Tevhide Davet

9 Zu'l-ka'de 1445, 04:10

Haberler:

Telegram adresimiz: https://t.me/darultawhid

Ana Menü

Son İletiler

#51

[Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile İstigâse'de Bulunmayı Caiz Görenlerin Düştüğü Hatalar]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bu sapığa (Bekrî'ye) göre, istigase hususunda Allâhu Teâlâ'nın vesilelerinden bir vesile olması anlamında, Allâh'dan istigasede bulunulan her şeyde Rasûl'den istigasede bulunmak caizdir. Ona göre bu salihler hakkında da sabittir. Bu sapığa göre Rasûl hayattayken olduğu gibi ölümünden sonra da kendisi hakkında bu sabittir, zira o Allâh'ın katında daimî bir ziyade içerisindedir, hürmeti hiç azalmaz.

Böylece de birkaç vecihten hataya düştü:

Birincisi: Bekrî, ölümünden sonra Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile duada tevessülde bulunan kişiyi istigase eden olarak isimlendirdi. Bu ise -onun bu hususta icma olduğunu iddia etmesine rağmen- hakiki veya mecazi olarak ümmetlerin hiçbirinin lügatinde bilinmez. Zira istigasede bulunulan kişi, bizzat kendisine sorulup kendisinden talep edilen kişidir, bu zat kendisi vasıtasıyla bir başkasından istenilen kişi değildir.161

İkincisi: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hayatında sahabenin onunla tevessül etmesinin, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duası ve şefaatiyle değil de bizzat zatıyla tevessül etmeleri olduğunu zannetmesidir. Buna göre Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ölümünden sonra onunla tevessül etmek de böyledir. Bu ise bir hatadır. Ancak birinci hatasının hilafına insanlardan bir taife ona bu hususta muvafakat eder, zira ilkinde ona muvafakat eden hiç kimseyi bilmiyorum.

Üçüncüsü: Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den istemeyi de Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigase etmeye dahil etti. Bu, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem hayattayken sahih ve caizdir. Bekrî ise Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hayatta olmasıyla ölü olmasının arasını eşit saydı. Burada istigase lafzını kullanma hususunda isabet etse de hayatta olması ve ölü olmasını eşit saydığı için hata etti.

Bu hususun âlimlerden birinden nakledildiğini bilmiyorum, ama bu bazı insanların kelamında mevcuttur. Mesela Şeyh Yahyâ es-Sarsarî'nin şiirlerinde bunun bir kısmı bulunmaktadır ve Şeyh Muhammed İbn'un Nu'mân'ın da "el-Mustegîsîne bi'n Nebî Aleyh'is Selâm fi'l Yakzati ve'l Menâm (Uyanıkken ve Uykudayken Nebî Aleyh'is Selâm ile İstigase Edenler)" kitabı bulunmaktadır. Zannı galibimle bu adam da ondan nakilde bulunmuştur. Bu kişiler de salah ve din bulunmaktadır, ancak kendileri, hükümlerin kendisinden elde edildiği naslar hususunda bilgi sahibi olan, İslam'ın şeriatı ve helal ile haram bilgisinin kavillerinden alındığı ilim ehlinden değildirler. Ayrıca onların şeri delilleri veya razı olunan bir alimden de nakilleri bulunmamaktadır. Aksine, zor anlarda şeyhinden istigasede bulunacağı ve ona dua edileceğine dair gelen âdeti insanların çoğunun takip etmesi gibi bunlar da bir âdeti takip ettiler.

Fazilet, ilim ve züht sahibi tanıdığım bazı şeyhler, başlarına bir şey geldiğinde Şeyh Abd'ul Kâdir (Geylânî) cihetine birkaç adım atıp onunla istigasede bulunuyorlardı. Bunu insanların birçoğu yapar. Bu yüzden aralarında fazilet sahiplerinden biri onları uyardığında uyarıyı dikkate aldılar ve üzerinde bulundukları şeyin İslâm dininden olmadığını, aksine putperestlere benzemek olduğunu bildiler.

Ancak bunların, korkunç ceza başına gelen bu sapık ahmak (Bekrî) gibileri dışındakilerin hepsi, bundan nefyetmeyi ve nehyetmeyi küfür saymazlar. Çünkü bu sapık ahmak, Hâricîler, Râfızîler ve Cehmiyye gibi bir söz uyduran sonra da muhalefet edenleri tekfir eden aşırı bidat ehlindendir. Zira bu adamın görüşüne ne öncekilerden ne de sonrakilerden Müslümanların âlimlerinden hiçbiri muvafakat etmemiştir.

Bu adam, aralarından bir kişi muvafakat etsin diye yazdığı cevapla beraber Mısır âlimlerini gezdi, ancak hiçbiri ona muvafakat etmedi. Mısır âlimlerinden benim yazdığım cevaba muhalefet etmelerini istemiş, ancak hiçbiri muhalefet etmedi. İnsanlardan bazıları vefat etmiş Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile tevessül etmenin caiz olduğu hususunda ona muvafakat etse de bunun istigase diye isimlendirilmesi hususunda, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigase yapılmasını inkâr edenlerin küfrü hususunda ve bunu inkâr etmenin Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e sövmek olduğu hususunda muvafakat etmemiştir. Aksine çoğu, Allâh'tan başkasının gücünün yetmediği şeyleri talep etme anlamında Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigasede bulunmanın men edilmesi hususunda muvafakat etmiştir. Ben bu anlamda Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile veya mahlukattan başkasıyla istigase etmenin caiz olmadığı hususunda ihtilaf eden bir âlim bilmiyorum.

Ancak garezi olan ve şeriat hususunda cahil olan bir grup, bu hususta azim bir şekilde kıyam etti ve otorite sahiplerinden garezi olanlardan medet umdu. İnsanları toplayıp çabalarının boşa gittiği, cehaletlerinin ortaya çıktığı, kasıtlarının ziyana uğradığı ve onlara destekçi olan ileri gelenler nezdinde hakkın ortaya çıktığı azim bir meclis kurdular. Bu kişiler de bu yaptıklarının hiç gerçekleşmemiş olmasını temenni ettiler, zira onların düşmanlık edip karşısında kıyama kalktıkları hak zuhur etti ve bu, mahlukatın onlara karşı dönmesine sebep oldu. Orada sanki kendi kuyularını kendileri kazdılar ve sanki kaş yaparken göz çıkardılar. Oysa bununla beraber onlar taassupta haddi aşmıştı ve toplulukları, otoritelerinin kuvveti ve şeytanlarının tuzakları çoktu."162



161- İbnu Teymiyye Rahimehullâh, başka bir yerde bu meseleyi şöyle diyerek açıklamıştır:

"Oysa Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile istigasede bulunan kimse ondan yardım talep ediyor ve istiyordur. Vesile kılınan varlığa ise ne dua edilir ne ondan bir şey istenilir ne de ondan bir şey dilenir. Sadece onun vasıtasıyla istenilir. Herkes, dua edilen varlık ile kendisi vesilesiyle dua edilen varlığı birbirinden ayırt etmektedir." (Mecmû'u Fetâvâ Şeyh'il İslâm Ahmed İbni Teymiyye, 1/103)

162- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 243-249.
#52
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 05.03.2024, 07:30

Kadı Ebû Bekir İbn'ut Tayyib el-Bâkillânî el-Eş'arî'nin Görüşünün Zikri

En meşhur kitaplarından olan, et-Temhîd fî Usûl'id Dîn kitabında şöyle dedi:

"Eğer şöyle denilirse: Siz, Allâh her yerdedir mi diyorsunuz? Deriz ki: Bundan Allâh'a sığınırız. Aksine, O arşı üzerine istivâ etmiştir, nitekim Kitabında bunu bildirerek şöyle buyurmuştur:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Yine şöyle buyurmuştur:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ﴾

"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Eğer Allâh her yerde bulunsaydı, insanın iç organlarında, ağzında, tuvaletlerde ve zikredilmesi istenilmeyen pislik yerlerinde de olurdu. Allâh bunlardan [çok] yücedir."[253]

Sonra Allâhu Teâlâ'nın şu kavli hakkında şöyle dedi:

﴿وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ﴾

"Ve O, gökte İlâh'tır ve yerde İlâh'tır." (ez-Zuhruf, 43/84)

"Burada kastedilen, O'nun sema ehli katında İlâh olması ve dünya ehli katında da İlâh olmasıdır. Arapların dediği gibi: "Falan, iki şehirde de" yani buraların ahalisi nezdinde, "kendisine itaat edilen bir soyludur." Burada zikredilen zatın, Hicaz ve Irak'ta bizzat mevcut olduğunu kastetmezler.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli:

﴿إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ﴾

"Şüphesiz Allâh, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir." (en-Nahl, 16/128)

Bununla kastedilen koruması, yardımı ve desteklemesiyle beraber olmasıdır. Allâhu Teâlâ, zatının onlarla birlikte olduğunu kastetmemiştir.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de:

﴿إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى﴾

"Şüphesiz Ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm." (Tâ Hâ, 20/46)

Bu kavli de aynı tevile hamledilir.

Allâhu Teâlâ'nın şu kavli:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Bununla kastedilen; Allâhu Teâlâ'nın, onları ve onların gizledikleri sırları ve gizli konuşmaları bilmesidir. Bu beraberlik sıfatı sadece Kuran'da varit olduğu şekliyle kullanılır. Binaenaleyh, buna kıyas ederek Allâh'ın Kayravân'da, Medînet'us Selâm'da (Bağdat) ve Dimeşk'te olduğunu söylemek caiz değildir, yine O'nun boğa ve eşeklerle beraber olduğunu söylemek caiz değildir. Yine, Allâhu Teâlâ'nın şu kavline kıyas ederek O'nun fasıklarla ve (dağlık) Hulvân beldesine tırmananlarla beraber olduğunu söylemek caiz değildir:

﴿إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا﴾

"Şüphesiz Allâh, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir." (en-Nahl, 16/128)

İlk başta vasfettiğimiz şekilde açıklamak böylece vacip olmuştur.

Şairin "Bişr, Irak üzerine istivâ etmiştir," dediği gibi Allâh'ın arşa istivâ etmesinin istila etme manasında olması caiz değildir. Zira istila, kudret ve üstün gelmektir. Allâhu Teâlâ ise her daim kudret sahibi ve üstün gelendir. Allâhu Teâlâ'nın

‌﴿ثُمَّ ‌اسْتَوَى﴾

"Sonra istivâ etti." (el-A'râf, 7/54)

Kavli de daha önce bu vasfın olmadığı hâlde yeni başlamasını gerektirir. Böylece söyledikleri batıl olmuştur." [254]

Sonra dedi ki: "Bab. Eğer şöyle denilirse: Bize Allâh'ın zatî sıfatlarıyla Allâh'ın fiilî sıfatlarının farkını açıklayın ki bunu bilelim.

Ona şöyle denilir: O'nun zatî sıfatları yok olmayan ve Allâh'ın her zaman kendileriyle vasfedildiği sıfatlardır. Bunlar; hayat, kudret, irade, işitme, görme, kelam, beka, yüz, iki el, iki göz, gazap ve rızadır.

Fiilî sıfatları ise; yaratmak, rızık, adalet, ihsan, lütfetmek, nimet vermek, sevap, cezalandırmak, haşretmek, neşretmek ve Allâh'ın daha fiili işlemeden evvel de mevcut olduğu tüm sıfatlardır."

Sonra sıfatlar hususunda söze daldı. [255]

Ez-Zebbu an Ebi'l Hasen'il Eş'arî adlı kitabındaysa şöyle demektedir:

"Allâh'ın sıfatları hakkında, -iki elin, yüzün ve iki gözün isbatına dair- Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den nakledilen bütün rivayetler hakkında da -sahih oldukları takdirde- aynı şeyi söyleyip şöyle diyoruz: Şüphesiz ki Allâhu Teâlâ kıyamet gününde buluttan gölgeler içerisinde gelecektir, hadiste belirtildiği gibi dünya semasına iner ve O, arşının üzerine istivâ etmiştir." [256]

Nihayet şunları söyledi:

"Bizler imamların ve sünnet ehlinin dinini açıkladık ve buna göre bu sıfatların keyfiyetlendirilmeden, sınırlandırılmadan, cinsiyetlendirmeden veya suretlendirmeden oldukları gibi geçirileceklerini açıkladık. Nitekim Zuhrî'den ve Mâlik'ten istivâ hakkında böyle rivayet edilmiştir. Her kim bunu aşarsa haddi aşar, bidat ortaya koyar ve sapar."

Alıntı sona erdi. [257]

Hafız Şems'ud Dîn Zehebî, Bâkillânî'nin bu sözlerini zikrettikten sonra şöyle dedi: "İşte bunlar, bu imamın kendi sözleridir. İlimde derinleşme, zekâ ve milletleri ve dinleri tanıma hususunda onun gibisi nerde bulunabilir? Varlık, selefin ne olduğunu bilmeyen; olumsuzluktan ve sıfatları nefyedip reddetmekten başkasını tanımayan insanlarla dolmuştur. Sağır ve dilsizdirler, açık net konuşamayanlardır. Akla davet ederler, nakil üzere değildirler. Biz Allâh'a aitiz ve kuşkusuz ki O'na döneceğiz." [258]

[Kadı Ebû Bekr el-Bâkillânî, 403 H senesinde yetmiş küsur yaşında vefat etti. Allâhu Teâlâ kendisine rahmet eylesin.]


[253] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 260.

[254] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 261-262.

[255] Yakın lafızlarla Bâkillânî, et-Temhîd, el-Mektebet'uş Şarkiyye, sf. 262-263.

[256] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 238; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 463-464.

[257] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 238; İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 464-465.

[258] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 239.
#53

[İstigâse'nin Tek Çeşit Olduğu İddiası]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Yine aynı şu sapığın (Bekrî'nin) yaptığı gibi: İstigase (medet umma) lafzını aldı -ki istigase, canlıyla yapılan ve ölüyle yapılan istigase diye ikiye ayırılır ve canlıyla yapılan istigase de canlının güç yetirebildiği ve güç yetiremediği şeyler şeklinde ayrılır- ve bunların hepsinin tek bir hükmü olduğunu zannetti. Bu ona yetmedi, ta ki bir şahıstan bir şey istemeyi de istigase olarak isimlendirilen şeyler kapsamına dahil etti. Bu da ona yetmedi, ta ki talep eden kişinin, istediği şeyi istigase yaptığı kişiden değil, Allâh'tan talep ettiğini iddia etti. Buna göre birisiyle istigase yapan kişi, Allâh'tan istigase yapmaktadır.

Bundan sonra da nebi olsun salih olsun tüm ölülerle istigase yapmayı caiz kıldı. İçerisine celal sahibi Allâh'tan başkasının bilmediği kadar şirk ve dalalet soktuğu bu genel, külli iddiasını da insanların Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den kendileri için hem dünyada hem ahirette dua etmesini istemeleri ve Allâh'a, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in duası ve şefaatiyle teveccüh etmeleri gibi cüzi ve has vakalarla ihticac etti.

Sünnetin getirdiği şeyin kuşkusuz hak olduğu malumdur. Ancak bu, bu genel iddiaların hepsinin ispatını ve zıddının iptal edilmesini gerektirmez, zira külli bir iddia cüzi bir delil ile sabit olmaz, bilhassa da ihtilaf ve ayrılık olduğu zaman bu böyledir.

Bu da bayram günü Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in evinde -Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in yüzü onlara değil de duvara çevrilmişken- iki kız çocuğun Â'işe Radiyallâhu Anhâ'nın yanında şarkı söylemesini, herkes için bütün çalgı aletlerinin ve bunlarla Allâh'a yaklaşmanın helal olduğunu ispat etmek isteyen kişiye benzer.

Veyahut da Allâhu Teâlâ'nın "Kavli dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele!" (ez-Zumer, 39/17-18) kavliyle tüm kavillerin dinlenebileceğine ihticac edip de burada kavil derken Kuran'ın kastedildiğini bilmeyen bir kişiye benzer, nitekim Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Onlar bu kavli (Kuran'ı) hiç düşünmediler mi?" (el-Mu'minûn, 23/68)

Yoksa, her kavli dinlenmenin caiz olmadığı kabul edilir. Allâh Azze ve Celle ayetleriyle dalga geçenlerle oturmayı nehyetmiştir. Onların alay etmeye dalmaları de bir çeşit kavildir. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Âyetlerimiz hakkında alaylı tartışmalara dalanları gördüğün vakit..." (el-En'âm, 6/68)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Oysa Allâh size Kitap'ta 'Allâh'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlarla oturmayın' diye hüküm indirmiştir." (en-Nisâ, 4/140)

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir." (el-Furkân, 25/72)

Allâhu Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

"Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size derler." (el-Kasas, 28/55)"160



160- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 384-385.
#54
E-Kitaplar / PDF KELİME-İ TEVHÎD VE ONUN 4 ...
Son İleti Gönderen Subul’us Selâm - 29.02.2024, 00:29

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Oku        İndir
#55
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 26.02.2024, 21:23

Zamanındaki Mâlikîlerin Şeyhi, İmam Ebû Muhammed İbnu Ebî Zeyd [el-Mağribî] el-Kayravânî'nin Görüşünün Zikri

İmam Mâlik'in mezhebi hakkındaki meşhur Risâle'sinin baş taraflarında şunları söylemektedir:

"Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, zatıyla Mecîd arşının üstündedir. O, ilmiyle her yerdedir." [248]

İbnu Ebî Zeyd'in Risâle'sinin şarihi, İmam Ebû Bekir Muhammed bin Vehb el-Mâlikî, "Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, zatıyla Mecîd arşının üstündedir" sözünü zikrettiğinde dedi ki:

"Arapların hepsinin katında, fevka (üstünde) ve alâ lafızlarının manası tektir." [249]

Sonra ayetleri ve hadisleri nakletti ve nihayet şöyle dedi:

"Fî lafzı, Arap lügatinde bazen fevka (üstünde) manasına gelir. Allâh'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

﴿فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا [وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ] ۞ أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ

"Yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın [ve Allâh'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır.] Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/15-16)

Tevil (tefsir) ehli dedi ki: Onun üstü kastediliyor. İşte bu, Mâlik'in tabiinden anladığı, tabiinin sahabeden anladığı ve sahabenin de Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den anladığı görüştür ki bu da Allâh'ın semada, yani semanın üstünde olmasıdır. Aynı şekilde Şeyh Ebû Muhammed şöyle dedi: "Şüphesiz O, arşının üzerindedir." Bundan sonra da O'nun zatı ile arşının üzerinde uluvda oluşunun, yarattıklarının hepsinden ayrı ve keyfiyetsiz olarak olduğunu açıkladı. O zatı ile değil, ilmi ile her mekândadır. Mekânlar O'nu kuşatamaz, zira O, bundan çok daha azimdir."

Şarihin sözleri sona erdi. [250]

El-Ferdu fi's Sunne adlı kitabında İbnu Ebî Zeyd Rahimehullâh, uluvvun beyanını ve Rabb'in zatıyla arşa istiva etmesini zikredip en kâmil şekilde beyan etti.

Muhtesar'ul Mudevvene'de şöyle der: "Şüphesiz Allâhu Teâlâ, zatıyla [Mecîd] arşının üstündedir. Arzında değil, semavatının üstündedir." [251]

Hafız Zehebî, İbnu Ebî Zeyd'in "Ve şüphesiz ki Allâhu Teâlâ, [zatıyla] Mecîd arşının üstündedir" sözünü zikrettiğinde dedi ki:

"Bu ibarenin bir benzeri daha önce Ebû Ca'fer bin Ebî Şeybe ile Osmân bin Sa'îd ed-Dârimî'den de geçmiş idi. Aynı şekilde bu ibareyi Sicistân vaizi Yahyâ bin Ammâr da risalesinde ve Hafız Ebû Nasr es-Siczî de el-İbâne adlı eserinde mutlak olarak kullanmıştır. O, şöyle diyor: "Sevrî, Mâlik, iki Hammâd, İbnu Uyeyne, İbn'ul Mubârak, Fudayl, Ahmed ve İshâk gibi imamlarımız, Allâh'ın zatıyla arşın üstünde olduğu, ilminin de her yerde olduğu hususunda ittifak hâlindedirler."

Bunu aynı şekilde İbnu Abd'il Berr de böylece mutlak kullanmıştır. Şeyh'ul İslam Ebû İsmâ'îl el-Ensârî'nin ibaresi de böyledir. O şöyle demektedir: "Çeşitli rivayetlerde Allâh'ın yedinci semada nefsiyle arşın üstünde olduğu belirtilmektedir."

Ebu'l Hasen el-Kercî eş-Şâfi'î de şu kasideyi söylemiştir:

"Onların itikatlarına göre İlâh, zatıyla

Arşının üstündedir, bununla birlikte gayb olan her şeyi de bilir."

Bu kasidenin üzerinde Allame Takiyy'ud Dîn İbn'us Salâh'ın el yazısıyla şöyle yazılıdır: "Bu Ehl-i Sünnet'in ve hadis ashabının akidesidir."

Aynı şekilde Hâfız Ahmed bin Sâbit et-Turakî, Şeyh Abd'ul Kâdir el-Cîlî (el-Geylânî), müftü Abd'ul Azîz el-Kuhaytî ve bir topluluk da bu lafzı mutlak bir şekilde kullanmıştır.

Allâhu Teâlâ, hiçbir yardımcısı ve destekçisi olmadan her şeyi zatıyla yaratmıştır, mahlûkatın işlerini de zatıyla idare etmektedir. İbnu Ebî Zeyd ve diğerleri Allâh'ın bizimle birlikte oluşuyla arşın üzerinde oluşu arasında bir farkın olduğunu belirtmek istemişlerdir. O, şöyle buyurduğunda bize öğrettiği gibi, Arşın üzerindeyken ilmiyle bizimle beraberdir:

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5)

Sözü geçen kelimeyi (zatıyla lafzını) zikrettiğimiz gibi ulemadan bir topluluk kullanmıştır. Lüzumsuz sözleri terk etmenin, İslam'ın güzelliklerinden olması hususunda şüphe yoktur.

İbnu Ebî Zeyd, Mağrib'de ilmiyle amel eden âlimlerdendi. Küçük Mâlik diye lakaplandırılmıştı. Usulü bilme hususunda varılabilecek en son nokta idi. "Zatıyla" lafzını kullandığı için aleyhine tenkitlerde bulunulmuştur. Keşke bu lafzı kullanmamış olsaydı."

Zehebî'nin sözleri sona erdi. [252]

[İbnu Ebî Zeyd, 386 H senesinde vefat etmiştir. Bunun 389 H senesi olduğu da söylenmiştir.]


[248] Kayravânî, Metn'ur Risâle, el-Mektebet'us Sekâfiyye, sf. 7.

[249] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 225.

[250] Yakın lafızlarla İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 282-283.

[251] İbn'ul Kayyim, İctimâ'ul Cuyûş'il İslâmiyye, Dâru Atâ'ât'il İlm, sf. 224-225.

[252] Yakın lafızlarla Zehebî, el-Uluvv, sf. 235-236.
#56

[Allâhu Teâlâ'dan Değil, Şeyhlerinden Medet Ummayı Tercih Edenler]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Ölülerden nebîlere, imamlara ve şeyhlere dua etmeyi Allâh'a dua etmekten daha faziletli kılanlara gelince, bunlar çeşit çeşittir. Bazıları daha evvel geçmişti, bazıları ise çeşit çeşit hikâyeler anlatırlar:

Müritlerden birinin Allâh'tan istigasede bulunması, Allâh'ın ona medet etmemesi, şeyhinden istigasede bulunduğunda ise şeyhinin ona medet ettiğine dair hikâye...

Düşman beldesinde bir esirin Allâh'a dua etmesi, Allâh'ın onu oradan çıkarmaması, ölmüş şeyhlerden birine dua ettiğindeyse şeyhin gelip onu İslam beldelerine getirmesine dair hikâye...

Bir şeyhin müridine "Allâh'tan bir isteğin olursa benim kabrime gel!" demesi, başkasının "Allâh'a benimle tevessül et!" demesi, bir başkasının da "Falancanın kabri, denenmiş panzehirdir!" demesine dair hikâye...

Bunlar ve benzerleri, sair müşriklere benzeyerek bu duaları, Allâh'a ihlasla dua edenlerin dualarına tercih ediyorlar. Bunların birçoğuna dua ettikleri şeyhlerinin sureti görünür, onlar da bu gördüklerinin ya o şeyh olduğunu ya da onun suretinde bir melek olduğunu zannederler, ama aslında o, onları saptıran bir şeytandır.

Bunlardan bazıları başlarına bir güçlük geldiğinde şeyhinden başkasına dua etmez ve şeyhinden başkasının ismini de zikretmezler. Çocuğun, annesini anmaya düşkün olduğu gibi bunlar da şeyhlerini anmaya düşkündür. Bunlardan biri şeyhinden yardım ister ve "Ey falanca!" der, oysa Allâhu Teâlâ muvahhidlere şöyle buyurmuştur:

"Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allâh'ı anın." (el-Bakara, 2/200)

Bunlardan bazıları Allâh adına yemin ettiğinde yalan söyler, şeyhi ve imamı adına yemin ettiğinde ise yalan söylemeden doğruyu söyler. Böylece şeyhi bu kişi nezdinde ve onun sadrında Allâh'tan daha uludur.

Eğer nebiler ve salihler gibi ölülere dua etmek Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etmeyi kapsıyorsa, o hâlde şu iki fırkadan hangisi Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etme hususunda daha önceliklidir: Allâh'la, ayetleriyle ve Rasûlü'yle alay etmeyi kapsamasıyla beraber ölülere dua etmeyi ve onlardan medet ummayı emreden kişi mi yoksa Allâh'ın Rasûllerinin emrettiği gibi Allâh'a ortak koşmadan yalnızca O'na dua etmeyi emreden, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e itaat etmeyi ve Rasûl'ün getirdiği her şeye tabi olmanın vacipliğini emreden kişi mi?

Yine bu muvahhidler, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in haber verdiği şeylerde onu tasdik ederek, emrettiği şeylerde ona itaat ederek, neyle gönderildiğini bilme hususunda itinayla davranarak, ondan rivayet edilen sahih, zayıf, doğru ve yalanın arasını ayırarak, buna muhalif olan şeylere değil de buna tabi olarak ve Allâhu Teâlâ'nın şu kavliyle amel ederek cenabı peygambere riayet etme hususunda insanların en önde gelenleridir:

"Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!" (el-A'râf, 7/3)

Müşriklerin ve Hristiyanların benzerleri olan şu sapıklara gelince, onların dayanakları ya zayıf hadislerdir ya mevzu hadislerdir ya da kendisiyle ihticac edilmeyen kişilerden nakillerdir. Bu nakiller de ya o ihticac edilmeyen kişilere atılmış iftiralardır ya da onlardan sadır olmuş bir galattır, zira bunlar, masum olmayan kişilerden tasdik edilmeksizin nakledilmiştir. Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sabit olan bir şeye sarılırlarsa da kelimeyi yerlerinden değiştirirler ve muhkemini terk edip müteşabihine sarılırlar, tıpkı Hristiyanların yaptığı gibi."159



159- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 383-384.
#57
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 19.02.2024, 22:57

İmam, Zâhid Ebû Abdillâh İbnu Batta'nın Görüşünün Zikri

Üç ciltlik el-İbâne adlı eserinde şöyle demiştir:

"Allâh'ın, Arşı Üzerinde Mahlûkatından Ayrı Olarak Bulunduğuna, İlminin de Mahlûkatını Kuşatmış Olduğuna İman Etmeye Dair Bab

Ashab ve tabiînden olan Müslümanlar, Allâh'ın semavatı üzerinde, Arşının üstünde mahlûkatından ayrı olduğu hususunda icma etmişlerdir. Allâh'ın şu buyruğuna gelince:

﴿وَهُوَ مَعَكُمْ

"O sizinle beraberdir." (el-Hadîd, 57/4)
Bu, âlimlerin dediği gibi (ilmiyle)dir.

Cehmî ise Allâhu Teâlâ'nın şu sözüyle ihticac eder:

﴿مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ

"Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur." (el-Mucâdele, 58/7)

Ve Cehmî şöyle der: "Allâh bizimle beraberdir ve içimizdedir."

Âlimler ise bunu, Allâh'ın ilmi olarak tefsir etmiştir. Daha sonra Yüce Allâh ayetin sonunda şöyle buyurmaktadır:
﴿إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ﴾

"Şüphesiz Allâh her şeyi çok iyi bilendir." (el-Mucâdele, 58/7)"[247]

Bundan sonra İbnu Batta, senetleriyle burada maksat O'nun ilmidir, diyenlerin görüşlerini sıralamaktadır. Bu görüşü Dahhâk'tan, Sevrî'den, Nuaym bin Hammâd'dan, Ahmed bin Hanbel'den ve İshâk bin Râhveyh'den zikretmiştir.

Allâh kendisinden razı olsun, İbnu Batta en büyük imamlardandı. Begavî ve çağdaşlarından dinlemiştir. 387 H senesinde vefat etmiştir.


[247] Yakın lafızlarla İbnu Batta, el-İbânet'ul Kubrâ, 7/136-144.
#58

[Müşrikler, Allâh'a İbadet Etmekten Yüz Çevirir, O'na Şirk Koşmaktan ise Huzur Duyarlar]

(İbnu Teymiyye Rahimehullâh devamla şöyle dedi:)

"Bunların birçoğu mescitleri harap eder. Beş vakit namaz için bina edilmiş mescidi atıl ve harabe bir hâlde, insanların verdikleri dışında kisvesi olmadan ve sanki hanlardan bir hanmış gibi bulursun. Ölülerin üzerine inşa edilen meşhetlere gelince, onları üzerinde sütreler, altın, gümüş ve mermer süslemeler bulunur hâlde, nezir sahiplerini oraya gidip gelir hâlde bulursun.

Bunun yegâne sebebi, onların Allâh'ı, ayetlerini ve Rasûlü'nü hafife alıp şirki tazim etmeleri değil midir? Zira onlar, meşhedin kendisi için inşa edildiği ölünün ve onlardan istigasede bulunmanın, Allâh Azze ve Celle için inşa edilen evin içerisinde Allâhu Teâlâ'ya dua edip O'ndan istigasede bulunmadan daha faydalı olduğuna itikat ederler. Bu yüzden kendilerince daha azim olanı tercih etmişlerdir, bunu yaparken de Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinde hâllerinden bahsettiği Arap müşriklerine benzediler:

"Allâh'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O'na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, 'Şu, Allâh için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için' dediler. Ortakları için olan Allâh'ınkine eklenmiyor. Allâh için olan ise ortaklarınkine ekleniyor. Ne kötü hükmediyorlar." (el-En'âm, 6/136)

Arap müşrikleri, Allâh için ziraat ürünleri ve davarlar ayırdıkları gibi ilahları için de ziraat ürünleri ve davarlar ayırıyorlardı. İlahlarının payının başına bir şey gelirse Allâhu Teâlâ'nın payından alıp ilahlarının payına katar ve şöyle derlerdi: "Allâh zengindir, ilahlarımız ise fakirdir." Böylece Allâh'tan başkası için ayırdıkları payı, Allâh için ayırdıkları paya üstün tutuyorlardı. Aynı şekilde, onların nezdinde meşhetler için bağışlanılan bu vakıflar ve nezirler, onların nezdinde mescitler için, mescitlerin imarı için ve Allâh'ın yolunda cihat etmek için bağışlanılan şeylerden daha azimdir.

Bunlardan biri tazim ettiği kabre gittiğinde onun yanında ağlar, boyun eğer, dua eder ve yalvarır. Beş vakit namazda, Cuma namazında, gece namazında ve Kuran kıraatinde bulmadığı bir yumuşaklık, tevazu, ubudiyet ve kalp huzuru bulur. Bu Allâh'ın Kitabı'na ve Rasûl'ü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine tabi olan ihlas sahibi muvahhidlerin değil de bidat uyduran müşriklerden başka kimin hâli olabilir?

Bunun bir benzeri de bu kişilerden biri, şiir beyitlerinin nağmeyle okunduğunu işittiğinde, Allâhu Teâlâ'nın ayetlerini işittiğinde bulmadığı huzur ve huşu bulup ağlama hasıl olur. Böylece müşrik bidatçileri duyduğu zaman huşu duyar, ama ihlaslı takva sahiplerini duyduğu zaman huşu duymaz. Dahası, Allâh'ın ayetlerini işittiklerinde başka bir şeyle meşgul olarak bundan uzaklaşmaya çalışırlar, onu kerih görürler ve onunla ve onu okuyanla alay ederler. Böylece Allâhu Teâlâ'nın şu kavlinden en büyük paya sahip olurlar:

"De ki: Allâh'la, O'nun ayetleriyle ve Rasûl'üyle mi alay ediyordunuz?" (et-Tevbe, 9/65)

Kuran'ı duyduklarında onu eğlenen kalplerle, boş sözlü dillerle duyarlar, sanki sağır ve körlerdir. Şiir beyitlerini duyduklarında ise kalpleri huzur bulur, dilleri sessiz olur ve hareketleri de sükûnet bulur, o kadar ki susayanları bile su içmez.

Bunlardan bazıları şiir beyitlerinin nağmeyle okunduğunu dinlerken müezzin ezanı okumaya başlarsa şöyle derler: "Biz, bu adamın bizi davet ettiği şeyden (namazdan) daha faziletli bir şey içerisindeyiz!" Bazıları da şöyle der: "Biz hazretteydik (yanındaydık/huzurdaydık). Namaz için kalktığımızda da kapıya vardık!" Birisi bana bunu söyleyen şu sapmış şeyhler hakkında sordu, ben de şöyle dedim: Doğru söylemiş! O, şeytanın hazretindeydi (yanındaydı/huzurundaydı), sonra Allâh'ın kapısına vardı. Zira bunda bulunan bidatler ve dalaletler, şeytanın huzurda bulunmasındandır ki başka bir yerde bu açıklanmıştır."158



158- İbnu Teymiyye, el-İstigâse fi'r Raddi ale'l Bekrî, sf. 381-383.
#59
Selef-i Salihin Akidesi / Ynt: ET-TUHFET'UL MEDENİYYE Fİ...
Son İleti Gönderen İ'tisam - 12.02.2024, 20:34

Eş'arî'nin Öğrencisi, Mutekellim Ebu'l Hasan Alî bin Mehdî et-Taberânî[243]'nin Görüşünün Zikri

Müşkil'ul Âyât adlı kitabında, Allâhu Teâlâ'nın,

﴿‌الرَّحْمَنُ ‌عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌اسْتَوَى﴾

"Rahman Arşa istivâ etti." (Tâ Hâ, 20/5) buyruğu ile ilgili bölümde şöyle demektedir:

"Bil ki, Allâh semânın üstünde, her şeyin üstünde, arşının üzerine istivâ etmiştir, yani onun üzerindedir. İstivânın manası üstüne çıkmaktır. Nitekim Araplar, onun üstüne çıktım anlamında şöyle derler: 'Bineğin sırtına istivâ ettim, damın üzerine istivâ ettim.' Yine şöyle derler: 'Güneş başımın üzerine istivâ etti, kuş başımın tepesi üzerine istivâ etti,' yani havada yükseldi ve tam benim başımın üstünde oldu, demektir. Kadîm Celle Celâluhu da arşının üstüne yükselmiştir. Allâh'ın şu buyruğu, O'nun semâda arşının üstünde oluşu hususunda sana rehberlik eder:

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)
Yine Allâh'ın şu buyruğu:

﴿يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ

"Ey Îsâ! Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim..." (Âl-i İmrân, 3/55)

Belhî, Allâh'ın arşın üzerinde istivâ etmesinin, O'nun arşın üzerinde istila etmesi demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu da Arapların, 'Bişr, Irak üzerine istivâ etmiştir,' yani orayı istila etmiştir sözlerinden alınmıştır."

Taberî dedi ki: "Burada istivânın istila anlamına kullanılmadığının delalet eden bir şey de şudur: Eğer istila anlamına gelseydi, diğer mahlûkatı bir tarafa özellikle arşını istila etmekle mahsus kılması gerekmezdi. Çünkü o hem arşın üzerine hem de diğer mahlûkatın üzerine istila etmiştir ve bu şekilde vasfettiğinde arşın herhangi bir meziyeti (üstünlüğü) yoktur. Böylelikle onun söylediği bu görüşün fasitliği açığa çıkmaktadır.

Diğer taraftan yine ona şöyle denilir: Hiç kuşkusuz ki istivâ, Arapların, kişi daha önce imkân sahibi olmamasına karşın sonradan imkân sahibi olduğunda kullandıkları "filan kişi şunun üzerine istivâ, yani istila etti" sözleri kabilinden kullandıkları istila anlamında değildir. El-Bârî Azze ve Celle, daha önce imkân sahibi değilken, sonradan imkân sahip olmakla nitelendirilemeyeceğine göre, istivânın manası, istila etmeye değiştirilemez."

Sonra Taberî şöyle dedi: "Eğer şöyle denilirse: Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?

﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ﴾

"Gökte olandan emin misiniz?" (el-Mulk, 67/16)

Ona şöyle denilir: Bu, O'nun semanın üstünde, arşın üzerinde olduğu anlamındadır. Nitekim Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿فَسِيحُوا فِي الْأَرْضِ﴾

"Yeryüzünde dolaşın." (et-Tevbe, 9/2)
Manası "yeryüzünün üstünde" şeklindedir. Yine Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ﴾

"...Sizi hurma kütüklerine asacağım!" (Tâ Hâ, 20/71)[244]

Eğer şöyle denilirse: "Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu hakkında ne dersiniz?

﴿وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ﴾
"Göklerde ve yerde Allâh O'dur." (el-En'âm, 6/3)
Ona şöyle denilir: Bazı kıraat imamları, "göklerde" buyruğunda vakıf yapar, sonra da "Yerde gizlediğinizi bilir" buyruğu ile okumaya başlarlar. [245]

Durum ne olursa olsun, eğer bir kimse: Filan kişi Şam'da ve Irak'ta hükümdardır diyecek olursa, bu onun hükümdarlığının Şam'da ve Irak'ta söz konusu olduğuna delâlet eder. Onun zatı itibariyle ikisi içerisinde olduğu anlamına gelmez." [246]


[243] Doğrusu, isminin Taberî olduğudur, nitekim tabakat kitaplarında ve risalenin diğer nüshasında da ismi böyle geçmektedir. Vallâhu alem! (İbnu Asâkir, Tebyînu Kezib'il Mufterî, sf. 195; Safedî, el-Vâfî bi'l Vefayât, 22/90; Tâc'ud Dîn Subkî, Tabakât'uş Şâfi'iyyet'il Kubrâ, 3/466; Dâvûdî, Tabakât'ul Mufessirîn, 1/436; Kâtip Çelebi, Sullem'ul Vusûl, 2/398).

[244] 56. dipnota müracaat ediniz.

[245] Semâvât kelimesinde vakıf yapılacağına dair görüş, İbnu Cerîr et-Taberî (İbnu Kesîr, Tefsîr'ul Kur'ân'il Azîm, thk. Selâme, 3/239-240; Kurtubî, el-Câmi'u li Ahkâm'il Kur'ân, 6/390) ve İbnu Batta (İbnu Batta, el-İbâne, 7/136-139) gibi bazı ulemanın tercihidir.

Bu durumda ayetin meali "Göklerde Allâh O'dur. Yerde gizlediğinizi bilir..." şeklinde olur.

İbn'ul Kayyim Rahimehullâh, burada vakıf yapılmamasının daha doğru olduğunu belirtmiş ve bu bağlamda güzel bir faydadan şöyle bahsetmiştir:

"Burada apaçık bir hikmet sebebiyle 'gökler' çoğul olarak gelmiştir. Bu hikmet ise zarfın Allâh Tebâreke ve Teâlâ'nın İsmi içerisinde bulunan İlahlık manası ile taalluk etmesidir. Böylece mana şöyle olur: 'Allâh göklerin her birinde hem İlah hem de Ma'bûd'dur.' Allâh bu cinsten her birinde İlah edilendir ve ibadet edilendir. Bundan dolayı burada çoğul olarak zikredilmesi, tek bir cins lafzıyla yetinmekten daha beliğ ve iyidir.

Bu manayı sünnete mensuplardan bazıları yakalayamadığında, bu ayeti ayetle münasip olmayan bir biçimde tefsir ettiler ve şöyle dediler: 'Göklerde' lafzında tam bir vakıf yapılır sonra Allâhu Teâlâ'nın 'Yerdekini bilir' kavlinden başlanır.' Ayetin fehmi hususunda yanıldılar. Ayetin manası ancak benim sana anlattığım manadır. Bu mana ise tefsir ehlinin muhakkiklerinin görüşüdür." (İbn'ul Kayyim, Bedâ'i'ul Fevâ'id, Dâru Âlem'ul Fevâ'id, 1/202-203)

[246] Yakın lafızlarla İbnu Teymiyye, Beyânu Telbîs'il Cehmiyye, 4/287-292; Zehebî, el-Uluvv, sf. 231-233, no: 552.
#60
1445H / 1 ŞABAN 1445 H
Son İleti Gönderen Tevhîd Müdafaası - 11.02.2024, 18:04

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
١ شَعْبَان ١٤٤٥

1 ŞABAN 1445 H
12.02.2024 M

Şaban ayının hilali bu akşam 29 Recep 1445 H (11.02.2024 M) tarihinde Allâh'ın izni ve yardımı ile muvahhidler tarafından gözetlenmiş ve görülmüştür.

«اللَّهُ أَكْبَرُ، اللَّهُمَّ أَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالأَمْنِ وَالإِيمَانِ، ‌وَالسَّلَامَةِ ‌وَالإِسْلَامِ، وَالتَّوْفِيقِ لِمَا يُحِبُّ رَبُّنَا وَيَرْضَى، رَبُّنَا وَرَبُّكَ اللَّهُ.»
"Allâh en büyüktür. Allâh'ım! Bunu üzerimizde emniyet, iman, selamet, İslam ve Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu şeylerde başarı ayı kıl! (Ey Hilal!) Benim ve senin Rabbin Allâh'tır." (Tirmizî, Hadis no: 3451; Dârimî, Sünen, Hadis no: 1729-1730)

Hicri takvime göre 1 Şaban 1445, Miladi 12.02.2024 Pazartesi gününe denk gelmektedir. Vallâhu A'lem!
🡱 🡳