İmam Ebu'l Kâsım Abdullâh bin Halef el-Mukri el-Endulisî'nin Görüşünün ZikriMulahhas şerhinde nüzul hadisini zikrederken şöyle dedi:"Bu hadiste, ilim ehlinin dediği gibi Allâhu Teâlâ'nın temas olmaksızın[271] ve keyfiyetlendirmeksizin, yedi kat semanın üstünde, arşın üzerinde olduğuna dair bir delil bulunmaktadır. Onların görüşlerinin delili, Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:﴿الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾
"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:﴿ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ﴾
"Sonra arşa istivâ etti." (el-A'râf, 7/54)Yine Allâhu Teala'nın şu buyruğudur:﴿لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ ۞ مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ﴾
"Me'âric (yükselme yolları) sahibi Allâh tarafından kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı..." (el-Me'âric, 70/2-3)Ayette geçen Urûc kelimesi, yükselmek anlamına gelir.Mâlik bin Enes dedi ki: "Allâh Azze ve Celle, fi's Semâ (semadadır), ilmi ise her yerdedir ve ilminin olmadığı bir yer yoktur.""Fi's Semâ," sözü ile kastettiği "Ala's Semâ"dır, (semanın üzerinde olmasıdır)."Nihayet söyle dedi: "Zikrettiklerimin hepsi, istivânın mecazi olduğunu ve istivânın manasının istila olduğunu savunan kişinin görüşünün batıllığı hususunda açık delillerdir. Çünkü istilanın manası lügatte birisine galip gelmeye çalışmaktan sonra meydana gelir, ancak Allâh'a hiçbir kimse galip gelemez.Ümmet, kastedilenin mecaz olduğu noktasında ittifak etmediği sürece sözü hakikati üzerine hamletmek, sözün bir hakkıdır. Zira Rabbimizden bize indirilene tabi olmanın bundan başka yolu yoktur. Ancak Allâh'ın kelamı -bir başka veçhe teslim olmayı gerektiren bir şey bunu men etmedikçe- vecihlerden en şöhret bulmuş olanına ve en zahiri olanına hamledilmelidir. Şayet her iddiacının mecaz iddiasını kabul etseydik, ibadetlerden hiçbiri sabit olmazdı. Fakat Allâh, Arapların -alışageldiği hitabın ve dinleyenlerin nezdinde manası sahih olacak şekilde- anlayacağı tarzın dışında ümmete hitap etmekten münezzehtir.İstivâ lügatte malumdur ve anlaşılan bir şeydir. İstivâ, uluvv (yücelik), bir şeyin üzerine yükselmek ve orada temekkün etmek (yerleşmek) demektir.Şayet biri bize ihticac ederek şöyle dese: "Şayet bu şekilde olsaydı, Allâh mahlûkata benzerdi. Çünkü mekânların kuşattığı ve ihtiva ettiği şeyler mahluktur."Denilir ki: Bu, bunu gerektirmez. Çünkü Allâhu Teâlâ'nın,﴿لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ﴾
"Benzeri hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11)Yine, Allâh yarattıklarına kıyas edilmez, O mekânlardan önce de vardı. Akıllarda doğrulanmıştır ve delillerle de sabittir ki Allâh, ezelde hiçbir mekânda değildi ve yok da değildi. Durum böyleyken yarattıklarından bir şeye nasıl kıyas edilir? Veya O'nun ve yarattıklarının arasında nasıl bir misallik veya benzerlik olur? Allâh, zalimlerin dedikleri şeylerden çok daha yücedir.Eğer birisi şöyle derse: "Bizler, Rabbimizi ezelde var olmakla ve hiçbir mekânda olmamakla vasıflandırdık. Sonra Allâh mekânları yarattı ve böylece Kendisi de bir mekânda oldu. Böylece Allâh'da değişiklik ve intikal söz konusu olduğunu ikrar etmiş oluruz. Böylece, Allâh ezelde sahip olduğu (mekânsızlık) sıfatından zail oldu ve bir mekânda bulunup diğer bir mekânda bulunmadı."Ona denilir ki: Aynı şekilde sen de Allâh'ın bir mekânda olmadığını, sonra da her mekânda olduğunu iddia ettin. Senin mabudun sana göre değişiklik gösterdi ve bir mekânda değilken tüm mekânlara intikal etti!Eğer şöyle derse: "Şüphesiz Allâh, ezelde de şu anda olduğu gibi tüm mekânlardaydı."Bu durumda iddia sahibi, Allâh ile beraber ezelde eşyayı ve mekânları var etmiştir ki bu fasittir.Şayet şöyle derse: "Allâh'ın ezelde mekânda değilken, sonra mekâna intikal etmesi senin katında caiz mi?"Ona şöyle denilir: İntikal ve hâl değiştirmeye gelince; bunu, O'nun hakkında ıtlak etme yolu yoktur. Çünkü O'nun ezelde var olması, bir mekânda olmasını gerektirmez. Aynı şekilde O'nun intikal etmesi de bir mekânda olmasını gerektirmez. O bu hususta yaratılmışlar gibi değildir.Fakat, her ne kadar aynı anlamlara sahip olsalar da biz "Mekânı olmayan [bir mekâna] istivâ etmiştir," deriz ancak "O intikal etmiştir" demeyiz. Nitekim "O'nun arşı var" deriz, ancak "O'nun serîri (yatağı) var" demeyiz. Yine "O, el-Hakîm'dir" deriz, ancak "O, el-Âkil'dir (akıl sahibidir)" demeyiz. "O, İbrâhîm'in halilidir" deriz, ancak "O, İbrâhîm'in sadîkidir (arkadaşıdır)" demeyiz. Çünkü biz Allâhu Teâlâ'nın Kendi nefsini isimlendirdiği şeyler dışında başka bir şey ile isimlendirmeyiz, sıfatlandırmayız ve O'nun üzerine ıtlak etmeyiz. Nefsini vasıflandırdığı şeyleri O'ndan def etmeyiz, zira bu Kur'ânı defetmektir." [272]
[271] Şeyh Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân Âl'uş Şeyh Rahimehullâh, şöyle demiştir:"Kişinin, "Allâh, arşa temas etmeden istiva etti," sözüne gelince; biz daha önce selefin ve İslam imamlarının mezhebinin, Kitap ve Sünnet'te yer alan hususlara ziyade yapmamak ve onları aşmamak olduğunu ve onların Kitap ve Sünnet'in durduğu ve sonlandırdığı yerde durup sonlandırdıklarını zikretmiştik.
İmam Ahmed Rahimehullâh şöyle demiştir: "Allâhu Teâlâ, Kendi nefsini vasfettiğinden veya Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Onu vasfettiğinden başkasıyla vasfedilmez." İmam Ahmed'den alıntı sona erdi.
Bu ise onların Allâh'a dair ilimlerinden, göğüslerinde yer alan Allâh'ın azametinden, onların nezdinde Allâhu Teâlâ'nın heybetinin şiddetli olmasından ve celalinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır.
Temas lafzı sonradan icat edilmiş bidat bir lafızdır. Kendisine uyulan ve tabi olunan hiç kimse bunu söylememiştir. Eğer ki bu ibareyle nassların delalet etmiş olduğu istivayı, uluvvu, yüksekliği ve fevkiyyeti (yukarıda olmayı) nefyetmek kastediliyorsa bu batıl bir sözdür. Bunu söyleyen sapmıştır, Kitab'a, Sünnet'e ve ümmetin selefinin icmasına muhalefet etmiştir, sahih akıllara ve sarih nasslara karşı kibir sergilemiştir ve şüphesiz bu kişi, kendisinden önce geçmiş Cehmîler'in cinsinden bir Cehmî'dir.
Ancak temas lafzıyla bu manayı kastetmiyorsa, hatta istiva lafzının delalet etmiş olduğu uluvv, fevkiyyet ve yüksekliği de isbat ediyorsa, bu kişi hakkında kendisinin sapık bir bidatçi olduğu ve sıfatlar konusunda şüphe ve vehim uyandıran bir söz sarfettiği söylenir.
Bu temas lafzını nefyetmek de isbat etmek de caiz değildir. Bu konuda vacib olan şey, Kitap ve Sünnet'e uymak, selefi ve imanî tabirler kullanmak ve müteşabihi terk etmektir." (ed-Durar'us Seniyye, 3/289-290)
[272] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 227-233.