيْءٍ.﴾ يَعْنِي: مِنَ الْحَيَوَانِ ﴿هَالِكٌ.﴾ يَعْنِي: مَيِّتٌ، ﴿إِلَّا وَجْهَهُ.﴾ [القصص: ٨٨]، لِأَنَّهُ حَيٌّ لَا يَمُوتُ، فَأَيْقَنُوا عِنْدَ ذٰلِكَ بِالْمَوْتِ.

وَقُلْنَا لِلْجَهْمِيَّةِ حِينَ زَعَمُوا أَنَّ اللّٰهَ فِي كُلِّ مَكَانٍ، لَا يَخْلُو مِنْهُ مَكَانٌ دُونَ مَكَانٍ.

فَقُلْنَا لَهُمْ: أَخْبِرُونَا عَنْ قَوْلِ اللّٰهِ جَلَّ ثَنَاؤُهُ:

﴿فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا.﴾ [الأعراف: ١٤٣]،

لِمَ تَجَلَّى لِلْجَبَلِ إِنْ كَانَ فِيهِ بِزَعْمِكُمْ؟!

فَلَوْ كَانَ فِيهِ كَمَا تَزْعُمُونَ لَمْ يَكُنْ يَتَجَلَّى لِشَيْءٍ هُوَ فِيهِ، وَلٰكِنَّ اللّٰهَ جَلَّ ثَنَاؤُهُ عَلَى الْعَرْشِ، وَتَجَلَّى لِشَيْءٍ لَمْ يَكُنْ فِيهِ، وَرَأَى الْجَبَلُ شَيْئًا لَمْ يَكُنْ رَآهُ قَطُّ قَبْلَ ذٰلِكَ.

وَقُلْنَا لِلْجَهْمِيَّةِ: اَللّٰهُ نُورٌ؟

فَقَالُوا: هُوَ نُورٌ كُلُّهُ.

فَقُلْنَا: فَإِنَّ اللّٰهَ قَالَ:

﴿وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا.﴾ [الزمر: ٦٩]،

فَقَدْ أَخْبَرَ جَلَّ ثَنَاؤُهُ أَنَّ لَهُ نُورًا.

وَقُلْنَا لَهُمْ: أَخْبِرُونَا حِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّ اللّٰهَ تَعَالَى فِي كُلِّ مَكَانٍ، وَهُوَ نُورٌ فَلِمَ لَا يُضِيءُ الْبَيْتُ الْمُظْلِمُ مِنْ النُّورِ الَّذِي هُوَ فِيهِ إِذْ زَعَمْتُمْ أَنَّ اللّٰهَ فِي كُلِّ مَكَانٍ؟

وَمَا بَالُ السِّرَاجِ إِذَا أُدْخِلَ الْبَيْتَ يُضِيءُ؟

فَعِنْدَ ذٰلِكَ تَبَيَّنَ لِلنَّاسِ كَذِبَهُمْ عَلَى اللّٰهِ.

فَرَحِمَ اللّٰهُ مَنْ عَقَلَ عَنِ اللّٰهِ، وَرَجَعَ عَنِ الْقَوْلِ الَّذِي يُخَالِفُ الْكِتَابَ وَالسُّنَّةَ، وَقَالَ بِقَوْلِ الْعُلَمَاءِ: وَهُوَ قَوْلُ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ، وَتَرَكَ دِينَ الشَّيَاطِينِ وَدِينَ جَهْمٍ وَشِيعَتِهِ.
#20
بَابُ
مَا ادَّعَتِ الْجَهْمِيَّةُ أَنَّ الْقُرْآنَ مَخْلُوقٌ مِنَ الْأَحَادِيثِ الَّتِي رُوِيَتْ

فَقَالُوا: جَاءَ فِي الْحَدِيثِ: «أَنَّ الْقُرْآنَ يَجِيءُ فِي صُورَةِ الشَّابِّ الشَّاحِبِ، فَيَأْتِي صَاحِبَهُ فَيَقُولُ: هَلْ تَعْرِفُنِي؟ فَيَقُولُ لَهُ: مَنْ أَنْتَ؟ فَيَقُولُ: أَنَا الْقُرْآنُ الَّذِي أَظْمَأْتُ نَهَارَكَ، وَأَسْهَرْتُ لَيْلَكَ.

قَالَ: فَيَأْتِي بِهِ اللّٰهَ فَيَقُولُ: يَا رَبِّ...».


فَادَّعَوْا أَنَّ الْقُرْآنَ مَخْلُوقٌ مِنْ قِبَلِ هٰذِهِ الْأَحَادِيثِ.

فَقُلْنَا لَهُمْ: اَلْقُرْآنُ لَا يَجِيءُ، بِمَعْنَى: أَنَّهُ قَدْ جَاءَ مَنْ قَرَأَ ﴿قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ.﴾ [الإخلاص: ١]، فَلَهُ أَجْرُ كَذَا وَكَذَا.

أَلَا تَرَوْنَ أَنَّ مَنْ قَرَأَ: ﴿قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ.﴾ [الإخلاص: ١]، لَا يَجِيئُهُ إِلَّا ثَوَابُهُ؟! لِأَنَّا نَقْرَأُ الْقُرْآنَ وَيَجِيءُ ثَوَابُ الْقُرْآنِ، فَيَقُولُ: «يَا رَبِّ... » لِأَنَّ كَلَامَ اللّٰهِ لَا يَجِيءُ وَلَا يَتَغَيَّرُ مِنْ حَالٍ إِلَى حَالٍ.

وَإِنَّمَا مَعْنَى أَنَّ الْقُرْآنَ يَجِيءُ: إِنَّمَا يَجِيءُ ثَوَابُ الْقُرْآنِ: فَيَقُولُ: «يَا رَبِّ... ».
🡱 🡳